Son Dakika
Bir insanlık dramı yaşanan Doğu Türkistan’da olanlar nihayet dünyanın ilgisini çekmeyi başardı. Aslında yaşananlar yeni de değildir. Temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanması sorunu yıllar boyu süren sistemli bir çalışmanın sonucudur.
Gülcan Havva ERARSLAN
Büyük çoğunluğunu Uygurların oluşturduğu Kazak ve Kırgızların da yaşadıkları Doğu Türkistan’dan bilgi almakta zorlanıyoruz. Olayları bütün yönleriyle görebilecek bilgilere de sahip değiliz. Sadece dışarıya sızan ve çoğunluğu da batı medyasında çıkan bilgilerle değerlendirme yapabiliyoruz. Bazı konularda yaşanan sıkıntıdan ya hiç bahsedilmiyor ya da basit olaylarmış gibi geçiştirilerek görmemiz istenen “o pencereden” sunuluyor. Bunlardan birisi de dil konusu. Oysa Uygurlar için, dil ve alfabe en hayati sorunlardan biri. Tıpkı tüm Türk dünyasının ortak sorunu gibi. O yüzden kısaca Uygur Türklerinin tarihine değinerek bugün yaşadıkları en önemli sorunlardan biri olan dil ve alfabe sorununu ele almak gerekiyor.
Tarihî kökene sahip Türk halklarından biri de Uygurlardır. Türkçe kaynaklarda Uygur adı ilk defa Bilge Kağan yazıtında geçer. 8’inci yüzyıl başlarında içinde yaşadıkları Köktürk Devletini yıkarak, Ötüken Uygur Kağanlığı’nı kurarlar. 840’ta Kırgızlar, Uygur Kağanlığı’nı yıkar. Kağanlıkları yıkıldıktan sonra Uygurlar, güneye ve güneybatıya göç ederler. Asıl büyük grupsa Beş Balık, Karaşar, Hoço ve Turfan şehirlerine yerleşerek Hoço Uygur Devleti’ni kurar. Bu göçle beraber Turfan, Hoço, Beş Balık ve Kâşgar’ı içine alan Doğu Türkistan bölgesi tamamen Uygur devleti olur. Daha sonra 1210 yılında Moğol istilâsıyla Cengiz İmparatorluğuna katılmıştır.1227’de Cengiz’in ölümünden sonra Çağataylara bağlanmıştır.(Dil olarak 1950’lere kadar, Çağatay Türkçesi dediğimiz döneminin dil özellikleri Yeni Uygurcada devam etmiştir. Bugün de devamı kabul edilir).
1878’de Doğu Türkistan’ın tamamı Çinliler tarafından işgâl edilir. 1884’te ŞinCang “Yeni Toprak” adıyla Çin İmparatorluğu’na bağlanır. 1911’e kadar Mançu sülalesinin hâkimiyeti altında kalır. 1911’den sonra Cumhuriyet rejimi kurulur. Çin, askerî yetkilere de sahip vali atar.
Çin’in atadığı Askerî Valinin halka uyguladığı baskı, ayaklanmaları beraberinde getirmiş, 1933’te Kâşgar’da Şarki Türkistan İslâm Cumhuriyeti kurulmuş bir yıl sonrada yıkılmıştır. 1944’te İli’de çıkan ayaklanmanın ardından 12 Kasım 1944’te Şarki Türkistan Cumhuriyeti ilân edilir. 1949’da yıkılır. Milliyetçi Çin hükûmetinin sona ermesiyle, Komünist Çin yönetimi başlar ve 1955’te Doğu Türkistan Xin-jiang (Şincang) Uygur Özerk Bölgesi adını alır. Bölgenin başkenti Dihua’nın adı Urumçi olarak değiştirilir. Uygurlar bugün de bölgenin en kalabalık nüfusunu teşkil ederler. Bugün Çin’de Doğu Türkistan demek yasak, Şincang Otonom Uygur Özerk Bölgesi demek zorunluluğu var.
Uygur Türkleri geçmişte kurduğu devletlerle, gelişen ekonomisi, kültür, edebiyat ve sanat dallarıyla birçok Türk boyunun edebî dilinin ve edebiyatının şekillenmesine katkıda bulunmuştur. Çağdaş Uygurca, Eski Uygurcanın devamıdır ve Eski Uygurca Çuvaş ve Yakut Lehçeleri ile birlikte Türkçenin en eskicil dil özelliklerini taşıyan ana kaynaklardan biridir. Tarihleri boyunca Köktürk, Mani, Uygur, Soğut, Nestoriyan, Tibet, Brahmi, Pasba, Arap, Kiril ve Latin alfabelerini kullanmışlardır.
Türkistan coğrafyası batı-doğu olarak ikiye ayrılmış, batısı bugün Kazakistan sınırları içerisinde kalmıştır. Doğu Türkistan’a göre çok ileridedir. Ruslar kültür ve eğitim olarak daha iyi düzeyde olduğu için, hâkimiyeti altına aldıkları Batı Türkistan’ı eğitim açısından, Doğu Türkistan’a göre daha ileri düzeye taşımıştır. Batı Türkistan bugün de Uygurlar için ana eğitim kaynağıdır.
1914 ve sonrasında Ziya Gökalp, Ahmet Kemâl’i eğitim yönünden oldukça geri kalan Doğu Türkistan’a öğretmenlik yapması için yollar. Ziya Gökalp; Gaspıralı’nın eğitim alanındaki çalışmalarını orada Usul-ü Cedid yöntemleri ile hayata geçirmesini ister ve “(…) bu yolun tehlikeli göründüğünü ama ucunda cennetin olduğunu, mukaddes bir görev olduğunu bildirirken iyi ahlâkın, uyumun, kalpleri kazanmanın ehemmiyetinden, bu mukaddes hizmetin mahsullerinin hemen alınmasa da tarihin bu mahsulleri bir gün toplayacağından…” söz eder.
Ahmet Kemâl Doğu Türkistan’ın ileri gelenleriyle okul ve yurtlar kurar. İlk ve orta düzey seviyesinde okullar kurmuş öğretmenler yetiştirmiştir. Usul-ü Cedid’e göre tâlim ve terbiye edilen bu öğrenciler iki sene zorunlu öğretmenlik yapmak mecburiyetindedir. En ücra köye kadar gidilecek, matematik, tarih, coğrafya ve fen bilimleri zorunlu olarak öğretilecektir. Derslerde de İstanbul Türkçesi esastır. (Adil Yılmaz Asya’da Beş Türk kitabında uzun uzun anlatır Ahmet Kemâl’i) Ahmet Kemâl tüm çabalarını 5,5 yıla sığdırmış bunun 3,5 yılını Çin hapishanelerinde geçirmiş ve Doğu Türkistan’da büyük bir eğitim hamlesinin ateşini yakmıştır.
12 Kasım 1933’de Kâşgar’da Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti kurulduktan sonra, millî eğitim hızlı bir şekilde gelişir. Bu dönemde okullar iki sistem ile yönetilmiş; hükûmet tarafından yönetilen “Şenli” mektepler ve Uygur Derneği (halk) tarafından yönetilen “Huili” mektepler. Hükûmet kendi okullarını desteklerken, Uygur Türklerinin okulları sadece halkın bağışları ile ayakta durmaya çalışmıştır. Aynı dönemde hükûmetin açtığı okul sayısı 580 iken, Uygur derneği tarafından açılan ve yönetilen okul sayısı 1883’tür.
Hızla gelişen Uygur millî eğitiminin en büyük sorunlarından birinin öğretmen eksikliği olması sebebiyle, 1935 yılında, 3 grup hâlinde 300’e yakın öğretmen adayı, Rusya hâkimiyetinde olan Türk yurtlarına üniversitelere gönderilmiştir. Bu dönem Uygur millî eğitiminin altın devri olarak nitelenmekte, pek çok mühendis, doktor, veteriner, öğretmen, sanatkâr, şair ve tercüman yetişmiştir.
1942 yılından sonra Doğu Türkistan’da siyasi durum değişmeye başlar. Çin git gide Doğu Türkistan bölgesinde kendi otoritesini kurmak için bir takım adımlar atar. Birçok aydın tutuklanarak hapse atılır. Bu süreçten sonra Uygur millî eğitimi de bir duraklama sürecine girer. Devletin toprak reformu adında Uygurların topraklarını ellerinden alması da ayrıca bir yıkım olur.
1951’den beri uygulanan toprak reformu, Doğu Türkistan’daki yerli halkın elindeki tüm toprakların devlet eline geçmesini sağlar. Bu da doğrudan Çin kültürü hâkimiyetinin yolunu açar. 1966’da Çin’de olan Kültür devrimi Doğu Türkistan’da âdeta yıkıma dönüşür. Bütün Uygur okulları kapanır, eğitim durur. Uygurlar açısından kendi idarelerinde açık hiçbir okul kalmaz. 1978’e kadar ülke kendini dışarıya tamamen kapatır. 1978’den sonra tekrar dünyaya açılmaya başlar. Ama yine de Doğu Türkistan’ın makus talihi değişmez…
5 Nisan 1990 Barın olayları ve katliamı ile, 5 Şubat 1997 Gulca Katliamının çok büyük etkileri olur. Artık Doğu Türkistan daha yıkıcı bir sürecin içine girmiştir. 11 Eylül (2001) olayından sonra da uluslararası terörizmi de bahane eden Çin, Doğu Türkistan’da özellikle Uygur Türklerine yönelik sert bir tutum içerisinde, insan hak ve hürriyetlerini ihlâl eden bir tavır alır.
Çin ve SSCB hâkimiyetine girdiği için Uygurlar, birçok kez alfabe değiştirmek zorunda kaldılar ve birbirlerinden kopartıldılar.
SSCB hâkimiyetinde kalan Batı Türkistan’da:
(1912-1936) Islah edilmiş Arap Alfabesi
(1936-1946) Latin Alfabesi
(1946-1948) Latin-Kiril Alfabeleri
(1948-1991) Kiril
(1991-) Kiril-Arap ve Latin Alfabeleri kullanılmıştır. Bu kadar sık değişiklik Doğu Türkistan’la bağları tamamen koparmak içindir.
Doğu Türkistan’da:
(1912-1964) Islah edilmiş Arap Alfabesi
(1944-1947) bazı yerlerde Latin Alfabesi denemeleri
(1956-1958) Batı Türkistan’la paralel bazı yerlerde Kiril Alfabesi denemesi
(1965-1983) Çince telâffuza bağlı Pin-Yin temelli Latin Alfabesi
(1983-) Fonetik Uygur Arap Alfabesi
SSCB ve Çin’in siyasi çıkarları çerçevesinde, son derece sistemli şekilde yapılan bu alfabe değişiklikleri, Uygurlar arasında siyasi birliğin kurulmasını güçleştirmiş, böylelikle de Uygur Türkçesi için tehlike çanlarının çalmasına yol açmıştır.
Doğu Türkistan Uygur ağızları üç gruba ayrılır. Bu da edebî dil açısından ağızların dil özellikleri farklılıklarından dolayı bazı sıkıntıları beraberinde getirir.
Merkezî ağız grubu ( Ürümçi, Kumul, Turpan, İli, Kâşgar-Atuş, Tarım ağızları).
Hoten ağız grubu (Guma, Karikaş, Lop, Keriye ağızları).
Lopnor ağız grubu ( Döñkotan, Kara ve Miren ağızları.)
Uygurların farklı alfabeler kullanması, insan gücü ve zaman açısından bakıldığında büyük kayıplara neden olmaktadır. Alfabeden kaynaklanan kültürel kopukluk ise sorunların bir başka boyutudur. Doğu Türkistan Uygurları, genel ağ (internet) ortamında gayri resmî olarak kullanılan Latin Alfabesini 2001 yılında standartlaştırmaya çalışmış ve Şincang Üniversitesinin Kütüphane Yönetim ve Arama Sistemi için uygulamıştır. Kazakistan’ın Latin Alfabesine geçmesiyle, Kazakistan Uygurlarının kabul edeceği Latin harfleri, diasporadaki Uygur aydınlarının üzerinde hassasiyetle durduğu bir konudur.
Gazete, kitap ve genel ağ sayfaları son derece sıkı denetim altındadır ve sansüre tâbidir. Bu da Uygur edebiyatının geleceği açısından olumsuzluklar taşır
2002 yılında yükseköğretim kurumlarında, Uygur öğrencilere yapılacak derslerde fen bilimlerinin hepsinin, Uygur dili ve edebiyatı derslerinin %75’inin, Çince olacağı kararı yürürlüğe girmiştir. Böylece ilk, orta ve lisedeki Uygurca eğitim bundan olumsuz etkilenmeye başlamıştır.
Başarılı ortaokul mezunlarının Çin’de yatılı olarak, Çince eğitim alması uygulamaya konulmuştur. Bu da Uygur aydınlarını ciddi olarak endişelendirir ve düşünmeye sevk eder. 2010 yılında on yıldır uygulamada olan “sözde çift dilli” eğitimin anaokullarında uygulanmasına hız verilir
Eğitim kurumlarında Uygurcanın devre dışı bırakılması, Uygur-Arap alfabesinin kullanımını da olumsuz olarak etkiler. Çin’in dil politikası, Çincenin Mandarin lehçesinin yaygınlaştırılması yönündedir. Ülke içinde ise azınlıkların dilini ve yazısını kullanma ve geliştirme haklarına sahip olduğu yasalarda yazılmış ise de Çin, yasalarına aykırı şekilde, asimilasyon için tek dilli eğitim politikası uygulamaktadır.
Azınlık dillerinin eğitimde olması Çin yasalarında tanınmışken, otoriter rejim buna izin vermez. Muhalif görüşlere tahammül edemez. Türklerin Pin-Yin temelli Latin Alfabesi kullanmasını sağlaması da farklı kültürleri asimile etme çabasının sonucudur.
Çin’in azınlıklara yönelik dil politikası, etnik temizlik için hizmet eden, azınlıkların dilini zayıflatmaya ve yok etmeye odaklanan bir politikadır. Günümüzde Uygurlar, internet ve teknolojiden yararlanma hakkından mahrum edilmiş durumdadırlar.
Yurt dışındaki akrabalarla telefonda konuşmanın bile suç sayılması, internet erişiminin kısıtlanması, özellikle millî bilince ve kültüre sahip aydınların, sanatçıların “yeniden eğitim” adıyla kamplara kapatılması aynı politikaların aracıdır. Hedefi asimilasyondur.
Uygur Türkleri bugün Latin, Kiril ve Arap harfli olarak üç alfabe kullanmakta. Bu da Uygur dilini, dil birliği açısının yanında, kültürel ve siyasî olarak da olumsuz etkilemektedir. Uygurcanın ve Uygurca eğitiminin geleceği için ivedi olarak dil birliğinin sağlanması ve gelecek kuşaklara aktarılması gerek.
Doğu Türkistan’la ilgili, ülkemizde her türlü bilgi, büyük oranda “terör, cihad ve din” zemininde ön plâna çıkarılırken, eğitim alanında yaşananlara ve Uygurcanın ortadan kaldırılması çalışmalarına, küçük bir kesim dışında, neredeyse hiç değinilmemesi de ayrıca düşündürücü. (25.07.2019 tarihli bir takım gazetelerin, Doğu Türkistan Toplama Kamplarına yönelik yayımladıkları haberler bu söylemin en son örneği oldu.)
Kaynaklar
Kaynaklar : https://millidusunce.com/dogu-turkistan-ve-uygur-turkcesinin-sorunlari/?fbc
Etiketler: Çin » Dünya » Edebiyat » etnik Çatışma » Genel » Görüş Yorum » insan hakları » kÖŞE YAZARLARI » Kültür Sanat » Orta Asya » Sanat » SporBENZER HABERLER