Son Dakika
Abdullah TEMİZKAN
Doksanlı yılların ortalarına kadar tamamen kapalı bir kutu görünümündeki Çin’den doğru ve sağlıklı haber almak neredeyse imkânsızdı. Çin’in son zamanlarda uyguladığı devlet kapitalizmi nedeniyle sınırlarını yabancı sermayeye açması nispeten de olsa Çin’den daha fazla haber alınmasını mümkün kıldı. Okyanuslarda Amerika Birleşik Devletleri ile mücadele edemeyen Çin kendi ekonomik yükselişini garantiye almak için alternatif yollar aramaya başladı. “Bir Kuşak Bir Yol Projesi” bu arayışın bir ürünüdür. Amerika Birleşik Devletleri bu projeyi baltalamak için yoğun bir çaba içerisinde olsa da proje güzergâhının doğrudan müdahale edemeyeceği bir bölgeden geçmesi ABD’yi ikincil silah ve argümanlarla Çin’i baskı altına almaya zorladı. Çin’e uygulanan gümrük duvarları ile alâkalı yaptırımlar da bu cümledendir.
Bir Kuşak Bir Yol Projesi, güzergâh üzerindeki ülkeleri bir takım ekonomik beklentiler içine soktu. Çin’in bu proje için milyarlarca dolarlık yatırımlar yapması, tarihî İpek Yolu’nun yeniden canlanması olarak sunuldu ve öyle de algılandı. Eğer Çin yükselen bir güç olarak Amerika Birleşik Devletlerini bu kadar ürkütmese Çin’in kendi vatandaşlarına uyguladığı zulüm görülmeyecek hatta bilerek isteyerek görmezden gelinecekti. Çin boyunduruğu altında yaşayan Doğu Türkistanlı Müslüman Uygur Türklerini -bazı cılız sesler hariç- Batı’nın görmezden gelmesi düşündürücüdür ancak sözde “İslâm Dünyası”nın görmezden gelmesi daha da düşündürücüdür. Bu durum bizi “ümmet” kelimesi üzerinde yeniden düşünmeye ve ümmetin ne olduğuna dair sorular sormaya zorlamaktadır. Yaklaşık bir asırdır dünya Müslümanlarının zihnini ve gönlünü meşgul eden, onları eleme boğan Filistin meselesi, Filistinlilerin, Bekaa Vadisi’ni Türk Devleti’ne karşı savaşan katillerin eğitimine tahsis etmelerine ve orada yetişen katillerin Türkiye’ye kan kusturmalarına rağmen Türk halkının desteğini almıştır. Çünkü orada bir zulüm vardır ve bu zulme uğrayanlar bize nasıl davranırsa davransın ortada insanî bir mesele olduğu için bu konu ayrı bir değerlendirmeye tabi tutulmuş, gündelik politikaların malzemesi yapılmamıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerle omuz omuza Türk Ordusu’na karşı savaşan Arapların bu ihanetine karşı gönlümüzdeki kırgınlık hâlâ devam etse de zulme uğrayan Filistinliler, pahalı ve abartılı zevklerin meftunu olmuş çakma Arap hanedan ve devletlerinin insafına terk edilemez. Bu sorun insanî bir sorundur ve desteklenmelidir.
Geçenlerde Malezya’da düzenlenen Kuala Lumpur Zirvesi’nde Arakan Müslümanları, Filistin meselesi gibi konular ele alınırken Doğu Türkistan’a dair bir cümle dahi kurulmadı. Bunun nedenini Çin’in çok güçlü bir devlet olması nedeniyle İslâm Dünyası’nın bu zulme sessiz kaldığını söyleyerek açıklayan Malezya başbakanı Mahathir Muhammed, İslâm ülkeleri adına itirafta bulunmuş oldu. İslâm İşbirliği Teşkilatına üye ülkelerin Çin’in Doğu Türkistan’da uyguladığı bu zulmü görmezden gelmesi en az Çin zulmü kadar büyük bir zulümdür. Zira İslami literatüre göre zulme sessiz kalan, dilsiz şeytandır. Çok ironik bir şekilde bugün Doğu Türkistan’daki Çin zulmüne karşı en ciddî destek, bir türlü aynaya bakma cesareti gösteremeyen İslâm ülkelerinin, başlarına gelen bütün felaketlerin müsebbibi olarak gördükleri Batı’dan gelmektedir. Artık bu konuda İslâm Dünyası’ndan bir şey beklenmemesi gerektiğini anlamış durumdayız. Doğu Türkistan’ı Çin’in, Keşmir’i Hindistan’ın, Çeçenistan ve Kırım’ı Rusların insafına terk eden İslâm Dünyası içler acısı haline bakmadan bir de dünyada yeni bir medeniyet kurmak gibi iddialı cümleler kurarak şecaat göstermektedir. İslâm Dünyasının hali böyleyken Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset”ini farklı bir gözle, bir daha okumak şart değil midir?
Türkiye’deki siyasal İslâmcı zihniyet yakın zamana kadar Türkiye’nin dışındaki Türklerden bahsetmeyi solcular gibi ırkçılık olarak adlandırır, Arapları ve Siyasal İslâmcılığın şedid kolu olan Müslüman Kardeşleri Özbek, Kazak ve Uygur Türklerinden daha yakın görürlerdi. Öyle bir kompleksleri vardı ki sırf Arapça biliyor diye en sıradan bir Arap bile birinci sınıf Müslüman olarak görülürken, Türklerin yüzlerce yıllık İslâm anlayışları ve yorumları hafife alınırdı. İslâm’ın şartı beş diye öğretilse de altıncısı olarak Filistin meselesi sayılmasına rağmen, Müslüman Türklerin yaşadıkları sorunlar ciddiye bile alınmazdı çünkü onların Müslümanlığı da ciddiye alınmazdı. Milliyetçiler Türk milletinden bahsettikçe siyasal İslâmcılar, bunun kavmiyetçilik olduğunu, esas olanın ümmet olduğunu söyler milliyetçileri adeta paylar onları imanı zayıf Müslümanlar olarak görürlerdi. Bu zihniyet muhayyel İslâm birlikleri kurar dünyaya nizam vermekten dem vururdu. Nihayet Allah onları iktidarla ve pek de tanımadıkları devlet denen mefhumla tanıştırdı. Devlet yönetirken yıllardır kurageldikleri muhayyel birliklerin, fantezilerin havalarda uçuştuğunu, Emevî Camisi’nde namaz kılmaya niyetlenirken abdest almaya bile vakit bulamadan Halep’in harabe haline getirilişini izlediler. Ümmet ümmet diye dillerinden düşürmedikleri mefhumun uluslararası siyaset alanında bir karşılığı olmadığını gördüler. Siyasal İslâmcılığın mezarını yine kendileri kazdılar ve şu sıra yaşadıkları her bir tecrübe o mezara atılan bir kürek toprak mesabesindedir.
Türkiye dışında durum böyleyken içeride çok mu düzgündür? Hükümete yakın kurum ve odaklar da üç maymunu oynayan İslâm Dünyası gibi Doğu Türkistan’daki Çin zulmünü görmezden geliyor. Bunu da Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol Projesi” sayesinde gelecek maddî beklenti nedeniyle herkesin uygulaması gereken bir tavır olarak önermekten de çekinmiyorlar. Hakkını vermek gerekir Türk basınında Doğu Türkistanla ilgili en çok haber yapan gazeteler Karar, Yeni Akit ve Yeniçağ gazeteleridir. Ancak bu tür haberleri iktidara yakın diğer basında aynı sıklıkta görmek mümkün değildir. Maocu Aydınlık gazetesinin ideolojik körlüğünden hatta beşinci kol gibi çalışmasından bahsetmeye dahi gerek yoktur. Doğu Türkistan ile ilgili bu kadar haber yapan Karar gazetesinde bile siyasal İslâmcı zihniyetin para odaklı zihniyetini görmek hem şaşırtıcı hem de üzücü. 27.11.2019 tarihli Karar gazetesinde yayımlanan bir köşe yazısında uzun uzadıya Çin zulmüne değinildikten sonra ifade edilen şu satırlara ne demeli:
“Yazmak, eleştirmek, konuşmak ve sorunu dillendirmek tabii ki gerekli ama ne yazık ki yetersiz. Bazılarının beklediği gibi Türkiye’nin bu konuyu siyasi gündeminin ön sıralarına taşımasının da ne zulmü gören Uygurlara, ne de bize yararı olur. Eleştirimiz Uygurları daha da zor durumda bırakabilir. Çin askerî veya siyasî yaptırım uygulamasa dahi sunduğu ekonomik olanaklardan Türkiye’yi dışlayabilir.”.
Uygur Türkleri ve diğer Türkler İslâm Dünyası’ndan olduğu gibi Türkiye’den de bir şey beklemesin mi denmek isteniyor? Onlar da kendi idarelerinin ve toplumlarının şerrinden korunmak için başlarına gelen her felaketin kaynağı gördükleri Batıya sığınan diğer Müslümanlar gibi Batı’dan mı medet umsunlar? Bir hocamızın ağlayarak ifade ettiği gibi hani “Türk beklenen”di? Doğu Türkistan Türkleri için Türkiye’yi beklemek Godo’yu Beklemek gibi imkânsızı beklemek mi olacak?
Siyasal İslâmcılar öyle de Türk Milliyetçileri çok mu vicdanlı? Cılız imza kampanyaları, bazı siyasilerin yasak savma kabilinden açıklamaları, milliyetçi sivil toplum kuruluşlarının bu mesele için ortak bir platform oluşturmadaki yetersizlikleri ve isteksizlikleri, milliyetçi camianın sosyal medyada video paylaşıp harcıâlem laflar ederek günah çıkartmalarından başka dişe dokunur ne bir faaliyet ne de bir eylem söz konusu.
Son günlerin en çok ses getiren eylemini bütün kızıp höykürmemize rağmen bir siyasal İslâmcı örgüt olan İHH’nın organize etmesi çok manidar ve milliyetçilik için bir zül değil mi?
İnsanoğlunun trajedisi kaçınılmaz bir sonun yaklaştığını idrak etmesidir. Onu diğer canlılardan ayıran bu trajedidir. Bile bile çözümsüz bir sona doğru yaklaştığını bilip de bir şey yapamamak onu durumu farklı şekillerle de olsa kabullenmeye itmiştir. Bu kabullenme biçimleri ikinci bir hayatın varlığı ile kendini teselli etmekten tutun da “İşte geldim gidiyorum. Bari şu kubbe altında hoş bir sadâ bırakayım”a kadar uzanan genişçe bir yelpaze oluşturur. Bu yelpaze içinde bizim tarihimize, kültürümüze, felsefemize, ahlâkımıza ve vicdanımıza en fazla yakışanı İbrahim’in ateşine su taşıyan karınca gibi bir ülkü uğruna ömrünü vakfetmek, sağına soluna bakınmadan, kimseden bir şey beklemeden vicdanının sesini dinleyerek yaşadığı sonlu hayatı anlamlı kılma çabası göstermek olmalıdır.
Kaynak : https://millidusunce.com/misak/bir-kusak-bir-yol/?fbclid=I
Etiketler: Çin » Dünya » Ekonomi » etnik Çatışma » Genel » Görüş Yorum » insan hakları » kÖŞE YAZARLARI » Makale Analiz » Siyaset » SoykırımBENZER HABERLER