Mustafa GÜLER
Çin’in 1980 senesinde yürürlüğe koyduğu tek çocuk politikası, insanla ilgili konuların merkezi planlamaya tabii tutulamayacağının ve sonuçların hedeflerden farklı olacağının en güzel örneğidir. Tek çocuk politikasının amacı, nüfus artışını durdurmaktı. Bu politikanın hedefe ulaşılmasının yanında öngörülemeyen sonuçları oldu. İnsanlar, tek hakları olunca, erkek çocuğu tercih ettiler. Cinsiyet belli olduğunda, bebek kızsa kürtajla almak sıradan bir uygulama haline geldi. Yasak olan bu işlem kaçak olarak yapıldığından, ölümlere ve sakatlanmalara neden oldu. Kızlar aldırılınca, doğan bebeklerin çoğu erkek oldu.
Böylece nüfusun dengesi bozuldu. Erkeklerin bir kısmı evlenecek kız bulamadılar, dolayısıyla evlenme ve çocuk sahibi olma oranı düştü. Toplumda evlenmek isteyen ama evlenemeyen sorunlu insanlar oluştu. Devlet, kadınları sürekli kontrol ediyordu. Çocuğu varken hamile kalan kadınlar, hamileliğinin kaçıncı ayında olursa olsun, tespit edildikleri anda kürtaj yapılıyordu. Bu uygulamada kadın ölümlerine ve sakatlanmalara yol açtı. Merkeze uzak ve kontrolün zayıf olduğu yerlerde, özellikle köy ve kasabalarda kaçak doğum sektörü oluştu.
İlk çocuktan sonra hamile kalanlar, hamileliği belli olacak hale gelince, mümkün mertebe evden çıkmadı. Doğumu kaçak doğum evlerinde yahut kendi evlerinde yaptılar. Düzenli olarak iş yerine gitmesi gereken kadınlar için, sahte sağlık raporu düzenleyen, evlerde veya kaçak sağlık merkezlerinde doğum yaptıran sağlık sektörü oluştu.
Aynı köyde ve kasabada yaşayan insanlar birbirini idare etti. Neticede çoğunun ya çok çocuğu vardı ya çok çocuğu olan akrabaları vardı, ya da çok çocuk yapmayı planlıyorlardı. Aynı durum o köyde, kasabada görev yapan asker, polis ve jandarma içinde geçerliydi. Kaçak doğumlar sonucunda dünyaya gelen insanlar, Çin’de yaşıyor, ama nüfus kağıdı sahibi olamıyor ve resmi rakamlarda gözükmüyordu. Çin, resmi istatistiklerde nüfus artışını kontrol altına almış gözüküyordu. Kaçak çocuklar, okul çağına gelince, akşamları evlerde dönüşümlü olarak kaçak ders gördüler.
Yani resmiyette olmayan çocukları, evlerinde eğiten kaçak eğitim sektörü oluştu. Bu çocuklar ucuz iş gücü oldular. Fabrikalarda, tarlalarda kaçak çalıştılar. Pekin, 1990’lardan sonra, yurtdışına çalışmak için çıkan bu durumdaki insanlarına pasaport vermeye başladı. Çin, 1990’ların ikinci yarısından itibaren yayılma stratejisi başlatarak her yerde inşaat, madencilik ve altyapı projeleri aldı. Milyonlarca Çinliyi bu projelerde çalıştırdı. (Bunların ekseriyeti kaçak insanlardı.)
Çinliler, projeler bitince, o ülkelerde yaşamaya devam ettiler. Sadece Afrika ve Latin Amerika’da 10 milyonun üzerine Çinli yaşıyor. Çin, yurtdışına ucuz malın yanında, ucuza çalışan insanda ihraç ediyor. Pekin, tek çocuk politikasını, yoğun bir reklam kampanyasıyla birlikte yürüttü. Çok çocuklu olmak geriliğin, yozlaşmanın özetle çağ dışı olmanın sembolü haline geldi. Tek çocuk sahibi olmak aydınlığın, ilericiliğin, halk dostu olmanın göstergesiydi.
Çok güçlü istihbaratı olan Çin, doğumdan evvel tespit edemediği, yani kürtajla öldürtemediği çocukları zaman içinde tespit ediyordu. Bu çocukların ebeveynleri ağır uygulamalara maruz kaldılar. Maaşları arttırılmadı, terfi ettirilmediler, işlerini kaybettiler, kredi alamadılar. Halk düşmanı olarak dışlandılar. Bu uygulamalar, reklam kampanyaları ve şehirleşme yirmi yıllık süreçte çocuk sahibi olma oranlarını dramatik olarak düşürdü.
Pekin, gelişmenin ciddiyetini çok geç fark etti. 2016 yılından itibaren, tek çocuk politikası önce iki, sonra üç çocuk politikasına dönüştürüldü. Nüfus artış hızı çok düşmüştü. Zorlama kürtaj münasebetiyle çok fazla kadın ölmüş veya sakat kalmıştı.
Kadınlar doğum yapmaktan soğumuştu. Uygulanan materyalist politikalar ve gelir seviyesinin nispeten düşük olması yüzünden insanlar evlenmek istemiyor, evlenenler yaşam kalitelerini düşürecek diye çocuk istemiyordu. Tek çocuk politikasının iptal edilmesi, sadece beş yıl için, nüfusun düşmüş olan artış hızının düşerek devamını sağladı. Nüfus her yıl 4-5 milyon artıyordu.
Çin’in nüfusu ilk kez 2022 yılında 850 bin kişi azaldı. Strateji uzmanları pandemiye bağladıkları azalmanın geçici olduğunu tahmin ettiler. Oysa 2023 yılının rakamlarına bakınca, bunun doğru olmadığı Çin’in kendisini tüketecek bir problemle karşı karşıya olduğu gözüküyor. Pekin’in 2022 yılının başından itibaren aldığı tedbirler, durumun vahametin farkında olduklarını gösteriyor. Çin’de bir yıl içinde doğan çocuk sayısı, ilk kez 2022 yılında 10 milyonun altına düştü.
Bu rakam mesela 2012 senesinde 16 milyondan fazlaydı. 2023 senesinde doğan çocuk sayısı daha da azalarak 7.880.000’e düştü. 2023 yılında ölenlerin sayısı 11 milyonu aştığından, nüfus üç milyonun üzerinde azaldı. Yani Çin’in nüfusu 2022’de Eskişehir’in, 2023’te Bursa’nın nüfusu kadar azaldı. Göstergelere bakıldığında bu azalmanın kar topu gibi artarak devam edeceği görülüyor. Örneğin 2013’te 13 milyon evlilik gerçekleşirken, 2022 yılında 6,8 milyon evlilik gerçekleşmiş. Evlilik oranının bu kadar azalması, doğumların da hızla azalacağını gösteriyor.
Tahminlere göre Çin’in nüfusu 2024’te beş milyondan fazla yani İzmir’in, 2027 senesinde Ankara’nın ve 2030’da İstanbul’un nüfusu civarında azalacak. Bir memleketin nüfusunun sabit kalması için kadın başına doğum ortalaması oranının iki olması gerekir. Çin’in ortalaması 2020’de 1,3’e, 2022’de 1.09’a 2023’te 1’in altına düştü. Oran daha da düşecek. Bunun anlamı, Çin’in nüfusu bir nesilde bugünkünün yarısına, iki nesilde çeyreğine düşecek.
‘’Çin’in nüfusu bir milyar dört yüz bin civarında. Azalsa ne olur?’’ denilebilir. Ama olay o kadar basit değil. Çünkü nüfus sadece azalmıyor, aynı zamanda yaşlanıyor. 2050 senesinde, hem rakamsal hem de oransal olarak, en çok 60, 65, 70 ve 75 yaş üstü insan Çin’de yaşayacak. Çin’in bu yaşlıları besleyecek kadar genç nüfusu olmayacak.
Pekin ve eyalet yönetimleri bu gidişi değiştirmek için farklı uygulamalar yapıyorlar. Devlet çöpçatanlık şirketleri kuruyor, flört ve çöpçatanlık şirketlerine teşvik veriyor. Flört ve tanışma geceleri düzenliyor. Bebeklerin mama ve bez masraflarını kamu karşılıyor. Evlenmek isteyenlere ücretsiz düğün paketleri organize ediyor. 25 yaşından önce evlenenlere ve çocuk sahibi olanlara her ay yardım ediliyor.
Çocuk sayısı arttıkça yardım tutarı katlanarak artıyor. Başta ordu, kamuda görev alanların terfilerinde çocuk sayısı başlıca kriterlerden biri. Eyaletler daha fazla teşvik vermekte birbirleriyle yarışırken, merkezi yönetim teşvik paketlerini sürekli iyileştiriyor. Ailelerin istemedikleri bebeklerini yüksek bedelle kamuya satması formülü tartışılıyor. Pekin süreci değiştirmekte çok kararlı ama şu ana kadar nüfus azalması ve yaşlanması başladıktan sonra bu süreci tersine çevirebilen ülke yok.
Azalma hızını yavaşlatan ülkeler var ama bu sonucu değiştirmez sadece geciktirir. Kaldı ki Çin’in dezavantajları var. Vatandaşlar materyalist bir eğitimden geçmiş durumda. Çok sayıda insan kardeşsiz yani sevgisiz büyümüş. Geçmişte birden çok çocuk sahibi olunduğunda, ilk çocuk dışındakilerin yaşadığı dışlanmışlık hafızalara kazınmış. Kanun değişmesine rağmen aynı şeyin olacağı sanılıyor. Köpek, kedi beslemeyi evlat yetiştirmeye tercih ediyor Çinliler.
İnsanların çoğu ateist. Kadınlar maddi özgürlüklerine sahip oldukça evlenmiyor, evlenenler çocuk sahibi olmuyor. Evlilik anlaşmalarına en çok yazılan madde çocuk yapılmaması. Vücudu bozulacağı için çocuk istemeyen kadınların sayısı epeyce yüksek. Kızlar, kaçak doğumlar ve zorunlu kürtajlar yüzünden ölen kadınların hikayeleriyle büyüyünce doğum yapmaktan korkuyorlar.
Çin’in bir handikabı da Müslüman vatandaşların nüfusunun artış oranının yüksek olması. Bunu azaltamıyorlar, çünkü azaltırlarsa ortalama daha da düşecek. Bu süreç böyle devam ederse Müslüman nüfus giderek artacak. Bu da rejim açısından sıkıntı kaynağı. Çin’in 2016 yılında ‘’Bilinçlendirme Merkezleri’’ adı altında başlattığı zulmün sebeplerinden biri bu. Zulüm önce Uygurlara yönelmişti, sonra diğer Türkler ve Çinli Müslümanlar da uygulamanın kapsamına dahil edildi. Dungan denilen Çinli Müslümanların sayısı tartışmalı ama genel kanaat yüz milyonun üstünde oldukları. Zulmün amacı, Müslümanları dinsiz hale getirmek, daha doğru bir ifadeyle dini etkisizleştirmek. İlaveten Türklerin milli kimliğini zayıflatmak. Pekin bununla yetinmedi. 2018 yılında ‘’Dinlerin Çinlileştirilmesi’’ projesini başlattı. Amaç özellikle İslam’ın rejime uymayan yönlerinin iptal edilmesi. İstiyorlar ki Müslümanlar artmaya devam etsin ama onlar Pekin’in uygun gördüğü dine inansınlar ve o dini İslam olarak adlandırsınlar.
Çin’in başlattığı yayılma stratejisinde, Uzak Doğu, Afrika ve Latin Amerika hedef coğrafyalar. Buralarda otuz milyon dolayında Çinli yaşıyor. Çin’in yurtdışında güçlenme stratejisinde Çinli azınlıklar kritik rol oynuyor. Pekin nüfusun azalması sorununu çözemezse bu stratejiyi yürütemez.
KAYNAK :https://www.habererk.com/mustafa-guler