Beria Remzi Özoran
Kıbrıs’ta Ondokuzuncu yüzyıl sonlarından yana yabancı arkeologların birbiri ardından, bazan da aynı zamanda Adanın ayrı ayrı yerlerinde yaptıkları kazılarda meydana çıkan eserlere dayanarak Kıbrıs’ın 8.000 yıllık bir medeniyete sahip bulunduğunu belirten Helenistler, Yunan ve Bizans eserleri üzerinde durmakta binlerce yıldan beri Kıbrıs’ın Yunan adası olduğunu ileri sürmektedirler.
Şüphe yoktur ki, arkeologların gün ışığına çıkardıkları eserler arasında Yunan ve Bizans olmayanlar da vardır ve gene şüphe yoktur ki, şu veya bu sebeple bunlardan söz edilmemesi, değer taşımadıkları anlamına gelmez. Mesela Kıbrıs ile Anadolu arasındaki bağları gösteren buluntuların önemsizliği iddia edilemez. Nitekim tarafsız bilim adamları bunlar üzerinde durmakta ve Anadolu ile Kıbrıs’ın tarih boyunca sıkı ilişkilerinin olduğuna bu buluntuları delil göstermektedirler.
İlmi araştırmaları ile ün kazanmış olan Alman Prof.Dr. H.Th. Bossert, “Akdeniz Havzasında Doğum ve Vasıtaları” konusunda yaptığı incelemeler sonunda Kıbrıs ve Anadolu arasında bu alandaki benzerliklerin eski tarihlere kadar uzandığını ispatlamakla kalmamakta, aynı zamanda Adada Uygur Türklerinin izlerini de meydana çıkarmaktadır.
İstanbul Üniversiteji Arkeoloji Enstitüsü Direk törü, olarak yurdumuzda bulunduğu sıralarda bu konudaki araştırmalarını derinleştiren, Prof. Dr. Bossert, 7 Mayıs 1938 tarihinde Ankara Halkevinde projeksiyonlu bir konferansta (1) şöyle demiştir:
“…..Anadolu ile olan münasebeti bakımından Kıbrıs Adasında vücude getirilip de bize kadar intikal eden doğum tasvirleri bizim için çok daha mühimdir. Çünkü malum olduğu veçhile Kıbrıs, vakit vakit Eti tesiri altında bulunan bir yerdir. Maalesef bulunduğu hakiki mahal malum olmadığı için hakiki tarihini söyleyemeyeceğim bir terrakotta grubu ise çok ehemmiyetlidir (Şekil 10). Eğer bu şeklin tarihini takriben M.Ö. 1.000 olarak kabul edecek olursak mezkur tarih tarih bir durak noktası vaziyetinde olacaktır. Yani bu grup mezkur tarihten biraz evvel veya biraz sonraya ait olabilir. Grupta- her halde hepsi kadın olarak tasvir edilen- üç nesil görülüyor. Doğuran kadın ortadadır. Kadının batnı arkasında ayakta duran diğer bir kadın tarafından kuşatılmıştır. Doğuranın önünde oturan ebe çocuğu almış vaziyette bulunuyor.
“Atina müzesinin deposunda bundan onbeş sene evvel bulmuş olduğum- gene bir Kıbrıs terrakotasında- (şekil :11 ) bu doğum safhası daha vazıh olarak gösteriliyor. Doğuran kadın, kendisini arkaya doğru kavrayan diğer bir kadının kucağında oturmaktadır. Bu grupta çocuğun başının annesinin entarisi altından çıkmış bir vaziyette olduğu görülüyor. Sağdaki grupta ise çocuğun başı kaybolmuştur. Doğuran kadının yanında bir başka kadının bulunup bulunmadığını farkedemiyoruz. Şekil M.Ö. VIII. asra aittir.
“Asıl Yunanistan kıt’asında ise bu kabil hakiki doğum tasvirleri tanınmıyordu.”