Son Dakika
Pekin yönetimi demografik yapıyı değiştirmek üzere Sincan Uygur Özerk Bölgesinde Han Çinlilerini iskan politikası uygulamaktadır. Bu politika bölgenin etnik merkezli çatışmalarının artmasına sebep olmuştur. Bugün neredeyse Uygur Türkleri ile Han Çinlilerinin nüfusları birbirine yakın hale gelmiştir.<< SORUNUN TARİHSEL ARKA PLANI Çin günümüzde Doğu Türkistan’ın, eski çağlardan beri Çin ana vatanının vazgeçilmez bir parçası olduğu propagandası yapmaktadır. Ancak Çin sınırları tarihi uzmanı Owen Lattimore’un belirttiği gibi Çinliler Orta Asya’da varlıklarını hiçbir zaman aralıksız sürdürememiş 2000 yıllık tarihlerinin sadece 425 yılında, dönem dönem kontrolü ellerinde tutmuşlardır. Çin’in bölgeyi işgali aşamalar halinde gerçekleşmiştir. İlk dalga 1755 yılında başlamış, Çin ile Cungar ittifakı Doğu Türkistan’ın işgalini hızlandırmıştır. Çinliler Cungarların bağımsızlığını ortadan kaldırmış ve İli bölgesini kendi hâkimiyetleri altına almıştır. 18 Kasım 1844 yılında Çin İmparatoru’nun emriyle bölgeye “yeni toprak” anlamına gelen “Sincan” ismi verilmiştir. Böylece 1944 yılına kadar sürecek olan “İkinci Çin İstilası” dönemi başlamıştır. Rusların Batı Türkistan’ı istilası sırasında ortaya çıkan Yakup Bey Devleti İngilizler tarafından desteklenmiştir. Bu desteğin altındaki temel faktör İngilizler için bu devletin hem Rusya hem Çin’e karşı bir tampon bölge olarak kullanılması düşüncesidir. Bu devlete Osmanlı da silah ve askeri teçhizat yardımında bulunmuştur. İkinci Çin istilası da Çinliler için bölgede tam bir istikrar oluşturamamış, 1933 ve 1944 yılında çıkan isyanlar sonrası 10 yıl arayla iki milli devlet kurulmuştur. 1938 yılında Çin Komünist Partisi’nin altıncı kurultayında “Çin’deki azınlık milletler Çinlilerle eşit haklara sahip olacak” ifadesi bölge halkını komünist güçler yanında yer almaya itmiş ve komünistlerle birlikte Çan Kay Şek kuvvetlerini mağlup ettikten sonra Çin hâkimiyetini kabul etmişlerdir. İkinci Dünya Savaşı sonrası Orta Asya’yı bütünüyle Rus egemenliğine bırakmak istemeyen Çin kuvvetleri 29 Eylül 1949 yılında Urumçi’yi işgal etmiş 1951 yılına geldiğinde ise tüm Doğu Türkistan’ı kontrolleri altına almıştır. Bu işgale karşı Osman Batur liderliğinde başlatılan direniş hareketi bastırılmış ve 1953 yılına kadar 100.000’den fazla Doğu Türkistanlı öldürülmüştür. 1 Ekim 1955 tarihinde ise Çin yönetimi, Doğu Türkistan Otonom Bölgesi’nin kuruluşunu ilan etmiştir. Bu işgal Çin’in günümüze kadar hâkimiyetinin sürmesini sağlamıştır. Günümüzde Doğu Türkistan’ın Orta Doğu ve Orta Asya’nın istikrarsız bölgeleriyle, Çin’in yoğun nüfuslu iç bölgeleri arasında bir tampon görevi Bugün Doğu Türkistan’ın Çin için önemi iki noktada özetlenebilir: nüfus ve doğal kaynaklar. Dünya karasının % 7’sini kaplayan ancak dünya nüfusunun ise % 22 sini doyurmak zorunda olan Çin için Doğu Türkistan’daki Tarım ve Turfan bölgelerinin tarımsal üretimlerine ihtiyacı vardır. Çin’in kırsal kesimdeki işsizlik sorununun (kırsal kesimlerde işsizlik oranı % 20’lerdeyken, bu oran şehirlerde % 4.3’tür) sonucu olarak 2020 yılına kadar kırsal kesimden şehirlere 300 milyon kişinin göç etmesi beklenmektedir. Bu durum Pekin yönetiminin 2020 yılına kadar her dört ayda bir New York büyüklüğünde bir kenti kurmaları anlamına gelmektedir. Pekin hükümeti kırsal bölgelerdeki bu işsiz nüfusu Doğu Türkistan’a yerleştirmekte ve bu durum Uygurlar neden olmaktadır. Çin için günümüzde en önemli sorunlardan bir tanesi de hızlı gelişen sanayiinin ihtiyacı olan petrolün tedarik edilmesidir. ABD ve Japonya’dan sonra dünyanın üçüncü büyük enerji tüketicisi haline gelen Çin, hızlı büyüyen ekonomisiyle artan enerji ihtiyacını bir stratejik-güvenlik meselesi olarak görmektedir. 1993’te petrol ithalatçısı haline gelen Çin, 1995’te günde 400.000 varil petrol ithal etmiştir. Hızla büyümeye devam eden ekonomisiyle Çin’in önümüzdeki on yılda Japonya’yı geçerek günde 10.5 milyon varil petrol ithal etmesi beklenmektedir. Ekonomik kalkınmaya dayalı iç siyasi istikrar modelinin sürdürülebilmesi için Çin’in Doğu Türkistan’daki hidrokarbon ve petrol kaynaklarına olan ihtiyacını da gözler önüne sermektedir. Çin’in enerji ihtiyacının büyük kısmını karşıladığı Sincan Uygur Özerk bölgesinden kolay kolay vazgeçemeyeceği görülmektedir. Bunun nedenleri şu şekilde sıralanabilir: Önümüzdeki dönemde petrol ihtiyacı daha da artacak olan Çin, çoğunluğu Orta Doğu’da bulunan petrol ihracatçısı ülkelerle olumlu ilişkiler kurmak zorundadır. Çin’in Doğu Türkistan bölgesindeki Türk ve Müslüman nüfusla olan sorunları nedeniyle Orta Doğudaki İslam devletlerinin Çin karşıtı politikalara yönelmesi olasılığının önlenmesi gerekmektedir. ABD’nin Çin’e karşı kullandığı doğu kozunu kullanması gerekliliği de söz konusudur. ABD-ÇİN İLİŞKİLERİNDE DOĞU TÜRKİSTAN SORUNU: 1990’ların ikinci yarısından itibaren, Washington yönetimini rahatsız eden en önemli gelişmelerden biri Çin’in Orta Asya bölgesinde artan rolü olmuştur. ABD ile yakın ilişkilere sahip ve Çin ile uzun sınırlar paylaşan Kazakistan ve Kırgızistan yönetimleri, Çin’in bölgede artan ekonomik ağırlığına, Doğu Türkistan’daki istikrarsız ortama ve Pekin’le olan sınır ihtilaflarına Washington’un dikkatini çekmek için çaba harcamıştır. Çin medyasının, 2001 öncesi ve sonrasında Uygur milliyetçilerini tanımlama konusundaki üslubu uluslararası konjonktürün de etkisiyle “ayrılıkçılardan”, “kökten dinci teröristlere” şeklinde değişim göstermiş ve elliye yakın Uygur grubu terörist ilan edilmiştir. ABD-Çin ilişkilerinde Washington yönetiminin Doğu Türkistan sorununa yönelik 11 Eylül saldırılarından sonra farklı politikalar izlediği görülmektedir. Bunun temelinde 11 Eylül sonrasında ortaya çıkan bölgesel ve uluslararası gelişmelerin rol oynadığı söylenebilir. ABD’nin değişen öncelikleri Çin medyası tarafından iyi kullanılmış, “Müslüman Uygur”, “Uygur teröristleri”, “Cihat” ve “Doğu Türkistan” kelimeleri sıkça kullanılmaya başlanmıştır. ABD-Çin ilişkilerinin değişmesinin ’a müdahalesi ve sonrasında Orta Asya’ya yerleşmesi çabaları yatmaktadır. Dönemin ABD Dış işleri Bakan Yardımcısı Richart L. Armitage’in Ağustos 2002 sonunda Çin’e yaptığı iki günlük ziyaret sırasında, Doğu Türkistan İslami Hareketi (ETIM), Usame bin Ladin ve el-Kaide ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle, Pekin yönetiminin çabalarıyla ABD’nin “terör listesi’ne alınmıştır. ABD’nin ETIM’i terörist örgütler listesine almasından sonra Birleşmiş Milletler de (BM) ETIM’i resmen terörist örgüt olarak sınıflandırmıştır. Bu karar, ETIM’in “sivillere saldırılar düzenlediği” gerekçesine dayandırılmıştır. 2002 yılında ABD tarafından ETIM (Doğu Türkistan İslami Hareketi)’in ve Doğu Türkistan Kurtuluş Örgütü (ETLO)’nun terörist örgütler olarak listeye alınması sonrasında Çin’in bölge üzerindeki baskısı daha da artmıştır.11 Eylül sonrasının ilk altı ayında yaklaşık 3000 kişi tutuklanmış, birçok insan uzun süreli hapis cezasına çarptırılmış veya idam edilmiştir. Ancak Washington’un, şiddet yanlısı olmayan Doğu Türkistan Ulusal Kongresi ve Bölgesel Uygur Organizasyona verdiği destek arttırmıştır. Ayrıca Washington, Çin’de insan hakları ve özgürlüklerinin geliştirilmesi gerektiğini de vurgulamaya devam etmektedir. ABD, bölgeye insan hakları açısından yaklaşmakla beraber bölgedeki Uygur Türkü varlığını da siyasi olarak destekler görünmektedir. 14 Eylül 2004 tarihinde 14 kişiden oluşan “Doğu Türkistan Cumhuriyeti Hükümeti” Kongre üyesi Jo Ann Davis’in girişimiyle ABD parlamento binasında kurulmuş olması bu düşünceyi desteklemektedir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken bir diğer konuda ABD’nin bölgeye yönelik Pan-Türkist politikalar izlediği imajıdır. Oysa ABD, Kafkaslar ve Orta Asya’da olduğu gibi Doğu Türkistan’a yönelik de Pan-Türkist politikalar izlememektedir. Çin’in Doğu Türkistan’daki baskılarına karşı ABD’nin insan hakları temelinde dile getirdiği sert olmayan tepkileri iki olumsuz sonuç meydana getirebilecektir. Bunlardan birincisi Doğu Türkistan’daki milliyetçi düşünceyi ortadan kaldırabilmek için Çin’in gelecekte yapabileceği askeri girişimler, Çin hükümeti ve medyası tarafından teröre karsı savaş” olarak adlandırılabilecek ve hatta bu konuda uluslararası toplumun desteğinin istenmesini sağlayabilecektir. İkincisi ise bu duruma karşı ABD girişimlerinin ters tepki doğurabilecek olmasıdır. Böylece Uygurlar Doğu Türkistan’daki Çin uygulamalarına karşı etkisiz kalan ABD politikalarına yönelik öfke duyacaklar ve bu durum Uygur Türklerinin daha da radikalleşmelerine yol açabilecektir. Uluslararası ilişkilerde baskın güç statükoyu devam ettirmek isterken, yükselen gücün bunu değiştirmeye çalıştığı görülmektedir. Günümüzde her ne kadar Çin bu kavramın uzağında politikalar uygulamaktaysa da küresel iktisadi sistemle bütünleşmesi ve dünya pazarlarındaki etkisi nedeni ile ABD’yle çıkar çatışması içine girebilecektir. Tüm bu gelişen olaylar ortaya koymaktadır ki Türkiye ABD’nin bölgeye yönelik politikalarını iyi analiz etmeli ancak Doğu Türkistan konusunda Çin’e karşı kendi politikalarını üretmelidir. Not: Yazının hazırlanmasında faydalanılan kaynaklar son bölümde verilecektir, bilginize!
Etiketler: Dünya » Haber » kÖŞE YAZARLARI » Makale AnalizBENZER HABERLER