logo

trugen jacn

DOĞU TÜRKİSTAN’DA İNSAN HAKLARI RAPORU (ÖZET)

Başkent : Urumçi
Nüfus : 40 milyon(Tahminen)
Yüzölçümü : 1.828.418 km2
Komşuları : Moğolistan, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Pakistan, Keşmir, Tibet ve Çin
Önemli Şehirleri : Kaşgar,Yarkent, Hoten, Kumul, Gulca, Aksu, Korla, Turfan
Din : İslamiyet
Lamaizm (Tibet Budizmi), Budizm, Taoizm, Hristiyanlık (Katolik ve Ortodoks)
Dil : Uygurca, Çince
Etnik Durum : Uygurlar, Kazaklar, Kırgızlar, Özbekler, Tatar Türkleri, Huiler (Çin Müslümanları), Han milletine mensup Çinliler, Moğollar, Şibe milleti (Çinliler), Tacikler, Mançular, Ruslar vd.
İklim : Kara iklimi
Doğu Türkistan Gerçeği : dünyanın ve Türkiye’nin görmezden geldiği, görmezden gelinmese de siyasi çıkarlar uğruna feda edilen bir gerçek. Dinî, millî ve kültürel köklerinden kopartılmak istenen ve gözlerini açtığı andan itibaren “Sincanlı” olduğuna inandırılmaya çalışılan bir tutsaklar ülkesi Doğu Türkistan. Doğu Türkistanlılar şimdi Kur’an okuduklarında dayak yiyor, Kur’an öğrenmek istediklerinde hapse giriyorlar. Daha doğmadan yasaklarla karşılaşıyor; eğer devlet tarafından “fazlalık” olarak addedilirlerse annelerinin karınlarından zorla çıkartılıp öldürülüyorlar. Kendi dillerini, tarihlerini öğrenme hakları yok. İstedikleri üniversiteye girmek, istedikleri işte çalışmak onlar için hayalden de öte. Hayatlarının her aşamasında kimlikleri soruluyor onlara; aidiyetleri sorgulanıyor. Üstelik sorgulanmakla da kalmıyor, kendilerinden çalınıp yerine bir başkası konmaya çalışılıyor. Suçları bir hak talep etmekse bunun bedelini fazlasıyla ödüyorlar. Hesapsızca işkence görüyor, hapislerde ölüme terk ediliyorlar. Hapis hayatından ve dolayısıyla işkenceden evlerine dönenler ise normal hayatlarına bir daha asla dönemiyorlar. Çünkü artık ya psikolojik sorunlarla ya da fiziksel bir rahatsızlıkla yaşamak zorunda kalıyorlar…


Çin Halk Cumhuriyeti, Doğu Türkistan’ı hâkimiyeti altına alıp bölgeyi “SincanUygur Özerk Bölgesi ” (Şincang=Sincang : Kazanılmış Topraklar anlamında) olarak adlandırdığı tarihten bu yana, Doğu Türkistanlılara yönelik etnik temizlik ve asimilasyon politikası uygulamaktadır. Nitekim Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana geçen 66 yıl içerisinde toplam 35 milyon Doğu Türkistanlı katledilmiş olduğu tahmin edilmektedir.
Yıllardır Çin zulmü altında olan Doğu Türkistan, Çin, Tibet, Keşmir, Pakistan, Afganistan, Tacikistan, Kırgızistan, Kazakistan, Moğolistan ve Rusya ile sınırı olan, 1.828.418 km2 toprağa sahip bir ülkedir. Zengin yeraltı kaynakları ve stratejik konumu ile Doğu Türkistan, Çin’in siyasi ve ekonomik olarak kendi nüfuzu altına almaya çalıştığı bir bölgedir.

Doğu Türkistan’ın kaderi Çin’e terk edilmiştir
Doğu Türkistan, birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve tarihte iz bırakmıştır. M.Ö. 8-3 yıllarında İskitlere, M.Ö. 300-M.S. 93 arasında Hunlara, 522-744 arasında Göktürk İmparatorluğu’na, 744-840 yılları arasında Uygur Devleti’ne, 751-870 yılları arasında Karluk ve Karahanlılar İmparatorluğu’na ve 1509-1679 yılları arasında da Saidiye Hanlığı’na ev sahipliği yapmıştır.
1863 yılında Yakup Han başkanlığında kurulan “Doğu Türkistan İslam Devleti”, Osmanlı, İngiltere ve Rusya tarafından resmen tanınmıştı. Ancak şu an Doğu Türkistan, uluslararası kamuoyunda tanınmamakta ve Çin’in boyunduruğu altında yaşamaktadır.
1876 yılında Çin-Mançu Devleti’nce işgal edilen Doğu Türkistan, 1884’te Şinciang (Sincan); yani “Yeni Toprak/Kazanılmış Topraklar” adıyla Çin İmparatorluğu’na bağlanmıştır. Doğu Türkistan halkının mücadelesi sonucu, Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti 1933 yılında Kaşgar’da kurulmuştur. Ancak çok geçmeden komünist Çin kuvvetleri ve Stalin’in ortak hamlesi ile ortadan kaldırılmıştır. 1949 yılında komünist Rus yönetiminin askeri yardımları ile Doğu Türkistan’ın kaderi Çin yönetimine terk edilmiştir.


Katliamlar bir Doğu Türkistan Gerçeğidir
Doğu Türkistanlılar, kısa süreli bağımsızlık dönemleri yaşamışlarsa da uzun yıllardır Çin’in etnik asimilasyon politikaları ile ezilmektedirler. Komünist Çin Halk Cumhuriyeti’nde sistem, ulusal çıkarlar doğrultusunda şekillenmiş; Çin’in 1949 yılından bu yana yürüttüğü politikalar Doğu Türkistanlıları asimilasyon ve etnik temizliğe maruz bırakmıştır. Öyle ki, Türkistanlıların sayısının 35
milyon gibi rakamlara ulaştığı belirtilmektedir. 1949-1952 yılları arasında 2 milyon 800 bin, 1952-1957 yılları arasında 3 milyon 509 bin, 1958-1960 yılları arasında 6 milyon 700 bin, 1961-1965 yılları arasında da 13 milyon 300 bin kişi ya Çin ordusu tarafından öldürülmüş ya da rejimin politikaları doğrultusunda oluşan kıtlık sonucu hayatını kaybetmiştir. 1965’ten sonraki katliamlarla birlikte, öldürülen Doğu Türkistanlı sayısı 35 milyon gibi inanılmaz bir rakama ulaşmıştır.[1]
Doğu Türkistan’da meydana gelen insan hakları ihlalleri, zaman zaman kimi insan hakları örgütleri tarafından dillendirilmiş olsa da bu girişimler, yaşanan zulmün engellenmesinde etkili olamamıştır.


Etnik Temizlik
Uygur Türkleri şiddetli olarak yürütülen bir nüfus planlamasına da maruz kalmaktadırlar. Uygur Türklerinin nüfusu Çin nüfusuna oranla %1,5 civarındadır. Çin devleti Doğu Türkistan’da yaşayan ve azınlık olan halkı doğum kontrolü adı altında, büyük-küçük demeden öldürmeyi planlamaktadır. Genelde en fazla iki, nadiren de üç çocuk doğurmalarına müsaade edilen Doğu Türkistanlı kadınlar, “plan dışında” hamile kaldıklarında hamileliklerinin son günleri dahi olsa mecburi kürtaja tabi tutulmaktadırlar. Nüfus planlaması dışında olan çocukların gizli olarak dünyaya getirilmesi hâlinde ise aileler çok yüksek maddi cezalara maruz kalmakta, doğum yapan kadın veya eşi memur ise bu kişinin görevine son verilmektedir. Bu uygulamalar, Çin kanunlarında açık olarak yer almaktadır.
Yerel  Türk Halkının menfi tavrı ve ırki ayrımcılık
Çin’in içeri eyaletlerinde Çin vatandaşlarının Uygurlara yönelik tavrı da devlet bazında yürütülen ayrımcılık siyasetinin açık bir yansımasıdır. Polisler Uygurları keyfi olarak arayabilmekte ve sorguya çekebilmekteyken Çinli halkın büyük çoğunluğu da bir Uygur gördüğünde ona kin ve nefretle bakabilmektedir. Hatta bir dükkâna Uygur Türkü girecek olsa dükkân görevlileri mikrofondan “Dükkânımıza Sincanlı girdi, ceplerinize dikkat edin!” diyerek açıktan açığa anons yapabilmektedir. Taksiciler ve otobüs şoförleri bile Uygur yolcuları almayı reddeder hâle gelmiştir. Bu örnekler, ırki ayrımcılığın tipik ifadeleridir. Çin hükümetinin Uygurları “terörist, katil, hırsız, bölücü, radikal İslamcı” olarak yaftalama çabası ve “Devletimize en büyük tehlike Doğu Türkistan teröristlerinden gelir.”, “Uygurlar ihtiyatlı olunması gereken, gözetlenmesi gereken düşman millettir.” anlayışını yaygınlaştırması, ırki ayrımcılığı tırmandırmaktadır.
Seyahat özgürlüğü kısıtlanıyor
Doğu Türkistan’da seyahat önünde de ciddi engeller bulunmaktadır. Bazen bir köyden diğerine giderken dahi yerel güvenlik kurumlarından belge almak gerekmektedir. Reşit bir insanın bile yurt dışına çıkmak için pasaport alabilmesi neredeyse imkânsızdır. Son günlerde yaşanan bir gelişmeyle ise seyahat özgürlüğünün kısıtlanmasında yeni bir uygulamaya geçilmiştir. Zira daha önce kendilerine pasaport verilen kişilerin pasaportlarına devlet tarafından el konmaya başlanmıştır. Pasaport müracaatında bulunan Doğu Türkistanlılar, devlet memuru da olsalar, ancak çok büyük ücretler ödeyerek pasaportlarını alabilmektedirler. Oysaki bir Çinli pasaport müracaatında bulunduğunda talebi en geç 15 gün içerisinde yerine getirilmektedir.
Hayati Tehlike, Doğu Türkistan’da günlük yaşamın bir parçası
Doğu Türkistan’da hiç kimsenin yaşam güvencesi yoktur. Devlet, istediği zaman istediği kimseyi tutuklayabilmekte ve istediği şekilde cezalandırabilmektedir. Binlerce kişi Çin hükümeti tarafından sudan sebeplerle tutuklanıp yerleri belli olmayan zindanlara götürülmekte, oralarda çürüyüp gitmektedir.
Tutukluların geride kalan çocuklarının ve ailelerinin durumu ise içler acısıdır. Dahası, bu kişilere yardım etmek dahi Çin kanunlarına göre suç sayılmaktadır. Çin, Doğu Türkistanlılara esir muamelesi yapmakta ve onlara türlü zulümleri reva görmektedir.

Cami_Yasak levhası
Bir hayal: Din ve vicdan özgürlüğü
Doğu Türkistanlılar düşünce, ifade ve din hürriyeti alanlarında tamamıyla kuşatılmış durumdadır. Barışçı örgüt kurma hakkı, toplanma hakkı, siyasi haklar, kanun önünde eşitlik hakkı, azınlık hakları, eğitim hakkı, çalışma hakkı, mülkiyet hakkı ve serbest seçimlere katılma hakkı ile adalet, haysiyet ve ünü koruma, göç ve iltica gibi haklar bu halk için söz konusu değildir. Bu bağlamda kendilerine özgürlük sunulmadığı için, Doğu Türkistanlıların gerek ferdi gerekse ailevi ve toplumsal mahremiyeti hiçe sayılmaktadır. Çünkü mahremiyet, insanın insanca muamele gördüğü yerde vardır.
Doğu Türkistan’da devlet memurlarının, işçilerin ve öğrencilerin ibadet yerlerine gitmeleri ve ibadetle meşgul olmaları yasaklanmıştır. İbadet yaptığı tespit edilen kişiler işten ve okuldan atılmaktadır. Bu kişiler keyfi olarak gözetim altına alınmakta ya da para cezalarına çarptırılmaktadır. Dinî eğitim almak isteyenlerin herhangi bir şekilde gidebileceği bir eğitim kurumu bulunmamaktadır. Camilerde ise dinî değerler değil, devlet yasaları tebliğ edilmektedir. Evlerinde dinî kitap bulunanların kitaplarına el konulmakta; hatta evinde dinî kitap bulundurma, bir suç unsuru olarak kabul edilmektedir. Bu tür kişilere para cezasından hapis cezasına varan birtakım cezalar verilmektedir.
Doğu Türkistan’da ibadet olarak vasıflandırılabilecek çoğu şey yasaklanmış durumdadır. Hükümet, bölgedeki Müslüman nüfusun dinî haklarına getirdiği kısıtlamaları artırarak Ramazan ayında devlet kademelerinde ve bütün eğitim kurumlarında oruç tutmayı yasaklamaktadır. Camiler bir bir kapatılmakta, Müslüman din adamları yoğun resmî denetimlerden geçirilmektedir. “Yurtsever olmayan” ya da “yıkıcı” olarak görülen dinî liderler gözaltına alınmakta ve tutuklanmaktadır. Dahası, halka önder olabilecek kapasitedeki bazı aydınlar zehirlenerek öldürülmektedir.
Periyodik Tutuklamalar
Doğu Türkistan’da medya kuruluşları ve bazı devlet dairelerini “istenmeyen unsurlar”dan kurtarmak için “temizlik” amacıyla periyodik tutuklamalar yapılmaktadır. Bununla ilgili sayılamayacak kadar çok örnek vardır. Doğu Türkistan halkının çok sevdiği ve saydığı Abdulahad Mahdum, söz konusu durumun mağdurlarından biridir. Mahdum, yaşı 75’in üstünde olmasına rağmen, tam olarak suç teşkil etmeyen zanlara dayanılarak beş sene hapis cezasına çarptırılmış durumdadır. Hapishanelerde 1,5 m2’lik hücrelerde tutulan kişiler tüm ihtiyaçlarını burada görmek zorunda kalmakta ve bu kişilerin dış dünya ile hiçbir irtibatları bulunmamaktadır.
Doğu Türkistan’da  Etnik Han Çinli  nüfusu Arttırılıyor
Çinli nüfusun Doğu Türkistan’a çok hızlı bir şekilde yerleştirilmesi sonucunda, yerli halkın asimilasyonu hızlandırılmaya çalışılmaktadır. Bu uygulamanın bir parçası olarak; Doğu Türkistan’daki Çin nüfusunu artıran Çin yönetimi kimi zaman Doğu Türkistan’ın çeşitli bölgelerindeki kimsesiz kız çocuklarını Çin’in muhtelif bölgelerine götürüp türlü işlerde kullanmaktadır. Eğitim amacıyla Çin’e götürüldükleri iddia edilen çocukların durumu da benzer şekildedir.
Asimilasyon ve Dönüşterme
Çin hükümeti, farklı Türk lehçelerinde konuşan yerli halkı Çinceyi kullanmaya zorlayarak bir çeşit zulüm örneği daha sergilemektedir. Bir milletin gelenek-göreneklerini, dinî inançlarını, kendisine özgü dillerini ve toprak bütünlüğünü elinden kaybetmesi demek, o milletin tarihten silinmesi demektir. Eylül 2002’den itibaren Sincan Üniversitesi’nde birçok derste Uygur dilinde eğitim yapılmasının yasaklanması, zulmün açık tezahürlerinden biridir.
Zoraki Geri Dönüş
Çin yönetimi, türlü yöntemlere başvurmak suretiyle sürgündeki Uygurları geri dönmeye zorlamaktadır. Uluslararası Af Örgütü, son yıllarda Nepal, Pakistan, Kazakistan, Kırgızistan ve bazı komşu ülkelerden Çin’e zorla geri gönderilen Uygur mültecileri ile ilgili dikkate alınması gereken raporlar yayımlamıştır. Bu ülkelerin hemen hepsi Çin’in taleplerine hayır dememiş ve kendilerine sığınan Doğu Türkistanlıları teslim etmiştir.
Sürgündeki Uygurların Doğu Türkistan’da bulunan aile üyeleri ve yakın akrabaları, Çin yönetimi tarafından tutuklanabilmekte, mal varlıklarına el konulmakta, telefon görüşmeleri dinlenmektedir. Çin, sürgündeki Uygurların ailelerini sürekli olarak sorguya çekerek onlara psikolojik baskı yapmaktadır. Devlet yönetimi ile barışık olmayan ve yurt dışında yaşamayı tercih eden Doğu Türkistanlıların aile fertlerine, hatta uzaktan akrabalık bağları bulunan kişilere dahi pasaport verilmemekte, devlet kurumlarında çalışmaları engellenmekte ve bu kişiler adeta toplumdan tecrit edilmektedirler. Bu tür uygulamaların deşifre edilmesi, hatta bu şekilde uluslararası hukuk normlarının hiçe sayıldığının ilan edilmesi dahi o topraklarda suçtur.


Fabrika mı, Toplama Kampı mı?
Çin hükümeti, Uygurlara yönelik olarak günlük hayatın her alanında farklı bir yıldırma politikası uygulamaktadır. Bu siyasetin temel hedeflerinden biri ise, Doğu Türkistan’da Uygur nüfusunu azaltarak bölgeyi Çinlileştirmektir. Bu bağlamda, Çin hükümetinin 2003 yılından beri uygulamakta olduğu “işgücü fazlasını başka memleketlere yönlendirme” projesi ile Doğu Türkistan’da yaşayan Uygurlar, özellikle genç kızlar zoraki olarak vatanlarından koparılıp Çin’in iç eyaletlerine çalışmaya gönderilmektedir. Haziran ayında oyuncak fabrikasında saldırıya uğrayan Uygurlar da bu proje kapsamında, zoraki olarak Guangdong’a sürülmüştü.
Çinli patronlara teslim edilen genç Uygurlar, ağır derecede aşağılanmakta, ucuz işçi olarak kullanılmakta ve sömürülmektedir. Doğu Türkistanlı gençler, kendi milli kültür ve geleneklerinden uzaklaştırılırken bir taraftan da Çin milliyetçiliği ve yerel halkın baskıları ile karşı karşıya kalmaktadır. Doğu Türkistanlı kuruluşların raporlarına göre günümüzde Çin’in içeri eyaletlerinde mecburi olarak çalıştırılmakta olan Uygur kız ve erkeklerinin sayıları tahmini olarak 500 binin üzerindedir. Uygurlar, kalitesiz atölye ve fabrikalarda, iş güvenliği ve sağlık sigortası yapılmaksızın fizikî güç gerektiren işlerde çalıştırılmaktadır. Atölyelere zorunlu olarak getirilen ve çoğunluğunu bayanların oluşturduğu Uygur gençlerinin hareketleri bile kısıtlanmakta ve fabrika kompleksinden ayrılmalarına izin verilmemektedir. Genç kızların maaşları eksik verilmekte, hatta kimi zaman kendilerine verilmemekte, geldikleri köy veya nahiyelerin idarecilerine gönderilmektedir. Fabrikalarda çalışan genç kızlar itilip kakılmakta, adeta sıkıyönetim altında idare edilmektedirler. Uygurların çalıştırıldığı fabrikalar toplama kamplarını andırmaktadır.
Urumçi’de Kitlesel Katliam
Yıllardır Çin hükümetinin baskı ve asimilasyon politikası altında yaşayan Uygurlar, içinde bulunduğumuz günlerde yeni bir katliama maruz bırakılmaktadır. 2009 Haziran’ı sonunda Guangdong eyaletindeki bir oyuncak fabrikasında Uygur Türklerine yönelik saldırılar gerçekleşmiştir. Özelde oyuncak fabrikasındaki saldırıları genelde ise kendilerine yönelik baskı siyasetini protesto etmek için Urumçi’de 5 Temmuz’da sokaklara dökülen Uygurlar, kitlesel bir katliama maruz bırakılmıştır.
Haziran ayının sonunda, Çin’in Guangdong eyaletindeki bir oyuncak fabrikasında çalışan Uygurlar, Çinli işçilerin saldırısına uğramıştır. Oyuncak fabrikasında gerçekleşen saldırılarda 120 kişi yaralanmış, uluslararası bazı haber kaynaklarına göre 18 Uygur öldürülmüştür. Bölgeden gelen haberlere ve görüntülere göre ise saldırı, 5000 civarında Çinli işçinin ellerinde sopalarla Uygurların yatakhanelerine saldırmalarıyla başlamış ve saldırılarda fabrikada zorla çalıştırılan genç kız ve erkeklerden oluşan 800 Uygur işçinin 500’den fazlası öldürülmüştür. Temizlik işçileri, olay mahallindeki kan izlerini iki saatlik bir sürede ancak temizleyebilmiştir. Saldırının ilk saatlerinde güvenlik görevlileri olaya müdahale etmemiştir. Hatta saldırgan Çinlilere sivil kıyafetli 100 Çin askerinin öncülük ettiği belirtilmektedir. Resmî açıklamaya göre olaydan sonra fabrikadaki 600 Uygur işçi farklı bir bölgeye nakledilmiş; ancak bu kişilerin nerede olduğu belirtilmemiştir. Resmî olmayan kaynaklar ise bu 600 işçinin de saldırılar esnasında öldürüldüğünü ifade etmektedir.
Guangdong’da Uygurlara yönelik gerçekleşen bu saldırıyı kınamak üzere 5 Temmuz günü Urumçi’de meydanlara dökülen 10 binlerce Uygur, Çin polisinin sert müdahalesiyle karşılaşmıştır. Çin polisi, miting başlar başlamaz Uygurların etrafını sarmış; üzerlerine ateş açarak gösteriyi bastırmaya çalışmıştır. Mitinge katılan kadın, çocuk ve yaşlılar da polisin ateşine maruz kalmıştır. Çatışma sonunda en az 140 kişinin öldüğü, 816 kişinin ise yaralandığı bildirilmektedir. Gayri resmî kaynaklar ise ölü sayısının 3000’den fazla olduğunu ifade etmektedir. Şehirdeki bazı yolların hâlen ulaşıma kapalı olduğu ve enkaz kaldırma çalışmalarının devam ettiği belirtilmektedir. Bölgenin dış dünya ile bağlantısı tamamen kesilmiş durumdadır. 5 Temmuz Pazar günü yaşanan kitlesel kıyımın ardından Urumçi’de sıkıyönetim ilan edilmiştir. Hâlihazırda Çin askerlerinin keyfî olarak ev baskınları düzenlediği, sorgu bahanesiyle tutuklamalarda bulunduğu ve Uygur halkına türlü şekillerde zulmettiği belirtilmektedir. Yani, 5 Temmuz Pazar günü başlayan kıyım şiddetini artırarak hâlen devam etmektedir.
Doğu Türkistan Sorunu Gündeme Getirilmeli
İslam âlemi 150 yıldır dünyanın birçok bölgesinde benzeri zulüm ve baskılara maruz kalmıştır. Bu zulmün arkasındaki çevrelerin en büyük hedefi, dini, özellikle de Müslümanlığı ortadan kaldırmaktır. Bugün Çeçenistan’ın Ruslardan gördüğü zulmü, Doğu Türkistanlılar Çinlilerden görmektedir. Dünya ise bu zulme göz yummaktadır. Doğu Türkistan meselesi sadece Uygurların bir sorunu olarak görülmemeli ve vicdan sahibi insanlar bu meseleyi sahiplenmelidir.
Şiddet ve baskı devam ediyor
Çin hükümeti, 5 Temmuz 2009  Pazar günü başladığı kitlesel kıyıma devam etmektedir. Baskı ve şiddet, Urumçi’den Doğu Türkistan’ın diğer bölgelerine de yayılmış durumdadır. Haberleşme ve iletişimin kesilmiş olduğu bölgede sokağa çıkma yasağı uygulanmaktadır. Doğu Türkistan’ın birçok şehrinde sokağa çıkma yasağı nedeniyle, temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan Uygurlar insani yardıma muhtaç hâle gelmiş durumdadır.
Çin askerleri, gece yarısı Uygur Müslümanlarının evlerini basmakta; kadın ve çocuklar da dâhil olmak üzere insanları darp ederek öldürmektedir. Sokağa çıkma yasağı, Uygurların evlerine hapsedilerek teker teker linç edilmelerini, gözaltına alınmalarını ve öldürülmelerini kolaylaştırmak için kullanılmaktadır. Uygur Müslümanlarına yönelik gece boyunca yapılan saldırılar, işgalci Çin yönetiminin silahlandırdığı sivil giydirilmiş Çin işgal ordusu mensubu eli sopalı çeteler tarafından gerçekleştirilmektedir.
Çin devleti ise kendilerini korumak için gösteri yapan Doğu Türkistan halkını Çinlilere saldıran ayrılıkçılar olarak lanse etmektedir. Bu şekilde Çin halkını galeyana getiren Çin devleti, Çin halkını Doğu Türkistanlıları linç etmesi yönünde kışkırtmakta ve dış dünyayı da olayların sadece bir etnik çatışma olduğuna inandırmaya çalışmaktadır. Bunun en çarpıcı örneği olarak 7 Temmuz günü Hualin bölgesinde 10 bin Çinli, devlet televizyonlarının halkı kışkırtmasının da etkisiyle 70 Uygur Türkünü öldürmüştür. Yine Müslüman Uygur Türklerinin sembolü durumunda olan Urumçi Han Tengri Camisi’ni Çinli saldırganlar yakmak istemiş; ancak Müslüman Uygur Türklerinin karşı koymaları üzerine bu emellerine ulaşamamışlardır.
5 Temmuz’dan bu yana Doğu Türkistan’da Çin tarafından bir devlet terörü uygulanmaktadır. Çin yönetimi, üniversite öğrencilerinin olaylara karışmasını önlemek için okulları kuşatma altında tutmakta ve öğrencileri sindirmeye çalışmaktadır. Bununla ilgili olarak; Çin işgalindeki bölgelerde yaşayan Çinli olmayan milletlerin çocuklarının devam ettiği Pekin Merkezi Milletler Üniversitesi’nin öğrenci yurtları, Çin polisince gece yarısı basılmış ve birçok Uygur Türkü öğrenci, tutuklanarak götürülmüştür.
Çin devleti bir yandan resmi olarak olayların rutin olaylar olduğunu ve ortalığın sakinleştiğini açıklarken diğer taraftan da bölgeye binlerce takviye askeri birlik ve paramiliter güçler sevk etmektedir.

Kaynak  : Sayın Ahmet Kural’in Kişisel Facebook sayfası’ndan Alınmıştır.Kendisine Teşekkür ederiz.

Etiketler: » » » » » » » »
Share
2285 Kez Görüntülendi.