Son Dakika
Prof. Dr. Ahmet KANKAL
Doğu Türkistan ya da Doğu Türkeli ile ilgili olarak bu sezon son yazım olacak, zira utanıyorum ve söyleyecek söz bulamıyorum, çaresiz olmasam da elimden fazla bir şey gelmiyor… İleride sevindirici gelişmeler olursa yine yazarım inşallah.
24 Ocak 2019 tarihinde memleketim Kırıkkale’ye Kırıkkale Medya ve Gazeteciler Cemiyeti ile Türk Ocağı Kırıkkale Şubesi’nin ortaklaşa düzenledikleri Doğu Türkistan Dramı konulu konferansı dinlemek üzere eşim ve oğlumla birlikte gittik. Konferansı Kaşgar doğumlu ve bir müddet aynı üniversitede birlikte görev yaptığımız Prof. Dr. Abdurreşit Celil Karluk verdi. Tarihle meşguliyetim sebebiyle ailece konuya duyarlılığımız, Kırıkkaleli olmamız ve aynı üniversitede birlikte çalıştığım bir hocamızı yalnız bırakmama düşüncesi bizi konferansa götüren sebeplerdi. Aslında bunların üstünde bir sebep vardı ki o da insan olmamız ve 21. yüzyılda ulaştığımız teknolojik gelişimin inadına dünyada insan haysiyet ve onuruna yakışmayan hareketlerin artarak devam etmesiydi.
Konferansın düzenlendiği mekân ve misafir hocamızın bu mekânla ilgili söylediği sözler konusunda konuyu dağıtmamak anlamında şimdilik sessiz kalıp, daha sonra buna ilişkin bir yazı yazacağım inşallah.
Katılımın yoğun olduğu konferans saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın ardından açılış konuşmaları ile başladı. Çin coğrafyası ve Çin devletleri ile ilgili bilgi verildi. Tabiatıyla çoğumuz Çin’i tek bir coğrafya ve tek bir devlet zannedebiliyoruz, oysa coğrafya olarak Çin Kaşgarlı Mahmud’a göre üç bölük: Birincisi Yukarı Çin ki doğuda yer alıyor; buna “Tavgaç” veya “Tabgaç” da deniliyor. İkincisi Orta Çin; burası “Hıtay” veya “Kıtay” diye anılıyor. Üçüncüsü Aşağı Çin; buraya da “Barhan” adı veriliyor; burası Kaşgar’dadır, lakin şimdi “Maçin” diye tanınıyor. Çinliler hiçbir zaman kendi ülkelerine “Çin” dememişlerdir. Kendi ülkelerini “Zhong-guo”, “Zhong-yuan” adlarıyla ifade eden Çinlilerin etnik adı da “Çinli” değil, “Han”dır.
Günümüzde iki tane Çin Devleti var: Birisi Çin Halk Cumhuriyeti adıyla anılıyor ve komünizmle idare ediliyor, diğeri Çin Cumhuriyeti olup daha çok Tayvan olarak biliniyor, Milliyetçi Çin de deniliyor. Ada devleti olan burasını Çin Halk Cumhuriyeti tanımadığı gibi henüz pek çok ülke de tanımıyor.
Medeniyet inşa etmek isteyen milletlerin ülkülerinden dem vuran Abdurreşit hoca, Türklerin Kızıl Elma’sından, Rusların sıcak denizlere inme düşüncesinden ve Çinlilerin de Türkistan’a hâkim olma fikrinden söz ediyor.
Abdurreşit hocanın söylediklerini biraz özetleyerek ve hatta sansürleyerek kısa kısa yazmak istiyorum, çünkü işin ucu devletimize, milletimize ve nihayetinde gele gele bana dokunuyor.
-Çin diplomatik ilişkilerini çok kuvvetli temele dayandırıyor, şayet bugünlerde İstanbul’dan yola çıkan yetmiş kadar Doğu Türkistan Türk’ü Kızılcahamam’dan Ankara’ya gelemediyse, bu Çin diplomasisinin gücüdür.
Çin bu diplomatik başarıyı sadece ekonomik ve teknolojik gücünü kullanarak değil, eğitimi de kullanarak elde ediyor. Çin’in bugün Türkiye’de beş tane Konfüçyüs Enstitüsü bulunuyor, ayrıca on beş üniversitemizde Çin Dili ve Edebiyatı ya da Sinoloji Bölümü faaliyetine devam ediyor, buna karşılık bizim Çin’de hiçbir enstitü ya da bölümümüz bulunmuyor.
Çin’den ithalatımız 24,7 milyar, ihracatımız ise 3,6 milyar ABD doları. Aradaki makas çok büyük ve buna yakın zamanda Çin’den aldığımız 3,6 milyar dolarlık krediyi de eklemek lazım.
Doğu Türkistan Türklerinin üç özelliğinin yerleşik hayata geçmiş olmaları, yazılı edebiyata sahip olmaları ve İslamiyet’i kabul etmiş bulunmaları olduğunun altını çiziyor. XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti ile Kaşgar Emirliği arasında iyi ilişkilerin kurulduğunu, emirliğin Osmanlı’ya bağlı olup Osmanlı parasının kullanıldığını ve hutbenin ise Osmanlı hükümdarı adına okunduğunu belirtiyor.
Orta Asya’da Rusların güçlendiğini gören Çin, 1878 yılında Kaşgar Emirliği topraklarını işgal eder. 12 Kasım 1933’te Kaşgar’da kurulan Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’ni Türkiye tanımaz, Ruslar bu devleti 1934 yılında katliam gerçekleştirerek yıkar. Mücadelenin devamında 12 Kasım 1944 yılında Doğu Türkistan Cumhuriyeti kurulur, ancak bu durum Rusları endişelendirir. Çünkü Doğu Türkistan’da kurulan bir Türk devletinin Batı Türkistan’ı da ayaklandıracağını bilen Ruslar, Çinlilerle işbirliği yaparak komünistleri Doğu Türkistan yönetimine getirir, sonuçta 1955 yılında Çin Doğu Türkistan’ı işgal ederek ismini değiştirir ve bölgeye Xinjiang demeye başlar. Bu isim Türkiye’de Sincan olarak bilinir ve kullanılır, ancak bu durum Doğu Türkistanlıları ziyadesiyle üzer. Doğu Türkistan, TİKA’nın bastırdığı haritalarda Sincan Uygur Özerk Bölgesi olarak geçmektedir.
1955 yılında Çin Komünist Partisi iktidara geldiğinde ülkede dört yüzden fazla ırk bulunuyormuş, ancak devlet bunlardan elli altısını tanımış. Onları da zaman içinde asimile etmek için epey uğraş vermiş, ancak bütün tecritlere ve zulümlere karşın topluluklardan üç ya da dört tanesi kendi özelliklerini korumuş. Bunlardan birisi Doğu Türkistan Türkleriymiş. Çin kültürü içinde farklı bir kültürün yaşamasının çok zor olduğunu, dünyada geleneklerine ve kültürlerine sıkı sıkıya bağlı toplum olarak Yahudiler bilinmesine rağmen Yahudilerin bile Çin kültürü içinde bozulduğunu ve domuz eti yer duruma geldiğini söylüyor hoca. Doğu Türkistan Türkleri kendilerine yapılan onca zulme ve tecrite karşın dinlerinden ve kültürlerinden vazgeçmezler.
Uygur Türkçesini resmi dil olmaktan çıkaran Çin, İslam dinini ortadan kaldırmak ve Uygur Türklerini dinsizleştirmek için çok uğraşmaktadır. 2016 yılından sonra Çin faşizme başlamış, Doğu Türkistan bölgesini İslamsızlaştırma ve Türksüzleştirme faaliyetine girişmiştir. Bu faaliyetler Batılı ülkelerin televizyonlarda dile getirilirken Türk televizyonlarında maalesef gösterilmemekte, hatta İngilizce yayın yapan Türk televizyon kanallarında konu dile getirilmesine rağmen iç kamuoyunun dikkatinden uzak tutularak Türkçe yayın yapan televizyon kanallarında zulme yönelik haber yapılmamaktadır.
Çin Doğu Türkistanlıları terörizm ile bağlantılı ve terörist olarak göstermekte, onların el-Kaide ve Daeş ile bağlantıları olduğunu iddia etmektedir. Hatta Reina saldırısını Doğu Türkistanlıların üzerine yıkmak için algı operasyonu yapılmış, ancak bu tuzağa düşülmemiştir.
Kazak ve Kırgız Türkleri Uygur Türkleri kadar direnç gösterememektedir.
Çin’in, önümüzdeki yirmi yılda dünyanın bir numaralı ekonomisi olması beklenmektedir, dolayısıyla Çin ile yürütülen ve yürütülecek olan diplomatik ilişkilerin hariciye geleneğinden gelen ve tarih şuuru bulunan birileriyle sürdürülmesi daha isabetli olacaktır. Olaya sadece ekonomi ve ticaret penceresinden bakmak doğru değildir.
1997 yılında Çin Halk Kongresi’nde Çin’in Doğu Türkistan politikasını eleştiren Rabia Kadir/Kader Halk Kongresi’nden çıkarıldığı gibi 1999 yılında hükümet sırlarını açıklama suçundan sekiz yıl hapse mahkûm edilmiştir. İnsan hakları konusundaki mücadelesinden ötürü Norveç 2004 yılında Rabia Kadir’e Thorolf-Rafto-Ödülü’nü vermiş ve uluslararası baskılar sonucunda hapisten çıkarılmıştır. 2005 yılında Türkiye’den davet beklemiş ancak davet gelmeyince sığınma talebinde de bulunmamıştır. Çünkü Türkiye kabul etmeseydi dünya kamuoyu nezdinde itibar kaybeder ve Türkiye’yi sıkıntıya sokarım diye düşünmüştür. ABD’ye iltica etmiş, ancak bir hayli üzülmüştür. Davet edilme bir yana kendisine vize dahi verilmemiştir. Rabia Kadir’in bugün dünyada iki ülkeye giremediğini, bunların da Çin ve Türkiye olduğunu söylüyor hoca.
Abdurreşit hoca tabii burada kısaltarak yazdığımdan daha çok şey söyledi, ancak genel olarak hadise bu çerçevede özetlenebilir. Kendisi Kaşgarlı birisi olarak bu gelişmeleri ve olanları elbette benim duyduğumdan daha derin duyuyor ve daha başka hissediyor. O atmosfer içinde söylediği ve birçoğunda duygusal davrandığı sözlerini normal karşılıyorum, zira onun yüreği daha başka yanıyor.
Abdurreşit Celil Karluk hoca sonuç olarak Çin Nazi kamplarının bir an önce kapatılması gerektiğini, şayet kapatılmazsa beş sene içinde Doğu Türkistan’ın çökeceğini, Doğu Türkistan çökerse Batı Türkistan’ın tehlikeye gireceğini, ondan sonra da Kafkasya’da sıkıntılar başlayacağını söyleyip konuşmasını bitiriyor.
Hocanın söylediklerini dediğim gibi biraz kısaltarak biraz da sansürleyerek buraya kadar aktardım, ancak ben de kısa bir değerlendirme yapacak ve bazı hususlardan söz edeceğim. Akabinde de neler yapılabileceği konusunda birkaç öneride bulunacağım.
Nüfusu bir buçuk milyara ulaşan bir devlet ya da millet, otuz milyon kadarlık bir Doğu Türkistan nüfusundan niye korkar ve çekinir? Burası gerçekten sorgulanması gereken bir konudur. Uzun yüzyıllar önce yaşanılanlar mıdır bu endişenin sebebi? Hunlar, Göktürkler, Uygurlar ve Moğollar acaba Çinliler üzerinde nasıl bir etki ya da korku bırakmıştır?
Bir diğeri İslâm dini ile alakalı olanıdır. İslâm dini Çin devletini neden bu kadar endişelendirmektedir? Bizler Çinlilerin inancının olmadığını ya da çok farklı inançlara sahip bulunduklarını, ateist olduklarını biliriz genellikle. Çin devleti vatandaşlarının Müslüman olabilecekleri gibi bir korkuyu taşıyor olabilir mi acaba? Korkunun kaynağının sadece İslâmiyet olmadığı da açık, Musevilik de Yahudiler de endişe kaynağı olmalı ki onların inancını değiştirip karışık evliliğe ve domuz eti yeme gibi alışkanlıklara sürüklemektedir. Çin devletinin ilahi dinlerin gücünden korktuğu anlaşılmaktadır.
Kesici ve delici aletler onları ne derece korkutuyor olmalı ki, bu aletlere hem karekod uygulanmakta hem de zincirlerle sabitlenmektedir.
Telefon hatları ve numaralarının ayrı ayrı verilmesini ve teknik takibe tabi tutulmasını sadece basit bir güvenlik uygulaması olarak görmek ne derece isabetli olur? Anlaşılan o ki korku dağları beklemektedir.
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde Nisan 2012’de Doğu Türkistan’a olan ziyaretleri Doğu Türkistan Türklerini hem çok şaşırtmış hem de ziyadesiyle sevindirmiştir. Başkent Urumçi’deki pazar yerinde Doğu Türkistan Türkleri ile sohbet ve alış-veriş sıcak ilişkilere yol açmıştır. Üç günlük resmi Çin ziyareti Urumçi’den başlamış ve tarihte ilk kez bir Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Doğu Türkistan’ı ziyaret etmiştir.
Ağustos 2014 tarihli haberler karıştırıldığında Dünya Uygur Kongresi Başkanı Rabia Kadir’in, “Başka hiçbir hükümetin yapmadığını Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hükümeti yaptı, Türkiye tarihinde Uygur Türklerine bu kadar sahip çıkan başka hükümet yok. Eğer birisi çıkıp ‘Başbakan Erdoğan Uygurlara yardım etmedi’ dese ben onun karşısına dikilirim” dediği görülür.
Yine Başbakan Erdoğan’ın, Doğu Türkistan’da olanlara dünyada “soykırım” diyebilen ilk devlet adamı olduğunu belirten Kadir, “Başbakan Erdoğan’a çok minnettarız. Mevcut hükümetin bize en fazla sahip çıkan Türk hükümeti olduğunu üstüne basa basa söylemek istiyorum” dediğini, “Çin’in Doğu Türkistan’da soykırım yaptığını yıllardır tüm dünyaya anlatmaya çalıştıklarını ama dünyanın bu konuda sessiz kalmayı sürdürdüğünü” kaydeden Kadir’in, ilk kez bir devlet adamı olarak Başbakan Erdoğan’ın 09 Temmuz 2009’da bütün dünya kamuoyu önünde bunun bir “soykırım” olduğunu söylediğini görürüz.
O dönemde Rabia Kadir, Başbakan Erdoğan’a çok minnettar olduklarını, daha önce Türkiye’de Doğu Türkistan bayrağının asılmasının yasak olduğunu, önceki hükümetler devrinde kendilerine en büyük katliamları yürüten dönemin Çin devlet başkanına devlet madalyası verildiğini, şu an Doğu Türkistan bayrağını herkesin serbestçe taşıyabildiğini ve asabildiğini söylemiştir. Yine Doğu Türkistan meselesinin Türkiye’nin bir milli meselesi olarak zirveye çıktığını, Erdoğan’ın Uygurların Türkiye’ye gelip yerleşmesi için çok büyük imkânlar sağladığını ve kapılarını açtığını, dünyada zor durumda olan, Çin tarafından idam edilme ihtimali olan binlerce insanın Türkiye’ye geldiğini ve Sayın Başbakanın binlerce Doğu Türkistanlıyı ölümden kurtardığını ifade etmiştir.
Temmuz 2015’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Uygur Türklerinin Çin’de yaşadığı sorunlarla ilgili Çinli yetkililerle yapılan görüşmelerde terör konusunda, “Doğu Türkistan İslami Hareketi adında bir örgüt bulunduğu ve bu örgütün 2002’den beri Türkiye’nin terör örgütleri listesinde olduğu” hususundaki ifadelerinin Doğu Türkistanlıları üzdüğü anlaşılmaktadır. Bu durum bir nevi 2012’den beri olagelen gelişmelerin tersyüz olmasına, kazanımların unutulmasına ya da görmezden gelinmesine sebep olmuştur.
Şu anki sessizliğin sebebini anlamakta zorlanabiliriz. Geçmişte Sovyet Blokuna dâhil ülkelerden ve komünist iktidarlardan gelebilecek tehlikeye karşı NATO Bloku içinde yer aldık, ancak epey bir zamandan beri aynı blokta yer aldığımız ülkelerin de dost olmadıklarını, hatta düşmanca tavır takındıklarını ve kararlar aldıklarını görmekteyiz maalesef. Başta ABD olmak üzere Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinin yanı sıra en son Fransa’nın Ermeni meselesi hakkındaki kararını ibretle ve hayretle takip ediyoruz milletçe. Rusya, İran ve Çin ile yürütülen diplomatik ve ekonomik ilişkiler bakalım nasıl sonuçlanacak.
Sonuç Olarak ;
Son olarak Doğu Türkistan Türklerinin sesi Abdürehim Heyit Çin zulmüne yenik düşmüş ve bu fani dünyayı terk etmiştir. Allah Teâlâ merhuma ve diğer şühedaya rahmetiyle ve şefkatiyle muamele eylesin, mekânları Cennet olsun inşallah. Elimizle bir kötülüğü ortadan kaldıramıyoruz, dilimiz ve kalbimizle bu zulmü lanetliyoruz, Allah bizleri affetsin inşallah.
Kırıkkale’den Ankara’ya dönüşte yolda ne yapabiliriz konusunda fikir yürüttük ve üç aşağı beş yukarı şunlara karar verdik. Elbette devletimizin yapacakları ayrı, bizim yapacaklarımız ayrı ayrı düşünülmeli.
Bazı hadiseler karşısında zaman zaman yöneticiler ve devletler suskun kalabilirler, bu durum onların gelişmelere kayıtsız kaldıkları ya da kalacakları anlamına gelmez elbette. Ancak gelişmelerden haberdar olamamak veya sivil toplum kuruluşlarının üzerlerine ölü toprağı serpilmişçesine hareketsiz kalmaları ileride duyarsızlaşmaya ve duygusuzlaşmaya sebep olabilir. Yöneticilerin bu hususu da dikkate almaları gerekir diye düşünenlerdenim.
Bizim düşündüklerimiz ve akıl ettiklerimiz bunlardı, ya sizler ne dersiniz kıymetli dostlar…
Kaynak : Sayın Ahmet Kankal Hocamızın Sosyal medya paylaşımı
Etiketler: Çin » Dünya » etnik Çatışma » Genel » Görüş Yorum » kÖŞE YAZARLARI » Makale Analiz » SiyasetBENZER HABERLER