Son Dakika
Enes Efe DEMİRTAŞ( enesefe01.blogspot))
Öz Yurdunda Garip Olan Doğu Türkistanlı Müslüman Türkler
Küçücük bedenine, yetişkin bir insanın bile taşıyamayacağı acıyı sığdıran çocukların olduğu yer…
“Çocuğum bir an olsun gözümün önünden ayrılınca ödüm kopuyor” diyen bizlerin, çocuklarına hasret kalan annelerin yaşadığı yer.
Meslek eğitimi adı altında insanların tutsak edildiği, insanlığın yerle bir olduğu yer: Doğu Türkistan.
Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz ırk ve inançlarından dolayı toplama kamplarında yıllardan beri işkence çekiyor. Bebekler öz annelerinden koparılıp kamplarda asimile ediliyor. İnsan haklarını ayaklar altına aldıkları yetmezmiş gibi, buna her geçen gün bir yenisini daha eklemekten geri durmuyorlar.
Sarı saçlı, mavi gözlü olmadığı için Avrupa’nın dikkatini çekmeyen çocuklar, birer birer annesinden, oyuncaklarından, vatanından ayrılmak zorunda bırakılıyor. Arkadaşlarıyla mahallede oyun oynayacak yaştaki çocuklar, toplama kampında birbirine teselli verirken buluyorlar kendilerini. Dört duvar arasında özgürlüğü kısıtlanmış bir şekilde yaşamak için direniyorlar.
Çin, iskan politikasını uygulayarak Uygur Türklerini olabildiğince etnik kökenlerinden ve yaşam tarzlarından uzaklaştırmanın peşinde.
Doğu Türkistan ibaresini ortadan kaldırmak ve kendi politikalarını dikte etmek için inanılmaz bir mücadele veriyor. Bunu yaparken kendi vatandaşını Doğu Türkistanlı aileyle aynı yatak odasına koyacak kadar haddi aşıp iğrenç tekliflerde bile bulunabiliyor.
Üstad Necip Fazıl’ın “Öz yurdunda garipsin öz vatanında parya” deyimi, Doğu Türkistan’da bu yaşanılanları apaçık ortaya koyuyor. Bugüne kadar 35 milyon Uygur insanı zalimce katledildi. Yaklaşık 3 milyona yakın insan da toplama kamplarında zorla alıkonuluyor.
Batı,Hayvanlara Gösterdiği İlgiyi Müslüman Doğu Türkistanlılara Göstermiyor
Batı’da kedi ve köpeklere gösterilen muamelenin yüzde biri Doğu Türkistan’daki insanlara gösterilmiyor. Maalesef bir hayvan kadar değer verilmiyor onlara. Oradaki insanların haykırışları uyanmamıza yetmiyor. Bizler derin bir uykudayken insanlık ölüyor, mazlumlar yurtlarından çıkarılıyor. Evladını bir kere görmek için her şeyini düşünmeden feda edebilecek annelerin sayısı, her geçen gün artıyor.
Uygur Türkü bir çocuk, İstanbul’daki Çin Konsolosluğu önünde “Sizin vicdanınız yok mu? Sizin çocuklarınız yok mu? Siz niye böyle yapıyorsunuz? Benim babam ve kardeşim nerede? Kardeşimi 4 senedir görmüyorum.” diyerek ağladı. Bu sadece binlerce çocuktan birinin feryadı…
Annesine kavuşmak için soluksuz koşabilecek kadar güçlüyken onu çaresizliğe ve yalnızlığa terk edenler yüzünden haykırmaktan başka elinden bir şey gelmeyen bir çocuk.
Yaşanılan hadiseleri düşündükçe dertlerimizin ne kadar saçma olduğunu, asıl bunları dert etmemiz gerektiğini soğuk bir rüzgar gibi suratımıza çarptı. Dert ettiklerimiz, Dert etmeye değecek kadar kıymetli olmalı.
Çocukluğu ellerinden alınmış onca çocuk, hayal kurmayı dahi hayal edemeyen onca insan ve bunu kendi kardeşine değil de yabancı bir birisine yapılmış gibi tepkisiz kalan Müslüman. Biz sadece kınamakla yetiniyoruz.
Dünyanın Uygur Soykırımına Karşı Anlaşılmaz Kayıtsızlığı
Bugün Doğu Türkistan’daki zulme başını kuma gömüp ses çıkarmadan yaşayan ama bir ağaç kesildi diye etrafı talan eden, bir hayvan öldü diye yaygara koparan sözde entelektüel insanlar, neden onca Müslüman eziyet görürken, bebekler kendi ırkından yabancılaştırılırken, hamile anneler el konulup kısırlaştırılırken üç maymunu oynuyorlar. Mazlumun yanında olmayı sadece İslam’ın emrettiği bir şey sanan tipler var. Bu sadece Türklük veya Müslümanlık davası değildir. Bu her şeyden öte insanlık davasıdır. Ama insanlığını Müslümanlar için kullanmayıp çifte standart uygulayanlarla ölene kadar kutuplaşacağım.
Biz onları kendi insanlıklarıyla baş başa bırakalım. Peki biz, bize ne oldu da bu kadar hissizleştik. Bize ne oldu da kardeşlerimizin çığlıklarını duymayacak kadar sağır olduk. Niçin kendi özümüze bu kadar yabancılaştık! Sağına soluna bakmadan benim yüzünden böyle oldu diyebilecek babayiğit var mı içimizde?
Başkalarına suç atmak dünyanın en kolay işi. Çünkü başkalarının yaptığı günahları duvara asıp her hatasında yüzüne çarpmak, kendi yaptığı hatayı ise oldukça minimalize ederek yaşamak tam bir suçluluk psikolojisidir. Saatlerce başkalarını suçlayabiliriz.
Uygur Soykırımını Başkalarını Suçlayarak Geçiştirmek
Peki bu bize ne kazandıracak. Başkalarını suçlayarak yaşamak neyi değiştirecek?Vicdanımızı rahatlatmak için cevaplar arayıp duymamazlıktan gelmeye ve yaşantımıza öylece devam ediyoruz.
Oysaki Doğu Türkistan dinleyenler için ne de çok şey anlatıyor bizlere. Bugün mesele sadece Doğu Türkistan meselesi değil. Ondan kasıt İslam alemidir. İslam alemi sessiz kalıp kınamakla yetinirse, sadece adres değişir zulüm değişmez. Doğu Türkistan gider başkası gelir. Müslümanlara yapılan bu zulüm ilk değil ama bizim bu konudaki tavrımız ve hassasiyetimiz zulmü durdurabilir ve belki de bir daha yaşanmasını engelleyebilir.
Yıllarca doktorlar kanayan yaraya yapılan ilk yardımın hem yaranın hem de vücudun geleceği için çok önemli olduğunu, yanlış bir hamlede enfeksiyona yol açıp tüm vücuda zarar verebileceğini söylüyor ve biz de kılı kırk yarıp titizlikle hareket ediyoruz. Olması gereken de bu zaten.
Peki, bir yaraya gösterdiğimiz aynı hassasiyeti niçin ümmetin kanayan yarası, davamız için çok önem teşkil eden Doğu Türkistan için göstermiyoruz? Yarayı görmezden gelmek olur mu hiç? Yaptığımız ibadetlerin bizi kurtaracağını düşünüyorsak fazla hayal dünyasına kapılmadan gerçeklerle yüzleşmemiz gerek. Bizi kurtaracak olan ikili ilişkilerimiz ve bu tür olaylarda göstereceğimiz tavır ve hassasiyetlerimizdir.
“Müslümanalar Birbirlerini Sevin ve Mazlum Kardeşlerinize Acıyın !”
Bu mesele en az bizim ibadetlerimiz kadar önemlidir. Zira rehber edindiğimiz Hz. Peygamber (s.a.v) “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” buyuruyor.
Peki, buradaki çelişki nedir? Bizler mümin mi değiliz, yoksa hadiste mi bir sıkıntı var. Kendimizi müminlikten daha ziyade cennetin en güzel yerinde hayal eden bizler, Doğu Türkistan için acı çekiyor muyuz?
Doğu Türkistan’daki kardeşim ağlarken ben gülemem diyebiliyor muyuz? Oradakinin ayağına diken batsa bizim yüreğimiz sızlıyor mu? Başımızı yastığa koyduğumuzda uykularımız kaçıyor mu? Oradaki kardeşlerim ne yapıyor diye düşünmekten kafayı yeme derecesine geliyor muyuz?
Doğu Türkistan özgür olmadıkça Kudüs, Filistin, Yemen hatta İslam alemi özgür olamaz diyebiliyor muyuz?
Çin malı ürünleri evime ve işyerime sokmuyorum diyebiliyor muyuz?
Zulmün yıllarca devam etmesi, düşünüp düşünmediğimizi açıkca ortaya koyuyor. Anlaşılan o ki Doğu Türkistan’da kardeşlerimizin ellerine ve ayaklarına bağlı olan zincirler, aslında bizim ellerimize, bedenlerimize ve en çokta yüreklerimize bağlı. Onlar bu zulümden Allah’ın izniyle elbet bir gün kurtulacaklar. Peki biz, zihnimizi işgal etmiş prangalardan, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın gibi umarsız düşüncelerden nasıl kurtulacağız.
Herkes sorumluluğu üzerine almalı ve o yarayı birlikte sarmalıyız. Öğrenci çalışmalı, öğretmen anlatmalı, esnaf abim uyanık olmalı devlet de bekasını göz önüne alarak ümmetin sorunlarına çözüm yolları aramalı. Okuldaki arkadaşım, mahalledeki esnaf amcam, yan komşum ve daha niceleri Doğu Türkistan meselesi hakkında bir fikir üretmeyi bırak meselenin daha iç yüzünü bilmiyorsa, bu bizden dolayıdır.
Kendi aramızda Doğu Türkistan meselesini konuşup çözüm yolları arasaydık arkadaşım davasından habersiz hareket eder miydi? O halde esnaf abim için hayıflanmaya ve sınıf arkadaşım niçin olanlardan habersiz diye timsah gözyaşları dökerek Müslümanlık nereye gidiyor diye üzülmeye gerek yok. Yağmurun yağacağı bulutlardan belli olurmuş. Zalimler hiç bu kadar katı kurallar alıp zulmünü arttırmamıştı. Meselenin en başında tepkisiz kalan ben ve sen zalime adeta yardımcı olduk. Ona yollar gösterdik.
Müslüman Asla Karamsarlığa Kapılmamalı !
Ama Müslüman asla karamsar olup ümitsizliğe kapılmamalı. Geçmişten ders alıp bir yol haritası çizmeli ve hemen hareket etmesi gerekir. Çünkü vakit, hiç olmadığı kadar kısa.
Doğu Türkistan ve diğer İslam beldelerinde zulmün bir an önce bitmesi, Çocukların anne ve babasının dizinin dibinden ayrılmadığı, Uygur Türklerinin hakları olan insanca yaşadığı bir toplumu inşa etmek her birimizin görevidir.
O halde görevimizi en iyi şekilde yapmak için çalışma vakti.
BENZER HABERLER