logo

trugen jacn
29 Ağustos 2014

ÇİN’İN DOĞU TÜRKİSTAN’DAN ZORLA YOLLADIĞI BİNLERCE MÜSLÜMAN UYGUR BEKAR GENÇ KIZ NEREYE GÖTÜRÜLDÜ .. ?

  Doğu Türkistan’ı ziyaret eden ünlü Arap yazar Fehmi Huveydi’den çarpıcı bir makale. İşte, Kur’an-ı görüp ağlayan insanlar ve 100 bin bekâr Türkistanlı kızın dramı…

         Arap dünyasının tanınmış yazarlarından Fehmi Huveydi’den Doğu Türkistan üzerine çarpıcı bir makale. Uygurları yakından tanıyan Huveydi, Doğu Türkistan’da yaşananların iç yüzünü tüm çıplalığıyla ortaya koydu. Fehmi Huveydi’nin “Çin’deki Eziyet Görenler ve Unutulmuşlar” adlı makalesini okuyucular için tercüme ettik.

Fehmi Hüveydi*
Son Çin hadiselerinde dünyanın dört bir yanında eziyet gören, unutulmuş, meseleleriyle ilgilenecek bir kişi dahi bulamayan milyonlarca Müslüman’ı hatırlatması dışında olumlu hiçbir şey yok.
1
Doğu Türkistan’da (Sincan) Müslümanların öfkesinin patlak vermesine çok şaşırmadım. Çünkü ben çeyrek yüzyıl önce ülkelerini ziyaret ettiğimden beri Uygurların çektikleri acıları bilenlerden biriydim. Yaşamlarında aşağılanma, fakirlik ve baskının etkisi üzerinde durdum. O dönemde onlar hakkında El-Arabi Dergisi’nde bir dizi makaleler yayınladım. Sonraki dönemde bu makaleleri genişlettim ve Kuveyt’te “Bilgi Dünyası” dizisi içinde “Çin’de İslam” başlıklı kitapta bastım.
O ziyaret gerek komşu Pakistan’da gerek de aralarında nesep bağı olduğunu kabul eden Türkiye’deki Uygurlarla, her ne kadar ülkeleri orijinal ismi kaldırılıp yasaklanarak Sincan (Yeni Fethedilmiş Toprak) diye değiştirilmişse de kesilmeyen bir ilişkinin başlangıcıydı. Öyle ki Çin 19. yüzyılın sonlarında yutmadan önce tanınan ismi Doğu Türkistan’ı kimse söylemeye cesaret edemez oldu.
Bu ilişkiler neredeyse düzenli bir şekilde çok miktarda bilgi edinmemi sağladı. Yazdığım birçok makalede bu bilgilere dayandım. Bu makaleler de son 20 yılda Arap gazetelerinde özellikle de Londra’dan yayınlanan el-Mecelle Dergisi’nde basıldı.
Özellikle Pakistan’da oturan Uygurların ricası dönem dönem ülkelerine gittikleri için tehlikeye maruz kalmalarına sebebiyet vereceğinden isimlerini zikretmememdi. Daha önceden buna benzer şekilde başıma gelen bir tecrübeden aldığım sert ve anlamlı bir ders nedeniyle bunu anlayıp kavramıştım. Zira, bir ara Sovyetlere gittiğimde oradaki Müslümanların durumları hakkında yazılar kaleme aldım. Kaynaklarımdan biri oradaki genç aktivistlerden birisiydi. Ben ismini yazmamıştım ancak arkadaşı onu ihbar etti.
Daha sonradan yargılanıp idam edildiğini öğrendim. Bu olay hala üzüntü duymama sebep olmaktadır. Onun suçlanmasındaki tek sebep benimle buluşmaları mıydı yoksa orada kendisine yöneltilen başka suçlar da var mıydı tam olarak öğrenemedim.
Uygur Müslümanlarının çektikleri acıların gerçeği hakkında gözlerimin açılması başkentleri Urumçi’ye vardığım ilk gün gerçekleşmişti. Zira saatimi ayarlamak için saat farkını sorduğumda çoğunun saatini Çin’e göre değil Pakistan’a göre ayarladığını görünce şok oldum. Bu benim merakımı uyandırdı. Bütün vakit şu sorunun cevabını arar oldum: Neden Uygurlar kendilerini yaklaşık 150 yıldır içinde yaşadıkları ülkenin değil de Pakistan’ın bir parçası olarak görüyorlardı?
Kuveyt’ten yola çıktığımda yanımda orta boy Mushaflarla dolu bir çanta taşıdım. Sovyetler Birliği’ne o dönemde yaptığım geçmiş ziyaretimden sonra anladım ki Arap ya da İslam dünyasından gelen bir kimsenin komünist ülke evlatlarından biriyle karşılaşırsa ona verebileceği en değerli hediye Kur’an-ı Kerim’dir.
Sincan’da ziyaret ettiğim camilerde Mushafın olmayışı dikkatimi çekmişti. Camilerde gördüklerim ise üzerlerinde “La İlahe İllallah” ve “Muhammedun Resulullah” ve “Allahu Ekber” yazılı bazı seramik kaplardı.
İmamlardan birine bir Mushaf takdim ettiğimde gördüğüm manzarayı hiç unutmuyorum. Mushafı ağlaya ağlaya öptü durdu. Yine bir keresinde biri geldi ve evleneceği kıza mehir olarak vermek üzere kendisine bir Kur’an hediye etmem için yalvardı.
İnsanlarla iletişim kurmak imkânsızdı. Bunun tek sebebi dil değildi. Aynı şekilde Çinlilerin yabancılarla konuşması yasaktı. Bilgilere ulaşmak oldukça zordu. Beni bu sorundan sadece iki Uygurlu kurtarabildi. Birisi Suudi Arabistan’da çalışmış diğerinin ise babası el Ezher’de okumuştu. Bu nedenle kırık da olsa bazı Arapça kelimeler biliyordu.
Cuma namazını kılmak için Urumçi’deki Büyük Cami’ye gittim. Namaza gelenlerin çoğunun beyaz elbise giydikleri başlarına da aynı renkten takiyye taktıkları dikkatimi çekti. Ancak bunlardan biri rükû ve secde hareketlerini yaptığı halde hiç sesi çıkmıyordu. Daha sonra bana çoğunun Kur’an’dan bir kelime bile bilmediği, Cuma gününü bayram saydıkları, banyo edip temizlendikten sonra beyaz elbiseler giydikleri, camiye gitmeden önce güzel koku sürdükleri söylendi. Sonra camide saflara dizilip hiçbir kelime söylemeden tam bir huşu içinde hareketleri eda ediyorlar. O dönemde onların Kur’an’ı ezberleyip de namazlarında huşunun eseri bulunmayan birçoğundan daha fazla dindar olduklarını söylediğimi hatırlıyorum.
Halife Osman Bin Affan döneminde İslam’ın iki yoldan Çin’e ulaştığını biliyordum. İlki daha sonra “İpek Yolu” ismiyle bilinen yol üzerindendi. Zira Farslar İslam’ı kuzey bölgelere taşıdı. Bu bölgeler arasında Doğu Türkistan da yer alıyordu. Bunun için dini terimleri arasında Farsça kelimeler yer almaktadır.
İkinci yol ise Hadramevt’ten ve Yemen’in güney bölgelerinden gelen Arap tüccarların izledikleri yoldur. İslam’ı Endonezya adalarına ve Çin’in güneyindeki Kanton’a ulaştırdılar. Zira mezar taşlarına Kur’an ayetleri yazılı bu Arapların bazılarının mezarlarını gördüm.
O dönemde Sincan’daki Müslümanlar ibadetlerinde kendilerine yapılan baskılardan ve hacca gitmelerinin engellenmesinden dert yanıyordu. Aynı şekilde hükümet görevlerinden mahrum bırakılmalarından ve Han ırkından Çinlilerin kendileri yerine tercih edilmelerinden de şikâyetçi oluyorlardı.
Bu sonradan gelenler her şeye hükmeder oldu. Yönetim ve karar yetkisi onlar oldu. Uygurlar aynı zamanda hükümetin, bölgenin nüfus yapısıyla oynamaya devam etmesinden duydukları endişeyi dile getiriyorlardı. Zira Çin’in dört bir yanından Han ırkından büyük sayıda vatandaşı bölgeye getirirken Uygurları da bölgelerinden Çin’in diğer şehirlerine göç ettiriyordu. Bu da Sincan’da Uygur Müslümanlarının oranının gerilemesine yol açtı. %90 iken %60’a düştüler.
Çinli yetkililer Uygur Müslümanlarının Büyük Çin Okyanusu’nda eriyip gitmeleri ve kimliklerinin silinmesi denemelerini durdurmadı. Örneğin iki yıl önce yaşları 15 ila 25 arasındaki bekâr Uygurlu kızlardan 100 bininin Sincan dışındaki bölgelere dağıtılması kararı aldı. Kızlar, aileleri sonlarının ne olduğunu bilmeksizin sefere zorlanıyordu. Aralarındaki kinin ve nefretin artmasının sebeplerinden biri de bu idi. Hâlâ o kızların akıbetinin ne olduğu bilinmiyor.
Geçtiğimiz Haziran ayının sonunda Uygurlu işçiler, ülkenin güneyinde; Şangay şehrine yakın bir oyuncak fabrikasında ayaklandı. Sayıları 700’dü. Bunlar, fabrikanın bulunduğu Kongdog bölgelerine göç ettirilenlerdir.
İki sebepten ayaklandıklarını ilan ettiler. Birincisi 2 aydır ücretlerinin verilmemesi, ikincisi de fabrika yönetiminin aralarından evliler için ev tahsis etmeyi reddetmesiydi. İsyan iş bırakma eylemine dönüştü. Ancak fabrika yönetiminden verilen karşılık şiddetliydi. Han ırkına tabi işçilerden oluşan kalabalık bir grup (yaklaşık 5000 kişi) isyancıları dize getirmek için toplandıkları yere saldırdı. Öfkeli Uygurlar kendileriyle çatıştı. Görgü tanıklarının ifadelerine göre çatışmalar sabah saat 9’dan ertesi sabah 5’te polis müdahale edip dağıtana kadar sürdü.
Resmi bildiriye göre bu çatışmada Uygurlardan 2 kişi öldü. Ancak Uygurlar aralarından 50-100 arasında gencin öldüğünde ısrar etti. Tutuklanan ya da kaybolanların sayısı ise yüzlerce idi.
Önemli olan nokta, bu haberler Sincan’a ulaştığında işçilerin aileleri sonları belirsiz oğul ve kızlarını sormaya başladı. 1 hafta, 2 hafta hiçbir cevap alamadan geçti. Bunun üzerine kaybolanların resimlerini ellerinde taşıyarak barışçıl bir gösteriye çıktıklarında Hanlı kitleler ve polis kendilerine karşı koydu ve kanlı bir çatışma yaşandı. Resmi bildiriye göre bu çatışmalarda 150 bin Uygurlu hayatını kaybetti. Öte yandan karşı tarafın tahminlerine göre kendilerinden 400 binin üzerinde kişi öldü.
Bu, bölgenin asıl sakinlerinin öfkesinin başlangıcı değildi. Ancak bu 1933 yılında Çin’in Doğu Türkistan’ı işgal edip 1949 yılında resmen topraklarına katmasından bu yana durmayan çatışmalar dizisinin bir halkasıydı. Uygurların tüm ayaklanmaları bazen “ayrılıkçı” bazen de “teröristler” iddialarıyla şiddetle bastırıldı. Öyle ki Çin baskısının kurbanlarının sayısının 1 milyon Müslüman olduğu söylenmektedir.
Bu sefer ki ayaklanma öncekilerden daha büyüktü. O kadar ki Çin cumhurbaşkanını Roma Zirvesi’ndeki toplantısını yarıda kesip Sincan’da kötüleşen durumu kontrol altına almak için Pekin’e dönmek zorunda bıraktı. Bilindiği gibi oradaki Müslümanlar aşağılanarak, resmi görevleri üstlenmekten, Ramazan orucunu tutmaktan, Hac farzını eda etmekten men edilerek canlarından usandı. Öyle ki Hacca gidemesinler diye tüm Uygurluların pasaportlarına el konuluyor. Sadece hükümetin düzenlediği heyetler aracılığıyla hacca gitmelerine izin veriliyor. Hacca gitmek isteyen bir kimsenin de 50-70 yaş olması, hükümete de 6000 Euro ödemesi şartı koşuluyor.
Uygur halkının trajedisi(Uygur kelimesi eski dilde birleşik ya da ittifak anlamına gelmektedir. Çünkü aslında onlar aralarında koalisyon kurmuş bir dizi kabile idi) 3 noktada saklıdır. Bunlardan ilki tarih boyunca tutarlı kalan, örneğin Sovyetler Birliği gibi parçalanmaya maruz kalmayan büyük bir devletin kabzasında yaşıyor olmalarıdır.
İkincisi; büyük ülkelerinde (1.6 milyon km2 Çin’in beşte birini oluşturuyor. Ayrıca Fransa gibi bir ülkenin 3 katı) bol miktarda doğal zenginlik bulunuyor. Zira petrol rezervleri yaklaşık 8 milyar tondur. Şimdiki zamanda bu rezervlerden her gün 5 milyon ton çıkarılmaktadır.
Bunun yanında 600 milyon ton kömür taşı üretmektedir. Bölgede 6 uranyum maden ocağı yer alır. Bu maden ocaklarından en iyi türden uranyum çıkarılır. Ayrıca başta altın olmak üzere başka madenler de yer alır. Üçüncü nokta; Müslüman olmalarıdır. Dünyada, uygarlık ve siyaset açılarından yenilmiş, dayanıksız rejimlerin temsil ettiği dışlanmış bir millete tabidirler.
Onlar Tibet’teki; dünyanın davalarına yakınlık gösterdiği Budistler ya da büyük devletlerin Endonezya’dan ayrılıp bağımsızlıklarını kazanmalarında büyük devletlerin yanlarında durduğu Batı İrian Jaya Katolikleri gibi değiller. Onların Avrupa’da bir sorunla karşılaşan ve egemen devletlerin sorunlarını Filistin halkını yerlerinden çıkarıp kendilerine Filistinlilerin toprakları üzerinde bir devlet kurma yoluyla çözdüğü Yahudilerle kıyaslanması mümkün değildir.
Bu noktadan dışarı çıkarsak (sadece bilgi için-2008’de) Çin ile Arap ülkeleri arasında ticaret alışverişinin hacmi 133 milyar dolara ulaştı. Bu oran her sene %40 artış göstermektedir. Yine bilgi açısından Uygur Müslümanlarının ezildiği vakitte 1100 Çinli şirket Dubai’de ürünlerinin 3. sergisini kuruyordu.
Aynı şekilde yine de bilgi açısından Arapça bilen ve hacc farzını eda ettikten sonra Arap ülkelerini ziyaret eden, liderleri ve yetkilileriyle bir araya gelen resmi haç heyetine eşlik etmekle yükümlü Çinli Müslümanlardan biri bana, eşlik ettiği heyete bu görüşmeler esnasında hiçbir Arap liderin Çin’deki Müslümanların durumları hakkında soru sormamasından ötürü şok olduğunu söyledi. Türk kaynaklarının tahminlerine göre Çin’de yaşayan Müslümanların sayısı 60 milyondur. Bunların yarısını da Uygurlar oluşturmaktadır.
KAYNAK  : TİMETURK

Etiketler: » » » » »
Share
2807 Kez Görüntülendi.