Filistin’de dünyanın gözleri önünde insanlığa uygulanan katliama, karşı üç maymunu mu oynayalım? Geçmişte yaşananların hıncını, tüyü yetmedik bebelerden mi çıkaralım? Bir eski bakanı taklit ederek, elimizi göğsümüzden aşağıya indirirken “Ohhhh! Ooohhhh!” mu çekelim? Elbette ki hayır.
Ama, içimizdeki Doğu Türkistan’a yıllarca yapılmakta olan zulmün acısını da unutmayalım.
Hatta, geçtiğimiz yıllarda yaşanan Bosna Hersek kıyımını, Afrika, Kırım, Kerkük, Kafkasya’da yaşanan dramların acısını da duyumsamalıyız.
Günümüzde yurdumuzda ve yurttaşlarımızda İsrail’e ve destekçilerine karşı büyük tepki var ki, insanı açıdan olması gereken de bu. Ben sözümü Doğu Türkistan’a getirdiğimde de lütfen gözümüzü, kulağımızı kapayalım, yargısına kapılmayınız.
Dünlerde olduğu gibi bu günlerde de Doğu Türkistan’da soydaşlarımıza uygulanan vahşeti, soykırımı görelim. Asimile edilerek soyun yok edilmeye çalışıldığını duyumsayıp, kulakları ve gözleri kapamayalım. Israrla bu uğurda çabalayanlara köstek değil, moral unsuru olalım.
Acı ve gerçek o ki, sayıları bir elin parmakları kadar kalan Doğu Türkistan Türkü, seslerini duyurabilmek için çırpınırken, yukarıda yaptığım benzetme gibi ilgililerimiz üç maymunu oynuyor. Umursamıyor, yok sayıyor, engelliyorlar.
Unutmamalı ki, Arslan’ın dişisi de arslandır. Doğu Türkistan’da Çin mezalimini yıllarca yiğit bir şekilde dile ve eyleme getirenlerden biri Nurala Göktürk oldu. Yalnız Cin zulmünü dile getirmekle kalmadı, Doğu Türkistan’ın yemek kültüründen giyim kuşam kültürüne kadar çeşitli değerlerinin unutulmaması için çaba gösterdi. Kitaplar yazdı.
Nurala Göktürk’ün son kitabı “Tanrı Dağlarından Erciyes’in Eteklerine Göç Hikayeleri ” Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı yayınları arasında çıktı.
Doğduğunda babası Çin zindanlarında işkence altında günlerini geçiriliyordu. 1961 yılında Çinliler tarafından Afganistan’a sürgün edildiler. Nurala Göktürk ailesiyle birlikte 1965 yılında Türkiye’ye iskanlı göçmen olarak kabul edildi. Kayseri’ye yerleştiler. Kendini yetiştirdi. Doğu Türkistan doğumlu olan Hamit Göktürk ile evlendi. Dört çocukları oldu. Kayseri’den İstanbul’a göç etti.
Sözünü ettiğimiz gibi Nurala Göktürk, Çin’in Doğu Türkistan’da Uygur Türklerinin soyunu bitirmek istediğini yıllardan beri anlatıyor. Uygur Türklerinin çilesini yansıtıyor, onların sesi, feryadı olabilmek için her yolu deniyor. Sosyal medyanın her türlüsünden yararlanıyor, gazete ve dergilere yazılar yazıyor.
Gözlerimiz nemlenerek okuduğumuz Tanrı Dağlarından Erciyes’in Eteklerine Göç Hikayeleri, adından da anlaşılacağı gibi Doğu Türkistan’da zulüm gören soydaşlarımızın, zorluklarla dolu Türkiye göçünü anlatıyor.
Yurdumuzda ailesinin birkaç göbek geçmişinde göç acısını, zorluklarını yaşamamış kimse yok gibi. Her ailenin bir göç hikayesi var. Tanrı Dağları’ndan Erciyes’in Eteklerine Göç Hikayeleri, saf ve temiz çocuk kalbinden süzülen anıları yumağından oluşuyor.
Doğu Türkistan ‘dan göç ederken küçük bir çocuk olan Nurala Göktürk, büyüklerinin anlatılarını kaleme almış. Bu, anılar manzumesinin kurgu ve hayal ürünü olmadığını vurguluyor. 1961 yılında Doğu Türkistan’ dan Afganistan’a, 1965 ‘te Türkiye’ye göç etmiş olan muhacirlerin bir asra yakın bir zamandan beri çektikleri zorlukları yazıya döküyor. Kaldı ki, tarihi bir belge özelliği da taşıyor.
1961 yılının da öncesi vardı: 1949 yılındaki Çin işgalinden sonra, Doğu Türkistan tarihinin en karanlık devri yaşanmaya başlamıştı. Kızıl Çin’in getirdiği kızılca kıyamet, ülkenin her yerine sıçramıştı. Doğu Türkistan, düşmanın kirli emellerine yenik düşmüştü. Halk birbirine karşı kışkırtılmıştı. Kargaşayı alevlendirmek için işkenceyle kukla haline getirilmiş bir kesim hainler ve cahiller köle olmuştu.
460 Sayfa hacmindeki kitap, belge sayılabilecek fotoğrafları da içeriyor.
Yazarın kitabında belirttiği gibi soydaşlarımız, vatan için, vatanlarından göç etmek zorunda bırakılmışlardı.
KAYNAK : https://www.istanbulgazetesi.com.tr/tanri-daglarindan-erciyesin-eteklerine-goc-hikayeleri?fbclid=Iw