Son Dakika
Türkiye Cumhuriyeti devletimizin Avrupa Birliği ile Şanghay İşbirliği Örgütü arasında bir seçim yapması gerekmiyor.Avrupa Birliği’ne küsmek yerine hak arayışını sürdürmelidir.Şanghay İşbirliği Örgütü ile de ülkemizin manfaatlarının gerektirdiği ölçüde işbirliği yapma yolunu izleyebilir.Bunun için ille de bu örgüt’e üye olması gerekmiyor(muş).Aksine Türkiye’nin bu örgütün dışında kalması,Türk dünyasının ortak geleceği açısından hayatı önem taşımaktadır.
Bununla birlikte Türkiye daha kalıcı çıkış yolu olarak kendi önderliğinde manevi coğrafya ülkelerini kapsayan yeni bir uluslar arası işbirliği teşkilatı oluşturmayı de düşünmeli. Türkiye’nin bu potansiyeli vardır ve gücünü kurumsal düzeye taşımanın zamanı gelmiştir.Büyük işler hergün yapılmayabilir. Ama,gününde mutlaka yapılmalıdır. GÜN, BUGÜNDÜR.
Dr. Ferhat Kurban TANRIDAĞLI
Geçen hafta kaleme aldığım (18.11.2016 tarihli ) yazımda Şanghay İşbirliği Örgütü’nün oluştuğu dönem, o devirdeki şartlar,oluşumun perde arkası, amacı, günümüzde yaşananlar ve Atalarımızın günümüzden 14 asır önce Orhun Abidelerinde yer alan öğütlerini de hatırlatmak sureti ile ‘’Şanghay İşbirliği Örgütü , Avrupa Birliği ve Yol Ayırımındaki Türkiye” başlığı altında konuya değinmiştim. Daha sonraki günlerde Sayın Cumhurbaşkanımızın konuyu resmen gündeme getirmesi ile kamu oyunda tartışmalar başladı. Demokrasinin nimetlerinden olan fikir özgürlüğü çerçevesinde yapılan tartışmalar hızla yayılırken , Örgütün çekirdek gücünü oluşturan devlet yetkililerinin sıcak açıklamaları da peş peşe gelmeye başladı. Örgüt kapısının Türkiye’ye açık olduğunu ima ettiler. Olaylar baş döndürücü hızla öyle bir gelişti ki, Türkiye bir anda Türkiye, Şanghay İşbirliği Örgütü Enerji Kulübü’nün 2017 dönem başkanlığını üstlenmiş oldu. (Bak:Türk basını).
Türkiye’nin enerji ihtiyacını karşılamak için yaptığı çalışmalar çerçevesinden bakıldığında bu gelişme çok olumlu ve faydalı bir gelişme olabilir. Ayrıca bu gelişmeden anlaşılıyor ki, Türkiye’nin ülke manfaatları gereğï bu örgüt ile de işbirliği yapabilmesi için ille örgüte üye olmasına gerek yokmuş. Demek ki örgütün dışında kalarak da işbirliği yapılabilyor muş. Türkiye’nin bu örgütün dışında kalması Türk dünyasının ortak geleceği için hayati öneme haizdir.( Bunun gerekçelerini bir önceki yazımda açıklamaya çalışmıştım). Ancak gündem ne kadar baş döndürücü bir hızla gelişmiş olsa da bazı gerçekler yine de değişmiyor.
1.) UÇ NOKTALAR ARASINDA SÜREKLİ GİDİP GELMEK TÜRKİYE’NİN İMAJINA ZARAR VEREBİLİR.
Türkiye Cumhuriyeti devleti köklü devlet geleneğine , engin devlet tecrübesine sahip istikrarlı, kurumsallaşmış ve güçlü bir ülkedir. Türkiye’nin çevresinde Türkiye’ye gıpta ile bakan, attığı her adımı hayranlıkla takip eden, Türkiye’nin güçlenmesi, selameti için ellerini havaya kaldırarak Allah’a dua eden gönüldaş topluluklar olduğu kadar en ufak bir fırsatta darbe vurabilmeyi amaçlayan ve onun için Türkiye’nin tökezlemesini için pusuda bekleyen karanlık güçlerin de olduğunu görüyoruz. Onun için, değişen dünya şartlarına uyum sağlamaya çalışırken Batı ile Doğu arasında bocalıyormuş gibi zaafiyet belirtileri göstermekten sakınılmalıdır. Önce kendi potensiyelini keşfetmek, Türkiye’nin coğrafi ve stratejik konumunu iyi değerlendirmek, Cumhuriyetin kuruluş temeli olan milli ve manevi değerlerinden aldığı güç ile sağlam zeminlere ayak basmak ülkemiz açısından çok daha yararlı ve hayırlı olur. Nitekim milli ve manevi değerlerin dengesinden oluşan milli gücün nelere kadir olduğunu 15 Temmuz lanetli darbe girişiminde Türk Milletinin ortaya koyduğu kendi iradesine sahip çıkma ve bunun sonucu yazdığı destansı karşı koyma ve direniş sayesinde bir daha idrak etmiş olmaktayız.
2.) KİMSEYE KÜSME, YALNIZ KALIRSIN – KİMSEYE GÜVENME,ORTADA KALIRSIN. GÜNÜMÜZ ŞARTLARI HERKESLE BARIŞIK AMA TEDBİRLİ OLMAYI GEREKTİRİR.
‘’Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik süreci 1963 yılında Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluğu ile ortaklık anlaşması imzalamasıyla başlamıştır.Bu süreç 1987 yılında tam üyeliğe başvurmasıyla ivme kazanmış ve en son 1999 yılında AB üyeleri tarafından aday ülke olarak kabul edilmiştir. Türkiye,AB.ile 2005 yılında tam üyelik müzakerelerine başlamıştır.(Bak: Google; https//tr.m.wikipedia.org- wiki- Türkiye…)’’. Türkiye,dile kolay tam 53 yıldır AB.yolunda bir yolculuk sürecinde azimile yürümektedir. AB uyum yasaları başta olmak üzere yapılan sayısız çalışmalar da bu yolculuğun diğer çabalarıdır. Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye karşı sergilediği oyalıyıcı ,riyakar ve iki yüzlü tutumu, sonu gelmeyen , bitmek bilmeyen talepler, istekler ve dayatmalar gerçekten can sıkıcı ve bıktırıcıdır. Ancak o kadar yıl ve bir o kadar çabalardan sonra kolayca pes etmek de Türkiye’ye zarar verir. Tıpkı Uygur Türklerinin bu ve benzeri durumlar için dediği gibi : ‘’30 günlük orucun 29.gününde onu bozarak eksik gün oruç tutmak, yanı 29.gününde bitirmek olarak açıklanabilir. Onun için bugüne kadar verilen mücadelenin karşılığını almaya çalışmak, gemileri yakmak yerine hak arayışını sürdürmek çok daha yararlı olabilir. Anadolu’da bir deyim vardır: ‘’Kimseye küsme , kimseye güvenme’’. Ben bu deyimi şöyle anlıyorum: Her kese küsersen yalnız kalırsın, herkese güvenirsen ortada kalırsın.
Bu deyim insanlar arasındaki ilişkiler için söyelenmiş olabilir ama bir çok ahlaki değerlerin içinin boşaltıldığı , dış politakada ‘’Ebedi dostluklar yoktur, ebedi menfaatler vardır’’ ilkesinin hakim olduğu günümüzde bu anadolu deyimi uluslar arası ilişkilerde de geçerli olmaktadır. Her kesle barışık olmak bununla birlikte de tedbiri elden bırakmamak ülke menfaatleri açısından önemli gözükmektedir. Bir Uygur Türkü Filozuf’un dediği gibi, ” Alemdeki işler takdire bağlı, velakin onun da tedbiri vardır.’’
3.EJDERHA’NİN KUYRUĞU VEYA AT’IN BAŞI OLMAK.
Etkisi veya büyüklüğü ne olursa olsun her hangi bir oluşumda veya örgütte kurucu üye olarak yer almak ile sonradan üye olmaya çalışmak arasında ciddi farklılıklar vardır. Teşkilatın kurucusu olmak veya kurucu üyesi olmak tüzük ve şartnamelerin yazılışından itibaren kendi amaç ve hedeflerini gözetme imkanı verir. Bu durum ise, temel ve esas gayeye daha iyi hizmet edilebilmesini sağlar.Organize ve oluşumu sağlanmış, kurulmuş, hatta kuruluş amacı doğrultusunda bayağı yol almış bir örgüte sonradan üye olmaya çalışmak örgütün tüzüğünü ve şartnamelerini peşinen kabul etmek anlamına geldiği için, yeni üyelerin daha önce belirlenen kriterlere uyum sağlamaktan başka yapılacak bir şey yoktur. Özellikle ŞİÖ nün şartnamelerine imza atmak Türkiye’nin elini kolunu bağlayabilir. Türkiye’nin Türk Dünyasındaki manevi önderlik vasfını zedeleyebilir. Her şey bir yana AB serüvenimizde yaşadığımız gibi çıkmaz ayın çarşambasına randevu alıp, asırlarca oyalanabiliriz da. Şanghay işbirliği örgütü’nün sıcak tavırları sadece başlangıca (açılışa) özel sergilenmiş geçici bir tavır da olabilir.
Bu durumda hep Ejderhaya kuyruk olma çabasında olmak yerine , ejderha kadar büyük olmasa da daha güçlü bir varlık olan çak vefalı ve asil bir yaratılıştaki at’ın başı olmayı hedeflemek milli menfaatler açısından çok daha isabetli olabilir.
Geçenki yazımın(1.bölümün) son bölümünü aynen tekrarlama ihtiyacı duyuyorum:
ÖNERİLER:
1. Türkiye kendine özgü bir alternatif güç oluşturabilir.
Son yıllarda Türkiye Türk dünyasında ve İslam coğrafyasında manevi öndelik konumuna gelmiş durumdadır. Türkiye’nin yaptığı fedakarlıklar örneğin Türk Cumhuriyetlerinden binlerce öğrenci getirip yetişmek, Türk dünyasındaki tarihi varlıklara sahip çıkmak ,geniş bir coğrafyada kültürel etkisini derinleştirmek , Filistin konusunu kararlı bir şekilde sahiplenmek ve milyonlarca mülteciye kucak açmak gibi milli ve insani çabaları meyvelerini vermeye başlamıştır. Ekonomik ve askeri güç olarak da caydırıcılığı artmıştır. Artık bu durumu kurumsal seviyeye getirmenin zamanı gelmiştir.
2. ‘’DIŞ TÜRKLER BAKANLIĞI ’’ kurulmalı.
Gerekçeler:
1)Avrupa birliği bakanımız öteden beri var ama konuya o denli önem verilmesine rağmen sonuca olumlu katkı sağlamadığını görüyoruz.
2) TİKA, Yurtdışı Türklerni ve Akraba topluluklar başkanlığı ve sivil kuruluşlarımız çerçevesinde yapılan çalışmalar artık Türkiye’nin manevi önderliğini kurumsal olarak ifade etmesi için yeterli ve yetkili olmamaktadır. Onun için bünyesinde ‘’TÜRK ORTAK PAZARI ÇALIŞMA KOMİSYONU’’, ‘’ TÜRK DÜNYASI ORTAK ALFABE VE ORTAK YAZI DİLİ ÇALIŞMA KOMİSYONU’’ gibi birimlerin de yer aldığı ‘’DIŞ TÜRKLER BAKANLIĞI’’ tesis edilmeli..
Bütün altyapıların Sağlanmasından sonra ise Türkiye’nin önderliğinde uluslar arası bir yeni güç:
‘’MANEVİ (GÖNÜL) COĞRAFYASI ÜLKELERİ İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATI ’’ oluşturulmalı.
Bu ismin kullanılması Balkanlar ve Türk dünyası dışında Türkiye’ye samimi tutum sergileyen Arap ülkeleri ve diğer islam ülkelerini kapsaması açısından önemlidir.Batıda Macaristan( Hungary= HUN DEVLETİ) doğuda Japonya, Kore ( Bu ülkeler Hun soyundan geldiklerini savunur, dilleri Altay dil ailesine mensuptur, Kore Başbakanı kanlarında %20 Türk kanı olduğunu ifade etmiştir ve Türkiye’yi sever, sayarlar), Hinistan (Babür Şah’ın devlet kurduğu torpraklardır ve Türkiye’yi sever ve bağlıdırlar) gibi ülkeleri de kapsıya bilir. Hatta bu ülkeler Çin’nin yayılmacı politikasına karşı arayış içinde oldukları için onların da işlerine gelebilir.
Bu teşkilat Türkiye’nin şanına en yakışan, Türkiye’yi dünyanın denge unsuru haline getirecek , ‘’Dünya Beşten büyüktür’’ söyleminin içini dolduracak bir oluşum olabilir.
Her zaman savunduğum tez: Türkiye güçlendikçe Türk dünyasının başı dik olur. İnsanlık huzur bulur. (2.Bölümün Sonu.Yazı devam edecek.)
Etiketler: Çin » Din » Dünya » Genel » Görüş Yorum » Gündem » kÖŞE YAZARLARI » Makale Analiz » SiyasetBENZER HABERLER