Prof.Dr.Alaeddin YALÇINKAYA
Dışişleri Bakanlığı kurumsal sitesine göre “Sayın Bakanımız, Çin Halk Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin davetine icabeten, 3-5 Haziran 2024 tarihlerinde Çin Halk Cumhuriyeti’ne resmi bir ziyaret gerçekleştirecektir.” Ziyaret gerçekleşmiş ancak bu süreçte yaşananlarla ilgili resmi açıklama yayınlanmamıştır. Bazı yorumcular her konuda olduğu gibi beyanatları alkışlamış, fakat öneri ve risklere dokunmamışlardır. Müzakere başlıklarına bakıldığında kanayan yaralar konusunda önemli adımlar atıldığı zannedildi. Ancak ayrıntılar dikkate alındığında yapılanların aslında Çin’in soykırım ve yayılmacı programlarına teslimiyet anlamına geldiği görülmektedir. Gazze soykırımı mı görüşüldü? Tavukları yiyen tilkiyi sırtlana şikayet demektir!
Japonya’nın Çin’le ticari ve teknolojik ilişkileri karşılıklı bağımlılık düzeyinde olduğu halde oldukça derin uyuşmazlık konuları bulunmaktadır. Denizlerde yapay adalar inşa ederek yeni egemenlik alanları kurması, askeri bakımdan komşularını tehdit düzeyini her geçen gün yükseltmesi öncelikle Japonya’yı rahatsız etmektedir. Bununla beraber Japon yönetimi Çin ile ilgili her karar sürecinde ülkesindeki Doğu Türkistan kökenli uzmanlarla istişare eder. Bu sürecin insancıl boyutu yanında aynı zamanda ekonomik ve siyasi kararların doğru istikamette olgunlaşması bulunmaktadır. Bu gerçeği ülkemizi ziyaret eden Japon üniversitelerinden Uygur meslektaşlarımızdan dinlemekteyiz.
Türkiye’de çok daha fazla dernekler ve vakıflar halinde kurumsallaşmış Doğu Türkistan lobisi bulunmaktadır. Önemli bir kısmının akrabaları halen Doğu Türkistan’da bulunup yaklaşık on yıldır ziyaretleri ve görüşmeleri mümkün olmamıştır. Bir şekilde ziyarete giden T.C. vatandaşı Uygurlar, Çin yasalarına göre kendi vatandaşı kabul edilerek tutuklanmış, bir daha haber alınamamıştır. Hatta anne-babası 1950’lerde Doğu Türkistan’dan gelerek T.C. vatandaşlığını kazanmış, T.C. vatandaşı anne-babadan dünyaya gelerek doğal olarak bu ülke vatandaşı olmuş, buna güvenerek akrabalarına gitmiş vatandaşlarımız dahi tutuklanarak kampa alınmıştır. Bu gibi yüzlerce vak’a olduğu halde önemli bir kısmı akademisyen olan Doğu Türkistanlı vatandaşlarımız devlet ve parti yetkililerine ulaşamamakta, kapılar kapanmakta, sesini yükseltenler cezalandırılmaktadır. İşin acı tarafı ise vatandaşlarımızın tutuklanıp işkencehanelerde yok olmasına diplomatik dahi bir tepki gösterilmemiştir. Halbuki kitaplarda “vatandaşına sahip çıkmak ülkenin kendi onurunu korumasıdır” yazar.
Sayın Dışişleri Bakanının ziyaret sürecinde Uygur Türkleri hassasiyeti söz konusu idiyse uluslararası hukuka, Çin’in taraf olduğu sözleşmelere, hatta kendi anayasasına aykırı bu uygulamalar konusunda hangi adımların atıldığının açıklanması gerek. Öncelikle kan ağlayan yüzbinlerce T.C. vatandaşı temsilcileriyle görüşüp gerekli belgeleri alması, önde gelen temsilcileri yanında götürmesi gerekmekteydi?
Sayın Fidan’ın Uygur Türkleri konusunda görüşlerini açıklarken kültürel haklarının korunması talebi, soykırım uygulamalarını görmezlikten gelmek demektir. Resmi Çin belgelerinden dahi ulaşılabilecek bilgiler kapsamında özellikle 2013’den itibaren son derece sistemli bir şekilde uygulanan soykırım, işkence, tecavüz, Uygurların canlı organarının zorla alınarak Helal organ satışı sorunu yok da sadece kültürel haklar sorunu varmış. Böyle bir ziyarette Çin’in eğitim kampları dediği işkencehane/tecavüzhaneler de ziyaret edilmeliydi. Mesela batılı bakanların Ankara’dan önce doğrudan birkaç bin kişinin papazı Başpiskoposu ziyaret ettikleri gibi Sayın Fidan da yanındaki T.C. vatandaşı Uygurlarla istedikleri yerdeki soydaşlarımızla görüşebilmeliydi. İzin verilmeyecekse gitmesi anlamsızdı!
Çin’den beslenen kesimler Çin yöneticileri nezaretinde Urumçi’de yedirilip, içirilip, eğlendirildikten sonra dönüşlerinde Uygurlara haksızlık yapıldığını görmediklerini söylerler. Sayın Fidan’ın da mesela Urumçi’de yıkılan/meyhaneye çevrilen tarihi camilerin listesini alıp yetkililerden bir açıklama istemesi beklenirdi. Camilerin yıkılması veya eğlence mekanları haline getirilmesi bir devletin egemenlik hakkı kapsamında olmayıp Çin’in de taraf olduğu sözleşmelere aykırıdır.
Her fırsatta “tek Çin” nakaratını tekrarlayanlar, mesela Tayvan’a gitmek için İstanbul’da Çin değil de Tayvan Başkonsolosluğu’ndan vize almaları gerektiğini bilmiyorlarsa öğrensinler. Türkiye, Çin’in kendi yasalarına ve uluslararası hukuka aykırı istilacı, işgalci, soykırımcı politikalarını mahcubiyetle dile getiren son ülke dahi olamaz. Mevcut ticari ilişkiler dikkate alındığında söz konusu ihlalleri en yüksek seviyeden dile getirip yaptırımların gündeme getirilmesi, esasen bunda geç kalındığı açıktır. Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntıların önemli sebeplerinden biri de Çin mallarının istilası olup bu sıkıntılardan kurtuluş vesilesi olamaz. Türkiye pazarı dikkate alındığında Çin’in çıkarları çok daha fazladır.
Ekonomik olarak ülkemizi bitiren, binlerce fabrikamızı kapatan, milyonların işsiz kalmasına yol açan Çin malları istilasını anlatırken “en önemli eko- nomik ortağımız” demek en hafif deyimle hitabet sahtekarlığıdır. Gerçekten Türkiye-Çin ticaret hacmi 50 milyar dolara yaklaşmaktadır. Fakat Türkiye, tarım-tekstil ürünleri dahil Çin’den 10 almakta, bir satamamaktadır. Sayın bakanın ziyaret kapsamında “biraz da siz bizden alın” talebi, bir anlamda celladından merhamet istemek olup ko-mik kaçmıştır. Çinli yetkililer “tamam da ne alalım” diye sorsalardı ne cevap verilecekti? Bütün tavuk ayakları Çin’e satılsa açığın kapanmasında binde bir etkisi olabilir mi? Kendi üreticileri masraflarını karşılamayadığından tarlaları boş bırakan bir ülke hangi ürününü satacak?
Her ne kadar Çin’e gitmek şart değilse de keşke hazır gitmişken bu ülkenin nasıl üretimini arttırdığı ve dünyaya satabildiği de kurcalansaydı. Çin’in rekabet üstünlüğünü ucuz işgücüyle açıklamak yetersizdir. Çünkü çok daha pahalı işgücü olan ülkelerin dahi dış ticareti bizimki kadar açık vermemektedir. Devletin insafsız vergilerle, yasal engellerle üretimi cezalandırması, ihraç edilmeyi bırakalım kendi zaruri ihtiyaçlarımızı dahi ithalata mecbur bırakmaktadır.
Çin yöneticilerinden Zengezur Koridoru’nun açılmasını, Orta Koridorun buradan geçmesini, Türk dünyasının birleştirilmesini beklemek komikliğin ötesinde saflıktır. Doğu Türkistan’ın Çin ile Türk dünyası arasında köprü olmasını istemek, tarih, siyaset dış politika hiç bilmemek demektir. Özellikle teknoloji alanlarında karşılıklı ba-ğımlılığı olan Japonya, Çin’in soykı- rımcı ve işgalci politikalarına karşı dururken Türkiye’nin “hassasiyet” görüntülü tasvip politikası bütünüyle yanlış- tır. Kuşak-Yol’a uzanarak Çin malları-nın Avrupa’ya daha ucuza gitmesi için uğraşmanın, dış ticarette elimizi güç-lendiren bu pazarı da Çin’e teslim et-me basiretsizliğinden başka bir anlamı bulunmamaktadır.
Kaynak : https://www.oncevatan.com.tr/disisleri-bakaninin-cin-ziyaretindeki-tuhafliklar