Son Dakika
Akif Emre
Çok zayıf bir düzeyde kalsa bile hala ‘Doğu Türkistan’ tabirinin hafızalarımızda bir karşılığı var. Çin işgalindeki Müslüman Uygurların yaşadığı ama Kazak, Kırgız gibi diğer Müslümanlara da yurt olan İslam coğrafyası. Kaşgarlı Mahmut gibi Türk diline Divanü Lügati’t-Türk’ü kazandıran, Yusuf Has Hacip gibi Kutadgu Bilig’i İslam kültürüne kazandıran isimlerin yetiştiği topraklar.
Türkistan’ın doğusunu hatırlayanlarımız bile ‘Batı Türkistan’ı pek akla getirmez. Doğu Türkistan varsa, en azından mantıksal olarak Batı Türkistan’ın varlığını zorunlu kılar. Bu soruyu gündeme getirmemin nedeni Cumhurbaşkanı’nın Özbekistan’a yaptığı resmi ziyarete katılan bürokrasiden bir dostun hayret ifadeleri oldu. Evet, yirminci yüzyılın ikinci yarısında bile dünyaca bilinen coğrafya kitaplarında, haritalarda Türkistan coğrafi isim olarak yer alırdı. Doğu Türkistan’ı da kapsayan bir Türkistan isimlendirmesi…
Bunun unutulmuş olmasının yahut bilinçli bir siyasi proje olarak haritalardan silinmiş olmasında, elbette başta ideolojik olmak üzere dünya sisteminin dayattığı koşulların etkisi vardır. Söz gelimi görece daha canlı bir kavram olarak hatırlanıyor olsa da Çin’in Doğu Türkistan ismini kesinlikle yasaklaması gibi Sovyet emperyalizminin etnik ve dini unsurlara yönelik güttüğü politikalarının doğrudan bir sonucudur. Sovyet politikası bütüncül bir Müslümanlığı esas alan Türklük üst kimliğini parçalayıp sekülerleşmiş alt kimliklerin öne çıkmasını siyaseten kullanışlı buldu. Ayrı etnisiteler gibi Özbek, Kırgız. Türkmen kimlikleri üst kimlik olarak ‘yeniden icat’ edildi.
Tüm bunlar tarihi veri olarak az çok bilinen hususlar. Fakat İmam Buhari’nin, Emir Timur’un (Timurlenk) türbesini ziyaret edip, Semerkant’taki İslam medeniyetinin muhteşem eserlerini, bugüne yansıyan sanat ve estetiği keşfettikten sonraki hayret hali üzerinde durmaya değer… Bu hayret makamındaki çizgi biraz da özeleştiriyi içeriyor olması Türkiye İslamcıları açısından önemli bir travmaya işaret eder.
Milliyetçi muhafazakar kitleye nazaran İslamcılık düşüncesinin alamet-i farikası tüm Müslümanları kucaklayıcı, evrensel bir dil geliştirmesiydi. Ulus sınırlarını aşan, milliyetçiliğin parçalayıcı, daraltıcı ve dışlayıcı özüne karşı bir söyleme sahip olması ile öne çıkmıştır.
Ne var ki İslamcı söylemin en zayıf/ilgisiz olduğu alanlardan biri Müslüman Türk dünyası olmuştur.
Bu durumun psikolojik nedenlerini anlamak zor değil: Türkçülerin Türkistan’daki Müslümanlar üzerinden Türkçülük, Turancılık yaptığı bunu siyasi ve ideolojik olarak doktrinleştirdikleri göz önüne alındığında resim daha netleşir. Türkçülerin Türk dünyasını ideolojik olarak tekelleştirip adeta rehin aldıkları siyasi mücadele ortamında İslamcıların uzak durması tepkiseldi. Bir tür Türkçü addedilmemek için Müslüman Türk coğrafyasının meselelerine uzak durma hatta yabancılaşma hali… Afrika’nın en ücra köşesinde Müslüman bir kabileden, Filipinlere uzanan ümmet bilincinin belli coğrafyalarda körleşmesinin arka planında bu ideolojik rehin alınmışlığın belirleyici olduğu muhakkaktır.
Aynı zamanda İslamcılığın tarih bilincinin önemli ölçüde Osmanlı hafızasının şekillendirmiş olması, Balkanlardan Arap coğrafyasına sarkan bir ümmet haritasının şekillenmesini kolaylaştırıyordu. Siyasi olarak Osmanlının Türkistan’la fiili bir sürekliliğin olmaması, kültür ve gelenek bağlamında da Orta Asya’dan kopuş yaşanmasına neden oldu. İstanbul’daki bir Türk için Avrupa kıtasındaki Müslüman bir Arnavut Asyalı bir Türkten daha çok ortak kültüre sahiptir.
Diğer tarafta İslam medeniyetinin en merkezi havzalarından biri Buhara-Semerkand ve Kaşgar hattıdır. Üstelik bu havza Osmanlının yükseliş devrinde bile merkezi rolünü koruyabilmiştir. Klasik dönem İslam felsefe geleneğinden, İslami ilimlere kadar İslam düşünce ve ilim geleneğinin oluşmasında belirleyici bir rolü oldu bu coğrafyanın. İmam Buhari ve İmam Maturidinin kabirlerini ziyaret edip de bu büyük şahsiyetlerin Türkistan’da olduklarını ancak fark edebilen bir tarih okumasının kurbanları oldu neslimiz.
Ali Kuşçu gibi Semerkant ekolünden matematik ve astronomi bilginlerinin İstanbul’a akarken Osmanlı ilim havzasının şekillenmesindeki önemli rolüne rağmen bu birikime uzak durmayı her nasılsa başarmış münevverlerimiz.
Resmi ideolojinin Balkanları, Ortadoğu’yu yok saydığı dönemde Türkistan’daki medeniyetimizin asli unsurlarını hatırlamasını beklemek beyhude olacaktı. Üstelik Sovyet korkusuyla ürkek denge politikaları sonucu dış Türkler mevzuu ancak Batının izin verdiği ölçüde ve bağlamda dile getirilmiştir.
‘Türkistan neresi’ sorusunun içerdiği anakronik imadan ziyade ‘Türkistan neden unutuldu’ sorusu daha anlamlı geliyor. Bu soru etrafında hem Türkiye hem de İslamcılar açısından yeniden düşünmek gerek.
Kaynak: http://www.yenisafak.com/yazarlar/akifemre/turkistan-neresi-2034303
Etiketler: Çin » Din » Dünya » Edebiyat » Genel » Görüş Yorum » Gündem » kÖŞE YAZARLARI » Kültür Sanat » Makale Analiz » Siyaset
BENZER HABERLER