Son Dakika
Yunus Emre ALTANTAŞ
“Coğrafya kaderdir” derler. Târih ise “şuurdur”. Birincisinden kaynaklanan sorunlar genellikle ikincisiyle dengelenmeye çalışılır. Bizler Millet olarak her zaman bu sorunu ensemizde hissettik. Çünkü stratejik açıdan dünyânın kilidi olan bir coğrafyada tutunmak için sürekli tetikte olmak ve târihimizden/inancımızdan/geleneğimizden gelen gücü kullanmak zorundaydık. Tabii sömürgeci devletlerin bunu keşfetmesi uzun sürmedi. Baktılar ki bu millet geleneğinden, inancından, târihinden aldığı ilhamla direniyor: “O halde biz de onlara târihini unutturalım, onları inançlarına yabancılaştıralım ki nihâî işgâlimizin önünde engel kalmasın.” Hâlihazırda Doğu Türkistan’da olan da budur.
Doğu Türkistan’da Neler Oluyor?
Çin, komünist bir rejimle idâre edilen kapalı devre ülkelerden birisi. Ülkenin sanâyi şehirleri uluslararası dolaşıma açıkken bâzı bölgelerine girmek, oralardan yayın yapmak, fotoğraf çekmek, bilgi aktarmak kesinlikle yasak. Çin’in kuzeydoğu sınırlarında bulunan Doğu Türkistan bölgesi işte bu kapalı devre coğrafyaların başında geliyor. Burada neler yaşandığını ne dünyâ basını ne de ikincil kaynaklar sağlıklı şekilde öğrenebiliyor. Bölgede yaşananları bir şekilde kaçan, farklı ülkelere sığınan Uygur mültecîlerden öğrenebiliyoruz. Telefon ve internet altyapısı Çin tarafından engellendiği için dışarıyla irtibat kurmaları da mümkün görünmüyor. Sâdece sızan bilgiler dahi işin vahâmetini ortaya sermeye yetiyor. Çin’in 1949 yılından bu yana işgâl altında tuttuğu Doğu Türkistan’ın kırsal kesimlerinde etrâfı yüksek duvarlarla çevrili inşaatlar devâm ediyor. Birleşmiş Milletler’e göre 1 milyon civârında Müslüman Uygur Türkü, Çin’in ‘eğitim merkezi’ olarak dünyâya lanse ettiği toplama kamplarında tutuluyor. Doğu Türkistan’da ve Çin’in değişik yerlerinde gerçekleşen saldırıların ardından bu eylemlerden Uygurlar’ı sorumlu tutan Çin, 2014 yılından îtibâren ‘teröre karşı halk mücâdelesi’ adı altında yeni bir süreç başlattı. Ancak Uygurlar’a yönelik kültürel ve dînî kısıtlama ve baskılar 2009 yılından îtibâren giderek hız kazandı. Erkeklerin sakal bırakması ve kadınların uzun kıyâfet giymesi kısıtlanırken halkın düğünlerde alkol kullanmaya zorlanması da bu uygulamalardan bâzıları. Çin, bu coğrafyada yoğun bir psikolojik savaş ve kültürel asimilasyon politikasını uygulamaya geçirmiş durumda. Daha önce de benzer çalışmalar vardı fakat uluslararası konjonktür Çin’in elini güçlendirmiş olacak ki bu süreci hızlandırmayı ve bir an önce bitirmeyi hedefliyorlar. Müslüman Uygur Türkleri’ni kamplarda topladığı yönündeki suçlamaları reddeden Çin, Doğu Türkistan genelinde inşâ edilen söz konusu yapıları dünyâya “eğitim merkezi”, “rehabilitasyon merkezi” ya da “meslekî eğitim merkezi” olarak lanse ediyor. Biz bu uygulamayı komünist Bulgar yönetimi zamanında kurulan Belene Kampı’ndan hatırlıyoruz. Coğrafya değişse de mantık değişmiyor. Komünist Parti’ye yakın kişiler halkın arasına giriyor, istihbârat topluyor ve şüpheli gördükleri kişileri güvenlik görevlilerine bildiriyor. Geçmişte okul, hastane ya da kamu binâsı olarak hizmet veren birçok binâ da küçük kamplara dönüştürülmüş durumda.
Çin’in Doğu Türkistanlılar’ı tuttuğu ve ülkeden kaçan Uygurlar’ın ifâdesiyle işkence gördükleri kampların sayısı net olarak bilinmiyor. Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi Çin’i, Türkistan’ı hiçbir insan hakkının bulunmadığı kitlesel toplama kampına dönüştürmekle suçluyor. Earthrise Media isimli sivil toplum kuruluşunun 39 toplama kampı üzerinde yaptığı uydu görüntüsü analizi, bu kampların hacminin Nisan 2017 ile Ağustos 2018 arasında 3 kat büyüdüğünü ortaya koyuyor. 39 kampın kapladığı alan ise kabaca 140 futbol sahası büyüklüğünde. Çin’in ‘aşırılıkla mücâdele güvenlik önlemleri’ sâdece bu kamplarla sınırlı değil. Nüfûsu oldukça az olan kırsal kesimlerdeki köyler bile güvenlik güçlerince mercek altına alınmış durumda. Çok sayıda câsusun yerleştirildiği yerlerde kuş uçurulmuyor. Uygur Türkü olan Gülziya Mogdunkyzy de geçen yıl Kazakistan’dan Doğu Türkistan’ın Kaşgar kentindeki köyüne dönmüş. Ancak gelir gelmez ilk olarak ev hapsine alınmış. Yerel yetkililerin kendisini İslâm’ı inkâr etmeye ve bunu deklare etmek için de belge imzâlamaya zorladığını belirten Gülziya, akrabâlarının birçoğu kamplara götürüldüğü için de hiçbirisiyle görüşemediğini aktarıyor. “İslâm’a kesinlikle inanmamam gerektiği söylendi. Boyun eğmek zorunda kaldım. Bir de Allâh’a inanmadığımı ve dîni reddettiğimi belirten bir belge imzâladım. Eğer bunu yapmasaydım şartlar çok daha ağır hâle gelecekti. Tüm Müslümanları, dîni inkâr ettiklerini deklare eden bir belge imzâlamaya mecbûr ediyorlar. İnsanlar Allâh’a inandığını söylemeye korkuyor.” Çinli polisler, Kaşgar kentinde gözaltına aldıkları Uygur Türkleri’ni başlarına siyah örtü geçirerek bilinmeyen yerlerdeki kamplara götürüyor. Bölge sâkinleri tutuklananların bir daha evlerine dönemediğini ifâde ediyor. Güvenlik görevlileri ve tektük turistin dışında sokaklarda genç erkek görmek neredeyse imkânsız. Doğu Türkistan’daki câmilerin tamâmının üzerinde, Komünist Parti’ye bağlılık bildiren “Partiyi sev”, “Ülkeyi sev” gibi devâsâ propaganda afişleri asılı. Cuma namazlarında ise câmiler artık bomboş kalıyor. Çünkü câmiye gelenler kayda alınıyor ve fişleniyor. Çin son olarak Doğu Türkistan’daki demografik yapıyı da değiştiriyor. Bu bağlamda Han Çinlileri’ni hızla bölgeye kaydırıyor. Ayrıca Çin, bölgedeki geleneksel İslâm ve Orta Asya mîmârisinin en iyi korunan yerlerinden biri olarak kabûl edilen Kaşgar’daki târihî birçok yapıyı yıkarak, Uygur târihinin izlerini silmeye devâm ediyor. Maddelersek:
Doğu Türkistan Niçin Önemli?
Doğu Türkistan’ın bulunduğu coğrafya iki temel sebeple Çin için vazgeçilmez durumdadır: Stratejik konumu ve tarım havzaları. Bunlara maden ve kömür yataklarını da ekleyebiliriz. Türklerin yaşadığı ülke mânâsına gelen Türkistan’ın doğu bölgesini teşkîl eden Doğu Türkistan’ın yüzölçümü 1.828.418 Km2 olup, bunun 1/3’ünü çöller, 90.000 Km2’sini ormanlıklar geri kalanını tarıma elverişli topraklar ve dağlık bölgeler teşkîl eder. Ülkenin orta kısmında coğrafyayı boydan boya kesen Tanrı Dağı silsilesi bulunur. Yüksekliği 4000 mt civarında olan Tanrı dağlarının doğudan batıya uzunluğu 2500 km ‘dir. Bu dağ silsilesinin 1700 km’lik kısmı Doğu Türkistan’ın sınırları içerisinde kalır. Bu dağların kuzeyden güneye uzunluğu 2500-2700 km’yi bulur. Kapladıkları geniş ve yüksek alan ülkenin iklimine de tesir etmiştir. Kuzeyden gelen nemli havanın güneye geçmesine mâni olur. Dolayısıyla ülkenin güney kısımları daha kurak geçer. Yağmur ve kar olarak iyi yağış alan Tanrı dağları ormanlarla kaplıdır. Günümüzde 40 Milyon civârında nüfûsu bulunan bölge uzun süredir devâm eden iskân politikaları ile 47 ayrı Çinli etkin grubun bölgeye yerleştirilmesine sahne oldu. Son durum îtibâriyle Uygur ve Çin nüfûsunun başa baş duruma geldiği belirtiliyor. Çin’in ticâretini gerçekleştirdiği Batı ile arasında bulunan engellerden 5000 km uzunluğundaki Taklamakan Çölü ve uçsuz bucaksız Çin Seddi, Çin’in dışarısıyla bağlantısını koparmakla kalmadığı gibi ülkeyi ekonomik krize de sokuyordu. Doğu Türkistan ise coğrafî olarak çöl ve duvarın arasında kaldığı için Çin’in dışarıya açılan tek kapısı olma rolünü taşıyordu. Bu yüzden coğrafyanın kader olduğu tezinden muzdarip olan Uygurlar kendi avantajları ya da aynı zamanda Çin’in dezavantajından dolayı sürekli tehdit altında bulundu. Doğu Türkistan’da yeraltı kaynaklarının keşfiyle de çok daha büyük bir tehdit altına girildi. Yapılan araştırmalara göre Doğu Türkistan’da 2.2 trilyon ton kömür rezervi, 20.9 ton petrol ve 10 trilyon metreküp doğalgaz rezervi olduğu düşünülüyor. Ek olarak yapılan araştırmalarda bulunan altın ve diğer değerli madenler bölgeye olan ilgiyi kat kat arttırdı. Çin yönetimi, sistematik bir işgâl ile içeride tüm Çin politikalarına râzı bir Uygur halkı oluşturmaya çalışıyor. Buna muhâlefet eden uluslararası girişimleri de kendi iç işlerine müdâhale olarak değerlendirip dikkate almıyor. Geçmişte Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’ni ülkede yaşanan olaylardan dolayı toplanmaya dâvet etmesi üzerine, Çin yönetiminin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü yoluyla: “Bunun Çin’in içişleri olduğu ve diğer ülkelerin bu çatışmaların iç yüzünü kavrayıp, Çin’in toprak bütünlüğünü ve etnik ihtilafları önlemek için harcadığı emeğe saygı duyulması gerektiği” ifâde edilmişti.
Târihsel Arka Plan
Doğu Türkistan olarak adlandırılan bölge aslında Türkistan sahasının orta bölümünü teşkîl etmektedir. Târihte pek çok Türk Devletinin kurulduğu bu bölge aynı zamanda eski zamanların güç mücâdelelerinin yaşandığı merkez durumundaydı. İslâm’ın bölgeye girişiyle ve yerleşik hayâtın başlamasıyla birlikte medeniyet sahaları daha da belirgin hâle gelen bu bölgede Uygur halkının müstesnâ bir yeri vardır. Nitekim Türk kavimleri arasında ilk yerleşik hayâta geçen, medeniyet sahaları teşkîl eden ve ilk alfabeyi kullanarak diğer Türk kavimlerini etkileyen kavim Uygurlardır. İlk kâğıdı ve ilk matbaayı kullananlar da bu kavimdir. Bundan çok öncesinde Hunlar’ın ve ardından da Moğollar’ın ve Göktürkler’in Çin’in içlerine kadar yaptıkları akınlarda bu topraklar her dâim bir geçiş güzergâhı olmuş, bu sebeple de çok büyük yıkımları târihi boyunca yaşamıştır. Bu bölgede oluşan Uygur kabîlesi de kimi kaynaklarda bu istilâlar sırasında buraya yerleşen kavimlerin bir bakiyesi olarak nitelendirilmekte, bu sebeple olsa gerek Çin kaynaklarında Hun, Oğuz ve Moğollar’la birlikte anılmaktadır. Târihinde ilk kez Güney Çin’e kadar inerek bölgeyi ele geçiren Moğol kabîleleri bununla da kalmayarak Çin’in tüm büyük şehirlerini de içine alan bir İmparatorluk kurmuşlardır. Pekin bu imparatorluğun bir sayfiye merkezi işlevini görerek Moğol kağanına hizmet etmiştir. 12. ve 13. Yüzyıl boyunca devâm eden bu iki yüz yıllık İmparatorluk, târihinde pek çok kez saldırıya uğrayan Çin için kalıcı işgâlin tek örneğini teşkîl etmektedir. İşte bu işgâl Çin’in kimyâsını altüst etmiş, bu iki yüz yıllık kalıcı işgâlden büyük dersler çıkarmışlardır. Ülkelerini ele geçiren Türk kavimlerine karşı güçlerinin yetmeyeceğini anlayan Çin aristokrasisi uzun zamana yaydıkları bir program dâhilinde ülkelerine yerleşen bu göçebe bozkırlıları Çinlileştirmek, dinlerini değiştirerek onların Budizm ve Taoizm çatısı altında bütün savaşçı özelliklerini kaybetmelerini beklemek durumunda kalmışlardır. Bunu sağladıklarını düşündükleri andan îtibâren de saldırıya geçerek ülkelerinde bulunan tüm Türk ve Moğol kavimlerini sınırlarının dışına atmış veya içlerinde asimile etmişlerdir. İlginç olan husus ise özellikle Budizm’in ve Lamaizmin Çin’de yayılmasında Çin’i işgâl eden bu kavimlerin mühim tesirleridir. İşgalci konumundaki Moğol ve Türk kavimleri geçen zaman içinde Çin Medeniyeti’ni öylesine benimsemişlerdir ki Çin’e yönelik diğer Türk kavimlerinin yapacakları seferlerde karşılarına ilk dikilenler bu kavimler olmuştur.
Direnen Uygur Halkı
Uygur halkı târihten ders çıkarmış olsalar gerek ki bugüne kadar varlıklarının teminâtı olan inançlarını devâm ettirebilmişlerdir. Uygurlar bilinçli bir şekilde Çin’e girmekten uzak durmuşlar, ilişkilerini belirli seviyede tutmaya ihtimam göstermişlerdir. İslâm’a girdikten sonra Uygur Medeniyeti yeni bir kalıba bürünmüş, geçmişten getirdikleri zengin mîrâsı İslâm ile harmanlamayı başarmışlardır. Hâlihazırda pek çok Uygur şehri aynı zamanda İslâm’ın önemli merkezleridir. Kaşgar, Turfan, Gülce, Aksu bu şehirlerin en önemlilerindendir. Bugün 40 milyonu aşan nüfûsuyla yaklaşık 2 milyon kilometrekarelik bir alanda yaşayan Uygurlar 1863 yılında Yakup Han başkanlığında kurulan “Doğu Türkistan İslâm Devleti”ni kurmuşlar, bu devlet Osmanlı, İngiltere ve Rusya tarafından resmen tanınmıştır. 1876 yılında Çin-Mançu Devleti’nce işgâl edilen Doğu Türkistan, 1884’te Şinciang (Sincan); yâni “Yeni Toprak/Kazanılmış Topraklar” adıyla Çin İmparatorluğu’na bağlanmıştır. Doğu Türkistan halkının mücâdelesi sonucu, Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti 1933 yılında Kaşgar’da kurulmuş ancak çok geçmeden komünist Çin kuvvetleri ve Stalin’in ortak hamlesiyle ortadan kaldırılmıştır. 1949 yılında komünist Rus yönetiminin askerî yardımları ile Doğu Türkistan’ın kaderi Çin yönetimine terk edilmiştir. Şu an Doğu Türkistan uluslararası kamuoyunda tanınmamakta ve Çin’in boyunduruğu altında yaşamaktadır.
Kültürel ve Etnik Asimilasyon
Doğu Türkistanlılar, kısa süreli bağımsızlık dönemleri yaşamışlarsa da uzun yıllardır Çin’in etnik asimilasyon politikaları ile ezilmektedirler. Komünist Çin Halk Cumhuriyeti’nde sistem, ulusal çıkarlar doğrultusunda şekillenmiş; Çin’in 1949 yılından bu yana yürüttüğü politikalar Doğu Türkistanlılar’ı asimilasyon ve etnik temizliğe mâruz bırakmıştır. Öyle ki, katledilen Türkistanlılar’ın sayısının 35 milyon gibi rakamlara ulaştığı belirtilmektedir. 1949-1952 yılları arasında 2 milyon 800 bin, 1952-1957 yılları arasında 3 milyon 509 bin, 1958-1960 yılları arasında 6 milyon 700 bin, 1961-1965 yılları arasında da 13 milyon 300 bin kişi ya Çin ordusu tarafından öldürülmüş ya da rejimin politikaları doğrultusunda oluşan kıtlık sonucu hayâtını kaybetmiştir. 1965’ten sonraki katliamlarla birlikte, öldürülen Doğu Türkistanlı sayısı 35 milyon gibi inanılmaz bir rakama ulaşmıştır. Doğu Türkistan’da meydana gelen insan hakları ihlâlleri zaman zaman kimi insan hakları örgütleri tarafından dillendirilmiş olsa da, bu girişimler yaşanan zulmün engellenmesinde etkili olamamıştır. Uygur Türkleri şiddetli olarak yürütülen bir nüfus planlamasına da mâruz kalmaktadırlar. Uygur Türkleri’nin nüfûsu Çin’in genel nüfûsuna oranla %1,5 civârındadır. Çin devleti Doğu Türkistan’da yaşayan ve azınlık olan halkı doğum kontrolü adı altında, büyük-küçük demeden öldürmeyi planlamaktadır. Genelde en fazla iki, nâdiren de üç çocuk doğurmalarına müsaade edilen Doğu Türkistanlı kadınlar, “plan dışında” hâmile kaldıklarında hâmileliklerinin son günleri dahi olsa mecbûrî kürtaja tâbi tutulmaktadırlar. Nüfus planlaması dışında olan çocukların gizli olarak dünyâya getirilmesi hâlindeyse âileler çok yüksek maddî cezâlara mâruz kalmakta, doğum yapan kadın veya eşi memur ise bu kişinin görevine son verilmektedir. Bu uygulamalar, Çin kânunlarında açık olarak yer almaktadır. Doğu Türkistan’da hiç kimsenin yaşam güvencesi yoktur. Devlet istediği zaman istediği kimseyi tutuklayabilmekte ve istediği şekilde cezâlandırabilmektedir. Binlerce kişi Çin hükümeti tarafından sudan sebeplerle tutuklanıp yerleri belli olmayan zindanlara götürülmekte, oralarda çürüyüp gitmektedir. Tutukluların geride kalan çocuklarının ve âilelerinin durumu ise içler acısıdır. Dahası, bu kişilere yardım etmek dahi Çin kânunlarına göre suç sayılmaktadır. Çin, Doğu Türkistanlılar’a esir muamelesi yapmakta ve onlara türlü zulümleri revâ görmektedir. Doğu Türkistan’da ibâdet olarak vasıflandırılabilecek çoğu şey yasaklanmış durumdadır. Hükümet, bölgedeki Müslüman nüfûsun dînî haklarına getirdiği kısıtlamaları arttırarak Ramazan ayında devlet kademelerinde ve bütün eğitim kurumlarında oruç tutmayı yasaklamaktadır. Câmiler bir bir kapatılmakta, Müslüman din adamları yoğun resmî denetimlerden geçirilmektedir. “Yurtsever olmayan” ya da “yıkıcı” olarak görülen dînî liderler gözaltına alınmakta ve tutuklanmaktadır. Dahası, halka önder olabilecek kapasitedeki bâzı aydınlar zehirlenerek öldürülmektedir. Çinli nüfûsun Doğu Türkistan’a çok hızlı bir şekilde yerleştirilmesi sonucunda, yerli halkın asimilasyonu hızlandırılmaya çalışılmaktadır. Bu uygulamanın bir parçası olarak Doğu Türkistan’daki Çin nüfûsunu arttıran Çin yönetimi kimi zaman Doğu Türkistan’ın çeşitli bölgelerindeki kimsesiz kız çocuklarını Çin’in muhtelif bölgelerine götürüp türlü işlerde kullanmaktadır. Eğitim amacıyla Çin’e götürüldükleri iddia edilen çocukların durumu da benzer şekildedir. Çin hükümeti, farklı Türk lehçelerinde konuşan yerli halkı Çince’yi kullanmaya zorlayarak bir çeşit zulüm örneği daha sergilemektedir. Bir milletin gelenek-göreneklerini, dînî inançlarını, kendisine özgü dillerini ve toprak bütünlüğünü kaybetmesi demek, o milletin târihten silinmesi demektir. Eylül 2002’den îtibâren Sincan Üniversitesi’nde birçok derste Uygur dilinde eğitim yapılmasının yasaklanması, zulmün açık tezâhürlerinden biridir.
Neler Yapılabilir?
Ekonomik bağları sebebiyle pek çok ülkenin tepki vermekten çekindiği Çin, bundan cesâret alarak bölgedeki zulümlerine alenen devâm etmektedir. Bu durumdan kurtulmanın yolu, öncelikle sivil toplumun bu konuda daha aktif rol oynaması ve bölgede yaşananlar karşısında kaygı duyan ülkelerin birlikte bunları uluslararası platformlarda gündeme getirmesi olacaktır. Yâni dünyâ çapında kamuoyu oluşturmak ve dikkatleri bölgede yaşananlara çekmek önceliğimiz olmalıdır. Uluslararası örgütlerden geçen kararlar ve yapılan baskılar en azından Çin’i uluslararası arenada çok önem verdiği imajı konusunda bir adım atmaya zorlayacak ve durumun sürdürülebilir olmadığını Çin’e gösterecektir. Bunun yanında insan hakları savunucuları ve aydınlara da bu konularda önemli görevler düşüyor. İnsan hakları ve özgürlükler konusunda farklı konularda ortaya koydukları hassâsiyeti, Doğu Türkistan’da yaşananlar karşısında gösterememek bu aydınlar için oldukça yüz kızartıcı olacaktır. Türkiye’nin hem devlet hem de sivil toplum olarak bu çalışmalara öncülük yapacak gücü ve potansiyeli vardır. Bize düşen bu sorunu her yönüyle anlatarak sivil bir inisiyatif oluşturmak ve yaşanan dramı dünyâ kamuoyuna duyurmaktır.
Kaynak : http://yenidunyadergisi.com/dogu-turkistan-ummetin-kanayan-yarasidir/?fbclid=
Etiketler: Çin » Din » Dünya » Ekonomi » etnik Çatışma » Genel » Görüş Yorum » Gündem » kÖŞE YAZARLARI » Makale Analiz » Siyaset » SoykırımBENZER HABERLER