Son Dakika
Ahmet Doğan İLBEY
Doğu Türkistanlıların çektiği acılar, işkenceler ve zulümler insanın kanını donduracak hâle geldiği şu günlerde yürek soğutan bir haber yok. Millî âvazımıza karşılık veren bir ses çıkmıyor. Kim teselli edecek bizi? Yüreğimiz kim soğutacak?
Tarihçi Mustafa Armağan’ın 6 Mayıs 2006 tarihli mevkuf ve kapatılmış bir gazete yazdığı “Sultan Abdülaziz’in Doğu Türkistan’a Askerî Yardımı” adlı yazısı teselli oldu duygularıma. Şimdikilere bakarak, “nerede Osmanlı zamanı Türk tavrı?” demekten kendimi alamadım. Çin katliamına ve asimilasyonuna maruz kalan karındaş Doğu Türkistan üstüne, dünyâya nizam verdiğimiz asırları hatırlayarak bir yüreknâme yazıp kalbimi zulüm gören Müslüman Uygur Türklerinin yaşadığı her köşeye, Kaşgar’a, Urumçi’ye göndermek istiyorum.
Yıl 1873. Doğu Türkistan Çin zulmü altında inlemektedir. Güneşin doğduğu yerdeki, yâni doğunun son Müslüman milleti Uygur Türklerinin lideri Yakup Han, yeğeni Hoca Töre’yi İstanbul’a nizam-ı âlemin padişahı Sultan Abdülaziz’e elçi olarak gönderir. Hoca Töre elinde bir mektupla huzura alınır. Mektupta, Yakup Han’ın, yeryüzündeki Müslümanların hâdim olan padişahın “engin kanatları altına sığınmaya geldiklerini, Çin istilası ile mücadele etmek için büyük hünkârımızın yardımına ihtiyacı olduğunu” belirten sözleri, Sultan Abdülaziz’in yüreğinin üstünden geçer. Osmanlıcılık yozlaşmaya ve Devlet asıl zemininden kaymaya başlasa da dünyâya nizam veren muhteşem Osmanlı Türklüğünün İ’lâ-yı Kelimetullah dâvası kalbine düşer ve hüzünlenir. Güneşin doğduğu yerdeki karındaşımızın ülkesi Doğu Türkistan için askerî yardım hazırlıklarına başlanması için tâlimat verir.
Kaşgar Çin zulmü altında ezilirken hiç durur muydu Osmanlı asırlarının Türkleri? Dünyanın neresinde mazlum millet ve ümmetdaşımız varsa, Osmanlı Türklerinin eli ve yüreği oradadır. Yakup Han’ın elçisi Doğu Türkistan’a askerî yardım yüklü bir Osmanlı gemisi ve teçhizatlı bir savaşçı takımı ile İstanbul’dan gönlü şâd, yüreği keskin bir şekilde ayrılır.
Hindistan’ın Bombay şehrinden sonra heyet, uzun bir kara yolculuğundan sonra Kaşgar’a varır. Türk heyetinin şehre varmasıyla şehirde sevincin göklere erdiği bir bayram havası başlar. Yakup Han, Osmanlı heyetini yüz pare top atışıyla selamlarken, Uygurlu Türk karındaşlar Osmanlı Türk heyetini gözyaşlarıyla karşılar.
Kâfilenin komutanı Yüzbaşı Ali Kâzım, dağlarına ve bitek ovalarına bakarak Kaşgar’ın bir Anadolu şehrinden farklı olmadığını anlar. Doğu Türkistan’a gönderilen Türk bayrağı Kaşgar semalarında dalgalanmaya başlar. O günden itibaren Kaşgar câmilerindeki hutbeler yeryüzüne nizam veren, Müslümanların ve Türklerin hâdimi Osmanlı Padişah’ı adına okunmaya başlar. Yüzbaşı Ali Kâzım, Kaşgar’da Uygur gönüllülerinden katıldığı bir topçu taburu kurar. Kurduğu birliğe de Nizam-ı Cedid adını verir. Nizami savaşı ve top-tüfek kullanma, mermi imal etme tekniklerini öğretir. Bu durumdan Çinliler rahatsız olur ve ezici gücüyle Doğu Türkistan’a saldırmaya başlar.
Büyük bir mücadeleye rağmen Osmanlı askeri Çinlilere esir düşer. Yüzbaşı Ali Kâzım ve arkadaşları zindana atılıp zincire vurulur. Ağır Çin işkencesi altında ölümcül günler başlar. Sırtlarında kamçı yarası ve açlıktan bir deri bir kemik kalırlar. Tırnaklarına demir iğneler saplarlar ve otuz üç gün işkenceye tâbi tutulurlar. Yüzbaşı Ali Kâzım ve Osmanlı askerlerinin idamına karar verilir. Zindanda elleri ve ayakları zincirlenmiş olan Yüzbaşı Ali Kâzım yaslandığı taş duvardan sırtını çekerken derisi yer yer kopar. Ağır acılara rağmen dua için bir deri bir kemik kalmış ellerini Allah’a kaldırır:
“Allah’ım, Müslüman karındaşların ülkesine Sen’in rızan ile geldik. Mazlum karındaşlarımızın mücadelesine yardım için harp ettik. Sen’in bizim için hayırlı kıldığın her şeye râzıyız. Şimdi Sen’in yardımına muhtacız” der ve devamını getiremez, yığılır kalır. Yeni atanan Vâli, idamlık Osmanlı askerlerini görmek için hapishaneye gelir. Vâlinin aslı nesli Doğu Türkistanlıdır. Çocukken esir edilerek Çinliler tarafından eğitilmiştir.
Esirlerin idam edilişlerine Vâli de eşlik edecektir. İdam öncesi esirlere son istekleri sorulur. Ali Kâzım kendisi ve arkadaşları için iki rekât namaz kılma isteğinde bulunur. Namaz kılma istekleri kabul edilir. Yüzbaşı Ali Kâzım imam olur, askerler arkasında saf tutarlar. Vâli, onların namaz kılışlarını dikkatle bakmaktadır. Namaz bittiğinde, Vâli, Ali Kâzım’ın yanına gelir, “Bu yaptığınız nedir?” diye sorar. O da “Müslümanların ibadetidir” der. Bu iki kelimelik ifadenin ardından Vâli “Babam da böyle yapardı” der ve sîmasına âdeta merhamet damarları hâkim olmaya başlar ve düşünceleri değişir. Vâli’nin kalp ve dimağından azıcık da olsa Doğu Türkistanlılık şuuru sâdır olur. İdamın ertelendiği tâlimatını verir.
Bir zaman sonra Ali Kâzım ve arkadaşları İstanbul dönerler, fakat hâlâ zulüm çilesi dolmamıştır Doğu Türkistanlı karındaşların. Osmanlı Türk ecdadımızın yardımları Sultan Abdülhamid Han’ın, üzerinde Türk bayrağı dalgalanan Pekin Hamidiye Üniversitesi ile devam eder. O gün bugündür Doğu Türkistan’a bu iki Türk sultanının gönderdiği askerler gibi gidemedik. Ne acı değil mi? Bozgun yıllarından sonra Batı’da ve Asya’da hükümferma olduğumuz zamanlar zihnimize üşüştükçe başımız hep öne düşüyor.
Sonra alıştık, izzet ve şerefle çekildiğimiz diyarlara ve Doğu Türkistan’a turist olarak gitmeye başladık, Çinlilerle ticaret hacmimizi artırmaya çalışıyoruz. Ticarî kazanç şuurumuzu köreltti. Doğu Türkistan’ın şanlı önderleri Yakup Han’ı, İsa Yusuf Alptekin’i, Osman Batur’u, Gazi Barat Hacı’yı ve geçen günlerde Çin cezaevinde hayatını kaybeden Hâfız Abdülkerim Abdulveli’yi unuttuk.
Yuh olsun biz Müslümanlara!
KAYNAK : http://www.yenisoz.com.tr/dogu-turkistan-i-osmanli-turk-u-gibi-kucaklamak-makale-41752?fb
BENZER HABERLER