logo

trugen jacn
06 Nisan 2019

ÇİN,MÜSLÜMAN UYGURLARI “YENİDEN EĞİTMEK” SAVI İLE HAPSEDİYOR

millward yazı
Bu resim Doğu Türkistan’da sözde Özerk bölge olarak anılan ” SincanUygur Özerk Bölgesi Adlîye Nezaretinin ( İdaresi’nin) WeChat hesabından paylaşılan eğitim kampındaki mahkûm Uygurları Yeniden Eğitmek “Re-deradikalizasyon” konulu bir sunumu dinlerken gösteren fotoğraf, Hotan Vilâyeti, 2017)

Mehmet Volkan KAŞIKÇI(Arizona Devlet Ün.Doktora Öğrencisi)

Bu yazı New York Review of Books için Doğu Türkistan tarihinin dünyadaki muhtemelen en önemli otoritesi olan James Millward tarafından yazılmıştır. Yazarının ve New York Review of Books’un izniyle Türkçe’ye tercüme edilmiş ve Türkiye Günlüğü Dergisi’nde basılmıştır. Tolga Kara tarafından tercüme edilmiştir.

Çin’in batısında Alaska genişliğinde bir bölge olan Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nin Türk ve Müslüman sakinleri için Çinli yetkililerin varlığını inkâr etmeye devam ettikleri çok geniş bir alana yayılan ve Gulag kamplarına benzeyen “aşırılıkçı eğilimleri yok etmeye yönelik eğitim merkezleri” kurulduğunu Sayragül Savıtbay adlı eski bir anaokulu öğretmeni Kazakistan’ın Jarkent şehrindeki bir mahkeme salonunda serinkanlılıkla ifade etti. Kazak asıllı Sayragul Savıtbay, Sincan’dan kaçıp kocası ile oğlunun vatandaşı oldukları Kazakistan’dan iltica talep etti. Geçtiğimiz yılın Kasım ayında öğretmenlik yaptığı okuldan bu sözde “eğitim merkezindeki” Kazaklar’a eğitim vermesi için nasıl nakledildiğini mahkemeye anlattı. “Oranın ‘siyasi kamp’ olduğunu söylüyorlar; ancak gerçekte orası dağların tepesinde bir cezaevi” diyordu. 2.500 tutuklunun bulunduğu bu tesiste dört ay çalışmış ve bunun gibi daha başka tesislerin de olduğunu öğrenmişti. İçinde Kazakların, Kırgızların, bilhassa da Sincan nüfusunun yaklaşık %46’lık kısmını teşkil eden Uygurların da olduğu bir milyona yakın insanın hapsedildiği bu kamplardan Sincan’da en az 1200 adet daha olabileceği tahmin ediliyor.

Savıtbay’ın tanıklığı, Sincan’da sayıları giderek artan Gulag kamplarına dair bir Çin vatandaşı tarafından sunulan heyecan verici ilk umumî delil niteliğindeydiyse de bu kamplara dair haberler, Associated Press için yaptığı haberlerle takdir kazanan ve şimdi Washington Post’ta çalışan Gerry Shih, The Wall Street Journal muhabirleri Josh Chin, Clément Bürge ve Giulia Marchi ile başka araştırmacılar ve muhabirlerden elde ettiği malumatlarla bu konuya dair ilk mühim yazıları kaleme almış olan İnsan Hakları İzleme Örgütü’nden Maya Wang, Ulusal Halk Radyosu’ndan (NPR) Rob Schmitz ve BuzzFeed News’den Megha Rajagopalan’ın da aralarında bulunduğu isimler sayesinde 2017 yılından bu yana gün ışığına çıkmaya devam ediyordu. Bu anlamda Washington D.C. merkezli Özgür Asya Radyosu’nun Uygur servisi, özel bir öneme haizdi. Sincan’da olup bitenlere ilişkin malumat üzerindeki her türlü mahut denetime rağmen yıllardır ayrıntılı ve doğru içerik sağlamışlardı.

Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) yetkilileri, ilk başta, herhangi bir kampın mevcudiyeti hakkındaki iddiaları yalanladı. Ardından, devlete bağlı medya organları 460.000 Uygur’un Sincan’ın güneyinden aynı bölgedeki başka bir yere “istihdam” için “nakledildiklerine” dair bir hikâyeyi veciz bir biçimde dolaşıma soktu. Bu istihdam programı hakkında bundan başka herhangi bir duyuru yapılmadı ve bu açıklama da şu anda geri çekilmiş gibi görünüyor. 2018 yılının Ağustos ayındaki bir Birleşmiş Milletler oturumunda BM Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi’nin bir üyesi olan Gary McDougal’ın karşısına çıkan Çinli delegeler, “meslekî eğitim ve iş eğitimi merkezleri” ile “aşırılıkçılığa karşı diğer tedbirlerin” varlığını kabul etmekle birlikte herhangi bir “yeniden eğitim kampı” olduğu yönündeki iddiaları yalanladı. Bu mesele, BM İnsan Hakları Konseyi’nin üç ayda bir çıkan uluslararası yayın organında 2018 yılının Kasım ayında yeniden yayınlanınca, ÇHC temsilcileri “birkaç ülkenin siyasî nitelikli bu ithamlarını” kınadı ve bu kampların aşırılıkçılıkla mücadele etmek için sadece meslekî eğitim sağlayan tesisler olduğuna dair daha önceki açıklamayı yineledi.

Sincan dışında yaşayan insanlar bu kamplar hakkında ilk kez 2017 yılında bir şeyler öğrenmeye başlamıştı. Yurtdışında yaşayan Uygurlar, anavatanlarındaki arkadaşları ve yakınlarıyla var olan temaslarının ilk önce telefon ve sosyal medya irtibatlarının silinmesi, sonra da bu kişilerin ortadan tamamen kaybolması suretiyle kesildiği için giderek daha fazla endişeleniyorlardı. Yabancı memleketlerde tahsil gördükten sonra Çin’e geri dönen veya geri dönmeye zorlanan Uygur öğrenciler de aynı şekilde varışlarının üzerinden çok geçmeden aniden ortadan kayboluyorlardı. Hiçbir şekilde malumat alamayınca Çin dışındaki Uygurlar, arkadaşlarının ve yakınlarının polis tarafından yeniden eğitim kamplarına gönderildiğini öğreniyorlardı. Bu anlamda, Çin’in sıkı takip altındaki mesajlaşma uygulaması WeChat’te bu insanların akıbetiyle alakalı olarak kullanılan “Çalışmaya gitti” ifadesi dikkatlice düşünülmüş bir hüsn-i tabirdi.

Ücra yerlerde bir anda türeyiveren etrafı yüksek duvarlarla ve dikenli tellerle çevrili, nöbetçi kuleleri ile polis kulübelerinin nezaret ettiği bu yeni ıslahevlerinin cezaî tabiatı, fotoğraflarla ve 2017 yılının sonbaharından itibaren yapılan haberlerle iyice gözle görülür hâle geldi. Kampların içinde neler olduğunu anlamlandırmamıza ise eski mahkumlar yardımcı olmaktadır. Bunlardan biri Foreign Policy’de imzasız bir yazı kaleme almış, Kazakistan’da bulunan diğer eski mahkumlarlaysa Gerry Shih ve Emily Rauhala, Washington Post adına röportaj yapmıştır. Bu eski mahkûmlara göre, tutuklular, Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) marşlarını söylemek, İslâm’ı inkâr etmek, kendilerinin ve ailelerinin inançlarını eleştirmek, propaganda filmleri izlemek, Çince ve Çin tarihi çalışmak zorundaydılar. Onlara kültürlerinin “geri kalmış” olduğu söyleniyordu. Bazısı, ahlâk dersleri veren Üç Karakter Klasiği’ni (San zi jing) ve Çin’in başka yerlerinde yüz yıldan fazla bir süre boyunca pedagojik bir metin olarak kullanımından vazgeçilmiş üç heceli dörtlükler biçimindeki Çinli çocuklara özgü klasik el kitabını ezberliyordu. Hücreler kalabalıktı ve yiyecekler kötüydü. Söylenenlere bakılacak olursa hâlinden şikâyet edenler tecrit hücresine kapatılma, yiyecekten mahrum bırakılma, uzunca bir süre duvara karşı durma, zincire vurulma, “kaplan sandalyesi” denen sert bir sandalyeye el ve ayak bileklerinden bağlanma, su altında nefessiz bırakılma, elektroşok gibi cezalara çarptırılma riskini göze almak zorundaydılar.

Sincan Uygur Özerk Bölgesi Hükümet Başkanı Şöhret Zakir, 2018 yılının Ekim ayında Xinhua’ya verdiği bir röportajda kamplarda alıkonan kişilerin Çince öğrenmek, çağdaş bilimsel bilgi edinmek, Çin tarihi, Çin kültürü ve Çin’in ulusal koşullarına dair sahip oldukları anlayışı geliştirmek, aralarında Çin Anayasası’nın içeriği, Çin Ceza Hukuku ve Sincan’daki Aşırılıkçılık Karşıtı Yasal Düzenlemeler’in de olduğu hukuk bilgisine sahip olmak, bunların yanı sıra yerel koşullara ve iş piyasasına uyum sağlamak için de en az bir meslekî yetenek edinmek zorunda olduklarını söylüyordu.

Bu dayatmacı öğretim programı göz önünde tutulduğunda, Sincan’daki mahkûm kamplarında alıkonduktan sonra serbest bırakılan neredeyse hiç kimse olmadığını biliyor olmamız ve alıkonanların serbest bırakıldıkları takdirde nelerle yüz yüze kalacaklarını bilmiyor olmamız şaşırtıcı değildir.[a] Mahkûm yakınlarının sosyal medya hesapları, uydu fotoğrafları ve mahkumların kendisine verilen belgelerden elde edilen giderek artan sayıdaki kanıt, kamplarda alıkonan kişilerin bir endoktrinasyon kursunu müteakip kampın içinde veya yakınındaki fabrikalarda çalışmaya zorlandığını gösteriyor.

Avrupa Kültür ve Teoloji Okulu’ndan Adrian Zenz’in yaptığı araştırma, bu kampların dehşet verici boyutlara ulaştığını teyit ediyor ve ne kadar insanın bu kamplara kapatıldığına dair bir tahminde bulunma olanağı sağlıyor. Zenz, Sincan’daki “aşırılıkçılaşmayı yok etme” ve “eğitim vasıtasıyla dönüşüme” dair birkaç yıldır devam eden tartışmanın izini Çin basınında ve partiye ait süreli yayınlarda sürmüştü. Toplama kampı inşa etme, genişletme veya geliştirme çalışmaları için müteahhitler tarafından yapılan seksen yedi adet girişim saptamış, bu girişimlerin birkaçı hemen hemen 10 kilometrekareyi mütecaviz bir alanda planlanmış ve bir tanesi de yaklaşık 90 kilometrekareyi bulmuştu. Kamp inşaatındaki bu sıçramaya dair yazılı kanıtları web sitelerine ait –takdire şayan bir kişisel proje olarak University of British Columbia’da hukuk öğrenimi gören Shawn Zhang’ın çoğunu Google Earth’den derlediği, BBC ve diğer medya kuruluşlarıyla çalışan uzaktan görüntüleme işinde profesyonel firmalar tarafından doğrulanmış ve genişletilmiş– uydu fotoğrafları da destekliyor. Bir başka gösterge de Sincan’ı ziyaret eden turistlerden sağlanıyor ki onlar da Uygurlara ait dükkânların kepenklerinin kapalı olduğu ve insan sayısında gözle görülür bir azalma olduğu yorumunda bulunuyorlar; özellikle de 15 ila 45 yaş arasındaki Uygurların sayısında.

Zenz ve öteki araştırmacılar, basına sızdırılmış belgelerden ve yerel yetkililerin yapmış olduğu açıklamalardan elde edilen bilgilerle nüfus verilerini mukayese etmek suretiyle birkaç yüz bin ilâ bir milyonu geçkin sayıda insanın yeniden eğitim kamplarında alıkonmuş olduğunu hesapladılar. Türkiye’de Uygurların haklarını savunan bir basın kuruluşu tarafından 2018 yılının Şubat ayında bir belge yayınlanmıştı. Belgenin, Sincan’daki “güvenlik hizmetlerine mensup güvenilir bir isim” tarafından sızdırıldığı söyleniyordu. 2017 yılının sonları veya 2018 yılının başlarına tarihlenen belge, ülke çapındaki bu hapishanelerde alıkonan 892.329 kişiye ait tam rakamları çizelgeler halinde ortaya koyuyordu ki belediye düzeyindeki yerel idarî birimler, özellikle de Urumçi, Hotan ve Gulca gibi büyük şehirler bu toplamın dışında bırakılmıştı. Bu belge, kaynağı teyit edilmemiş olmasına karşın gerçek olduğu takdirde, kamplarda alıkonan kişi sayısının toplamda bir milyon ya da daha fazla olduğu yönündeki tahminleri destekler niteliktedir (ABD Dışişleri Bakanlığı, 800.000 ilâ 2.000.000 arasında Müslüman’ın kamplarda alıkonduğu tahmininde bulunuyor). Bu tahminler adi suçluların gönderildiği cezaevlerindeki bir anda artan insan sayısını da içermiyor. ÇHC devlet verilerine göre, Sincan’daki cezaî tutuklama sayısı, 2016 ila 2017 yılları arasında 200.000 civarında artmış ve Sincan bölgesinde yaşayan insan sayısı Çin’in toplam nüfusunun sadece %1,5’i olmasına rağmen 2017 yılında Çin’deki toplam tutuklama sayısının %21’ine baliğ olmuştu. ÇHC’nin şimdiye kadar Sincan’daki yetişkin Müslüman nüfusun %10’undan fazlasını hapsettiği düşünülüyor.

ÇHC nasıl bu noktaya kadar geldi? Bunda genel anlamda iki sebep görüyorum: İslâm’ın Uygurlar ve öteki Müslüman gruplar için ne anlama geldiğinin ÇKP tarafından yanlış anlaşılması ve ÇKP’nin Çin’in geleneksel çoğulcu tarzına taban tabana zıt bir fikir olarak Han Çinlileri eksenli etnik asimilasyon yanlısı politikaları benimsemesi (Han Çinlileri etnik olarak ülkenin bütününde çoğunluğu oluşturuyor. Ancak Sincan ve Tibet gibi eski kolonyal topraklarda bu geçerli değil).

Günümüz Uygurlarının ataları olan Tarım Havzası’nın halkı, bozkırlar ve dağlardaki (içlerinde Kazaklar ve Kırgızların ecdadının da olduğu) Türk kabileleriyle birlikte 1000 yılı civarında başlayan birkaç dalga hâlinde Müslüman olmuşlardı. Bununla birlikte, Orta Asya’daki İslâm, Orta Doğu’daki, özellikle de Suud Hanedanı’nın himaye ettiği Vahhabi ve Selefi gruplar tarafından modern zamanlarda tanıtılan İslâm’dan oldukça farklıdır. Uygur ibadetleri ilahi söylemeyi, raks etmeyi ihtiva eder ve müzik memnu kılınmamıştır. Uygurlar üzerine çalışan bilim insanı ve tarihçi Riam Thum’un The Sacred Routes of Uighur History (2014) adlı kitabında mahirane göstermiş olduğu üzere, mukaddes addedilen evliyanın medfun olduğu makamları ziyaret etmek ve bu velilere ait kıssaları anlatmak, Uygurların sadece dinî tatbikatını biçimlendirmekle kalmamış, aynı zamanda onların coğrafi açıdan da kimliklerine şekil vermiştir. Sufi dervişler, Uygurların İslâm anlayışında o kadar mühimdi ki tamamı Sincan sınırları içerisinde bulunan bu dervişlere ait türbelere yapılan ziyaretler serisi, hac için Mekke’ye gitmenin kabul edilir bir ikamesi olmuştu.

1949 yılından bu yana Çin’in politikaları Parti denetimindeki Çin İslam Cemiyeti vasıtasıyla Uygurların yerel İslâm anlayışını zayıflatmaya ve kısmen Suudi Arabistan’ın desteklediği Sünnî pratiklere dayanan İslâm’ın idealleştirilmiş bir versiyonunu Uygurlara dayatmaya eğilimli olmuştu. Pekin’in Riyad’la olan diplomatik bağlarına da yansıyan bu politikalar, dinlerin emniyetli “ortodoks” ve tehlikeli “heterodoks” ifade biçimlerine sahip olduğunu söyleyen, Budist binyılcılığı deneyiminden kaynaklanan geleneksel Çin düşüncesini anımsatabilir.

milward

(Uygur akademisyen Rahile Davut’u, 2005 yılında Sincan’ın güneyinde yapılan bir düğünde etnografik tetkikleri yürütürken gösterir fotoğraf. Davut, 2017 yılının sonlarında ortadan kayboldu ve hâlâ kayıp.)

ÇKP, sonradan dümeni tersine kırıp şimdilerde “Araplaşma”tehlikesine karşı yakınıyorsa da Uygurların İslâm anlayışındaki tasavvuf tatbikatlarına dair müsamahasızlığını da değiştirmedi. Uygur kültürünü baskılamak, Uygurlara karşı ayrımcılık uygulamak ve daha ziyade Suudi tatbikatıyla aynı doğrultudaki bir İslâm versiyonunu farkında olmadan desteklemek suretiyle ÇHC hükûmeti, böylesi bir ideolojiye karşı yerel savunma olanaklarını zafiyete uğratırken ülke dışından gelen Selefi fikirlerin Uygurlar nezdindeki çekiciliğini de arttırıyor. Uygur dini ve kültürü hakkında yaptığı araştırmalarla dünyaca tanınan bir etnograf Rahile Davut, bu durumu Çinli yetkililere açıklayabilirdi; ancak 2017 yılının sonlarında yürürlükteki kitlesel tecridin bir diğer kurbanı olarak ortadan kayboldu.[1]
Sincan, Mançu Hanedanı’nın hükmettiği Çing İmparatorluğu’nun (1636-1912) Moğolistan ve Tibet’i de kapsayan batıya doğru genişleme sürecinde on sekizinci yüzyılda fethedildiğinden günümüzde Çin Halk Cumhuriyeti’nin bir parçasıdır. Çing İmparatorluğu, Uygurları yerel elitler vasıtasıyla pek de ağır olmayan bir askerî nezaret altında yönetirken ticarî ve ziraî kalkınmayı da teşvik etmişti. Mançular, Çinlilerin, Uygurların yoğun olarak meskûn olduğu alanlarda yerleşmesini istikrarsızlık yaratır endişesiyle yasaklamışlar ve Uygurların dinine de yiyip içtiklerine de giydiklerine de müdahale etmemişlerdi. Kültürel anlamda çoğulcu bu emperyal anlayış başarılı olmuş ve on sekizinci yüzyılın ortalarından on dokuzuncu yüzyılın ortalarına dek Orta Asya’dan Sincan’ın güneybatısına uzanan küçük ölçekli bir dizi istilâya rağmen bölgede genel olarak barış hüküm sürmüştü, o kadar ki Uygur nüfusu beşe katlanmış ve ekonomi büyümüştü. Çin’in geri kalanında patlak veren isyanlar Çing imparatorlarının Sincan’daki memur ve askerleri için tahsis ettiği malî kaynakları kurutunca bölgedeki karışıklıklar da başlamış oldu. Yolsuzluk, isyanlar ve işgaller birbirini izledi.
Pekin, Sincan üzerindeki denetimini yeniden sağlama arayışındayken Çing tarzı emperyal etnik çoğulculukla Han merkezli ulusçu asimilasyon anlayışlarının karşı karşıya geldiği bir tartışma zuhur etti. On dokuzuncu yüzyıl siyaset düşünürü Gong Zijen ve General Zuo Zongtang, Sincan’da Han Çinlileri tarafından kolonyal bir yerleşim kurulmasını ve kurulacak bu yerleşimin idaresinin Mançulardan veya yerel yetkililerden ziyade Han Çinlilerine verilmesini savundular. General’in halefleri, Çing İmparatorluğu’nun yıkıldığı 1912 yılına dek bu yöntemi sınırlı bir tarzda denedi. Komünistlerin iktidarı ele geçirdiği 1949 yılına kadar geçen çalkantılı kırk yıl boyunca pek çok yönetici arasında bölünmüş durumdaki Sincan’da ister Han Çinlilerinden askerî idareciler olsun, ister isyancı Müslümanlar olsun, isterse de Sovyetlerin kukla yöneticileri olsun Uygurların idaresini Uygurlara, Kazakların idaresini Kazaklara, Moğolların idaresini Moğollara, Han Çinlilerinin idaresini Han Çinlilerine bırakmak suretiyle etnik çoğulculuğun muhtelif türlerinde rejimler inşa etmiş ve bölge bir ucundan diğer ucuna parçalı bir yapıya bürünmüştü.
ÇKP iktidarı devralınca, hâlihazırda emniyet altına alınmış Sincan’da bu etnik çoğulculuk yaklaşımını tatbik etti. Çing İmparatorluğu’nun Orta Asya’daki topraklarını yeniden ele geçiren etnik anlamda Han Çinlilerinin oluşturduğu Komünist Parti, Rus merkezli Sovyetler Birliği’nin Çarlık rejiminin mirasıyla yaşamış olduğu aynı meseleyle yüz yüze kaldı ki o mesele de kolonyalist olarak görünmeden bir imparatorluğu nasıl çekip çevirecekleriydi. ÇHC, Sovyet örneğinin daha gevşek bir biçimini takip ederek Han Çinlileri haricindeki elli beş kavme, Çin anayasasında mahfuz bazı özel haklarla birlikte milliyet yahut etnik grup anlamına gelen minzu adı verilen resmî bir statü tanıdı. Bazı ismen özerk idarî bölgeler minzu adlarıyla yeniden tanımlandı. Vilâyet büyüklüğündeki Sincan ve Tibet toprakları Sincan Uygur Özerk Bölgesi ve Tibet Özerk Bölgesi oldular
ÇHC’deki minzu sistemi Çing İmparatorluğu’ndaki emperyal çoğulculuğun bazı yönlerini de anımsatıyordu. ÇKP’nin yüce ve merkezî iktidarı altındaki aralarında Han Çinlilerinin de olduğu elli altı minzunun birbirine eşit olduğu farz ediliyordu. Teoride, Han medeniyetinin üstünlüğü yoktu. Gerçek hayattaki uygulama değişime uğramışsa da 1950’li yıllarda ve tekrar 1980’lerde Parti, azınlık gruplarını, SSCB’de açıkça suçlanan “Büyük Rus şovenizmi”nin Çin’deki muadili olan “Büyük Han Çinciliğine” karşı koruyormuş gibi davrandı. Kültür Devrimi müstesna olmak üzere minzu sistemi, Han Çincesi dışındaki dillerde neşriyat yapılmasını teşvik etmek, azınlıkları görünür kılmak ve kamusal etkinliklerde onları rengârenk “geleneksel” kıyafetleri içerisinde ön plana çıkarmak suretiyle Çin’in kültürel çeşitliliğini göklere çıkarmıştı. Batılı gözlemciler, şarkı söyleyip dans eden azınlıkların kiç geçit törenini aşağılayıcı bir ekzotikleştirme olarak görmüşlerse de, Çin’in Çinli olmayan azınlıkları kültürlerini teşvik ettiği müddetçe ÇHC’nin tepeden inme çokkültürcülüğünü genel olarak desteklediler. “Ayrılıkçılık” suçlamasıyla 2014’te müebbet hapse mahkum edilen Uygur iktisatçı İlham Tohti’nin en güçlü eleştirisi hâlihazırda kayıt altına geçirilmiş bulunan minzu destekçisi yasalara ve anayasa hükümlerine hakkıyla riayet edilmesini talep etmekten ibaretti.
Pek çok Çinli siyaset kuramcısının Sovyet milliyetler politikasına bağladığı 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardındansa, etnik çoğulcu minzu sistemi yeniden değerlendirilmeye başlandı. Sincan ve Tibet’teki önceden Çing İmparatorluğu’na ait bölgelerde hızlı iktisadî büyümeye karşın huzursuzluk baki kalmıştı. 2008 yılında Tibet’te ve 2009 yılında Sincan’daki ayaklanmalardan sonra ÇKP önderlerine yakın Pekin’deki bazı kavmiyat araştırmacıları, sorunun bir parçasının Çin’in minzu sistemi olduğunu ileri sürdüler ve bu sistemi nasıl revize edebileceklerini tartışmaya başladılar.
Kökten revize edilmiş “ikinci nesil bir minzu politikası”nın en güçlü destekçileri olan Tsinghua Üniversitesi’ndeki Çin Araştırmaları Merkezi Müdürü Hu Angang ve ayaklanmaların olduğu sıralarda terörle mücadele araştırmacısı, şimdiyse ÇKP Birleşik Cephe Çalışma Birimi’nin önde gelen yetkililerinden olan Hu Lianhe, azınlıkları daha geniş kapsamlı birleşik bir Çin fikri (Jonghua minzu) içerisine massettikten sonra Çin’in istikrara kavuşabileceğini öne sürüyorlardı. Bu iki Hu, aslında, ÇHC’de minzu sistemi adı altında devam eden Çin’in geleneksel çoğulcu anlayışından on dokuzuncu ve yirminci yüzyılda Avrupa’daki milliyetçiliği anımsatan üniter bir kimlik kavramı lehine vazgeçmeyi öneriyordu.
“Kaynaşma”, “harmanlama” ve “eritme” gibi terimler, bu tartışmaya dahil oldu ve 2015 yılında bilim insanları ve parti kuramcıları, Çinlileşme (Hanhuna)’nin, yani asırlar içinde Çin medeniyetinin spontane ve barışçıl bir şekilde komşu halkları asimile ettiği iddiasının gerçek olup olmadığını tartıştılar. Hemhudut gruplar arasında kültürel etkileşim olabileceğini; fakat bunun ne kaçınılmaz ne de tek yönlü olduğunu kabul eden Batılı ve Çinli tarihçiler, Çinlileşme efsanesi uzun zaman önce çürüttüler. Ancak Çin medeniyetinin sihirli gücü olarak Çin’in şimdiye dek sadece barışçıl biçimde genişlediği masalına eşlik eden Çinlileşme fikri, ÇKP’deki milliyetçileri cezbetmeye devam ediyor.
ÇHC’de emperyal çoğulculuk düşüncesinden Han Çinlilerine dayalı asimilasyoncu anlayışına geçiş sürecindeki ikinci aşama, dinin şeytanlaştırılması olageldi. Resmî kaynaklar Sincan ve Tibet’teki etnik huzursuzlukla ilgili olarak hâlâ yurtdışı kaynaklı aşırılıkçı fikirleri ve az sayıda kişiyi suçlamasına rağmen, Parti süreli yayınlarındaki makaleler ve basına sızan iç tartışmalar, ÇKP lider kadrosunun gittikçe daha fazla dini inancın bizatihi kendisini arzu edilen üniter Pan-Çinli kimliğiyle çelişkili olarak gördüğünü ve sapkın olarak nitelediği düşüncelerden bu bölgelerin bütün sakinlerini kurtarmayı umduğunu gösteriyor. Sincan Genç Komünistler Birliği tarafından 2017 yılının Ekim ayında ses kaydı olarak gönderilen ve Uygurları rahatlatma amacı taşıdığı anlaşılan bir konuşma medikal metaforları tamamen benimsemişti:
Dinsel aşırılıkçılık denen bu [virüsün] kökünü kurutmazsak terör olayları tedavi kabul etmez kötü huylu bir ur gibi büyüyüp yayılacaktır.
Aşırılıkçı ideolojiyle beyni yıkanmış birçok insan henüz hiç suç işlememiş olsalar da hastalık onlara bulaşmıştır. Halka ciddi zararlar verebilecek bu hastalığın her an tezahür etme tehlikesi vardır. Bunun için hastalığın bulaştığı bu kişiler, tedavi edilmeleri, beyinlerindeki virüsten arındırılmaları ve yeniden normal bir zihne sahip olmaları amacıyla bir yeniden eğitim hastanesine yatırılmalıdır. Şurasını netleştirmeliyiz ki tedavi için yeniden eğitim hastanesine gitmek, insanları cebren tevkif etmek ve ceza için onları hapse kapatmak demek değildir. Bu eylem, onları kurtarmak için kapsamlı bir kurtarma misyonunun bir parçasıdır.
ÇHC, Uygurlar arasındaki rahatsızlıkla ilgili olarak bazı meşru endişelere de sahiptir. 1980’lerin sonu ve 1990’ların başında aralarında öğrenci yürüyüşlerinin, Kaşgar’ın dışındaki Barın’da meydana gelen ufak çaplı bir başkaldırı hareketinin, bir otobüsle bir otele düzenlenen bombalama eylemlerinin ve 1997’de Yining (Gulca) kentinde şiddet eylemine dönüşen büyük çaplı bir gösterinin de olduğu tek tük direniş hadiseleri patlak vermişti. 2001 yılından önce ÇHC, bu gibi “karşı-devrimci” olaylara yirminci yüzyılın sonu için anakronik olmasına rağmen Uygur kimliğinin etno-milli ve dinî köklerini tanıyan “Pan-Türkçü veya Pan-İslâmcı” anlamlar yüklemişti. 11 Eylül saldırılarından sonra Bush yönetiminin kullandığı “terörle küresel savaş” terminolojisinden istifade ederek ÇHC, Uygur muhalefetinin tümünü İslâmî terörizm olarak yeniden adlandırdı. ÇHC Devlet Konseyi, 2002 yılının ilk aylarında, 1990’larda 162 kişinin öldüğü, 440 kişinin yaralandığı çok az detay içeren “terörist” eylemleri ve birkaç Uygur ayrılıkçı grubu listeleyen ayrıntılı bir rapor yayınlamıştı. Bu rapor, yalnızca birkaç vakada eylemleri adları belli gruplara mal ediyordu.
Irak’ı sözde sahip olduğu kitle imha silahları dolayısıyla suçlu bulan 2002 yılının Kasım ayındaki BM Güvenlik Konseyi’nin 1441 sayılı kararında Çin’in evet oyu vermesi karşılığında Bush yönetimi, ayrılıkçı Uygur gruplardan bir tanesini uluslararası terör örgütü olarak tanımayı kabul etti. Aşırı derecede küçük bir örgüt olmasına rağmen Usame bin Ladin’le Afganistan’daki üssü üzerinden irtibat kurduğu kanıtlandığı için seçilen grup, Doğu Türkistan İslâmî Hareketi (DTİH) oldu (“Doğu Türkistan”, 1933’te ve 1944-1949 yılları arasında Sincan’ın bazı kısımlarında kısa ömürlü iki bağımsız devlet kuran Türk toplulukları tarafından benimsenmiş bir tabirdir. Diaspora Uygurlarının pek çoğu da “Yeni Sınır” anlamındaki kolonyal bir isim olan Sincan yerine Doğu Türkistan tabirini tercih ediyorlar.).
Ross’un çalışması New York’taki Miyako Yoshinaga Gallery’deki ‘Uyuyamam: Uygur Vatanına Tazim’ sergisinde 17 Ocak-23 Şubat 2019 tarihleri arasında sergilenecek).
Adı geçen rapor, DTİH’nin herhangi bir şiddet eylemi uyguladığını iddia etmemişse de ABD yönetiminin basın açıklaması, raporda bahsi geçen on yıllık olayların tümünün bedelini hatalı bir biçimde DTİH’ye mal etti. Çin’de ve Çin dışında hâlâ yaygınlığını koruyan Sincan’daki bölücü şiddet eylemlerinden organize bir terör örgütünün sorumlu olduğuna dair telâkki, böylelikle doğmuş oldu (DTİH, 2003 yılında liderleri Hasan Mahsum’un Veziristan’da Pakistan güçlerince öldürülmesinden sonra güçten düşmüş olmasına karşın Türkistan İslâm Partisi ismiyle DTİH çizgisini devralma iddiasında olduğunu gösteren birileri, bu olayın hemen akabinde videolar yayınlamıştı.)
Çin propagandasında ve yabancı medyadaki aralıksız uyarılara rağmen uzun süre beklenen İslâmî terör ortaya çıkmadı. Sincan’ın bütünüyle sükûnet içerisinde olmadığı 1990 yılından 2008’de Pekin’de düzenlenen Olimpiyat Oyunları’na kadarki dönemde gerçekleşen olaylar rastgele seçilmiş sivillere yönelik saldırılardan oluşan cihatçı kalıba uymuyordu. Çin’deki yetkili ağızlardan yapılan resmî açıklamalar ve devlete bağlı basının Uygur direnişinin tümünü “terörizm” ve “bölücülük” diye adlandırmasına rağmen geçtiğimiz on yıl içerisinde meydana gelen olayların çoğu, medya üzerinde Sincan’a dair sıkı bir denetim olmasından ötürü dilimiz döndüğünce söyleyebileceğimiz, Batılı gözlemcilerin “terörizm” ve “bölücülük” gibi isimlendirmelerden ziyade “huzursuzluk” ve “direniş” şeklinde tanımladığı, meselâ sokak gösterileri ya da çiftçilerin yerel hükümet binaları veya polis noktalarına bıçaklarla ve tarım aletleriyle yaptıkları saldırılardır. 5 Temmuz 2009’da Urumçi’deki bir gösterinin silahlı polislerce bastırılması üzerine Sincan’da Kültür Devrimi’nden bu yana en kanlı sivil karışıklıklar patlak vermişti. Yaklaşık 200 Han Çinlisi ölmüş, binlerce Uygur tutuklanmış, birçoğu da durumdan vazife çıkararak sokaklara dökülen Han Çinlileri tarafından katledilmişti. İsyanlar ve sonrasında Han Çinlilerin verdiği tepki sırasındaki Uygur kayıplarının sayısı hiç açıklanmadı. Bunun ardından, yetkililer, telefon hatlarını ve internet hizmetlerini on aylığına kestiler. (Söylenenlere göre, böylesi “acil durumlarda internet kapatma anahtarı” an itibariyle Çin’in her yerinde kurulu durumdadır.)
Urumçi’deki “5 Temmuz Olayı” korkunç olsa da, önceden tasarlanmış bir terör saldırısı veya dinsel aşırılıkçılığın bir dışavurumu değil, ırkçılık sonucu oluşan bir ayaklanmaydı. Bununla birlikte 2008’den bu yana rastgele sivilleri hedef alan ve ardında dinî saikler olması mümkün cihatçı teröre benzeyen bazı olaylar da olmuştur. Aynı yılın Mart ayında Uygur bir kadın, söylenenlere göre, kalkışından hemen sonra bir uçaktaki yanıcı sıvıları tutuşturmaya çalışmıştı. 2013 yılının Ekim ayında bir Uygur erkek, içinde karısı ve annesinin de olduğu bir arazi aracını Tiananmen Meydanı’ndaki kalabalığın üzerine sürmüş, iki turistin hayatını kaybettiği bu olayda alev alan aracın içindeki şahıslar yanarak ölmüştü. 2014 yılının Mart ayında ise sekiz bıçaklı Uygur, Çin’in güneybatısındaki Kunming tren istasyonunda otuz bir kişiyi öldürmüştü. ÇHC Başkanı Şi Cinping’in Sincan’ı ziyaret ettiği ertesi ay, üç kişi bıçak ve (muhtemelen çalışmayan) patlayıcılar kullanarak Urumçi tren istasyonuna saldırı düzenlemiş ve üç kişi öldürülmüştü. 2014 yılının Mayıs ayında patlayıcı yüklü iki arazi aracına binmiş beş saldırgan Urumçi’deki bir sokak pazarında kırk üç kişiyi öldürmüştü. 2015 yılının Eylül ayında, terör saldırısından ziyade bir iş tartışmasına benzeyen tuhaf bir olayda ise aralarında kadınlar ve çocukların da bulunduğu on yedi Uygur, Sincan’ın uzak bir kırsal kasabası olan Baycıng’daki bir madende resmî rakamlara göre elli kişiyi öldürmüştü. Ardından bu Uygurlar dağlardaki bir mağaraya kaçmış, Çin askerlerinin geniş çaplı takibinden sonra lav silahlarıyla saklandıkları yerden çıkarılıp vurularak öldürülmüşlerdi.
Öyleyse, Çin’in Uygurların şiddet eylemlerine hiç maruz kalmadığı söylenemez; ancak bu tehdidi abartmakta, sık sık bu tehdidi terörizm olarak yanlış şekilde tanımlamakta ve cevap olarak bu vahşi derecede aşırı ve hedef ayırt etmeyen önlemler almaktadır. “Sert Darbe Harekâtları”nın yarattığı baskı yıllarından sonra Sincan’daki Türkdilli Müslüman gruplar için vaziyet, Sincan’a yeni parti sekreteri Çın Çüenguo’nun atandığı 2016 yılının Ağustos ayından bu yana iyiden iyiye kötüleşti. Çın, Henan Vilâyeti’nde yaşayan yoksul bir aileden gelmiş, ÇKP kademelerini orada tırmanmış ve şimdiki Çin başbakanı Li Keçiang’ın emrinde yine orada çalışmıştı. 2011 yılında Çın, başkaldırıların ve Budist rahiplerin bir dizi kendini yakma eyleminin kasıp kavurduğu Tibet’e gönderildi. Çın, önleyici emniyet sistemi[2], Tibet’in kentsel bölgelerinde kurulan yoğun bir “kamusal karakol”[3] ağı ve binlerce yeni polis istihdamı vasıtasıyla Tibet’teki direnişi kırdı. Çın bu yöntemleri Sincan’a da getirdi ve 2017’den başlayarak önleyici emniyet sistemini itibariyle hızlıca genişleyen yeniden eğitim Gulaglarıyla tamamladı. Aynı sene, Çin Komünist Partisi Merkez Kurulu, Politbüro’ya atandı.
Çın’ın varışından bu yana Sincan’da on binlerce yeni güvenlik personeli işe alındı. Bu durum, bölgede kişi başına düşen polis sayısını, 1989 yılında komünist rejim çökmeden önce Doğu Almanya’da bulunan polis sayısından daha fazla hâle getiriyor. Çın’ın emniyet şebekesinde her birkaç yüz metrede insanın karşısına çıkan polis kulübeleri, aralıksız devriyeler, zırhlı personel taşıyıcılar ve hemen her yerdeki kontrol noktaları dikkat çeken unsurlar olarak beliriyor. Yeni haberler, çok geniş ve giderek büyüyen yüz tanıma kameraları ağı, cep telefonu dinleyicileri, GPS izleme araçları ile Sincan sakinlerinin ve aile üyelerinin seyahat geçmişi ve dinî tatbikatlarına ait zorunlu anket uygulamalarıyla toplanmış giderek büyüyen kişisel bilgi veri tabanı ile ilişkili DNA, parmak izi, göz merceği, hatta yürüyüş biçimini bile algılayabilen tarayıcıların da bu şebekeye dahil olduğunu gözler önüne seriyor. Sincanlılara yapılan bahsi geçen anketler puanlandırmaya tabi tutuluyor: Devletin aşırılıkçılık için potansiyel bir risk faktörü olarak addettiği dindar Müslümanlar, düzenli olarak ibadet ettikleri için bu anketlerde puan kaybediyor. Sadece Uygur olmak bile bu puanlamada %10’luk bir düşüşe sebebiyet veriyor.
Uygurların kendine özgü dinsel ve kültürel pratikleri giderek sınırlandırılıyor ve yasaklanıyor. Bir zamanlar anaokulları düzeyinden üniversitelere değin müsaade edilen Uygur dilinde eğitim, şimdilerde tasfiye edilmiş durumda. Kadınların peçe takması ve başlarını örtmesi, erkeklerinse “tuhaf biçimde sakal bırakmaları”, uzun kıyafetler giymek, Ramazan ayında oruç tutmak, selâmlaşmak için “Allah’ın selâmı üzerine olsun” mealindeki Arapça ‘selâmünaleyküm’ ifadesini kullanmak, içki ve sigara kullanmamak, yeni doğan çocuklara Muhammed ve Fatıma gibi isimler vermek, hilâl ve yıldız gibi semboller takmak, dinî tedrisat almak, camiye gitmek, sade düğünler, dini düğünler, müziksiz düğünler, ölüleri gömmeden önce yıkamak, ölüleri gömmenin kendisi (ölü yakmanın aksine), türbeleri ziyaret etmek, dini tasavvufi raks, ayakları ayırarak ibadet etmek, ülke dışına seyahat etmek ve yurtdışında eğitim almak, ülke dışına seyahat etme ve yurtdışında eğitim almaya ilgi duymak, Çin dışında yaşayan arkadaş ve akrabalarıyla haberleşmek, kütüphanesinde uygunsuz bir kitap veya telefonunda uygunsuz bir içerik bulundurmak, devlet radyosunu dinlememek, devlet televizyonunu izlememek gibi davranışları Sincan’daki yetkililer artık “aşırılıkçı” olarak tanımlıyorlar. Genellikle kamusal alanda dindar görünmeyen üniversitelerin en üst düzey yöneticileri ve basın editörlerini de içeren Uygur kültürünün, akademisinin ve iş dünyasının elitleri özel olarak hedef alınmışlardır.
ÇHC yetkilileri “aşırılıkçılığı” tedavi yöntemi olarak bu politikaları destekliyor. Bununla birlikte, “aşırılıkçılığın” resmî tanımı devamlı olarak genişliyor ve yetkililer, aslında çoğu Uygur olmanın anlamı olan basit İslami kaideleri yerine getirdikleri için bu insanları yeniden eğitim kamplarına kapatıyorlar. Rian Thum’un da belirttiği gibi “Bu yeni kuralları ihlâl etmeden Uygur olmak olanaksız.” Özgür Asya Radyosu’nun elde ettiği beyanlarda yerel yetkililer belirli sayıda Müslümanı yeniden eğitim kamplarına yollamaları için kendilerine bir kota tanındığını kabul ediyorlar. Sincan’daki Komünist Parti Okulu’nda görevli Çiu Yuanyuan adlı bir bilim insanı, 2016’da yazdığı ve daha sonra internetten kaldırılan makalesinde yeniden eğitim kampları için konan bu kotaları eleştirerek, böylesine özensiz nicel yaklaşımların istenenin aksi neticeler verebileceğinden hareketle açık uyarılarda bulundu. Bu durum, aynı sırada Parti’nin de kendi içerisinde bu meseleyi tartışmakta olduğu izlenimini uyandırıyor. Adrian Zenz, Uygur ve Kazak nüfusunun yüzde 10 ila 11’inin halihazırda tutuklandığını tahmin ediyor, bazı bölgelerde kotanın %40’lara dek çıktığını ve kamp kapasitelerinin büyümeye devam ettiğini biliyoruz.
Sincan’da alınan önlemlerden bazıları ilginç şekilde kültürel olarak spesifiktir: bu Çin hususiyetlerine göre bir güvenlik devletidir. Ortak sorumluluğu on hanelik gruplara paylaştıran Çin’in geleneksel uygulaması, an itibariyle Uygur ailelerinin toptan sorumlu tutulduğu Sincan’da kısmen de olsa yeniden hayat bulmaktadır. Terör saldırılarının bazısında bıçak kullanıldığı (ve Çinliler bütün Uygur erkeklerinin bıçak taşıdığına inandıkları) için Sincan’daki yetkililer katı bir bıçak kontrolünü uygulamaya soktular: Satıştan önce, ekmek bıçaklarına bile satın alanın kimlik numarasıyla diğer bilgilerini taşıyan bir kare kod kazınmak zorundaydı. Restoran mutfaklarındaki Uygur aşçılar, yiyecekleri duvara zincirli satırlarla doğruyorlar.
Kültür Devrimi’nin yansıması olan şehir sakinlerini kırsal alanlara “indirme” uygulamasında esas itibariyle Han Çinlisi yetkili ve aydınlar, 2014 yılından bu yana belirli bir zaman dilimi boyunca Uygur ailelerin evlerinde yaşamaya gönderiliyor. 2017 yılının Aralık ayındaki “Millî Birlik ve ‘Aile Olma Haftası’” adlı bir kampanya boyunca ÇKP kadrolarından bir milyon kişi Uygurlarla birlikte yaşamak, yiyip içmek ve çalışmak amacıyla onların yanına taşınmıştı. Han Çinlisi yetkililer, tekrarlanan bu ikametlerde bir yandan küçük kardeşleri Uygurlara ev işlerinde yardım ederken bir yandan da onlara Çince öğretmeleri, Şi Cinping düşüncesi ile ilgili dersler vermeleri ve Çin ulusal marşını söyletmeleri bekleniyordu.
Sincan Genç Komünistler Birliği tarafından çekilen ve bu kampanyayı göklere çıkaran müzikli tanıtım videosunda, ayağında yürüyüş botları ve omzunda sırt çantasıyla sanki bir kamp seyahatine çıkmış gibi görünen bir Han Çinlisi, köye varıyor. Kitaplara göz atan, toza bulanmış avluları süpüren ve birlikte yemek yiyen Han ve Uygurların görüntüleri dönüyor. Vidyonun müziğindeyse bir şarkıcı, Uygurlar arasında yaşamanın Parti Genel Sekreteri Şi Cinping’in “eğitimli bir genç” olarak kırsal bir Şensi köyünde geçirdiği yılların romantik devrimci ruhunu yeniden yakalamaya yardım ettiğini anlatıyor rap tarzında.
Ne var ki Akçiy Kanlı adlı Uygur köyüne ekipler gönderen Bingtuan Radyo ve Televizyonculuk Üniversitesi’nin (BRTÜ) zaferiyle övünür tarzdaki sosyal medya paylaşımı, bu ev ziyaretlerinin etnik gruplar arasında muhabbet peyda etmekten ziyade gözetim amaçlı olduğunu ortaya koyuyordu: “BRTÜ çalışma ekibi azimlidir. Akçiy Kanlı köyünün kapağını tamamen açabilir, perdenin ardındakine bakabilir ve köye ait urların kökünü kurutabiliriz.” Bingtuan çalışma ekibinin yaptığı ziyaretlerin üzerinden birkaç ay geçtikten sonra Akçiy Kanlı’daki yetişkin nüfusun beşte biri kamplara gönderilmişti.
ÇKP’nin Müslüman azınlıkları kitlesel tecridi ve cebri endoktrinasyonu, onların kimliklerini zorla yeniden imal etmeyi hedefliyor. Dönüşüm (cuanhua) kelimesi kamplar için kullanılan Çince resmî isimlerde (jiaoyu cuanhua peishun congşin, Eğitimsel Dönüşüm Merkezi) ve “aşırılıktan arındırma” düzenlemelerinde geçiyor. Parti artık iyiden iyiye, İslâm inancını, hatta Han Çinlisi olmayan etnik kültürleri dahi türdeş bir Çin kimliği hedefine aleyhtar görüyor
Alelacele toplanmış iyi eğitimli olmayan gardiyanlar eliyle bir milyon insanı cebri endoktrinasyon için bir yere hapsetmenin ağır tehlikeleri vardır. Sincan yeniden eğitim Gulagları başka örneklerde etnik temizliğe eşlik eden yaygın işkence, tecavüz ve cinayetlerden kaçınabilse ve kamplardaki Uygurlar ve diğer Türk halkları kampların bünyelerinde yarattığı psikolojik travmalara tahammül edebilseler dahi ÇKP’nin şekillendirmek istediği küreselleşme çağına hiç uymayan Batılı milliyetçilik ideolojisi lehine Çin’in etnik çeşitliliği idare etme geleneğinden vazgeçmek ÇHC adına bir trajedidir. Nihayetinde ÇKP, Özerk Bölgeleri, Özel Ekonomik Alanları ve “Bir Ülke, İki Sistem” kavramını icat etmişti.
ÇHC, Çing İmparatorluğu’na ait emperyal geçmişten devraldığı sınır bölgeleriyle alakalı meselelerin üzerine eğilmek amacıyla siyasal ve ekonomik egemenliğin yeniden paylaştırıldığı modelleri bir zamanlar Sincan’da, Tibet’te, Hong Kong’da ve Tayvan’da yaratıcı bir biçimde denemişti. Bunu emperyal çoğulculuk, kapalı sınır ticaret bölgeleri, vergiden muaf bölgeler, serbest limanlar gibi uygulamalara dayanan siyasi fikirlerle yaptı. Kimi zaman “Sincan Sorunu” diye adlandırılan şey, daha geniş çaplı meselenin sadece bir boyutudur: Günümüz ÇHC’si farklılıklara müsamaha gösterebilecek mi? Yoksa ÇHC, Tibet Sorununu, Hong Kong Sorununu ve Tayvan Sorununu da Sincan Sorununu çözdüğü gibi çözüme kavuşturmayı mı planlıyor: toplama kamplarıyla?

Kaynak : https://falancamesele.wordpress.com/2019/04/04/sincanin-muslumanlarini-yeniden-egitmek/?fb (Yazar: James MILLWARD
Çeviren: İbrahim Tolga KARA)
 
 


Etiketler: » » » » » » » » » »
Share
1899 Kez Görüntülendi.