Son Dakika
Burhan SAYILIR
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Çoğu Türkistan’ın tarihinde üç döneminden bahsedilebilir. İdari ve politik etkinlikler açısından ele alınan bu dönemler; bağımsız genel valiler dönemi (1911-1933), Sovyet politik egemenliği dönemi (1933-1944), Milliyetçi Çin dönemi (1944-1949) şeklindedir. Konuya geçmeden önce dönemler ile ilgili kişilerden bahsetmekte fayda vardır.
Genel valiler döneminde, Yang Tseng-Hsin, özellikle Sovyetlerin Doğu Türkistan’a yerleşmelerinde önemli rol oynamasıyla, Chin Shu-Jen ise bölgede izlediği baskıcı ve sistematik politikaları ile döneme damgalarını vurmuşlardır. Yine bu dönemde, bölgede çıkan ayaklanmalara önderlik etmeleri ile öne çıkan isimler vardı; Kumul’da Hoca Niyaz Hacı ve Salih Dorga, Turfan’da Mevsul, Maksut ve Mahmut Muhiti kardeşler, Karaşehir’de Hafız Beg, Bügür ve Küçar’da Timur Beg, Hoten’de Mehmet Emin Buğra ve Sabit Damolla, Kaşgar’da Osman Batur, Altay’da Şerif Han Töre gibi.
Sovyet politikalarının etkin olduğu 1933-1944 tarihleri arasında etkin rol oynayan kişiler arasında, Genel Vali Liu Wen-Lung ve yerine Sovyet yardımları ile işbaşına gelen Shen Shi Ts’ai, Sovyet kuvvetlerine karşı mücadele eden Müslüman Çinli General Ma Chung-Ying, Hoten’de Ma’nın kuvvetlerine karşı mücadele veren ve başarısız olup Hindistan’a geçmek zorunda kalan Mehmet Emin Buğra, Sovyetlerle işbirliği içine girerek devletin dağıtılmasında etkin rol oynayan ve akabinde Urumçi vali yardımcılığına atanan Hoca Hacı Niyaz, Sovyet-Milliyetçi Çin ve Hoca Niyaz Hacı sayılabilir.
1944-1949 yılları arasında Milliyetçi Çin yönetiminin etkin olduğu Doğu Türkistan siyasi hayatının yönlendirilmesinde etkin kişiler olarak, Shen Shi-Ts’ai’nin yerine göreve getirilen Wu Chung- Hsin, Wu’nun baskıcı ve sistematik politikalarına İli ayaklanmasına önderlik yaparak tepkisini ortaya koyan Ali Han Töre, 1940’tan itibaren Shen ile mücadele halinde olan Osman Batur, Doğu Türkistan Eyalet Hükümeti’nin kurulması için yürütülen görüşmelere Milliyetçi Çin adına katılan ve daha sonra hükümet başkanı olan Chan Chih-Chung, görüşmelere Türk tarafı adına katılan Rahim Can Sabri, Ebu’l Hayri Töre ve Ahmet Can Kasimi, 1946’da yapılan anlaşma gereğince genel sekreterliğe getirilen Liu Min Chun, genel sekreter yardımcılıklarına getirilen Abdulkerim Abbas ve Salis, hükümet üyesi olarak görev alan Mehmet Emin Buğra, 1947’de yönetim değişikliği sonucu göreve gelen Dr. Mesut Sabri Baykuzu, İsa Yusuf Alptekin, mevcut hükümeti azleden Milliyetçi Çin lideri Chiang K’ai Shek, hükümetin azledilmesinden sonra Dr. Mesut Sabri Baykuzu’nun yerine başkanlığa getirilen Burhan Şehidi, İsa Yusuf Alptekin’in yerine atanan Tao Tsi-Yao, Komünist Çinlilerle işbirliğine gidilmesi için Chiang K’ai Shek’e baskı yapan ve onun istifasından sonra cumhurbaşkanı olan Li Zung-Rın, Komünist Çin yönetiminin lideri Mao Tse-Tung, Sovyet uçağı ile Pekin’e giderken bir kaza sonucu ölen Ahmet Can Kasimi, General İshak, Abdulkerim Abbas ve Delil Han’ı saymak mümkündür.
Doğu Türkistan’da 1911 yılına kadar süren ikinci Mançu dönemi, Mançu İmparatorluğunun yıkılması ve yerine cumhuriyet ilan edilmesiyle son buldu. Yönetim değişikliği sırasında Çin’deki iç karışıklıkları fırsat bilen bazı genel valiler Doğu Türkistan’ı kendi iktidarları altında tutmaya başladılar. Bu valiler, Çin’de yeni kurulan cumhuriyet yönetimine karşı gelerek Doğu Türkistan’ı insiyatifleri doğrultusunda yirmi iki yıl yönettiler.[1]
1913’de Çin Cumhuriyeti Başkanı Sun Yat-Sen tarafından Doğu Türkistan’a genel vali olarak atanan Yang Tseng-Hsin, atanmasından kısa bir süre sonra iktidarını sınırsız bir güçle donattı. Bu dönemde Sovyetlerin Doğu Türkistan’a yerleşmelerinde önemli rol oynayan politikalar izledi ve Sovyetlerin burada beş yerde konsolosluk açmalarına izin verdi. Ayrıca merkezden habersiz olarak Sovyetlerle bir ticari anlaşma imzaladı. Bu uygulamalar Sovyetlerin Doğu Türkistan’daki etkinliğini arttırmaya başladı.
Yang’ın 7 Temmuz 1928’de öldürülmesinden sonra, genel vali olan Chin Shu-Jen’in baskıcı uygulamaları, Doğu Türkistan’da ayaklanmalar çıkmasına neden oldu. Şubat 1931’de ülkenin doğusunda yer alan Kumul’da Hoca Niyaz Hacı ve Salih Dorga ayaklanmalara önderlik ediyorlardı. Aynı yılın Mayıs ayında Kansu’daki Müslüman Çinli generallerden Ma Chung-Ying, bu ayaklanmaya yardım etmek için Kumul’a geldi. Kumul’da Çinliler yenilince, ayaklanmalar bütün ülkeye yayılmaya başladı. Aralık 1932’de Karaşehir’de Hafız Bey, 1933’te Bügür ve Küçar’da Timur Bey, Şubat 1933’te Hoten’de Mehmet Emin Buğra ve Sabit Damolla, Nisan 1933’de Kaşgar’da Osman Bey, Altay’da Şerif Han Töre, Kasım 1933’te Tarbagatay’da Müslüman Çinli Ma Hi-Ying önderliğinde ayaklanmalar çıktı. Sonunda İli ve Urumçi’ye bağlı birkaç yerleşim birimi dışında bütün ülke denetim altına alındı. Bu başarılar üzerine 12 Kasım 1933’te Kaşgar’da bağımsızlık ilan edildi. Hoca Niyaz Hacı’nın cumhurbaşkanı olduğu yeni devletin yönetiminde Sabit Damolla (Abdü’l-Baki Sabit Damullah) başbakan olarak görev aldı. Kaşgar ülkenin başkenti ilan edildi ve 3 Aralık 1933’te bir anayasa tasarısı yayınlandı.[2]
Doğu Türkistan’da bağımsız milli bir devletin kurulması hem Sovyet hem de Çin yönetiminde endişe yarattı. Urumçi’deki milliyetçi Çinliler ile Sovyet askerleri 12 Nisan 1933’te Genel Vali Chin’e karşı isyan ettiler. Bu isyana karşı koymayan Chin, Sovyetler Birliği üzerinden Çin’e geçmek zorunda kaldı. Chin’in Doğu Türkistan’dan ayrıldığı gün, Çinli ve Sovyet isyancılarla Doğu Türkistan Eyalet Hükümeti’nin bazı üyeleri arasında bir toplantı yapıldı. Bu toplantıda kırk dört üyeden oluşan bir “Asayiş Heyeti” kuruldu. Asayiş Heyeti, eyalet hükümeti başkanlığına, genel vali olarak Liu Wen- Lung’u getirdi. Ayrıca, Askeri Direktörlük (Düben) rütbesi kaldırılarak birkaç subaydan oluşan bir “Askeri Şura” kuruldu. Bu teşkilatın başına, Mançurya’da Japonlara mağlup olup Doğu Türkistan’a iltica etmiş olan General Cing Yen-Ching getirildi. Urumçi’deki bu değişiklikler sonucu, Asayiş Heyeti merkezi Çin yönetimine bağlılığını bildirdi. Buna karşılık, Müslüman isyancılarla anlaşma yapılması için bir heyetin gönderilmesi ve Ma Chung-Ying’in Urumçi’ye yönelik tehditlerinin durdurulması isteniyordu. Bu arada Sovyetler boş durmayarak Urumçi’nin dış bölgelerindeki Türklerle savaş halinde olan Shen Shi-Ts’ai’ya -eğer Türkistan’da iktidar sahibi olmayı düşünüyorsa- yardımcı olacaklarını bildirdi. Bu tekliften cesaret bulan Shen, 14 Nisan 1933’te Asayiş Heyeti’nin toplantısını bastı. Bunun üzerine Askeri Şura sistemi kaldırıldı ve Shen geçici olarak Doğu Türkistan Askeri Direktörü seçildi.[3]
21 Eylül 1933’te Çinli general Ma ile yaptığı savaşın ağır yenilgi ile sonuçlanması ve 4 Aralık 1933’te Urumçi’nin Ma tarafından tamamen kontrol altına alınması ile birlikte Shen, Urumçi’deki Sovyet Konsolosluğu aracılığıyla Sovyet yönetiminden askeri yardım talebinde bulundu. Sovyetler daha önceki taahhütlerine göre hareket ederek, başta İli ve Tarbagatay olmak üzere iki yönden Shen’e askeri destek ve mühimmat gönderdiler. Sovyet birliklerinin Müslüman Çin kuvvetlerini yenilgiye uğratması üzerine Ma, Kaşgar’ı istila etmek amacıyla harekete geçti ve burada Türkistan Milli Hükümeti’nin ordusu ile karşılaştı. Fakat Milli Hükümet güçleri asker ve mühimmat açısından yetersiz olduğu için geri çekilmek ve hükümet merkezini Yeni Hisar’a taşımak zorunda kaldı. Kaşgar’ın boşaltılmasıyla birlikte Ma, kuvvetli bir direnişle karşılaşmadan buraya girdi. Ma kuvvetlerini takip eden Sovyet birlikleri, Maralbaşı Kazası’na kadar geldi. Sovyetler burada Ma’nın Batı Türkistan’a iltica etmesi halinde rahat bırakılacağını, aksi takdirde yakalanıp idam edileceğini bildirdi. Bunun üzerine, yetmiş kadar adamını yanına alarak Batı Türkistan’a geçme hazırlığında olan Ma, geride bıraktığı adamlarına Hoten üzerine ilerlemelerini emretti. Bu sırada Hoten’de bulunan Buğra, elindeki kuvvetlerle Ma’nın adamlarına karşı fazla direnemedi ve 15 Temmuz 1934’te Hindistan’a iltica etmek zorunda kaldı.[4]
Sovyetler, bir taraftan Ma’yı Batı Türkistan’a ilticaya zorlarken, diğer taraftan da Yeni Hisar’a taşınmış olan Doğu Türkistan Milli Hükümeti’ne bazı tekliflerde bulunuyordu. Buna göre, Hoca Niyaz Hacı Çin’den ayrılma fikrinden vazgeçecek ve milli hükümeti dağıtarak Doğu Türkistan Eyaleti Hükümeti başkan yardımcılığına getirilecekti.
Ayrıca Doğu Türkistan Eyaleti Hükümeti’nin askerleri Mahmut Muhuti’nin komutası altında Kaşgar, Yarkent ve Aksu vilayetlerine yerleşecekti ve Sovyet işgal kuvvetleri ile Shen, bu kuvvetlere dokunmayacaktı. Sovyet yönetimi bu tekliflerinin yerine getirilmediği takdirde milli hükümetin zorla dağıtılacağını, bütün Türkistanlı liderlerin yakalandıkları anda idam edilecekleri tehdidinde bulundu. Doğu Türkistan Milli Hükümeti’nin başkanı Hoca Niyaz Hacı, tamamen yok olmaktansa bu teklifleri kabul etmek niyetinde idi. Daha sonra 25 Şubat 1934’te Hoca Niyaz Hacı’nın Sovyet yönetiminin tekliflerini içeren anlaşmayı imzaladığını Sabit Damolla’ya bildirmesiyle birlikte 2 Mart 1934’te Sabit Damolla başkanlığında 11 bakan ve komutanların katılımıyla bakanlar kurulu toplandı. Toplantı sonucunda Hoca Niyaz Hacı’ya sert tepkiler içeren bir karar yayınlandı.[5]
Bakanlar kurulu kararının kendisine bildirilmesi ile birlikte, Hoca Niyaz Hacı Çinliler ve Sovyetlerle birlikte Yeni Hisar’da bulunan Doğu Türkistan Milli Hükümeti’ne karşı büyük çaplı bir harekete geçti. 16 Nisan 1934’te hükümet üyeleri tutuklanarak Kansu’daki Çin makamlarına teslim edildi. Hükümet üyelerinin hapsedilmesinden sonra silahlı kuvvetler mücadeleye devam etti. Ancak bu güçler Çinlilerin, Sovyetlerin, Dunganların ve General Muhuti idaresindeki Hoca Niyaz Hacı’nın ortak saldırılarına karşı koyamadılar. Doğu Türkistan Milli Hükümet üyelerinden Başbakan Sabit Damolla ve Adalet Bakanı Zarif Kari Temmuz 1934’te Aksu’da, Ticaret Bakanı Satıbaldı Han da Taşkurgan’da idam edildiler. Doğu Türkistan Milli Hükümeti’ne karşı oluşturulan ittifakın Ağustos 1934’te zafere ulaşması ile birlikte Hoca Niyaz Hacı, Urumçi Genel Vali Yardımcısı olarak atandı. Ancak, Hoca Niyaz Hacı 1937’deki Abdu Niyaz’ın önderlik ettiği ayaklanmaya taraftar olduğu gerekçesi ile 1942’de idam edildi.[6]
İkinci Dünya Savaşı, Avrupa’da bütün hızıyla sürerken, Almanların tüm Avrupa gibi Sovyetler Birliği topraklarında da ilerlemeye devam etmesi, Sovyet yönetimi içinde olduğu kadar ülke dışındaki taraftarları arasında da büyük endişe yarattı.
Doğu Türkistan’da Sovyetlerin yardımlarıyla yönetime gelmiş olan Shen de tıpkı Sovyet yöneticileri ve diğer Sovyet taraftarları gibi yoğun endişeler taşıyorlardı. Shen’in taşıdığı endişenin temel kaynağı, Sovyetlerin Almanlara mağlup olması halinde, Milliyetçi Çin yönetiminin Doğu Türkistan’ı işgal edebileceği ve sahip olduğu iktidarını kaybedebileceği düşüncesiydi. Shen endişelerinin gerçekleşmesini beklemeden Milliyetçi Çin Hükümeti’ne (Nankin Hükümeti) kendileriyle işbirliğine hazır olduğunu belirterek bu işbirliğinin ana hatlarının belirlenmesi ve var olan sorunların bir çözüme kavuşturulması amacına yönelik bir anlaşma imzalamak üzere Doğu Türkistan’a bir heyet göndermelerini istedi. Bunun üzerine, Nankin Hükümeti Mayıs 1942’de Kuzeybatı Askeri ve Mülki İşler Direktörü General Chu Shao-Leyang’ı Urumçi’ye gönderdi ve yapılan görüşmeler sonucunda iki taraf arasında Ocak 1943’te bir anlaşma imzalandı.[7]
Nankin Hükümeti ile yapılan bu anlaşmadan kısa bir süre sonra, Shen değişik gerekçeler ileri sürerek Sovyet yönetimine, kendilerine güveninin kalmadığını bildirdi. Sovyetlerden Doğu Türkistan’da bulunan asker, idareci ve istihbarat görevlilerini derhal ve tamamen geri çekmesini istedi. Ayrıca, Nankin Hükümeti ile olan ilişkilerini daha samimi hale getirmek için acil bir şekilde Doğu Türkistan’daki bütün Sovyet konsolosluklarını, Kumul ve Kaşgar’daki askeri kurumlarını ve Urumçi’deki uçak fabrikasını denetimi altına aldı. Shen, 1943 yılı sonuna kadar Doğu Türkistan’da bulunan tüm Sovyet askerleri güçlerini, idari ve siyasi kadrolara yerleşmiş Sovyet elamanlarını ve değişik iş alanlarında çalışan işçilerini sınır dışı etti. Bu gelişmeler üzerine, kendileri açısından ortamın tamamen olgunlaştığını gören Nankin Hükümeti, Kansu Eyaleti’nin Batı bölgelerinde beklettiği askeri birliklerini Doğu Türkistan’a yönlendirerek burayı fiilen işgal etti.[8]
Nankin Hükümeti, Doğu Türkistan’ı tamamen kontrolü altına aldıktan sonra buranın denetimleri altına girmesinde büyük pay sahibi olan Shen’i görevden alarak Orman ve Ziraat İşleri Bakanlığı’na atadı. Yerine de 30 Ağustos 1944’te, Moğol ve Tibet İşleri Komitesi Başkanı Wu Chung-Hsin’i getirdi.[9]
Wu Doğu Türkistan politikasını, Doğu Türkistan halkının Çin milletinden ayrı bir millet olmadığı,[10] iki toplum arasındaki dil farkının, uzun süre birbirinden ayrı yaşamalarından kaynaklandığı, bütün Doğu Türkistan halkının Çinceyi öğrenmesi gerektiği ve Çince bilinmedikçe kardeşlik bağlarının sağlamlaştırılamayacağı, Çinlilerin Doğu Türkistanlı kızlarla evlenmeleri gerektiği ve böylece iki toplum arasındaki kardeşlik, akrabalık ve sevgi duygularının artacağı fikirleri üzerine inşa etti. Dahası, Doğu Türkistan’ın sahip olduğu geniş topraklarına karşın nüfusunun az olduğu, bunun için de Çin’den göçmen getirilmesi gerektiği ve bununla birlikte nüfusun artacağı, dolayısıyla da Çinlilerle Doğu Türkistan halkının birbirlerine daha yakın olacakları ve aynı zamanda Çinceyi kolayca öğrenecekleri tezini savunuyordu. Belirlenen bu ilkeler doğrultusunda, Doğu Türkistan’daki bütün okulların teşkilatlanmaları ve ders programları Nankin Hükümeti’nin görüşlerini yansıtan bir şekilde değiştirildi. Eğitim ve öğretim dili olarak Çince zorunlu hale getirildi. Çok sayıda Çinli göçmen getirilerek Urumçi’ye yerleştirildi.[11] Ancak, ani ve hızlı bir şekilde hayata geçirilen bu uygulamalar, halk arasında yoğun huzursuzluk yarattı.
Doğu Türkistan’daki gelişmeleri yakından izleyen Sovyetler, Ali Han Töre’ye Çinlilere karşı isyan ederlerse eski hatalarını tekrarlamayacaklarını, aksine her türlü yardımda bulunacaklarını, ayrıca kurulacak yeni hükümetin içişlerine kesinlikle müdahale etmeyecekleri garantisinde bulundu. Sovyetlerin Doğu Türkistan’daki gelişmelere bu kadar yakın ilgi göstermesindeki en önemli amaç, kendilerini daha önce Doğu Türkistan’dan çıkaran Çinlilerden bir çeşit politik hesap sormak ve ayrıca Japonlarla savaş halinde olan Milliyetçi Çin yönetimine Amerika Birleşik Devletleri’nin Doğu Türkistan üzerinden olası bir asker ve lojistik destek sağlama imkanını ortadan kaldırmaktı.[12]
21 Eylül 1944’te İli’de Töre önderliğinde ayaklanma başladı ve ayaklanma başarı ile sonuçlanınca 7 Kasım 1944’te bağımsızlık ilan edildi. Kurulan Şarki Türkistan Cumhuriyeti’nin başına hareketin önderliğini yapan Töre geçti.[13]
Bu sıralarda, 1940’tan beri bağımsızlık mücadelesi veren Osman Batur, Töre’nin hareketine katıldığını ve İli Hükümeti ile işbirliği içinde olacağını ilan etti. Bu işbirliğinin ilk somut sonucu, Tarbagatay’dan Çinlilerin çıkarılmasıyla oldu. Aynı dönemde Altay vilayeti de bağımsızlığına kavuştu. Bu örneklerin duyulması ve geniş katılımların yaşanması ile birlikte Doğu Türkistan’daki halk ayaklanmaları hızlı bir şekilde yayılmaya başladı. Karaşehir, Kaşgar, Yarkent ve Hoten’in alınması için yoğun mücadele verilmeye başlandı. Töre kuvvetleri birçok yerde eşzamanlı olarak Çin kuvvetlerine üstünlük sağladı ve Urumçi’ye yöneldi.[14]
Sovyetler, Doğu Türkistan’daki milli oluşumdan kaynaklanan rahatsızlığını gidermek için bu kez siyasi nüfuzunu arttırmaya yönelik, Doğu Türkistan halkını hedef alan bir politika izlemeye başladı. Yerli halkın İli’deki konsolosluklarına başvurmaları halinde kendilerine Sovyet vatandaşlığı hakkı vereceğini ilan etti. Bu girişim doğrultusunda birçok Doğu Türkistanlı değişik nedenlerle Sovyet vatandaşlığına geçti. Bununla da yetinmeyip, Doğu Türkistan’ın içişlerine müdahale etmeye ve Töre’yi siyasal anlamda etki altına almaya çalıştı. Bu girişimlerden rahatsız olan Töre ile Sovyetler arasında yoğun bir soğuk savaş yaşanmaya başlandı.
Sovyetlerin, Töre’nin hem kendilerini yeterince ciddiye almamasından hem de Doğu Türkistan’da milliyetçi bir politika izlemeye devam etmesinden oldukça rahatsız olduğu bir gerçekti. Aslında rahatsızlığın altındaki en önemli neden, Doğu Türkistan’da milliyetçi hareketin başarılı olması halinde bu durumun kendi hakimiyet alanlarında bulunan Batı Türkistan topraklarında yaşayan Türklere örnek teşkil edebileceği ve böylece kendilerinin de büyük ayaklanmalarla karşı karşıya kalabilecekleri korkusuydu. Dolayısıyla, sonuçları beklenmeden Doğu Türkistan’daki milli hareketlerin kesinlikle başarısızlığa uğratılması gerekliydi. Bunun için Sovyetler, burada izledikleri politikalarına hız verdiler ve işi hükümetin içişlerine müdahale etmeye kadar götürdüler. Sovyetlerin bu girişimleri, kısa bir süre sonra meyvesini verdi ve Töre üzerinde baskı kurmayı başardılar. Töre’ye, Nankin Hükümeti’nin kendilerini Doğu Türkistan Türklerini Çin yönetimine karşı isyana teşvik suçlamasıyla Birleşmiş Milletlere şikayet edebileceğini söyleyerek, bu sonla karşılaşmamak için Töre’den, Çin’den ayrılma fikrinden vazgeçmesini, hatta Nankin Hükümeti ile görüşmelere başlamasını ve sorunları barış yolu ile çözmesini istediler.[15]
Sovyetlerin bu isteklerindeki temel düşünce, yukarıda da belirtildiği üzere kendi topraklarındaki hakimiyetinin geleceği açısından Doğu Türkistan’da Türkçü bir politikanın izlenmesinin yerine, Çin yönetimi egemenliğinin daha yararlı olacağı yönündeydi.
Töre, Sovyetlerin görüş ve isteklerini görüşmek üzere kabinesini topladı. Yapılan uzun görüşmelerden sonra toplantıdan Sovyetlerin hiç de beklemediği bir karar çıktı: “Bütün Sovyet istekleri reddedilecek.” Sovyetler, kabinenin aldığı kararın ardından daha sert bir tavır takınarak isteklerinin yerine getirilmemesi halinde, Doğu Türkistan hükümetine yönelik askeri güç kullanacakları tehdidinde bulundu. Bunun üzerine, bir taraftan Çin işgal kuvvetleri, diğer taraftan Sovyet politik hesapları arasına sıkışan Töre, kabineyi tekrar toplantıya çağırdı. Bu kez toplantıdan Sovyet tehditlerinin ciddiyetini ortaya koyan bir karar çıktı. Karara göre, hükümeti askeri bir güçle karşı karşıya bırakmaktansa sorunları barış yolu ile çözmek hedeflendi. Bu kararın ardından, Doğu Türkistan Hükümeti ile Nankin Hükümeti arasında Sovyet politikalarının yönlendirdiği barış görüşmeleri başladı.[16]
Görüşmelere ev sahipliği yapan Urumçi’ye, 2 Eylül 1945’te Nankin Hükümeti adına görevlendirilen Chang Chih-Chung başkanlığındaki Çin heyeti, 12 Ekim 1945’te Doğu Türkistan Hükümeti adına görüşmeleri yürütecek olan Rahim Can Sabri, Ebu’l-Hayri Töre, Ahmet Can Kasimi’den oluşan İli heyeti geldi.[17]
17 Ekim 1945’te başlayan barış görüşmeleri yaklaşık sekiz ay sürdü ve ardından 2 Ocak 1946’da iki taraf arasında bir anlaşma imzalandı. Ayrıca Eyalet Hükümeti’nin oluşturulması için de iki ek anlaşma yapıldı. İki taraf arasında imzalanan anlaşmanın maddeleri şu şekilde idi:[18]
Altay, Tarbagatay ve İli vilayetlerindeki milli mücadelelere katılan güçlerin dağıtılmaması ve bunların devletin bir askeri olarak bulundukları yerlerde kalması ve masraflarının da hükümetçe karşılanması,
Kaşgar ve Aksu gibi Türklerle meskun illerde, hükümete bağlı olmak üzere güvenliklerinin bulundurulmasına izin verilmesi,
Doğu Türkistan’daki Çin kuvvetlerinin ülkeden çekilmesi,
Doğu Türkistan halkına tanınan hürriyetin sebepsiz olarak kısıtlanmaması,
Doğu Türkistan’daki polis, jandarma gibi müdürlüklere ve bu kuruluşların er ve polis memurluklarına Türklerin getirilmesi,
Millet meclisi üyeleri, vali, kaymakam gibi mülki amirliklerin o bölgenin halkı tarafından seçilmesi,
Okullardaki derslerin yanı sıra “Çince”nin bir dil dersi olarak okutulması,
İli hükümetinin tasvip ettiği şahsın devlet kademelerinde görevlendirilmesini Çinliler kabul ettiği gibi, Çinliler tarafından gösterilen şahısların aynı şekilde İli hükümeti tarafından kabulü,
Dört bakanlıktan ikisine ve iki genel müdürlüğe İli’nin göstereceği Türk asıllı adayların getirilmesi,
Eyalet hükümet reisi muavinlerinden birine İli’nin göstereceği adayın getirilmesi,
Eyalet hükümet üyeleriyle, eyalet meclisinin azalarının çoğunlukla Türk olması.
Böylece Töre’nin başlattığı milli kurtuluş hareketi tam amacına ulaşmadan, Sovyet ve Milliyetçi Çin işbirliği ile ortadan kaldırıldı ve Doğu Türkistan’da yeni bir yönetim kuruldu. Yeni hükümetin temellerini atan anlaşma ile Doğu Türkistanlılar askeri, idari, sosyal ve kültürel açılardan temel haklar kazandılar. Anlaşma maddelerine genel olarak bakılacak olursa şu sonuçlar çıkarabilir. Bağımsızlık için ayaklanan kuvvetlerin ve bu kuvvetlere önderlik yapan kişilerin tanınması, Türklerden teşekkül etmiş ve ayaklanmalarda yer almış olan askeri birliklerin yeni kurulan devletin ordusu haline getirilmesi sağlandı, merkez ve taşra yönetimlerinde yer alacak olan yöneticilerin bölge halkı tarafından seçilmesi ilkesi getirildi.
Yeni kurulan karma hükümetin başına, barış görüşmelerinde Nankin Hükümeti adına görüşmelere katılan Chang, yardımcılıklarına ise Ahmet Can Kasimi[19] ve Burhan Şehidi getirildi.[20] Yeni kurulan karma hükümetin başına, barış görüşmelerinde Nankin Hükümeti adına görüşmelere katılan Chang, yardımcılıklarına ise Ahmet Can Kasimi[21] ve Burhan Şehidi getirildi.[22] Yeni kurulan karma eyalet hükümeti listesinde hükümet başkanlığına Ali Han Töre’nin getirilmesi beklenirken onun yerine Kasimi ve Şehidi’nin listede yer alması ve listede Töre’nin adının bile yer almaması şaşkınlıkla karşılandı.[23]
Kısa bir süre sonra, yapılan anlaşmaların gereklerini yerine getirmediği gerekçesiyle Chang’a karşı yoğun tepkiler oluşmaya başladı. Tepkiler çok geçmeden gösterilere dönüştü. Tepkilerin ve gösterilerin odağında, hükümetin başına bir Türkün getirilmesi talebi yer alıyordu. Artan tepkilerden rahatsız olan Nankin Hükümeti Chang ile görüşerek Doğu Türkistan Eyalet Hükümeti’nin başına bir Türkün getirilmesine karar verdi. 29 Mayıs 1947’de alınan karar gereğince Doğu Türkistan Hükümeti’nin başına Dr. Mesut Sabri Baykuzu getirildi. Genel sekreterlik görevinde de değişiklik yapılarak Liu Min-Chun’un yerine İsa Yusuf Alptekin genel sekreterliğe getirildi.[24]
Ancak, Doğu Türkistan’daki gelişmeleri yakından izleyen Sovyetlerin yönetim kadrolarındaki bu değişikliklere tepkisi çok gecikmedi. Çünkü yapılan değişiklikler eskiden beri burada aktif rol oynayan Sovyetlerin bilgisi dışında ve önerileri alınmadan yapılmıştı. Bunun üzerine Sovyetler, Doğu Türkistan’da kendilerine yakın isimleri kullanarak yeni yönetimin Sovyetler Birliği ile Milliyetçi Çin’in arasını açabilecek politikalar izleyeceklerini ve bu politikaların iki ülke arasında çok ciddi problemlerin yaşanmasına yol açacağı propagandasını yapmaya başladı. Ayrıca Doğu Türkistan’da yeni yönetim aleyhtarı küçük çaplı gösteriler ve isyan hareketlerine de öncülük etti. Çok geçmeden Sovyetlerin endişelerinin kendileri açısından yerinde olduğu görüldü. Çünkü, yeni yönetimin hükümet kadrolarındaki Sovyet yanlısı politikalar izleyen kişileri, hızlı bir şekilde yönetim kadrolarından tasfiye işlemine girişti ve milliyetçi bir çizgide yoğun politikalar izlemeye başladı.[25] Bu durumdan son derece rahatsızlık duyan Sovyetler, bir taraftan Milliyet Çin Hükümeti’ne baskı yaparken diğer taraftan da basın ve yayın yoluyla hükümet üyelerini yıpratmaya yönelik yoğun bir karalama faaliyetine başladı. Özellikle, Batı Türkistan’da Uygur lehçesi ile çıkartılan “Şark Hakikati” adlı dergide bu karalama faaliyetlerinin boyutlarını görmek mümkündür. Ayrıca Taşkent radyosundan da buna benzer bir kampanya yürütülüyordu.[26]
Sovyetler daha etkin ve kesin bir sonuca ulaşmak için, Milliyetçi Çin yönetimi ile arası açık olan komutanlarla irtibata geçti. İlk olarak, Baykuzu’dan önce genel valilik görevinde bulunmuş olan ve Milliyetçi Çin yönetiminin geleceğini iyi görmeyen Chang ile ilişki kurdu. Chang, Sovyetlerin tekliflerini tereddüt etmeden kabul etti ve Nankin’de iki taraf arasında Sovyetlerle bir anlaşma imzaladı. Anlaşmaya göre, Sovyetler Chang’a Kuzeybatı Çin bölgesinde bir ordu oluşturulmasına yardım edecek, bu orduya gerekli kadroların yetiştirilmesini üstlenecek, bölge için bir hava gücü oluşturacak, ulaşımı sağlamak için ulaşım araçları verecek, tarımsal faaliyetlerin arttırılması ve madenlerin işletilmesi için ekipman ve bilgi yardımında bulunacak, gerektiği durumlarda da bölgeye kara kuvveti sevk edecek veya ekonomik yardımda bulunacaktı.[27]
Sovyetlerle Chang arasında bu işbirliği yaşanırken Doğu Türkistan’da ilginç bir gelişme oldu. Milliyetçi Çin lideri Chiang K’ai Shek 1 Ocak 1948’de Doğu Türkistan Hükümeti’ni azletti ve hükümet organlarına yeni isimleri atadı. Bu değişikliğe göre, Baykuzu’nun yerine Şehidi, Alptekin’in yerine Liu atandı. Ayrıca yeni yönetimde Buğra, Başkan Yardımcılığına ve Tao Tsi-Yao da Başkomutanlık görevine getirildi.[28]
Sovyetler, Chang aracılığı ile Komünist Çin kuvvetlerinin Doğu Türkistan’a girmelerine engel olmak ve burayı tamamen hakimiyeti altına almak amacındaydı. Bunun içinde Chang, daha önce yapılan gizli anlaşma gereği, Çin Komünistleriyle ilişkiye geçip onlarla da bir anlaşma imzaladı. Anlaşmaya göre, Çin Komünistleri, gelecekte Doğu Türkistan’a askeri müdahalede bulunmayacaklar ancak belirli bir miktar görevli bulunduracaklardı. Çin Komünistleri, Chang ile bu anlaşmayı imzaladığı sırada, Ocak 1949’da Lin Piao, Mançu’ya hareket ederek Pekin’i işgal etti. Bu işgal, Milliyetçi Çin yöneticilerini büyük endişeye düşürdü. Bu endişe içinde cumhurbaşkanı yardımcısı Li Zung-Rın ve bir kısım Sovyet yanlısı Çinliler, Chiang’a komünistlerle anlaşma yapılması konusunda baskı yapmaya başladılar. Ancak herhangi bir anlaşma taraftarı olmayan Chiang, 22 Kasım 1949’da görevinden istifa etti. Chiang’ın istifası ile boşalan Cumhurbaşkanlığı görevine Komünistlerle anlaşma taraftarı olan cumhurbaşkanı yardımcısı Li geçti.[29]
Li, komünist Çin yönetimi ile anlaşma yapmak için görevlendirmek üzere General Chang’u Kansu’dan Nankin’e çağırdı. Chang oluşturulan bir heyetle Pekin’e hareket etti. Kendisinin aracılığı ile Li’in tekliflerini öğrenen Mao Tse-Tung, Li’nin bütün tekliflerini reddetti ve koşulsuz olarak kendi isteklerinin yerine getirilmesini istedi. Ancak Li de Mao’nun isteklerini reddetti. Karşılıklı restleşmeler yaşanırken Chang, Mao tarafından Pekin’de alıkonuluyordu. Bu durum Milliyetçi Çin yönetiminde olduğu kadar görüşmelerden değişik beklentileri olan Sovyet yönetiminde de kaygı uyandırdı. Zira, Sovyetlerin Chang aracılığıyla gerçekleştirmek istediği planlar Mao’nun bu hareketi ile bir anlamda suya düşmüş oluyordu.[30]
Sovyet yönetimi bu gelişme üzerine Komünist Çin yönetiminin güvenini kazanmak amacıyla, Komünist Çin yönetimine bir an önce Kuzeybatı Çin bölgesine girmelerini önerdi. Bu girişime kendilerinin de yardımda bulunacakları, bütün engelleri ortadan kaldıracakları, İli ve Altay’daki isyancı kuvvetlerin Çin Komünistleri ile işbirliği yapmalarını sağlayacakları garantisini verdi. Diğer taraftan da İli isyancılarına Komünist Çin yönetimiyle anlaşmalarını teklif ettiler. Mevcut durumdan yararlanarak bütün Doğu Türkistan’dan Çin askerlerini çıkarmak ve akabinde Komünist Çin kuvvetlerine karşı koymak düşüncesinde olan İli isyancıları önceleri bu teklife çok sıcak bakmamalarına rağmen Sovyetlerin bu düşüncelerine büyük tepki göstermesi ve askeri müdahale tehdidinde bulunması üzerine bu teklifi kabul etmek zorunda kaldılar. Bunun üzerine Sovyetler, İli ve Altay liderlerinden Ahmet Can Kasimi (Kasımof) ile birlikte milli kuvvetlerin başkomutanı General İshak, genel sekreter yardımcısı Abdulkerim Abbas (Abbasof) ve Altay Valisi Delil Han başta olmak üzere kalabalık bir heyeti Çin Komünistlerine bağlı kalacaklarını bildirmeleri için bir Sovyet uçağıyla Pekin’e gönderdi. Bu heyetin yola çıkış tarihinden itibaren uzunca bir süre geçmesine rağmen Çin kuvvetleri Doğu Türkistan’ı tamamen hakimiyeti altına alıncaya kadar heyet ile ilgili herhangi bir haber alınamadı. Çin kuvvetleri Doğu Türkistan’daki hakimiyetini sağlamlaştırdıktan sonra Moskova ve Pekin radyolarında eşzamanlı olarak heyet hakkında açıklamalar yapılmaya başlandı. Açıklamalara göre, İli ve Altay liderleri, Ahmet Can Kasımof, İshak Bey, Abdulkerim Abbasof ve Delil Han, Mao’nun iktidara gelişini kutlamak için uçakla Pekin’e giderken 17 Ağustos 1949’da bir kaza sonucu öldükleri duyuruldu. Açıklamalardan birkaç gün sonra yanmış dört ceset İli’ye getirilerek burada toprağa verildi.[31] Ancak bu kişilerin Sovyetler tarafından organize edilen bir suikasta kurban gitmiş olma olasılıkları kuvvetli ihtimaldi. Muhtemelen Sovyetler bu suikastla iki hedefe ulaşmaya çalışmışlardı. Bunlardan birincisi, İli isyancılarıyla Komünist Çin ve Milliyetçi Çin aleyhine yaptıkları anlaşmalardan Çin Komünistlerinin bilgi sahibi olmalarını engellemek, ikincisi ise, isyancıların ileride harekete geçerek kendileriyle Çin Komünistlerinin arasını açma ihtimalini ortadan kaldırmaktı.[32] Sonuçta, bu uçak kazasıyla İli’de isyancıların ileri gelenleri ortadan kaldırılmış oluyordu.
Pekin’de General Mao tarafından alıkonulan Chang, Sovyetlerden artık fayda gelmeyeceği düşüncesiyle iktidarını garanti altına almak için Komünist Çin yönetiminden bir an önce Doğu Türkistan’ı işgal etmesini istedi. İşgali kolaylaştırmaya yardımcı olacak tüm hazırlıkları da yapmaya başladı. İlk olarak, bölgedeki Milliyetçi Çin Kuvvetleri Komutanı General Tao’dan teslim olmasını istedi ve kendisinden Komünist Çin kuvvetleri Kansu eyaletini işgal ettikten sonra, Doğu Türkistan’ı direniş göstermeden teslim etmesini ve bu amaca yönelik ortaya çıkabilecek bütün engellerin ortadan kaldırmasını istedi. Ayrıca Komünist Çin kuvvetleri, Doğu Türkistan’ın savunmasız teslimine yönelik çok sayıda bildiri hazırlatarak dağıtmak üzere General Tao’ya gönderdi. Tao, Genel Sekreter Liu ve Urumçi Belediye Başkanı Chu Wu, Chang’dan gelen istekler doğrultusunda, Doğu Türkistan’ı işgale hazır hale getirmek için hemen harekete geçtiler ve öncelikle halkın ve milliyetçi liderlerin bu konudaki düşünce ve tutumlarını öğrenmeye çalıştılar.[33]
Mayıs 1949’da Komünist Çin kuvvetlerinin Shen-Shi eyaletine girmesi, Kansu’ya doğru harekete geçmelri ve bir Milliyetçi Çin Komutanı olan Tao’nun Doğu Türkistan’ı savunmasız teslim etme düşüncesi, buradaki milliyetçi Çin generalleri ile Türk liderleri arasında bir yakınlaşmaya neden oldu. Bu sırada General Tao Urumçi’deki karargahında, 11 Ağustos 1949’da yaptığı toplantıda, generaller başta olmak üzere Başkan Şehidi, Genel Sekreter Liu ve Urumçi Belediye Başkanı Chu Wu’nun huzurunda resmen teslim olma düşüncesinde olduğunu açıkladı. Toplantıda anti-komünist generaller Tao ve arkadaşlarına tepki gösterip onları ihanetle suçladılar ve kendilerinin böyle bir ihanetin içinde olmayacaklarını belirttiler. Artık Tao ile birlikte olamayacaklarını anlayan bu generaller de Doğu Türkistanlı liderlerle işbirliği yapmak zorunda kaldılar.[34]
Bir taraftan arkasına Sovyet desteğini alan, diğer taraftan da dünya politikasına hakim güçler tarafından ses çıkarılmayan Komünist Çin kuvvetleri Pekin’den sonra Çin’in diğer bölgelerini de ele geçirmeye başladı.
23 Eylül 1949’da Komünist Çin kuvvetlerinin Kansu’nun batısında bulunan Chu-Chuen’e girmelerinden sonra, Tao ve Şehidi 26 Eylül’de Pekin Hükümeti’nin emri altında olduklarını bildirdiler. Ayrıca Tao, 1 Ekim’de Chu-Chuen’e gidip Komünist Çin kuvvetlerinin Doğu Türkistan’a girmelerini istedi. Bunun üzerine Çin Komünist kuvvetleri, 13 Ekim’de Doğu Türkistan’ın Kumul bölgesine girdi ve buraya yerleştiler. Kasım ayından itibaren buradan diğer bölgelere asker sevkıyatı yapılmaya başlandı.[35] Böylece Doğu Türkistan’da uzun süre devam edecek olan Komünist Çin yönetimi dönemi başlamış oldu.
Sonuç olarak, Çin’deki yönetim değişikliği ile kendi hallerine kalan genel valilerin uzun bir zaman dilimi içerisinde kişisel amaçlarına hizmet eder ve bölge halkına yönelik artan baskıcı bir politikalar izlemeleri kendilerine karşı olan tepkilere yoğunluk kazandırdı. Tepkilerin ayaklanmalara dönüşmesi sonucu 1933’te Hoca Niyaz Hacı liderliğinde Kaşgar merkezli bir devletin kuruldu. Bu gelişme ile Doğu Türkistan üzerinde yoğun bir Sovyet etkisi başlamış oldu. Çünkü, Sovyetler Doğu Türkistan’da kurulacak tam bağımsız bir Türk devletinin, kendi toprakları içersinde yaşayan Türklere örnek oluşturabileceğini ve onlarında bağımsız birer devlet kurma amacıyla ayaklanabileceğini düşünüyordu. Dolayısıyla böyle bir sorunu yaşamaması için Doğu Türkistan’daki bu oluşumun kesinlikle tam bir başarıya ulaşması engellenmeliydi. Aslında bu endişeyi Milliyetçi Çin yönetimi de taşıyordu. Bu nedenle Sovyet yönetimi ile Milliyetçi Çin yönetimi yanlarına bir kısım eyalet hükümeti üyelerini de alarak ortak hareket etmeye karar verdiler. Bu işbirliği çerçevesinde Sovyetler Hoca Niyaz Hacı’ya Çin’den ayrılma fikrinden vazgeçmesini, hükümeti dağıtmasını teklif ettiler. Buna karşılık olarak da kendisine Doğu Türkistan Eyalet Hükümeti başkan yardımcılığını önerdiler. Tekliflerin yerine getirilmemesi halinde de liderlerin yakalanıp idam edileceğini açıkladı. Bu baskılar üzerine Hoca Niyaz Hacı Sovyet tekliflerini içeren bir anlaşmayı imzaladı. Ancak Hoca Niyaz Hacı bu hareketi yönetim kadrolarında ve halk arasında yoğun tepki ile karşılandı. Bunun üzerine Sovyet-Milliyetçi Çin-Hoca Niyaz Hacı kuvvetleri Kaşgar’dan Yeni Hisar’a taşınmış olan hükümete karşı harekete geçtiler. Hükümet bu harekete karşı koyamadı ve hükümet üyelerinden Başbakan Sabit Damolla, Adalet Bakanı Zarif Kardi ve Ticaret Bakanı Satıbaldi Han idam edildiler. İttifakın 1934’te tam başarıya ulaşması ile Hoca Niyaz Hacı, Urumçi genel vali yardımcısı olarak atandı. Ne var ki 1942’de Hoca Niyaz, 1937’deki Abdu Niyaz’ın önderlik ettiği ayaklanmaya yardımcı olduğu gerekçesi ile idam edildi.
Sovyet politikalarının etkin olduğu 1933-1944 yılları arasında Sovyetler gerektiğinde güçlü bir Çin’in gerçekleşmemesi için Doğu Türkistan’da kendisine yakın isimleri Çin’e karşı, gerektiğinde ise Doğu Türkistan’daki milliyetçi oluşumları engellemek için Milliyetçi Çin’i Doğu Türkistan’a karşı harekete geçirmeyi başarabildiler.
1944-1949 yılları arasında Doğu Türkistan’da her ne kadar bağımsız bir Türk devletinin kurulduğu görülse de, bu dönemin büyük bir kısmı Milliyetçi Çin hakimiyetinde geçmiştir. Sovyetler bu dönemde de burada yaşanan siyasi gelişmeleri yakından izlemiş ve gerektiğinde kendi çıkarları doğrultusunda müdahalelerde bulunmuştur.
İkinci Dünya Savaşı’nın gidişatından Sovyetler açısından gelecek görmeyen Sovyet yanlısı yöneticiler, geleceklerini garanti altına almak için Milliyetçi Çin yönetimine yanaşmaya başladılar. Bu dönemde bölgede yoğun bir Anti-Sovyet hareket yaşandı ve Sovyet izleri bölgeden tamamen silinmeye çalışıldı. Ancak bu çalışmaları yapanlar Milliyetçi Çin yönetiminin buradaki kontrolünü sağlamasından sonra görevden alınmalarını engelleyemediler.
Milliyetçi Çin yönetimi tarafından bu dönemde göreve getirilen Wu Chung-Hsin, Doğu Türkistan politikasını bölgenin sistematik olarak Çinlileştirilmesi üzerine kurdu. Ancak sistematik olarak uygulanmaya başlanan politikalara tepkiler çok gecikmedi ve Ali Han Töre önderliğinde ilk ayaklanma başladı. Kısa bir süre sonra bağımsızlık ilan edildi. Bundan sonrada giderek artan bir yoğunlukta ayaklanmalar tüm bölgeye yayılmaya başladı. Sovyetler bu dönemde de Doğu Türkistan üzerindeki istikrarlı politikalarına devam ettiler ve Ali Han Töre’den Milliyetçi Çin yönetimi ile anlaşmasını isteyerek Ali Han Töre üzerinde baskı kurmaya çalıştılar, kısa bir süre sonra da bunu başardılar. Bu gelişme ile Sovyetlerin burada Türkçü bir oluşuma izin vermeyecekleri bir kez daha görülüyordu.
Sovyet politikalarının etkin olduğu Milliyetçi Çin yönetimi ile Ali Han Töre yönetimi arasında yapılan görüşmeler sonunda 1946’da bir anlaşma yapıldı. Yapılan anlaşma gereğince Doğu Türkistan’da karma bir hükümetin kurulması kararlaştırıldı. Bu bir anlamda Sovyetlerin izledikleri politikaların bir başarısı sayılırdı. Ancak yapılan anlaşmaların gereklerinin yerine getirilmesi Doğu Türkistan’da huzurluk yarattı. Huzursuzluğun temellerinden biri de yönetimin başına bir Türkün getirilmesi idi. Neticede Çin yönetimi buradaki yönetimin başına Dr. Mesut Sabri Baykuzu’yu getirdi. Genel sekreter olarak da İsa Yusuf Alptekin’e görev verildi. İşte bu nokta Doğu Türkistan idari hayatında olduğu kadar sosyal ve kültürel alanlarında yoğun bir Türkçü politikalar izlenmeye başlandı. Bu politika eğitimden tarihe, kültürden yönetime kadar geniş bir yelpazeye yayılmıştı. Bu dönemde Doğu Türkistan tarihindeki deyimiyle “Üç Efendiler” olarak ifade edilen Dr. Mesut Sabri Baykuzu, İsa Yusuf Alptekin ve Mehmet Emin Buğra’nın isimleri ön plana çıktı.
Doğu Türkistan’daki bu Türkçü akım da çok geçmeden her zamanki gibi yine Sovyetlerin engellemeleri ile karşılaştı. Sovyetler mevcut yönetimdekilerin Sovyet yönetimi ile Milliyetçi Çin yönetiminin arasını açacağı gerekçesi bölgedeki yandaşlarını kullanarak yönetime karşı harekete geçti ve buna ilave olarak kendi toprakları içersindeki yayın organları ile menfi propagandalarına hız verdi. Sovyet çabalarını bir anlamda 1948’de hükümeti azletmesi ile Chiang K’ai Shek başarıya ulaştırmış oluyordu. Ancak bu azille başlayan süreç hem Milliyetçi Çin yönetiminin hem de Doğu Türkistan’ın yeni bir dönem yaşamasına neden oldu. Şöyle ki, Chiang K’ai Shek’in yerine geçen ve öteden beri Çin Komünistleriyle anlaşma düşüncesinde olan Li Zung-Rin’in izlediği politikalar Komünist Çin’in hareket alanını genişletirken Li’nin Mao ile görüşmesi için görevlendirdiği General Chiang Chih-Cung’un Milliyetçi Çin ve Sovyetlerden umudunu kesmesi ve geleceğini garanti altına almak düşüncesiyle Komünist Çin yönetiminden Doğu Türkistan’a girmelerini önermesi Doğu Türkistan’ı yeni bir dönemle karşı karşıya bıraktı. Bu arada Chiang Chih-Cung’dan değişik beklentileri olan Sovyetler Chiang’ın bu tavırlarıyla tam bir fiyasko yaşadı. Bunun üzerine Komünist Çin yönetimi ile işbirliği yoluna gitti. Bu işbirliği Komünist Çin yönetiminin hareket sahasını Doğu Türkistan’ı da kapsayan geniş bir alana yayılmasına neden oldu. Komünist Çin kuvvetlerinin kısa süre içinde önce Kumul’a ve buradan da Doğu Türkistan’ın diğer bölgelerine girmeleri ile birlikte bölgenin tarihinde Komünist Çin dönemi başlamış oldu.
1911-1949 yılları arasında önce genel valilerin ihtiraslı yönetimlerini daha sonra Sovyet ve Milliyetçi Çin yönetimlerinin politik hesaplaşmalarını yaşayan bölgede, buradaki Türklerin kendi kendini yönetme çabaları da görüldü. Ancak milli oluşum çabaları her defasında kimi zaman Sovyetlerin, kimi zaman Milliyetçi Çin yönetiminin kimi zaman da her ikisinin ortak politikaları sonucu başarısızlığa uğratılmıştır.
BENZER HABERLER