Son Dakika
Yazı şu satırlarla devam ediyor : ” Çin yönetimi bütün açık ve net kanıtlara rağmen uluslararası toplumun Toplama Kampları suçlamalarını sürekli reddederek yalanlıyor. Aksine, bu kampların Uygurların “Yeniden Eğitilerek Mesleki Beceriler Kazandırıldığı Merkezler” olduğu öne sürüyor. 2. Dünya Savaşı’nın sonunda Nazilerin Yahudileri hapsettikleri korkunç Toplama kampları ortaya çıktığında Nazi doktorların, dünyayı şok eden toplama kamplarında Yahudiler ve diğer etnik azınlıklar üzerinde insanlık dışı deneyler yaptıkları anlaşıldı. Ancak benzer bu insanlık dışı tıbbı deney uygulamalarının bugün Çin’in işgalindeki Doğu Türkistan’da kurduğu Toplama kamplarında gözaltında tuttuğu Uygurlar ve diğer siyasi tutsaklar üzerinde devam ettirdiği öne sürülüyor.
Batılı Uzmanların tahminlerine göre, Pekin’in uzak Kuzeybatısında yer alan Uygur bölgesinde yıllardan beri kesintisiz olarak uyguladığı baskı ve zulüm kampanyaları ile bu Toplama Kamplarında 1-2 milyon arasında Uygur ve diğer azınlıkların bu devasında tesislerde hukuksuz olarak hapsedildiği bildiriliyor.
Uluslararası Af Örgütü(Aİ)Raporları Canlı Deney İddialarını Doğruluyor
Uluslararası Af Örgütü’nün bir raporunda, Kamplardan kurtulan eski mahkumların, tıpkı Naziler döneminde olduğu gibi, rızaları olmadan tıbbi deneylere tabi tutulduklarına dair açıklamaları bu iddiaların gerçek olduğunu ortaya koyuyor.
Uluslararası Af Örgütü İngiltere CEO’su Sacha Deshmukh, The Sun Online’a şunları söyledi:
“Uygur halkının Uygur Bölgesi kamplarında maruz kaldığı muamele korkunç ve asla kabul edilebilecek bir uygulama değildir. Tutuklular arasında bulunan Uygur Kadınların üzerlerinde zorla kısırlaştırmaya yönelik yöntemlerin uygulandığına dair yaygın bir inancın olduğunu biliyoruz ve rıza olmaksızın diğer tıbbi deney biçimleri hakkında da endişelerimiz olduğu kesin. Kendi araştırmamız, aşı uygulamasıyla ilgili hükümet belgeleri ve özellikle bazı tutuklulara aşı enjekte edildiğini bildiren endişe verici şekilde bizde ciddi şüpheler uyandırdı.
Çin oldukça gizli totaliter bir devlet olduğu için hesapları doğrulamak mümkün değil, ancak bir takım iddialar birbiriyle örtüşüyor gibi görünüyor. Onaylanırsa, bu, kısmen Nazilerin insanlığa karşı suçlarının ardından hazırlanan uluslararası hukukun doğrudan ihlali olacaktır.
Uygur bölgesinde(Sincan’da) neler olup bittiğini kesin olarak ortaya çıkarmanın tek doğru yolu, Çin yönetiminin insan hakları gözlemcilerinin ve gazetecilerin bölgeye sınırsız erişimine izin verilmesi ile ancak mümkün olabilecektir. Bu iddialar teorik olarak yerinde bizzat kanıtlanıncaya kadar bu iddiaları herhangi bir şekilde inkar sadece boş bir söylemden ibaret olacaktır.
Çin’in Toplama Kampı Mağdurlarının Anlattıkları
Çin’in Uygur bölgesindeki toplama kamplarından kurtulmayı başaran bazı erkek eski tutukluların Çin’in üzerlerinde denedikleri bazı tıbbı deneylerin sonuçları yan etkileri hakkında şunları anlattılar : ” Kampta görevli Çinli doktorların bize zorla yaptıkları bilinmeyen iğneler ve zorla içirdikları haplardan sonra bizlerde hafıza ve görme kaybı oluuşuyor ve sürekli olarak uykusuz kalma(Uyuyamama) sorunları yaşıyorduk.
2020 yılının başlarında Çin’in Covid-19 salgınının zirvede olduğu sırada, orta yaşlı bir Uygur kadın Associated Pres(AP) Haber Ajansına şunları anlatmıştı : Çin polisleri beni gözaltına aldıktan sonra beni diğer Uygur tutukların bulunduğu bir Toplama Kampına kapattı. Buradan çok kalabalık başka tutuklularla çok dar ve sıkışık bir hücreye kapatıldım. Mecalsiz ve zayıf durumda olduğum belli ise Çinli Kamp Doktorları bana mide bulantısı hissi veren ilaçları zorla içirdiler. Bizi izleyen Kamp Gardiyanları bizim bu durumumuz karşısında irkildiklerine yutkunarak seyrettiklerine şahit oldum. Kaldığımız koğuş ve hücreler haftada bir kez dezenfekte edilmek için boşaltılıyordu. Biz tutukluları dışarı alıyorlar ve çırılçıplak soyunmamızı ve bu halde kalmamızı emrediyorlardı. Gardiyanlar bizleri izlerken utancımızdan yüzümüzü bir şekilde kapatmak zorunda kalıyorduk.
AP. Muhabirine telefon ile açıklamalarda bulunan bir diğer Uygur kadının anlattıkları şöyle : ” Ülkemdeki yakınlarımın zarar görmemesi için kimliğimi söyleyemeyeceğim. Kampta bana yapılan meçhul iğneler ve zorla içirilen haplardan sonra ellerimde yaralar oluştu ve cildimin derileri tamamen soyuldu. Ben mahvolmuştum. Bazı Hemşireler bana gizlice zorla içirilen bu hapların çok tehlikeli olduğunu ve onları almamam gerektiğini söylediler.Ama ben buna nasıl direnecektim ki ? İçmekten başka çarem yoktu.” nasıl şeklinde konuş
Doğu Türkistan’daki Bir toplama kampında Öğretmen iken, tutuklulara yapılan baskı ve işkencelere dayanamayarak Kazakistan’a kaçan 45 yaşındaki Kazak asıllı Çin Sayragül Sacutbay kızının anlattıkları ise çok korkunç ve endişe verici idi.
İsrail merkezli Haaretz gazetesine konuşan Savutbaykızı şunları anlatıyor : ” Görevli olduğum kampta Çinlilerin tutukulu insanlar üzerinde yaptıkları tıbbi deneylere tanık oldum. Çinli Gardiyanlar tutuklulara zorla bazı meçhul hap yutturuyor ve bilinmeyen iğne yapıyorlardı. Bunların Kamplarda kalan bizlerin sağlığımızı korumak ve hastalıkları önlemek olduğunu iddia ediyorlardı. Bazı Hemşireler ise insanı duygularını dışa vuruyor ve bazı güvendikleri tutuklulara bu haplar ve iğneler tehlikelidir. Kabul etmeyin diye ikaz ediyorlardı. Ama,tutukluların bunu kabul etmemesi ve direnmesi mümkün değildi. Çaresizdiler. Ben tutuklulara zorla verilen hap ve iğnelerin yasaklandığını okumuştum. Batı kaynaklı tıp otoriteleri ise bunun çok tehlikeli olduğunu açıklamışlardı. Almanya, İsviçre, ABD ve diğer ülkelerde yüksek düzeyde toksin ve kanserojen içeren bu ilaçların kullanımı yasaklanmıştı. Çin’in zorla içirdiği hapları alan tutuklular üzerinde farklı etkileri oldu. Bazı mahkumlar hafıza kaybına uğradı ve unutkanlık yaşamaya başladılar. Kadın tutuklular ise regl olmuyornlardı. Erkekler ise bu yapılan tıbbı müdahaleler sonucu kısırlaştırılıyordu. ”
Uygur Tutukluların Organların Çalınarak Satılması ÇKP Üst Yönetiminin Emridir
Geçtiğimiz 10-13 Ağustos tarihlerinde Londra’da 2.celsesi yapılan ve Başkanlığını uluslararası ceza Mahkemesindeki yansız ve adil tutumu ile tanına ve adalete yaptığı hizmetlerden dolayı şövalye ilan edilen İngiliz Hukukçu bilim adamı Prof.Dr. Sir Geoffrey Nice’ye ifade veren bazı Kamp mağdurları Çin yönetiminin bazı tutuklu ve hükümlülerin hayattayken organlarının alındığı sonucuna vardıklarını açıklamıştı. Mahkeme’de tanik olarak ifade veren Uygurlar ve hukuk uzmanları , Çin yönetiminin tutuklu mahkumların “bedenlerinin – varlıklarının fiziksel bütünlüğünün tahrip ettiklerini onlar canlıyken böbreklerinin, karaciğerlerinin, kalplerinin, akciğerlerinin, kornealarının ve derilerinin zorla alındığını ve Çin yönetiminin bu organları normal bir meta halinde satıldığını açıkladılar. Ayrıca, Mahkeme heyeti bütün bu iğrenç ve çarpık tıbbı operasyonların ÇKP üst yönetimlerinin bir emri olduğunu tutuklu ve mahkumların organlarının zorla çıkarılması ve vücutlarının kesilerek bir ticari mal haline getirilmesinin Çinli Doktorlarca talimat ile yapıldığını belirtiyor. Bu insanlık dışı tıbbı operasyonlarla sayısız masum insanın öldürüldüğü ve sakat kaldığını sonucuna varmıştır. “ifadelerini kullanmıştır.
Londra Merkezli Uluslararası Af Örgütü’nün İngiltere Direktörü Sacha Deshmukh şok sözlerine şöyle devam ediyor . ” İnsan hakları örgütü, Çin’in Toplama Kamplarından kaçan ve bir şekilde kurtulmayı başaran canlı Tanıkların şok edici ifadelerine ulaşmıştır. Tanıkların ifadelerinde, mahkûmlara esrarengiz iğnelerin zorla yaptırıldığını ve kanlarının zorla alındığını bildirmişlerdir. Doktorların, enjeksiyonların ne olduğu konusunda gergin oldukları veya mahkumların bu yöndeki sorularını ise bunun birer aşı olduğunu ifade etti. Tanıklar bu hap ve iğnelerin bazılarına her 10 ila 15 günde bir verildiğini ve daha sonra onların kan örnekeleri ve diğer tıbbı numunelerin alındığını ifade etmiştir. Af Örgütünün yayınladığı Raporda şu ifadeler yer aldı: “Çin’in Hükümet belgeleri tutukluların aşılanmalarının gerekli olduğunu belirse de, bazı tutuklulara sık sık bilinmeyen aşılar yapıldığını açıklaması şüphelidir. Birkaç eski tutuklu, kendilerine her 2-3 haftada bir iğne yapıldığını ya da zorla mavi renkli haplar içirildiğini söyledi. Kamplardan kurutulanlardan biri ise şu çarpıcı bilgileri paylaştı : ” Kampta kendilerine iğne yapılan bazı tutukluların daha sonra son derece mutlu veya sarhoş olmuş gibi idiler.
Çin’in Uygur bölgesinde yaşayan Türklere yönelik Hitler Nazizminin benzeri biyolojik deneyler uygulamalarının deşifre edilmesi ve uluslararası medyada yer almasından sonra Çin yönetiminin bu insanlık dışı biyolojik deneylerine karşı tepkiler gelmeye başladı. Bu konudaki insanı rahatsız edici bulguların ortaya çıkmasından sonra ilk tepki İngiltere’den geldi. İngiltere merkezli Birmingham Queen Elizabeth Hastanesi Nefroloji ve Organ Nakli Bölümü’nden Dr. Adnan Şerif Çin’den organ nakli araştırma bulgularının kurumsal internet sayfası ve diğer yayın organlarında yayınlanmamasını ve Çin’in bu konuda boykot edilmesi çağrısında bulundu.
Dr.Şerif British Medical Journal adlı bilimsel dergide yazdığı makalesinde şunları ifade etti : ” Çin’in Müslüman Uygurlar üzerinde biyolojik deneyler yaptığı yolunda V ortaya konulan kanıtlara dayalı inandırıcı iddialar bulunmaktadır. Bu iddialara karşı aksi yönde bir kanıt sunulamaması halinde bu iddiaların doğruluğuna inanmakta haklı oluruz. Çin’in bu konudaki deneyleri uluslararası hukuk ve etik normlarına göre Çinli doktorların suçlu ilan edilmelerine tamamen uygundur. Etik olmaması halinde dahi etik olmayan şekilde Uygurların organlarının zorla çıkarılması ve başkalarına nakledilmesi iddiaların araştırılmamasının kendisi esasında etik değildir.” dedi.
Dr.Şerif yazısını şöyle sürdürdü : ” “Bir çok tıbbı dergiler ile uluslararası medya Çin yönetiminin idama mahkum ettiği kişilerin idamdan hemen sonra organlarının derhal çıkarılarak başkalarına nakletmek gibi bilinen bir uygulaması var. Ancak,Çin bütün bu organ çıkarılması ve ticare meta olarak satıldiği yolundaki bu iddiaları sürekli reddediyor. Ayrıca, mahkumların organlarının çıkarılması, satılması ve organ nakli konusunda Çin’de araştırma yapılması talepleri devamlı reddeden bir a politikaları zaten mevcut. Çin yönetimi 2000-2017 yılları arasında Çin genelinde yapılan 445 nakli ile ilgili araştırmanın % 90’ından fazlasının bu politikalara uymadığı, araştırmacıları ve tıbbı dergileri ” suç ortaklığı ve ahlaki tehlike” olarak uyardığı tesbit edilmiştir. Çin’in Uygur Müslümanlarına karşı Biyometrik yüz tanıma sistemi ile onları sürekli gözeten ve kontrol altında tutan uygulamaları Çin yönetiminin sınır tanımayan şekilde öncülüğünü yaptığı bir başka uğursuz uygulama ve gelişmedir. Müslüman Uygurlar özellikle bu uygulamalarda “deneme yatağı = Denek Ambarı ” olarak tanımlanmıştır.”
BENZER HABERLER