Ahmet Çağrı SOYLU (TUDPAM Araştırmacısı)
Bu analiz hem Türk kamuoyunda büyük tartışmalara sebep olan, hem de uzun süredir Türkiye’deki iktidarların Türkiye-Çin ilişkilerindeki pozisyonunu belirlemede önemli bir rol oynayan Uygur Türkleri meselesini tarihsel düzlemde ele alarak, Uygur Türklerinin Çin Halk Cumhuriyeti içerisindeki durumunun Türkiye-Çin ilişkilerine nasıl yansıdığına ışık tutmaya çalışmaktadır. Tüm bunlara ek olarak, Uygur Türklerinin durumunun günümüz ikili ilişkilerine olan etkileri ve bu etkilerin gelecekte nelere sebep olabileceği bu çalışmada elde edilen veriler doğrultusunda öngörülmeye çalışılacaktır.
Uygurların Bölgedeki Varlığı
Uygurlar, geçmiş zamanlardan beri Doğu Türkistan’in Tarım Havzası’nda yer alan Taklamakan Çölü’nün vaha yerleşimlerinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Bu bölgelerdeki yönetimler ise tarihin akışında birçok devletin himayesine girmiştir. Yani bu bölgeyi dönem dönem Türkler, Moğollar ve Çinliler yönetmişlerdir. Günümüzde de Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki Uygurların çoğunluğu bu bölgede yaşamaktadır. Kalan nüfusun çoğu ise bölgenin başkenti Urumçi ve çevresinde yaşamaktadır.
20.yüzyılda Uygurlar bu bölgenin belirli bir kısmını kapsayan iki devlet kurmuşlardır. Bu devletlerden ilki 12 Kasım 1933’te Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti adı ile Kaşgar’da, ikincisi ise Sovyetler Birliği’nin büyük yardımlarıyla 12 Kasım 1944’te Gulca’da Doğu Türkistan Cumhuriyeti adı ile kurulmuştur. Ancak Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti kurulduktan henüz bir sene sonra Kuomintang destekli Hui Müslümanı savaş Ağası Ma Zhongying ve Sovyetler Birliği destekli Han Çinlisi savaş ağası Sheng Xisey arasında çıkan muharebeler sonucunda Ma Zhongying’in Kaşgar’ı ilhak etmesiyle DTİC devlet başkanı Hoca Niyaz Hacı Sovyetler Birliği sınırına kaçmış ve burada DTİC’nin varlığını ortadan kaldıran anlaşmayı imzalayarak bu savaşta Sheng Shicai’ye destek vereceklerini açıklamıştır. Daha sonra 1944’te Kızıl Ordu’nun desteği ile kurulan Doğu Türkistan Cumhuriyeti ise 1949’da Mao Zedong’un önderliğinde kurulan Çin Halk Cumhuriyeti’nin bölgenin kontrolünü eline almasıyla varlığını ancak 5 sene sürdürebilmiştir. 1949’tan sonra tamamen Çin hakimiyetine giren Sincan bölgesi günümüzde de hâlâ Çin Halk Cumhuriyeti toprakları içerisindedir. Bütün bu zorlu süreçlerden geçen ve birçok politik ve fiziki mücadeleye sahne olan bu coğrafya haliyle başka devletlerin de üzerine düşündüğü bir bölge haline gelmiştir. Özellikle Uygurlar etnik kökeni Türk olan bir grup olduğu için, Uygurların durumu Türkiye Cumhuriyetinde de uzun zamandır kamuoyunun ilgisini çekmektedir. Bu sebeple şüphesiz bu durumun Çin Halk Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti arasındaki ilişkileri etkileme potansiyeli olan bir durum olduğu açıktır. Analizin ilerleyen aşamalarında bu ilişkilerin yakın tarihi incelenerek ilişkilerin bu durumdan etkilenip etkilenmediği, eğer etkilendiyse negatif mi yoksa pozitif mi etkilendiği incelenmeye çalışılacaktır.
Türkiye-Çin İkili İlişkilerinde Uygur Faktörü
Türkiye Cumhuriyeti ile Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki resmî ilişkiler 1971 yılında Türkiye’nin Çin Halk Cumhuriyeti’ni tanımasıyla başladığı için bu konuların gündeme getirilişini de bu tarihten itibaren ele almak gerekebilir. Özellikle Mao Zedong döneminde Çin Halk Cumhuriyeti’nin kendi içine kapalı, aşırı güvenlikçi bir devlet olması ve kendi iç işleri hakkında başka devletlerin fikir belirtmesine çok sert bir şekilde karşı olması hem ikili ilişkilerin genel gelişimine set vurmuş hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin Uygurlar konusunda Çin tarafından farklı düşünmesine sebep olmuştur. Özellikle 1949’a kadar Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nde aktif olarak görevlerde bulunan ve meclise Kuomintang temsilcisi olarak giren, 1949 sonrası dönemde ise Türkiye’ye kaçarak “Doğu Türkistan Bağımsızlık Hareketi” adı altında çalışmalar yürüten İsa Yusuf Alptekin’in Türk siyasilerle yaptığı görüşmeler ve oluşturduğu kamuoyu sonucu Türkiye tarafı Çin Halk Cumhuriyeti’nin isteklerini çoğu zaman yerine getirmemiş ve Türkiye’de büyük bir anti-komünist Uygur diasporasının oluşmasına göz yummuştur. Ancak Post-Mao dönemi reformları ile dünyaya açılan Çin, özellikle 90’lardan sonra büyük bir büyüme ivmesi yakalamış ve dünya siyasetinde söz sahibi olmaya başlamıştır. Bu tarihlerde ticari ve ekonomik ilişkilerini de Çin tarafı ile büyüten Türkiye Çin ile daha fazla iş birliğinde bulunmaya ve ikili ilişkileri daha fazla geliştirmeye çalışmıştır. Buna ek olarak 1995 yılında İsa Yusuf Alptekin’in vefat etmesi ile Türkiye’deki Doğu Türkistan hareketi büyük kan kaybetmiş, Doğu Türkistan konusunda Çin Hükümetinin anlatısına daha fazla yaklaşan iktidarların da etkisiyle Uygur diasporası Türkiye’den Almanya ve ABD gibi Batı Bloku ülkelerine kaymaya başlamıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin Çin Halk Cumhuriyeti ile ilişkileri geliştikçe Doğu Türkistan meselesine olan bakışı da Çin tarafının düşüncelerine doğru meyletmiştir. 20. yüzyıldaki ilişkiler incelendiğinde bunun çok açık olduğu görülebilmektedir. Bu sebeple Türkiye-Çin İlişkilerinde Uygur faktörünü Mao dönemi, Post-Mao Dönemi ve 2000’ler başlıkları altında incelemek analizin açıklamaya çalıştığı konuyu daha iyi ifade etmeye yarayacaktır.
Mao Dönemi’nde Uygur Faktörü
Mao döneminde Çin’de büyük bir sosyalist devrim gerçekleşmiş, uzun süredir savaş beylerinin elinde bir türlü siyasi birliğini sağlayamayan ülke Mao Zedong’un idaresi altında birliğini gerçekleştirmiştir. Bunun sonucunda Uygur Özerk Bölgesi de Çin topraklarına dahil edilmiş, daha önce bu bölgenin içinde kurulan Doğu Türkistan Cumhuriyeti çökmüştür. Tam bu dönem Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin önemi figürlerinden İsa Yusuf Alptekin Hindistan’a sığınmış ve daha sonra Türkiye’ye gelmiştir. Türkiye’de Doğu Türkistan aktivizmini geliştirmiş, bu konuda birçok çalışma yapmıştır. Çin’in dışarıya kapalı olması ve Türkiye ile Çin arasında herhangi bir siyasi ve ekonomik bağ olmaması sebebiyle Türkiye bu dönemlerde Doğu Türkistan bağımsızlığını savunanlara daha yakın dursa da bu konuda herhangi bir aksiyon almamıştır. Türkiye’nin bu konumundan rahatsız olan Çin Halk Cumhuriyeti, Türkiye’nin Amerikan eksenindeki düşüncelerden ayrılıp tarafsızlığa daha fazla önem vermesine yönelik birtakım uyarılarda bulunmuştur. Çin’in o dönem Türkiye’ye olan bakışını Çin Devlet Başkanı Mao’nun 1957 yılında Suriye Devlet Başkanı’na yolladığı telgrafın içeriğinden anlayabiliriz. Çünkü bu telgrafta Mao, ABD’nin Türkiye üzerinden Suriye’yi savaşa kışkırtmasından dolayı Çin halkının ve hükümetinin Suriye’nin barışını ve bütünlüğünü desteklediğini belirtmiştir. Bu sert söylemler 1972 yılında Mao’nun ABD ile ilişkileri geliştirmeye karar verdiği döneme kadar devam etmiştir.
Post-Mao Dönemi’nde Uygur Faktörü
Mao’nun ölümünden sonra Deng Şiaoping reformları ile Çin dünyaya açılmış, bunun sonucu olarak bu dönem farklı ülkelere yönelik Uygur göçü yaşanmıştır. Bu sebeple diaspora faaliyetleri artmış, yurtdışında Uygurların sesi yükselmeye başlamıştır. Bu yüzden Türkiye’de de Uygur diasporası güçlenmiştir. Ayrıca birçok etkinlik için Doğu Türkistan devletini savunan sivil toplum örgütlerine çeşitli salonlar sağlanmış, kendilerini ifade etmeleri için çeşitli imkanlar sunulmuştur. İsa Yusuf Alptekin bu durumu siyasi arenaya da taşımak amacıyla bu dönemin önemli siyasi figürleriyle bir araya gelerek birçok faaliyette bulunmuştur. Çin tarafı, Mao döneminde o zamanlar filizlenmeye başlayan bu diasporayı fazla umursamasa da Mao sonrası dönemde küresel dünyaya açıldığından dolayı bu durumun kendileri için problem olacağının farkına varmış ve bu konuyu ciddiye almaya başlamışlardır. Özellikle Sovyetler birliğinin dağılmasıyla, yani Komünist bloğun en güçlü temsilcisinin kaybı ile Orta Asya’daki Türk devletler bağımsızlıklarını ilan etmiş ve bu bölgede Türkiye, Sovyetlerin yokluğu ile güç kazanabilme potansiyeline sahip olmuştur. Bu durumun farkında olan Çin tarafı bu dönemlerde Türkiye ile Doğu Türkistan bağımsızlığını savunan ayrılıkçılar için iletişim kurmaya başlamış, Türkiye’nin Çin’in toprak bütünlüğüne saygı duyması gerektiğini iletmiştir. Çin tarafının bu talepleri 90’ların ortalarında Türkiye tarafından karşılık bulmuştur ve Türkiye bağımsızlık isteyen Doğu Türkistan anlatısından uzaklaşarak Çin’in toprak ve bütünlüğünün önemine ve ayrılıkçı hareketlerin kınanması gerektiğine vurgu yapan bir tarafa kendini koymuştur. Bu pozisyonun gelişmesine Çin’in ekonomik olarak büyümesi ve Türkiye için iyi bir ticari partnere evrilmesi de büyük rol oynamıştır.
2000’lerde Uygur Faktörü
2000’lerde ikili ilişkilerin daha da gelişmesi ile Türkiye tarafı Çin’in “kendi iç işlerine karışılmaması” yönündeki taleplerini yerine getirmiştir. Örneğin 2003 yılında İsa Yusuf Alptekin’in arkadaşları onu ölümünün yıldönümünde anacak resmî bir tören yapmak istemişlerdir. Ancak dönemin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Gökçek bu isteği reddetmiş ve bu etkinliğin gerçekleşmesini engellemiştir. Bunlara ek olarak Alptekin’in ölümünden önce yapılması planlanan tüm aksiyonlar Alptekin’in ölümü ile bir daha söz konusu olmamak üzere rafa kaldırılmıştır. Aslında dönemin iktidar partisinin bu önlemleri almakta iki önemli sebebi vardır. Biri daha önce bahsettiğimiz gibi Çin tarafının isteklerini yerine getirerek ikili ilişkilerin sağlamlığını devam ettirmek, diğeri ise Türkiye’nin doğu ve güneydoğusundaki terör probleminin “Uygur ayrılıkçılığı” ile yorumlanarak olası bir Kürt Özerk Devleti için meşruiyet yaratılmasına sebep olma ihtimalidir. Çin Halk Cumhuriyeti her zaman ilişkilerini geliştirdiği devletlerin iç işlerine karışmaktan sözde kaçınmakta, dolayısıyla aynı çabayı da diğer devletlerden beklemektedir. Ancak Türkiye’nin Uygurlar için sempati besleyeceği herhangi bir bağımsızlık hareketinde Çin Devleti de Kürt meselesini masaya getirebilir. Kürt meselesinin ABD ve Batı Avrupa başta olmak üzere Batı kanadında zaten kendi aleyhlerine bir şekilde savunulduğunu gören Türk hükümeti, bu konuda bir de diğer bir önemli güç olan Çin tarafının tepkilerini çekmek istememiştir. Bu sebeple Türkiye’nin doğusundaki terör varlığı, Türkiye’nin Uygurların bağımsız bir devlet oluşturması fikrine olan soğukluğunu destekleyen diğer bir örnektir.
2010’lu ve 2020’li yıllara gelindiğinde ise Uygurlar hakkında değişen herhangi bir politika olmadı. Eski Türkiye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in kullandığı ifadeler Türkiye’nin bu konu hakkındaki görüşlerini çok iyi özetlemekte. Demirel yaptığı bir açıklamada Uygurlara Çin devletine sadık olmaları ve bu sayede barış ve huzur içinde yaşamaları gerektiğini ifade etmiş, Çin’in toprak bütünlüğüne destek verdiklerini ve Çin tarafına onların iç işlerine karışılmayacağı konusunda emin olabileceklerini söylediğini belirtmiştir. Uygurlar ile Türkiye Türkleri arasında olan dil, din ve ırk birliğinin Türkiye ve Çin arasında bir dostluk köprüsü oluşturacağını da eklemiştir.
2017 yılında Çin hükümetinin Uygur bölgesinde çeşitli Sözde ” Yeniden Eğitim Merkezleri ” (Çin tipi toplama Kampları) oluşturarak bu yapılara Türkleri topluca göz altına alarak hapsettikleri ortaya çıkınca dünya kamuoyu bu olayla yankılanmıştır. Bu olay Türk kamuoyunda da geniş yer bulmasına rağmen dönemin Türk hükümeti konu hakkında yorum yapmaktan kaçınmıştır. 2021 yılında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Erdoğan, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile yaptığı telefon görüşmesinde Çin’de yaşayan Uygur Türklerinin Çin’in eşit vatandaşları olarak refah ve özgürlük içinde yaşamalarının Türkiye için önemli olduğunu iletmiş daha sonra da Çin’in toprak bütünlüğüne Türkiye’nin saygı duyduğunu, tüm ayrılıkçı hareketlerin kınanması gerektiğini vurgulamıştır. Şi Cinping ise ikili ilişkilerin gelişmeye devam etmesi gerektiğinin ve her iki ülkenin de terörle mücadele ve Çin virüsü Salgını(pandemi) ile mücadelede aşı ve güvenlik bağlamında beraber hareket etmeleri gerektiğinin önemine vurgu yapmıştır. Tüm bunlardan yola çıkarak Türkiye’nin tek Çin politikasını destekleyen, bölgedeki bağımsızlık taraftarı ayrılıkçıları kınayan ve Çin hükümeti otoritesine karşı yapılan eylemleri terör eylemi olarak değerlendiren bir tutuma sahip olduğu açıkça söylenebilir.
Türkiye’nin Çin ile ilişkilerini korumaya yönelik adımlar atması ve önceliğini ikili ilişkileri geliştirmeye adaması Türkiye’nin güncel dış politikası incelendiğinde mantıklı bir hamle gibi duruyor. Artık Soğuk Savaş dönemindeki Batı Blokuyla arası çok iyi olan bir ülkeden ziyade, iki tarafla da çıkarları doğrultusunda anlaşabilecek bir imaj çizen Türkiye için hâlihazırda Batı dünyası ile birçok konuda ters düşülmüşken, Çin Halk Cumhuriyeti ile de ilişkileri bozmak pek mantıklı olmayacaktır. Mevcut ilişkiler de hükümetin de böyle düşündüğünü ve mevcut durumu korumaya yönelik adımlar attığını gösteriyor. Bu sebeple Uygur meselesinin Türkiye-Çin ilişkilerine yakın geçmişte pek bir etkisinin olmadığını yakın gelecekte de pek bir etkisinin olmayacağını söylemek yanlış olmaz.
Sonuç
Sonuç olarak Türkiye, günümüzde tüm dünyanın tartıştığı Uygur meselesine dair son yıllarda dış politikada genel anlamda takındığı tutum olan denge politikasını korumaktadır. AB ve ABD’den çok daha önce bu konularla ilgilenen bir ülke olarak şu an AB ve ABD ile aynı tarafta olmamakla beraber bölgede barışın ve huzurun sağlanması ile ilgili kaygılarını da sıkça dile getirmektedir. Bu sebeple Türkiye’nin Uygur meselesinin ikili ilişkilere zarar vermemesi için elinden geleni yaptığı, bunu yaparken de Uygurların Çin’deki varlığının iki ülke arasındaki bağları güçlendirmesini sağlayacağı yönünde aldığı pozisyon, yakın gelecekte de hâkim olacak gibi duruyor. Çin tarafının da bu tutumdan memnun olduğu Türkiye ile ticari, ekonomik ve sosyal ilişkilerin gitgide arttırılmasından anlaşılıyor.
Kaynakça
Guliyev, V. (2023).The Place of Uyghur and Kurdish Issues in Sino-Turkish Relations. Baku Research Institute.
Shichor, Y. (2024).The Uyghur Hitch in Sino-Turkish Relations. East-West Center.
Thum, R. (2018). The Uyghurs in Modern China. In R. Thum,Oxford Research Encyclopedia of Asian History. Oxford University Press. https://doi.org/10.1093/acrefore/9780190277727.013.160
Tursun, N. (2008).The Formation of Modern Uyghur Historiography and Competing Perspectives toward Uyghur History.6(3). Central Asia-Caucausus Institute.
KAYNAK : https://tudpam.org/uygur-meselesinin-turkiye-cin-iliskilerine-etkisi/?fbclid=