Son Dakika
Ufuk COŞKUN
Türklerin yaşadığı yer anlamına geliyor “Türkistan.” Mazisi çok eskilere dayanır. Bilindiği gibi Uygurlular, Türk kavimleri arasında ilk yerleşik hayata geçen, ilk alfabeyi kullanarak diğer Türk kavimlerini etkileyen, ilk kâğıdı ve ilk matbaayı kullanan bir kavimdir.
Yüzölçümü 1.828.418 kilometrekaredir. Bunun üçte birini çöller, 90.000 kilometrekaresini ormanlıklar geri kalanını tarıma elverişli topraklar ve dağlık bölgeler teşkil eder. Ülkenin orta kısmında coğrafyayı boydan boya kesen Tanrı Dağı silsilesi bulunur.
Çin işte böyle bir coğrafyayı 1949 yılından bu yana işgal altında tutuyor. Orada tarihin en büyük etnik ve dini kıyımlarından biri gerçekleşiyor. Doğu Türkistan’ın kırsal kesimlerinde etrafı yüksek duvarlarla çevrili inşaatlar devam ediyor.
Nazi ve Belene Kamplarını aratmayacak uygulamalar…
1 milyon civarında Müslüman Uygur Türkü, Çin yönetimi tarafından “terörizmle mücadele” gerekçesiyle “yeniden eğitim kampları” olarak adlandırılan, gerçekte Nazi Kamplarını aratmayacak vahşilikte tecrit ve baskı ortamlarında zorla tutulmakta, gözaltı işkence ve kötü muameleye maruz bırakılmaktadır.
Çin’in Uygurlara yönelik insan hakları ihlallerine dikkat çeken hemen her türlü paylaşım anında müdahale edilmektedir. Yeni Dünya Dergisi bu vahim meseleye geniş yer ayırmış.
Bu bölgenin aynı zamanda zengin yeraltı kaynaklarına sahip olması da ayrıca üzerinde durulması gereken bir konudur.
Doğu Türkistan, coğrafî olarak çöl ve duvarın arasında kaldığı için Çin’in dışarıya açılan tek kapısı olma rolünü taşıyor. Bu yüzdendir ki Uygurlar, sürekli tehdit altında oldu.
Doğu Türkistan’da yeraltı kaynaklarının keşfiyle de çok daha büyük bir tehdit altına girdi. Yapılan araştırmalara göre Doğu Türkistan’da 2.2 trilyon ton kömür rezervi, 20.9 ton petrol ve 10 trilyon metreküp doğalgaz rezervi olduğu düşünülüyor.
Ek olarak yapılan araştırmalarda bulunan altın ve diğer değerli madenler bölgeye olan ilgiyi kat kat arttırdı. Çin yönetimi, sistematik bir işgal ile içeride tüm Çin politikalarına razı bir Uygur halkı oluşturmaya çalışıyor.
Çin, 1949 yılından bu yana yürüttüğü politikalar ile Doğu Türkistanlıları asimilasyon ve etnik temizliğe maruz bıraktı. Öyle ki, katledilen Türkistanlıların sayısının 35 milyon gibi rakamlara ulaştığı belirtilmektedir.
1949-1952 yılları arasında 2 milyon 800 bin, 1952-1957 yılları arasında 3 milyon 509 bin, 1958-1960 yılları arasında 6 milyon 700 bin, 1961-1965 yılları arasında da 13 milyon 300 bin kişi ya Çin ordusu tarafından öldürülmüş ya da rejimin politikaları doğrultusunda oluşan kıtlık sonucu hayatını kaybetmiştir.
1965’ten sonraki katliamlarla birlikte, öldürülen Doğu Türkistanlı sayısı 35 milyon gibi inanılmaz bir rakama ulaştı. Doğu Türkistan’da meydana gelen insan hakları ihlâlleri zaman zaman kimi insan hakları örgütleri tarafından dillendirilmiş olsa da, bu girişimler yaşanan zulmün engellenmesinde etkili olamamıştır.
Uygur Türkleri şiddetli olarak yürütülen bir nüfus planlamasına da maruz kalmaktadırlar. Uygur Türklerinin nüfusu Çin’in genel nüfusuna oranla %1,5 civarındadır. Çin devleti Doğu Türkistan’da yaşayan ve azınlık olan halkı doğum kontrolü adı altında, büyük-küçük demeden öldürmeyi planlamaktadır
Türkiye’de bu katliama dikkat çekmek için yürüyüş yapan Erşidin Erkin, “Sakallıysanız otobüs, camiler ve ibadet yasak. Kardeş aile projesi adı altında her Uygur evine bir Çinli yerleştiriyorlar. Bu kişi evin reisi gibi davranıp, her istediğini yapıyor. Ayaklarını yıkatıp, kadınlarımıza kızlarımıza sarkıyor. Sonra da devlete rapor veriyor. Bir çocuktan fazlası yasak. Tespit edildiğinde kadınlarımıza narkozsuz kürtaj yapıyorlar” diyerek orada yaşanan zulme dikkat çekmişti.
Uluslararası kuruluşların tüm bu raporlarına rağmen tüm dünya, Doğu Türkistan’daki katliama gözlerini kapamış durumda. Türk Devletleri de yıllardır süren bu zulme karşı herhangi bir adım atmıyor.
Astana’da gerçekleştirilen Türk Dünyası zirvesinde Doğu Türkistan’a sahip çıkılmaması da ayrıca üzücü bir durumdur. Nazi kamplarından daha ağır şartlarda kalan Doğu Türkistanlıların katlediliyor olmasına itiraz edilmesi bugün vicdanlı herkesin üzerine düşen bir sorumluluktur.
Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu 2017 yılında Çin’de mevkidaşı Vang Yi ile bir araya geldiği bir ziyarette şöyle demişti.
“Çin’in güvenliğini kendi güvenliğimiz gibi görüyoruz. Gerek ülkemizde gerek bölgemizde Çin’e yönelik hiçbir olumsuz faaliyete izin vermiyoruz.”
Bu yaklaşımların, sessizliğin, arka planını uluslararası dengeleri, Çin ile yapılan anlaşmaları vs farkındayız.
Lakin ben tüm bunlardan ayrı olarak oradaki zulmün durması için gerek medyaya gerek aydın kesimine büyük sorumluluklar düştüğünü ifade etmeye çalışıyorum. Ne yani Çin ile bilmem kaç milyar dolar anlaşma yaptık diye orada yaşanan zulme sessiz mi kalalım ?
Etiketler: Çin » Din » Dünya » etnik Çatışma » Genel » Görüş Yorum » insan hakları » kÖŞE YAZARLARI » Makale Analiz » Siyaset » SoykırımBENZER HABERLER