Son Dakika
Murat Bardakçı – Dr. Işıl Acehan (Forumsa)
New York denince pek çoğunun aklına gökdelenler, sanatçılar, Broadway müzikalleri, ışıl ışıl Times Meydanı, dünyanın en büyük giyim markalarının olduğu 5. Caddesi, dünya ekonomisinin kalbi Wall Street ve Frank Sinatra’nın meşhur şarkısı “New York New York” gelir.
New York hızlı bir şehir, sürekli devinim halinde. New York’un sakinlerlerinin yüzleri değişirken, şehrin de binaları değişiyor. Eski binalar yıkılıyor, eski hayatların izleri ve pek çok hikâye kayboluyor, bitmek bilmeyen inşaatlar hızla devam ediyor.
Geçmişin izleri hızla silinirken, tarihçi Todd Fine ile uzun zamandır çalıştığımız konunun bir parçası olan New York şehrindeki Osmanlı tarihini anlatmaya, “Osmanlı’nın New York’u” (Ottoman New York) turu düzenlemeye karar verdik. 3 Ağustos’ta, özellikle Amerikalıların yoğun ilgi gösterdiği ikinci turu gerçekleştirdik.
ŞEHZADE ABDÜLKERİM EFENDİ’NİN NEW YORK HİKÂYESİ
Frank Sinatra’nın şarkısındaki gibi: “Hiç uyumayan şehirde uyanmak, 1 numara, zirvede, en başarılı olmak istiyorum”. Bu umutlarla New York’a gelenlerin sayısı hiç de azımsanacak gibi değil. New York’ta ya başarırsınız, ya da yok olup gidersiniz…
Osmanlı’nın New York’u turunu düzenlediğimiz gün şehre bu umutlarla gelen bir Osmanlı şehzadesinin de vefat yıldönümüydü. Bu şehzade, Sultan II. Abdülhamid’in torunu, Mehmed Abdülkerim Efendi’ydi.
Abdülkerim Efendi’nin babası Mehmed Selim Efendi 1922 yılında saltanat kaldırıldıktan sonra eşi ve iki çocuğunu alıp Cünye’ye gitmiş, çocuklardan daha sonra evlenen Abdülkerim Efendi 1930’ların başında Şam’a yerleşmişti; maddi sıkıntılar yaşamaktaydı.
ŞEHZADE ABDÜLKERİM EFENDİ VE EŞİ NİMET HANIM
1923’te Hanedan üyelerinin sürgününden sonra bazı şehzadelerin yeni kurulacak Müslüman devletlerin başına getirme projeleri gündeme gelmişti. 1906’da Yıldız Sarayı’nda doğan, New York’un meşhur Times Meydanı’nda 29 yaşında bir otel odasında hayatı sonlanan Abdülkerim Efendi de böyle bir maceraya atılacaktı.
DOĞU TÜRKİSTAN İMPARATORU ABDÜLKERİM EFENDİ
Sovyetler Birliği ve Çin arasında bir tampon bölge olmasını isteyen Japonlar, Uygurların yaşadığı Türkistan’da kurulacak bir devletin hükümdarlığını Şehzade Abdülkerim’e teklif etmişlerdi. Abdülkerim Efendi, Doğu Türkistan İmparatoru ve Halife sıfatıyla tahta geçecekti.
Abdülkerim Efendi iki çocuğunu öpüp Şam’dan ayrıldı. 21 Mayıs 1933’te Japon gazeteleri, Şehzade Abdülkerim Efendi’nin Singapur’dan Tokyo’ya gelişini haber vermişti. Abdülkerim Efendi, Tatarların yaşadığı kasabaları ziyaret etmiş ve Tatar derneklerine önemli bağışlarda bulunmuştur.
Şehzadenin ziyareti Japon gazeteleri tarafından yakından takip edilmiş, bu gelişmeler Çin’in dikkatini çekmişti. Şehzade’nin Tokyo’da olması ve çıkan haberle, Türkiye ve Sovyetler Birliği de rahatsız olmuş, büyükelçilikleri kanalıyla ortak bir karşı harekât düzenlemişti.[1] Hem Abdülkerim Efendi, hem de Japonya, Doğu Türkistan’daki planlarının haberi sızdıktan sonra büyük zorluklar yaşamış, Eylül’de Tokyo’dan ayrılmak zorunda kalmıştı.
Abdülkerim Efendi, önce Şanghay’a, sonra ABD’ye gitti. Gemi kayıt formunda öğrenci olduğunu söylemesine rağmen, Amerikan gümrük yetkililerini ikna edememiş, Şehzadenin gizli bir amaç için seyahat ettiği not edilmişti.
Yaşadığı zorluklar ve maddi sorunlarla uğraşan Abdülkerim Efendi’nin burada en yakın dostu, eski New York konsolosu Şah Mir Efendi’ydi. Şah Mir Efendi’ye 1906’da Sultan Abdülhamid diplomatik görev vermiş, 21 yıl çeşitli kademelerde hizmet etmiş, 1917-1927 arasında da Türkiye’nin işlerinden sorumlu ataşe olarak görev yapmıştı. Kayserili Ermeni asıllı bir ailenin mensubuydu.
ABDÜLKERİM EFENDİ NASIL KATLEDİLDİ
Japonlar’ın Türkistan İmparatoru yapmak istedikleri iki çocuklu şehzadenin çıkan bazı anlaşmazlıklar yüzünden Japon gizli servisi tarafından katledildiğine inanıldı.
PU-Yİ, Çin’in son imparatoruydu… Dünya, Pu-Yi’nin hikâyesini İtalyan rejisör Bernardo Bertolucci’nin 1987’de çevirdiği ve dokuz Oscar alan “Son İmparator” filminden öğrendi… Tahta iki yaşındayken çıkmış, 18’inde sürgüne yollanmıştı.
Japonlar İkinci Dünya Savaşı öncesinde PuYi’yi Mançurya’ya götürmüş, orada kurdukları kukla yönetimin başına geçirmiş, 1934’te imparator ilân edip Mançurya İmparatoru yapmışlardı. Pu-Yi savaş sonrasında Ruslar’a esir düştü, Çin’e iade edildi ve bir hapishanede senelerce sosyalizm eğitimi gördükten sonra serbest bırakıldı. Artık sıradan bir Çin vatandaşıydı ve 1967’de dünyadan ayrılışına kadar, Pekin’de bahçıvanlık yaptı.
CAN KORKUSUNDAN KAÇTILAR
Pu-Yi, Japonya macerasında tek başına değildi…
Yanında İstanbul’dan gelen iki imparator adayı daha vardı ve bu adayların mevcudiyeti bugüne kadar pek bilinmedi, hep gizli kaldı…
İkinci Dünya Savaşı öncesinde Doğu Asya’nın Rus hâkimiyetindeki kısmını ele geçirmek isteyen Japonya, kurmayı tasarladığı uydu devletlerin hükümdarı olarak düşündüğü adayları soylular arasından seçmişti: Mançurya tahtına Çin’in eski imparatoru Pu-Yi ve Abdülhamid’in torunları olan Abdülkerim ve Orhan Efendi oturacaktı.
TÜRKİSTAN’LA MOĞOLİSTAN TAHTLARINA DA İKİ GENÇ OSMANLI ŞEHZADESİ
Pu-Yi Pekin’den sürgün edildiği günden itibaren zaten Japonlar ile beraberdi, Osmanlı şehzadeleri ise Suriye’de yaşıyorlardı… Şehzadelerle Japonlar adına ilişkiyi, sarayın bazı eski mensupları sağladı… Beyrut’tan bindikleri vapurla haftalar süren bir yolculuktan sonra Hindistan ve Singapur üzerinden Yokohama’ya ulaştılar. Müstakbel imparatorları burada Japon sarayının önde gelenleri karşıladı. Hep beraber Tokyo’ya geçildi, şereflerine davetler verildi, Japon veliahdı tarafından kabul edildiler ve tahta oturtulacakları günü beklemeye başladılar. Olan, işte ondan sonra oldu.
Japonlar ile prensler arasında anlaşmazlıklar çıktı, kavgalar yaşandı ve şehzadelerin taht beklentisinin yerini can korkusu aldı. Abdülkerim ve Orhan Efendiler, Çinhindi’nin gözlerden ırak bir limanına geçip izlerini kaybettirdiler. Orada vedalaştılar, yollarını ayırıp iki ayrı gemiye bindiler. Abdülkerim Efendi New York’a, Orhan Efendi de Buenos Aires’e gitti.
KANLAR İÇİNDEKİ CESED
Ama, peşlerinde, bir alay Japon ajanı vardı… Ajanlar, Güney Amerika’nın derinliklerinde Orhan Efendi’ye ulaşamadılar ama Abdülkerim Efendi’yi bulmaları kolay oldu. Genç şehzade New York’ta küçük bir otelde kalıyordu. Polis, 1935 Ağustos’unun ilk haftasında, bir gece şehzadenin kanlar içerisindeki cesedini buldu. Elinde bir tabanca vardı ve şakağından vurulmuştu. Ölümü raporlara “intihar” diye geçti ama yakın çevresi ve akrabaları “cinayet” dediler ve iflâs etmiş Türkistan politikasının intikamını almak isteyen Japonlar’ı suçladılar.
‘BÜYÜK YANLIŞLAR YAPTIK’
Ben, bu Japonya macerasını hadisenin kahramanlarından birinden, çok sonraki senelerde Türk vatandaşlığına geçip “Osmanoğlu” soyadını alan Şehzade Orhan Efendi’den defalarca dinlemiştim. Abdülhamid’in torunu ve Moğolistan tahtının adayı olan Orhan Efendi “Kabahat bizdeydi” diyordu… “Serde, gençlik vardı. Önce, o tahtları kabul etmekle hata ettik, sonra daha da büyük yanlışlar yaptık. Netice malûm, ben Brezilya’ya gidip izimi kaybettirdim ama olan zavallı Abdülkerim’e oldu.”
ABDÜLKERİM EFENDİ’NİN DETROİT GÜNLERİ
Abdülkerim Efendi, vefatından 3 hafta önce Detroit’e gitmişti. Bunun nedeni, burada bulunan Hassan Karoub ve Halil Bazzy isminde iki şeyhin, kendisini daveti olduğu belirtilmişti. Burada bulunan bazı Türk göçmenlerin de şehzadeye Asya’da yeni bir Osmanlı Devleti kurması için bağış yaptığı bildiriliyordu.
Osmanlı İmparatorluğu’ndan gelen göçmenlerin yoğun olduğu Detroit’te Abdülkerim Efendi’nin iş aradığı gazetelerde bildiriliyordu.
Bu nedenle Şah Mir Efendi, İspanya Konsolosu’na Abdülkerim Efendi’yi tanıtan ve her türlü konuda yapacağı yardımlardan dolayı müteşekkir olduğunu belirten bir kart yazmıştı. Bu süreçte, Türk göçmelerin de çoğunun fabrikada çalıştığı Ford Şirketi’nde bir görüşme gerçekleştirdiği de, vefat ettiği gün sonra Ford’dan gelen ve Doğu Türkistan’ın temsilcisi olabileceğini teyit eden mektuptan anlaşılıyor.
“EN İYİ DOSTUM, MUHTEREM ŞAH MİR EFENDİ’YE”
Ölümünden bir gün önce Detroit’ten dönmüş, bir kafede öğle yemeği yemiş, şehrin yukarı tarafında bir görüşmeye gitmesi gerektiğini söylemişti. Gece yarısından önce döndüğü odasından bir süre sonra ayrılırken iki fotoğrafını bırakmış, arkasına “En iyi dostum, muhterem Şah Mir Efendi’ye” yazmıştı. Şah Mir Efendi, Şehazade Abdülkerim’in vefatından önceki gün sıkıntılı göründüğünü ve bu halinin nedenini açıklamadığını belirtmişti.
Şah Mir Efendi, Sabaha karşı otel odasında bulunan şehzadeyi teşhis etmek için elinde bir buket çiçekle Bellevue morguna gitmişti.[3] Cenaze işlemleri, Osmanlı konsolosluğuna yıllarca danışmanlık yapmış Dudley F. Kohler tarafından üstlenilmişti. Kohler, Beyrut’taki Selim Efendi’den New York’ta düzenlenecek cenaze merasimi ve naaşın Beyrut’a gönderilmesi için hiçbir masraftan kaçınılmaması gerektiğini belirten bir mektup almıştı.
Kohler, Abdülkerim Efendi’nin vefatından birkaç saat sonra, Ford Fabrikası’ndan mektup geldiğini, Doğu Türkistan’da Ford temsilcisi olabilmesi için vakit kaybetmeden Şangay’a gitmesi gerektiği yazılmıştı.
NEW YORK’TA SESSİZ BİR CENAZE TÖRENİ
Abdülkerim Efendi’nin cenaze namazı, İmam Mandaley tarafından Brooklyn’de kıldırıldı. Merasimde sadece imam, Şah Mir Efendi, kuzeni Şehzade Orhan Efendi ve yakın bir arkadaşı bulunuyordu.
Naaşı daha sonra 7 Eylül’e kadar New York’taki Queens bölgesinde Mount Olivet Mezarlığına geçici olarak defnedilen naaşı Beyrut’a hiçbir zaman gönderilmedi.
Şehzade Abdülkerim’in gizemli ölümü, ardında pek çok soru bıraktı. Abdülkerim Efendi ile aynı odada kaldığını belirten kuzeni Orhan Efendi, aileye intihar iddiasının gerçek dışı olduğunu aktarmıştır. Geride bıraktığı ve Türk Konsolosluğu’na tercüme ettirilen eski harfli intihar mektubunun neden kuzeni veya Şah Mir Efendi’ye değil, New York Polis Şefi Valentine’a hitaben yazığı da gizemini korumaktadır. Gemi kayıtlarında İngilizce ve Fransızca bildiği kaydedilen şehzadenin, Amerikalı polis şefine mektubu neden Türkçe yazdığı şüpheleri çoğaltmaktadır. Vefatından önceki gün kimlerle görüşmek zorunda kaldı, neden sıkıntılıydı ve bunun nedenini açıklamıyordu gibi sorular da halen gizemini koruyor.
Yanında sadece 75 cent’i bulunduğu kaydedilen Abdülkerim Efendi’nin vefat ettiği ve Times Meydanı’nın göbeğinde bulunan Hotel Cadillac, 1940’ta yıkılmıştır. 84 yıl önce yine bir Cumartesiye denk gelen günde vefat eden ve bugün halen Queens’teki mezarlıkta ebedi istirahatındaki Abdülkerim Efendi için, vefat yıl dönümünde torunu Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu’nun da bulunduğu anmada mezarı başında Kur’an okundu. Osmanoğlu, naaşın Türkiye’ye getirilmesi için girişimlerde bulunduklarını aktardı.
KAYNAK : http://www.akasyam.com/sultan-2-abdulhamitin-torunu-jaaponlar-tarafından-olduruldu
Etiketler: Çin » Dünya » Edebiyat » etnik Çatışma » Genel » Kültür Sanat » Makale Analiz » Orta Asya » SiyasetBENZER HABERLER