logo

trugen jacn
08 Kasım 2014

ÇİN’DE SELEFİLİK VE SUUDİ BAĞLARI

 

Muhammed Es Sudairi

Selefilik ya da Selefiyye, doktrinel ve entelektüel bir İslami akımdır. Hz. Muhammed’in zamanında ve ölümünden sonraki üç nesil boyunca yaşamış Müslümanlar olan Selef-i Salihin (Ehl-i Sünnet ve Cemaat’in ilk rehberleri)’nin öğretilerine geri dönmeyi esas alır. Genellikle kökenini ortaçağ âlimlerinden Ahmet bin Hanbel ve İbni Teymiye’nin çalışmalarından aldığı söylenir. Selefilik Kur’an ve Sünnet’in (Peygamber’in söylediği ve yaptığı şeyler) doğru okunmasına ve Bid’at’tan (yenilik) ve inanca karşı gelen davranışlardan uzaklaşılmasına dayanan daha sahih bir dini yaşantı oluşturmayı amaçlar.

Bu akım ayrıca İslam’ın ilk yüzyıllarında ortaya çıkan Sünni mezhebi geleneğinin belli boyutlarda reddetmektedir. 18. Yüzyıldayeniden canlanan Sünni geleneğe dayanan görece modern bir olgu olarak, geleneksel Müslüman otoritelerin; yeni, modernist söylemlerin yayılmasındaki yetersizliklerinin yanısıra, dâhili ve harici engellerle savaşmak konusundaki eksiklikleri de söz konusu. Selefilik, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında birçok Müslüman toplumda geniş bir takipçi kitlesine ulaştı. Yayılmasında Suudi Arabistan’ın etkisi büyüktür. Arabistan’da 18. Yüzyılın ortasındaki dini uyanışta,Selefilik’in kendine özgü bir şekli oluştu ve yayıldı. (bu anlatı genellikle onları küçük düşürmeyi amaçlayan, kurucusu Muhammed bin Abdülvahhab olan Vahhabiler tarafından ifade edilmektedir.) Özellikle 1924-25’te Mekke ve Medine’yi topraklarına kattıktan sonra ve daha sonra ülkeye giren petrol zenginliği sayesinde dini otorite ve üniversiteler, hayır kurumları, çeşitli örgütleri ve kitle iletişim araçlarını içeren birçok kurum, bu akımı küresel olarak yaymak için devletin maddi yardımlarıyla teşvik edildiler.

Çin’in Hui etnik grubu arasında, Suud etkisindeki Selefilik, neredeyse bir yüzyıldır görülmeye devam etmektedir. Arda kalan fikirlerin diğer mezhep ve akımları etkilemesi dışında, en bariz tezahürü Selefi mezhebinde bulunmuştur. Selefilik, Çin’de dindar cemaat içinde küçük bir azınlık oluşturmuştur. Kuzeybatı ve Yünnan boyunca küçük kümeler haline toplanmış ve “Suudi” kıyafetleriyle özdeşleştirilmiş Selefiler geniş Çinli Müslüman cemaatin içerisindeki ideolojik muhalifleriyle mücadele etmekte ve onlardan korkmaktadırlar ve zaman zaman bu mücadele mezhep çatışmasına dönüşmektedir.

Since the 1990s, and particularly following 9/11, the Chinese state has placed the Salafi community under close surveillance, fearing that its close connections with Saudi Arabia as well as presumed Uighur Salafi networks, not to mention the sect’s considerable growth over the past few years (attracting not only other Hui, but increasingly Han as well), might herald political and religious violence in the future. These security concerns have only abounded with the rising specter of the Islamic State and the appearance of a few Chinese fighters in the ranks of the contending Islamist groups in Syria and Iraq.

Çin’deki Selefiliğin Tarihsel Kökenleri

14. yüzyılda Yuan Hanedanlığı’nın dağılmasından beri görece olarak tecrit edilmiş olsalar bile Hui Müslüman cemaatleri, ve özellikle Çin’in Kuzeybatısı’ndakiler, Müslüman dünyanın diğer kısımlarından yayılan dini ve entelektüel etkilere oldukça açıklardı. Sufi tarikatları farklı soylardan, (Khufiyya veya Jahriyya gibi) farklı türbelerden veya teamüllerden geldiği aşikâr olanlar ile birleştirerek güçlendirme çabasında olduğu kadar; Nakşibendîlik, Kadirilik gibi çeşitli Sufi tarikatların 17. yüzyılda Ming hanedanlığının sonları ve Qing hanedanlığının başlarında yayılması, her şeyden önce Orta Asya ve Yünnan aracılığıyla Hac ve karayolu ticaret ağına dayanan bu geçirgenliğin göstergesidir. Beklenildiği üzere, Selefiliğin (veya başlangıçta Vahhabilik fikrinin) Hui arasında yayılması geç 19. yüzyıl ve erken 20. yüzyıl modelini takip etti.

Cumhuriyet dönemi boyunca, Vahhabilik. Çin’de din değiştirme yoluyla birçok mümin kazandı. Bu özellikle, buharla çalışan gemiler gibi yeni ulaşım araçlarının çoğalması sayesinde, öncelikli olarak Müslüman hacıların Hicaz’a gidip gelmelerinin gitgide artmasının sonucu olarak, olanaklı hale geldi. 1937’de (ülkedeki Japon istilasının hemen öncesinde) söylenenlere bakılırsa, 170’ten daha fazla sayıda Hui, Şanghay’dan, Mekke’ye giden bir buharlı vapura bindi. Bunun 1930’larda Çin’de Vahhabi edebiyatının gözle görülür bir şekilde geçerlilik kazanmasından; bilge Ma Tong tarafından gözlenen Sufi Şeyhleri’ni de kapsayacak şekilde, hareketi kötüleyenlerin ve küçümseyenlerin, üst düzeyde bir dönüşüme gitmesine uzanan geniş yelpazede, elle tutulur etkileri oldu.

Bu bağlamda, resmi olarak ilk beyan edilen Selefilik mezhebi Çin’de oluştu ve ilginç bir şekilde, çoğunlukla Yihewani hareketinin püriten değerlerinden ve daha sonra Vahhabilik’i ortaya çıkaracak olan inançlarından ayrılmasına bir tepki olarak doğdu. Açıkça bir Selefizmin kurucusu ve yayıcısı genellikle Ma Debao (1867-1977) olarak tanımlanır. Ma Debao aslen Kuzeybatı boyunca çeşitli camilerde resmi görevini yerine getiren bir Yihewani müritidir. Selefilikle ilk karşılaşmaları, Vahhabi ilkeleri öğretmek için Xining, Qinghai’da yaşayan ve muhtemelen Arap olan bilgeyi ziyaret ettiği sıralar gerçekleşti. Bu yeni doktrine maruz kalmak, görüşlerini yeniden bir değerlendirme altına almasına neden oldu. Hem de entelektüel dönüşümü yalnızca 1936’da Hacca gitmek için ayrıldığında oluşmasına rağmen. Bu dönüşüm, zamanının çoğunu Selefi Dar Al-Hadith okulunda harcadığı dönem gerçekleşmişti.

Ma Debao’nun, 1937’de Çin’e döndüğünde yaptığı ilk iş, heyecanlı bir şekilde bu öğretileri yaymak, kendi merkezi olan Linxia, Gansu’daki Xinwang camisinde hızlı bir şekilde mürit toplamak ve inançlarıyla uyuştuğunu gözlemlediği kişilerin Yihewani hareketiyle ilişkisini kesmek olmuştu. Selefi grubu, tesis edilmiş olan Yihewani ruhban sınıfı ve onların savaş beylerinden oluşan destekçileri tarafından güçlü bir muhalefet ile karşılaştı. Bu muhalefet hareketi, varlıklarını devam ettirebilmek adına, daha tedbirli ve sessiz bir politik tavır takınmalarına zorladı.

1949’de Halk Cumhuriyeti kurulduktan sonra Selefiler (artık Müslüman savaş beyleri tarafından serbest bırakıldılar) kısa bir dinsel büyüme dönemi yaşadılar. Bu büyüme, yeni yaratılan Çin İslam Cemiyeti (Islamic Association of China, IAC)’nin olduğu kadar bir takım devlet organlarının aktif katılımıyla da ortaya çıkan liderlikleriyle sayesinde gerçekleşti. Pek yakında, birçok liderinin ve müridinin öldürüldüğü veya toplama kampına götürtüldüğü, “Büyük İleri Atılım”ı (1958-1961) ve “Kültürel Devrim”i (1966-1976) takiben ortaya çıkan 1958’deki “Dini Reform Kampanyası”, hareketi kendisini gizli gizli devam ettirmeye zorladı. Bu zorlu yıllar devam ederken, Xiniang ve Tibet’yerleşen liderliklerden arda kalan kişiler mücadeleye devam etti.

Suud etkisinin kanalları

“Reform ve Açılım” sürecinin 1978’de başlaması, Çin’deki Selefiler de dâhil olmak üzere, Müslüman cemaatlere karşı uzun süredir devam eden zulümlerin yapıldığı karanlık dönemin bittiğine işaret ediyordu. Dini ibate yönelik kısıtlamaların kaldırılması, camilerin onarımı ve Çin İslam Cemiyeti’ne yönelik reformlar, bu cemaatler üzerindeki devlet kontrolünü sağlamlaştırmaya hizmet etti. Ama daha da önemli olanı, Pekin’in İslam’a yönelik hoşgörüsünü göstermiş oldu. Bu, Çin’in 1950’lerdeki dış politika modelinin yeniden hayat bulmasını ve öncelikli olarak çeşitli Müslüman devletleri desteklemeyi amaçladığı politikaları gündeme getirdi. Bu yeni açılım yeni bir başlangıç sağladı. Daha detaylı bir şekilde söylemek gerekirse, hem Selefilerin hem de daha geniş Müslüman cemaatlerin bir bütün olarak dâhil edilmesi ile tüm ülkeye Suudi Selefi etkisi yayıldı. Bu durum çeşitli kanallar aracılığıyla meydana geldi. Bunların en önemlisi, 1979’da Hac ibadetini yerine getirebilme koşullarını iyileştirmeydi. 1964’ten beri, yani 10 yıldan fazla süredir bu ibadet yerine getirilemiyordu. Daha sonra, 1984’te yapılan yeni bir düzenleme ile, oldukça çok sayıda Hui Müslümanı, kişisel olarak hacca gidebilme şansı elde etti. 1985’te yaklaşık 2000 kişi Hacca gidebiliyorken, 1990’da bu rakam 10.000’lere fırladı. Bu hacıların bir kısmı daha sonraki çalışmaları için Çin Suudi diyasporasındaki akrabalarıyla yakın olabilmek için orada kalmayı tercih etti. Çin’deki iç savaş bitip, vatandaşlık alabildikten sonra ise Hicaz’a yerleştiler. Bu etkileşimler Çinli Müslümanları, kendi geleneksel İslam anlayışlarıyla çatışan yeni söylemlere ve dini deneyimlere maruz bıraktı. Vahhabi geniş bir yelpazeye yayılmış Selefi fikirleri içeren kitaplarını, bildirilerini, fetvalarını ve vaaz kasetlerini yanlarına alarak Çin’e geri döndüler.

Bir diğer kayda değer kanal ise, Suudi örgütlerin ve hocaların 1980’de Çin’e gelmeleriyle ilgilidir. Başlangıçta, dini aktiviteler, İslam İşbirliği Teşkilatı, Dünya İslam Birliği, İslam Kalkınma Bankası gibi nüfuzlu gruplarla kısıtlıydı. Bu gruplar Çin İslam Cemiyeti kehaneti altında işliyordu ve sırayla çabalarının yönünü değiştirerek, mezhepsel olmayan hedeflere yönelttiler. Faaliyetleri, Suud ve Çin yetkilileri arasında alternatif iletişim kanalları sağlamanın ötesinde; çeşitli İslam Enstitüleri inşa etmeye, büyük camilerin onarımına, Kur’an’ın basım ve dağılmasına (1987’de, bir milyondan fazla kopya Suud Krallığı tarafından “kraliyet hediyesi” olarak tüm Çin’de dağıtıldı) ve başta Çin’de ve Pakistan’da olmak üzere, öğrenciler için rahiplik ve din ilimi çalıştayları ve bursları düzenlemeyi içeriyordu. 1980’lerin ortalarına gelindiğinde, dini politikalar önemli ölçüde rahatlamıştı. Giderek artan sayıdaki Suudi özel kuruluşlar ve bireylerin Çin İslam Cemiyeti kanalları oluşturabileceği dış çalışmalar çoğalıyordu. Özellikle vaizler ve misyonerler artık rahatça kendini gösterebiliyordu. Bu yeni çevrede, bu mevcudiyetler bütçelerini belirli gruplar seçerek onlara aktarmayı hedeflemeye başladılar. Özellikle Gansu, Qinhai, Ningxia, Shanxi ve Yünnan gibi bölgelerde kendilerini açık bir şekilde Selefi olarak tanımlayan kişiler hedefleniyordu. Devletin karşı çıkmasına yol açacağı korkusuyla Çin İslam Cemiyeti tarafından reddedilen belirli söylemler popüler hale getirilmeye başlandı.

Bu grupların faaliyetleri Çin Selefi aktivistlerin bağlantısı aracılığıyla geniş ölçüde olanak kazandı. Bu aktivistler Suudi veya Suud Krallığı’na bağlı İmam Suud Üniversitesi, Ümmü’l-Kurra Üniversitesi ve Medine Üniversitesi gibi kurumlardan mezun olmuş kişilerdi. Çoğuna ulaşmak zor olsa da, Medine Üniversitesi’nden bir çalışma 1961 ve 2000/2001 arasındaki 652 bursun Çin’e bağışlandığını gösteriyor. Bunların neredeyse yüzde yetmiş altısı, yalnızca 1980’lerde ve 90’larda sağlanmış. Bu mezunların önemli bir kısmı (eğitimlerini tamamlayamamış olanlar) Arap uzmanlıklarını değerlendirebilecekleri Guangzhou ve Yiwu’da aracı mesleklere doğru yöneldi, bir kısmı Yünnan ve Gansu’da özel din akademilerine katıldı ve bir kısmı ise, 2000’lerde yabancı ülkelerde eğitim almış İmamların resmi olarak çalışabilmelerinin önündeki engeller kalkınca, camilerde resmi görevli olarak çalışmaya başladı. Daha küçük ama çok daha etkili bir grup ise Suudi kuruluşlar ve hocalar ile iki taraf için de kazançlı olabilecek yakın ilişkiler kurdu.

El Kaide ile yakın ilişkide bulunma cüretini göstermesinden sonra ve Birleşik Devletler’in 2004’te yasakladığı el Harameyn İslam Vakfı’nın, ABD’nin desteği altına girmesi oldukça açıklayıcıdır. 1990’lar boyunca kuruluşun gelirleri muazzam ölçüde arttı. Bu gelirler Çin’de Selefi camilerinin inşasında, Selefi okullarının devam ettirilmesinde (genellikle Arapça eğitim veren İslam kurumları) ve ilgili çocuklara burs olanağı sağlanmasına harcandı. Genellikle Medine Üniversitesi’nden mezun olmuş bir muhtelif çevreler tarafından denetlenmekte olan bunlar gibi bir dizi etkinlik sayesinde, etkilerini daha geniş bir cemaate yönelik arttırıyorlardı.

Bu gelişmelerle bağlantılı olarak, Pekin 1990’larda daha tedbirli bir tutum sergiledi. Şüpheli vaizlerin girişlerinin engellenmesi, Suudi Arabistan tarafından öğrencilere verilen burs tekliflerini geri çevirmeye devam edilmesi ve yabancı dini faaliyetleri kısıtlayan yeni yasaların yürürlüğe sokulması bu tutumların en belirgin örnekleriydi. Örneğin 1994’te Çin İslam Cemiyeti’ne dışarıdan yapılan bağışlar yasaklanmıştı. Beklenildiği üzere, bu kısıtlamalar yıllar geçtikçe daha sıkı bir hal aldı. Fakat Suudi bağlantılar hala tamamen kopmuş değil.

Suud tesiri

Suudi etkisi Hui Selefiler ve Çin’deki diğer Müslüman cemaatler üzerinde oldukça çelişkili bir tesir oluşturdu. Bir açıdan bu etkiler, Hui’deki Müslüman toplumun selefileşmesine (idealleştirilmiş bir Suudi ortodoksisinin kültürel ve dini olarak yakınlaşması) belirli bir derecede katkı sağladı. Bu selefileşme büyük ihtimalle selefi öğretilerin, duaların, ritüellerin, alışkanlıkların ve hatta kültürel otantik kıyafetlerin (Suudi sarık ve başörtüsü giymek Krallık içinde genellikle dini olarak muhafazakâr olmakla ilişkilendirilir.) cami mimarisini benimsenmesini içermektedir. Bu durumu, bu eğilimler Selefi etkisi göstergesi gibi görünmese de bir nevi Araplaşma süreci olarak tanımlayabiliriz.

Hui Müslümanlarının selefileşmesi, farklı şekillerde de olsa neredeyse tüm mezhepleri etkiledi. Selefiler arasında, küreselleştirici güçler nedeniyle, uzun süreli bir tecrit süreci sonunda ortodoks kaynaklara yeniden dönülmesi hızlandı. Eski Selefi cemaatin yerini yeni Selefi nesil aldı ve (ilk mezunlar ve hacılar) bu kişiler 1980’lerde kendinden önceki nesillerin hatalarını düzeltme çabasına girdi. Kur’an’ın ayetlerini yorumlamaktan doğan bir ayrışma nedeniyle daha eylemsel bir ayrılık görülür oldu. Bu ayrılık, Kuzeybatı’da bazı Sufi mezarlarının yok edilmesi ve Selefilerin veya Selefi olmayan Müslümanların “şeytani” olarak tekfir edilmesi gibi sonuçlara yol açarken, mezhep çatışmaları boy göstermeye başladı.

Selefilerin ötesinde, selefileşme ayrıca Yihewani ve Gedimu (“eski” gelenek) Müslümanları arasında da gözle görülebilir bir hal aldı. Fakat birçok örnekte bu kişiler, toplumdan dışlanma veya Hanefi mezhebinden çıkarılma korkusu nedeniyle kendilerini Selefi olarak isimlendirmekten kaçındı. Yine de bu geleneğin veçhelerini benimsemekten vazgeçmediler. Yihewani vakasında, hareketin Vahhavi kökenlerine yönelik yeniden canlanan ilgisi nedeniyle bir damgalanma söz konusu oldu.

Diğer bir açıdan ise, sezgilenenin aksine, Suud etkisi, Çin içindeki Selefi cemaatin parçalanmasına neden oldu. Bu iki farklı etken ile ilgilidir. Birincisi, Suudi kuruluşlardan ve vaizlerden alınan fikir ve fonlardan oluşan yeni kaynakların Selefiler arasında yeni “cami toplulukları”nın veya cemaatlerin oluşumuna neden olacak şekilde dağıtımı, esasen kuşaklararası aktarıldığı varsayımı üzerinden yapılan liderlik mücadeleleri gelişmesini doğurmuştur. İkinci olarak, Selefiler, aynı diğer mezhepler gibi, İslam ve Selefilik ile ilgili homojen söylemlere maruz kalmıyorlar. Bunun bir nedeni kültürel ve dilsel bariyerler ve çeşitli kuruluşlar ve vaizler tarafından devam ettirilen doktrin ve gündem çeşitliliğidir. İslam Dünyası içinde herhangi başka bir yere göre daha az vurgulanmış olsa da, bu kuruluşlar Selefi cemaatindeki doktrinsel ve ritüalistik çizgiyi parçalara ayırma etkisi yaratmıştır.

Doğrusu istenirse, aynı zamanda meydana gelen bu iki gelişmenin en belirgin sonucu “Çin özelliklerindeki Selefilik” olarak isimlendirebileceğimiz bir oluşuma olanak sağlamasıdır. Yandaşları, özellikle 1990 jenerasyonu, Selefilik hakkında yeni söylemler oluşturuyorlar. Bu söylemler ana akım Suudi söylemlerinden ayrılıyor. Çok açık bir şekilde, burada mezhepçiliğe ve evrenselliğin vurgulanmasına yönelik güçlü bir reddediş söz konusu (Anti-Şii duyguların sorun yaratacak derecede büyümesine rağmen). Esasen, 1980’lerin tekfir geleneğinden miras kalan görüşlerden kaynaklanan ve diğer Müslüman cemaatlerle gereksiz bir karşılaşmaya neden olan bir değişim söz konusu. Doğrusu istenirse, Selefiler bugün, kendi dinine çevirmeye çalışmak gibi çeşitli ciddi zorluklarla karşılaşıyorlar.

90’lardan sonraki nesil, uluslar arası ilişkilerini çok daha fazla geliştirmiş ve geniş bir alana yayılmıştır. Ayrıca Çin devletinin Hui Müslümanlarına karşı tutumuyla ilgili gerçeklerle yüzleşmiş ve buna dair daha çok farkındalık kazanmıştır (azınlığın azınlığı olarak devletin güvenlik aygıtlarının her zaman dikkatinde olmaktadırlar.) Suudi fonlar ve kaynaklar söz konusuyken, hangi söylemin tercih edileceği ise seçime bağlı. Bu bazı Suud merkezli Selefilerin neden Suudi vaizleri ziyaret etme konusunda git gide daha az cesur olduklarını açıklıyor. Çin’deki İslam’ın özgünlüğü, burada onun değerini azaltmaktadır. Daha da önemlisi, bu yeni nesil, otoritelerle işbirliği yapma konusunda daha istekli. Ayrıca, geleneksel olarak Sufi ve Yihewani grupların egemenliği altında olan politik kanallara daha aktif olarak katılma isteklerini sergilemektedirler.

Hui Selefi vakası ve bunun Suudi Arabistan ile olan bağlantısı işte bu kadar karmaşık. Cemaat rasyonal bir şekilde parçalara ayrılmış ve otoriteyi ve kendi reel koşullarının farkına varıp, zor sularda dümen çevirmeye çalışan, yeni dini otoritelere ve gruplara göğüs geren gerilimleri ifade eden yeni söylemler oluşturmuştur. Hui Salafileri Çin’de kendilerine ait bir alan oluşturmak istiyorlar. Kaygıları aslında o kadar da politik değil. Dikkat edince, Suudi dini kuruluşlar içinde görmeyi bekledikleri apolitik bir dingincilik tutumu benimsemiş gibi görünüyorlar. İslami siyasi proje açısından konuşacak olursak, Uygur Selefileri ile ilgili olarak bile, iki grup arasında filizlenmekte olan bir dayanışmayı ima eden sadece küçük bir kanıt var. Buna karşın tarihsel nefret, Uygur Selefiliğinin gelişmesiyle tamamen Hui’den ve onların siyasi ve dini dinamiklerinden tamamen farklı bir yörüngeye girmiş oldu. Daha doğrusu, Hui Selefileri’nin çoğunluğu için, kimliksel ve dinsel meşruluğa yönelik hala kaygılar devam etmektedir.

Muhammed el- Sudairi Georgetown Universitesi, Katar Dışişleri Okulu’ndan (Uluslararası İlişkiler) mezundur. İki yılını Çin üzerine çalışmak için, serbest araştırmacı olarak Pekin’de geçirmiştir.

Dünya Bülteni için çeviren: Cansu Gürkan

http://www.dunyabulteni.net/yazar/muhammed-es-sudairi/19940/cinde-selefilik-ve-suudi-baglari

Etiketler: » » » »
Share
1360 Kez Görüntülendi.