logo

trugen jacn

ÇİN KOMÜNİST PARTİSİ,ÇİNVİRÜSÜ COVİD-19 VE ABD BAŞKANI TRUMP

Bu yazı insanlarla yapılan tartışmalarda aynı şeyi tekrarlamaktan sıkılmanın sonucunda derli toplu bir döküm yaratma amacıyla yazılmıştır.

UYGUR HABER VE ARAŞTIRMA MERKEZİ (UYHAM)

Dünyada herkes şu anki salgına neden olan virüse Coronavirus veya CoVID-19 derken, bir kişi Çin Virüsü demekte ısrar ediyor: ABD Başkanı Donald Trump.

Peki, bu söylemiyle özellikle sol basından ve solculardan yoğun eleştiri alan Trump haklı mı?

Öncelikle bu virüse coronavirus denmesi hatalı bir yaklaşım, çünkü corona bir virüs ailesi ve 2003’te çıkan SARS ve 2012’de çıkan MERS gibi virüsler de o ailenin bir üyesi. Virüse sürekli corona denmesi, özellikle geçmişte SARS ve MERS ile ilgili yapılan yayınlardan dolayı insanlarda çok büyük kafa karışıklığına neden oldu, birçok komplo teorisinin ortaya çıkmasına sebebiyet verdi.

Peki virüsler nasıl adlandırılır?

Virüslerin aslında iki tür adı vardır. Birincisi halk dilinde ve basında kullanılan ve genellikle çıktığı bölgeye, ilk duyulduğu bölgeye veya kaynağına göre konulan adı (yani İspanyol Gribi, MERS (Middle Eastern Respiratory Syndrome — Orta Doğu Solunum Yolu Hastalığı), Kuş Gribi, Domuz Gribi), ikincisi de bilimsel adı (EMC/2012, H1N1, H1N2, H2N1, H3N1, H7N9, vb.). Şu anki salgına neden olan virüsün de bilimsel adı SARS-CoV2 veya CoVID-19 (son olarak CoVID-19’da karar kılındı. Yukarıda verdiğim örneklere alternatif olarak şu ana kadar basında bilimsel ismiyle anılan sadece iki virüs var: SARS ve CoVID-19. Çin kökenli bu iki hastalığa da köken belirten bir isim koyulmayıp, sadece bilimsel adıyla isimlendirildi ve her iki hastalığın da kaynağı Çin’deki yabani hayvan tüketimi. İşte ABD Başkanı Donald Trump bu çabayı bu salgınlardaki Çin hükumetinin sorumluluğunu örtme çabası olarak görüyor ve o nedenle de Çin virüsü ismini sürekli vurguluyor.

Peki Çin hükumetinin özellikle bu son coronavirus salgınındaki sorumluluğu nereden kaynaklanıyor?

Özellikle 2003’teki SARS salgınından sonra yayınlanan bilimsel makaleler sonucunda 2011 yılında yazılan bir raporla Dünya Sağlık Örgütü Çin hükumetini uyarıyor ve bu vahşi hayvan pazarlarının yasaklanması gerektiğini vurguluyor. Çin hükumeti de bu pazarları kapatacağını taahhüt ediyor, ama şu anda da görüldüğü gibi bu pazarları kapatmak için birkaç göstermelik hamle dışında kalıcı bir önlem almıyor.

Geçtiğimiz Kasım ayında Dr. Li Wenliang virüsü tespit edip, önce hükumeti, sonra da halkı uyardığında, önce doktoru susturuyorlar, sonra da hapse atıyorlar. Bu doktor çok üzücü bir şekilde sonra da bu hastalık yüzünden hayatını kaybetti. Susturma ve hapisler bu doktorla da sınırlı kalmıyor; Dr. Li Wenliang’dan sonra konuyu duyurmaya çalışan gazeteciler, sağlık çalışanları ve vatandaşlar susturuluyor veya hapse atılıyor. 14 Ocak gibi geç bir tarihte dahi Çin Komünist Partisi Dünya Sağlık Örgütü’ne bu hastalığın insandan insana bulaşmadığı şeklinde asılsız bildirimlerde bulunuyor. Tabii bu dönemde gerekli önlemler alınmadığı için de hastalığın yayıldığı bölgeden insanlar Çin içinde ve dünya çapında serbestçe dolaşıyorlar.

Donald Trump, olayın ciddiyetini anlayıp, 31 Ocak 2020’de Çin’e ulaşım ve ticaret sınırlaması getirmeye kalktığında hem Amerikan solu hem Avrupa solu hem de Dünya Sağlık Örgütü itiraz etti. Bu önlemlerin dünyanın ulaşım ve ticaret dengesini bozacağını, hastalığın yayılması konusunda anlamlı bir faydasının olmayacağını iddia ederek, Trump’ı ırkçılıkla suçladılar. Trump’tan 1,5 ay sonra neredeyse tüm ülkeler uluslararası ulaşımı iptal etti ve şu anda neredeyse şehir içi ulaşımı bile durdurma noktasına gelinmiş durumda.

Virüse Çin Virüsü Demek Irkçı Bir Tavır Değil mi?

Tek kelime ile: Değil. Eğer Çin virüsü diyerek hastalığın çıktığı yere ya da hastalığın yayılmasında sorumluluğu olan Çin hükumetine işaret ediyorsanız, bunun ırkçı olarak nitelenmesi saçmadır.

Birçok sol yayın organı ve fikir önderi, aynı ideolojiyi paylaştığı Çin hükumetini koruma kaygısıyla eleştiri sanki Çin hükumetine değil de Çin halkına, kültürüne ve medeniyetine yönelikmiş gibi konuyu çarpıtma çabası içine giriyor. Oysa bunun sorumlusu Çin halkı, Çin kültürü ve Çin medeniyeti değil Çin hükumeti ve yönetim sistemidir.

Peki hastalığın başlangıç yeri Çin vahşi canlı pazarları olduğu için Çin yeme içme alışkanlıkları, yani Çin kültürü suçlanmış olmuyor mu?

Çin’de bu vahşi hayvan yeme geleneğinin çok geriye gittiğine dair bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Oysa geçmişte büyük vahşi hayvanlar İmparatorluk Sarayı’nda bile lüks bir yemek olarak değerlendiriliyor. Çin’de vahşi hayvan yeme alışkanlığı, Çin Komünist Devrimi’nden sonra Mao Zedong’un yaptığı ve 60 milyon insanın açlıktan ölmesiyle sonuçlanan Tarım Devrimi nedeniyle başlayan bir alışkanlık. O dönemde Çin halkı açlıktan ağaç kabuğundan yarasaya, köpekten fareye her şeyi yemek zorunda kalıyorlar. Bunu şahsen sadece Çin’den kaçanların tanıklıklarından ve batılı yayınlardan değil, mesleğim dolayısıyla birebirde iletişim kurduğum Çinli sinemacılardan da dinledim.

Dolayısıyla Çin’de komünist sistem öncesinde olmayan ve tamamen travmatik bir olay sonrasında ortaya çıkmış bir alışkanlığı tüm Çin kültürüne ve medeniyetine yaymak doğru bir tavır değildir ki konuyla ilgili Çin hükumetini suçlayan insanlar arasından çok küçük bir azınlık böyle bir aymazlık içindedir.

Dolayısıyla, tekrarlamakta fayda var: Suçlanan Çin halkı, Çin kültürü ve Çin medeniyeti değil Çin hükumeti ve yönetim sistemidir

Çin kültürü ile ilgili suçlanabilecek tek şey belki de Müslümanlar dâhil tüm doğu toplumlarında bulunan biat kültürü ve kaderciliktir.

Peki özellikle Çin’in yönetim sisteminin suçu ne?

Burada Komünizmin uzun bir eleştirisine girmeyeceğim. Burada tek belirtilmesi gereken nokta şu.

Bir sistemde birden fazla güç vardır. Bunlar Yasama, Yürütme, Yargı, Basın, Ordu, Finans, Bilim ve Dindir. Bunların tek bir elde birleşmesi neredeyse her zaman felaketle sonuçlanmıştır.

Batı demokrasilerinde tüm bunlar birbirinden ayrılmıştır ve birbirlerini denetlerler. Yasama, Yürütme, Yargı birbirinden ayrı kurumlardır ve birbirlerini denetlerler. Ordu yürütmeye bağlı olmakla birlikte iç işlerinde bağımsızdır. Basın bağımsız ve özeldir; hepsini denetler. Bilimin üretildiği üniversiteler ve enstitüler ya özerk ya da özeldir. Özerk üniversiteler ve enstitüler finansmanlarını devletten alsalar dahi devlet onların işleyişine karışamaz. Dini kurumlar bağımsızdır. Dini kurumlar devletin işleyişine, devlet dini kurumların işleyişine karışamaz. Tüm bu kurumların elinde büyük bütçeler olmasına rağmen, finansmanın büyük bir kısmı özel şirketlerin elindedir. Bu şirketler özel çıkarları gereği hem birbirlerini hem devleti kontrol altında tutarlar.

Komünist sistemde ise tüm bu güçler devletin eline verildiğinden (din dâhil; çünkü Komünist sistemde Komünist ideoloji resmi din haline gelir; sorgulanamaz ve eleştirilemez) sorgulama ve eleştiri mekanizmaları ortadan kalkar. Komünist teorideki tüm halkın yönetime katılması fikri de mümkün olmadığından (insanların günlük işlerinin yanında bir de devleti yönetmelerini beklemek tam bir hayaldir), eninde sonunda yönetim bir kişi ya da grubun eline geçer ve bu süreçte en iyi niyetli insan ve gruplar bile yanlış bilgi, inanış ve düşünce dolayısıyla hata yapacaklarından, fazlasıyla yıkıcı sonuçları olacaktır. Bir psikopatın başa gelme ihtimalini hayal etmeye bile gerek yok, Stalin örneğini incelemek yeterli olacaktır.

Sonuçta Komünist sistemde devletin bekası (toplumun yararı adı altında, ama topluma neyin yararlı olduğunu kim belirliyor?) adı altında özgürlükler sınırlandığı, hatta bazen en temel özgürlükler bile ortadan kaldırılabildiği için Komünist sistemin bu tip sonuçlara neden olması kaçınılmazdır. Şu ana kadar da komünizmle yönetilen ülkelerde farklı bir deneyim yaşanmamıştır.

Dünya çapında sol basın şimdi olduğu gibi çarpıtmalarla, bahane üretmelerle, suçu başkasının üstüne atmalarla Komünist ülkelerin suçlarını gizlemeye çalışsa da bu durum ayan beyan ortadadır.

Dünya çapında sol basın da mı suçlu?

Evet, suçlu. Dünya çapında sol basının büyük bir kısmı sırf sosyalist diye Çin’in hatalarını örtme, Çin’in hastalıkla mücadelesini övme ve Çin’in ortalığa saldığı yalanları yayma konusunda birbiriyle yarışır durumda…

Hatta daha da kötüsü son dönemde Çin’in hastalıkla başarıyla mücadele ettiği yönündeki yalanları yayarak, otoriter rejimlerin aslında daha iyi ve başarılı olduğu yönünde utanmazca propaganda yapıyorlar. Bu haberler bile Komünizmin özgürlükle bir alakası olmadığının, Komünistlerin başkaları üzerinde kendi otoritelerini kurmak isteyen insanlar olduğunun kanıtıdır.

Eğer sol basın kendi ideolojileri doğrultusunda hükumetler üzerinde baskı kurmasa, halkı yanlış bilgilendirmese önlemler çok daha erken alınabilirdi. Şimdi de utanmadan suçu sürekli hükumetlerin üzerine atıyorlar.

Çin hastalıkla başarılı bir şekilde mücadele etmiyor mu?

Hayır, etmiyor. Eğer ediyor olsaydı, yabancı ülkelerin basın mensuplarını sınır dışı etmez, göğsünü gere gere başarılı mücadelesini dünyaya gösterirdi. Çin halen mevcut durumla ilgili bilgileri çarpıtmaya ve yanlış aktarmaya devam ediyor.

Zaten yabancı basın mensupları sınır dışı edilmeden hemen önce tavan yapmış olan hasta sayısının, üç gün içinde azıldığına ve normal hayatın tekrar geri döndüğüne inanmak için insanın akli melekelerinin yerinde olmaması lazım.

Farkındayım, çok uzun bir yazı oldu, ama elimden geldiğince Çin Virüsü (evet, Çin Virüsü) ile ilgili tüm başlıkları detaylı ve mantıksal boşluk kalmayacak şekilde açıklamaya çalıştım. Umarım faydalı olabilmişimdir.

KAYNAK : https://medium.com/laughing-man/%C3%A7i%CC%87n-kom%C3%BCni%CC%87st-parti%CC%87si%CC%87-%C3%A7i%CC%87n-vi%CC%87r%C3%BCs%C3%BC-ve-trump-60d633759589 (Yazar : ToVT)

Share
518 Kez Görüntülendi.