Son Dakika
1913 yılı Ocak ayının ilk günleri. Balkanlarda savaşın devam ettiği, İttihat ve Terakki’nin siyasi olarak hakimiyetini hissettirdiği günlerde, partinin ileri gelenleri arasında yoğun tartışmalar yaşanmaktadır. Talat Paşa Avrupa’da geniş topraklar kaybeden imparatorlukta çok uluslu bir yapıyı Osmanlı kimliği altında tutmanın zorluğunu iddia ederken, muhalif kanattakiler geleneksel Osmanlıcılık siyasetinden yanadır.
İttihat ve Terakki Fırkasının kurucularından ve İçişleri Bakanı Talat Paşa bu tartışmaların arasında kalmasına rağmen aynı günlerde Rusya’nın baskısıyla Balkanlardan Anadolu’ya göçmeye çalışan milyonlarca yoksul soydaşa Marmara, Ege ve adalarda yer bulabilmek için yöre valileriyle pazarlık halindedir. Bu konu kısmen de olsa istediği şekilde sonuçlanır. Nüfus baskısıyla binlerce Rum aile Ayvalık ve Balıkesir sahillerinden Ege adalarına yerleşerek, göçmenlere yer açarlar. 1850’lerdeki Kafkas göçünden daha büyük bir etki yaratan bu göç dalgası sırasında İstanbul yaşanamaz hale gelir. İnsanlar sokaklarda yaşamaya başlar.
Talat Paşa gençlik günlerinden beri Balkanlardaki Rus baskısı ve zulmünden çok etkilenmiştir. Rus generali Mihail Skobelev’in Silistre’yi aldıktan sonra 1881 yılında Türkistan’da yaptığı Göktepe katliamı onun gibi aydınlar üzerinde derin izler bırakır. Tek umudu Çarlık Rusyasının parçalanmasıdır. 1905 yılındaki ilk devrim girişimi ile birlikte Rusyanın dağılacağını ve akraba Türk topluluklarının özgür kalacağını hayal eder. Bu hayalini her zaman aklında tutarak Orta Asya için yeni projeler üretir.
İttihat ve Terakki Fırkası’nın Orta Asya/Türkistan projesinin ve politikalarının öncüsü, tetikleyicisi genelde bilinenin aksine Enver Paşa değil, Talat Paşa’dır. * Talat Paşa’nın en büyük ilgi odağı Doğu Türkistan’dır.
Elli yıl kadar önce, 1860’lı yılların başında Doğu Türkistan’ın pek çok yerinde Mançu İmparatorluğu’na karşı ayaklanmalar patlak verir. Ülkenin Batı bölgesi İli’den Güneybatı bölgesindeki Hoten’e, Kaşgar’dan Kumul vilayetine kadar her yerde milli bağımsızlık mücadelesi başlamıştır. Milli Mücadelenin sonunda Yakup Bey Doğu Türkistan’ın büyük bir kısmını kısa sürede işgalcilerden temizleyerek Kaşgariye Devleti‘ni kurar. Tanrı Dağları’nın kuzeyinde ise İli Sultanlığı ilan edilir. Ancak bu yeni durum çok uzun sürmez. Kaşgariye Devleti Mançu İmparatorluğu, İli Sultanlığı ise Çarlık Rusyası tarafından ortadan kaldırılır.
Tarihi çok iyi bilen Talat Paşa tüm bu olayları düşünerek, Doğu Türkistanlılarla yakın temasa geçmeye karar verir. Yirmi yıl kadar önce Kaşgarlı Abdülkadir Damolla‘nın başlattığı aydınlanma hareketini ve harekete hayat veren “Yeni Yöntem – Usul-ü Cedid” eğitim sistemini hatırlar, üzerinde çalışır ve ipuçları çıkarır.
Cedidçilik bir eğitim ve aydınlanma manifestosu olarak Doğu Türkistan’da on dokuzuncu yüzyılın sonlarında ortaya çıkar. Yirminci yüzyılın başlarında büyük bir ivme kazanarak, kısa zamanda sosyal hayatın bütün alanlarını kapsayan ulusal bir harekete dönüşür. Bu hareket, Doğu Türkistan’ın sosyopolitik ve kültürel yaşamında daha önce benzeri görülmemiş bir değişimin yaşanmasını, Seyidiye Hanlığından(1514-1680 arası ) beri yaklaşık üç yüz yıldır gaflet uykusunda olan Doğu Türkistan halkının uyanmasını sağlar.
Düşünce olarak, Doğu Türkistan’ın Orta Çağdan kalan feodal yapısından kurtulması, gerici yobaz düşüncelerden temizlenmesi ve modern çağı izleyerek, aydınlatılmasına verilen bir isimdir Cedidçilik. Kırımlı aydın İsmail Gaspıralı‘nın etkisi ve çabalarıyla yayılan bu hareketin Doğu Türkistan’daki öncüsü Aydın din bilgini, düşünür ve eğitimci Müftü Abdülkadir Damolla’dır.
1880’lerde, “Zaman uyanma zamanıdır, gaflet uykusunda uyuma zamanı değil; zaman ilim, irfan devridir, cehalet değil; gayret vaktidir, tembellik devri değil” sözleri ile özetlediği yenilikçi eğitim hareketini Doğu Türkistan’da başta camiler ve medreseler olmak üzere her yerde anlatmaya başlayan Abdülkadir Damolla ülkede müthiş bir heyecan yaratmıştır. Abdülkadir Damolla, uzun yıllar boyunca eski eğitim usulüne (Kadim Usül) alışan halkı, “şeriatın emrettiği miras taksiminin matematik bilmeden yapılamayacağI” gibi çıkarımlarla yeni eğitim sistemine ikna etmeyi başarır. Çalışmaları sırasında, Kaşgar’daki Lay Peştak Camisindeki vaazları ve Abdülveli Medresesinde verdiği derslerle bir eğitim seferberliğIi sürdürür. Kaşgar’ın en büyük camisi olan Idgah’da halka açık olarak yaptığı sohbetler ve din adamlarına yönelik verdiği ihtisas dersleriyle yeni eğitim modelinin alt yapısını oluşturmuş, geleceğin öğretmenleri ve yöneticilerini yetiştirmeye başlamıştır. Onun öğrencileri arasında 1933’te Kaşgar’da kurulan Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin başbakanı Sabit Damolla, Abdülcelil Damolla ve şair Mehmet Eli Tevfik gibi isimler de vardır.
Doğu Türkistan’da Abdülkadir Damolla’nın çabasıyla açılan okulların ilki 1885 yılında Artuş’un İksak köyünde öğretime başlayan Hüseyniye Mektebi’dir. 1907’de aynı yerde yine ilk defa bir Öğretmen Okulu faaliyete geçer. Talat Paşa’nın İstanbul’dan gönderdiği Ahmet Kemal bu okullarda öğretmenlik yapar. Açılan Öğretmen Okullarında (Dar-ül Mualliim-i İttihat) aydın öğretmenler yetiştirirler. Ahmet Kemal, “Cemiyet-i Hayriye’yi İslamiye” adında kurduğu dernekle yeni eğitim sistemini finanse etmeyi başarır.
Talat Paşa sonunda projesi için ilk büyük adımı atar. Eğitimci Ahmet Kemal’in Kaşgar’a gönderilmesine parti yönetimince karar verilir. (Ahmet Kemal’in ardından beş kişilik bir ekip daha Türkistan’a gönderilecektir.E:G.)** İçişleri Bakanı Talat Paşa bu iş için Doğu Türkistan’da etkili Musa Beyzade Bahaeddin Bey’in (Musabayev) yakın akrabası Hasan Beyle İstanbul’da temas eder. Hasan Beye Orta Asyadaki Rus ve Çin vahşetini anlatarak “…Bizim için önemli olan birliği bir an önce kurmalıyız. Uzak diyarlarda zalim ellerde esir kalmış kardeşlerle gönül yolları açılmalı ve kuvvetlendirilmelidir. Aramızdaki mesafe ne kadar uzun olursa olsun, gönül yollarının yakınlığı bu uzun yolları kısaltacaktır… Size başlangıç olarak Ahmet Kemal Beyi göndereceğim. Ümit ederim ki bu genç memleketinize ve sizlere elinden gelen hizmeti yapacaktır…” ifadelerini kullanır. Ahmet Kemal’e yardımcı olunmasını ve kendilerine emanet ettiğini söyler.
Batılı kaynaklarda Rodoslu Ahmet Kemal olarak tanıtılan Ahmet Kemal 20 Ocak günü İçişleri Bakanlığındadır. Kendisine verilen önemli görevin ağırlığını fazlasıyla hisseder. Görüşme sırasında Ahmet Kemal’in heyecanının farkında olan Talat Paşa; “Bize ilim kadar duygu da lazımdır. Biz aldığı görev aşkını hisseden insanlara güvenir, onları her zaman destekleriz. Ziya Bey‘le (Gökalp) sizi uygun gördük. Size belirttiğimiz gün, hacdan dönen Türkistanlılarla aynı kafileye katılarak İstanbul limanı ve Odesa üzerinden Kaşgar’a gideceksiniz.Bu fazla dikkat çekmenize de engel olacaktır. Size güveniyorum. Bu akşam Ziya Beyi (Gökalp) ziyaret ediniz. Onun nasihatlerini dikkate alınız. Yolunuz ve gönlünüz açık olsun” der, makam odasından merdivenlere kadar gelerek Ahmet Kemal’i kucaklar ve uğurlar.
Ahmet Kemal aynı akşam ziyaret ettiği Ziya Gökalp’le görüştüğünde duygu dolu öğütler alır. Ziya Gökalp, “Oğlum, ben bu karardan haberdarım. Yolun çok tehlikeli görünse de sonunda gerçekten çok önemli bir iş başararak, ekeceğin tohumlarla canlı ve bereketli ürünler, aydın insanlar yetiştireceksin, buna eminim.” ifadelerini kullanarak Ahmet Kemal’e destek verir, onu yüreklendirir.
İttihat Terakki’nin Rodoslu Ahmet Kemal’i 1913 yılının Şubat ayının üçüncü Pazartesi günü erkenden kalkar. İstanbul’da yaz günlerine benzer açık bir gökyüzü mevsimin kış olmasına rağmen insanın içini ısıtmaktadır. Haydarpaşa, Kadıköy, Adalar ve Boğaziçi vapurlarının bacalarından çıkan dumanlar, berrak havada helozonik daireler çizmeye başlamıştır. Ayrılmanın verdiği hüzünle Galata rıhtımına geldiğinde Rus Şirketinin sahibi olduğu Odesa gemisinin hareket etmek üzere olduğunu görür. Gemi bir saat içinde Odesa’ya hareket eder. Yolcuların büyük bir kısmı Mekke’den dönen Kaşgar’lı hacılardır. İstanbul’da turistik seyahat yapan zengin Ruslar birinci mevki kompartmanları kapatmışlardır. Güvertede kendisine güzel bir yer bularak, boğazın güzelliğini seyretmeye başlar.
İstanbul’dan hareket ettikten 32 saat sonra vardığı Odesa’da iki gün kalır. Gemide tanıştığı genç Türk arkadaşları ile şehri heyecanla gezer. Odesa’daki Türk izlerini, Kırım savaşında bombalanan sahildeki İngiliz sarayını ve modern binaları hayranlıkla izler. Sonrasında Odesa istasyonunda bindiği trenle Harkov’a doğru yoluna devam eder. Rusların Orta Asyaya ulaşmak için Katerina döneminde askeri üs olarak kurduğu, Tatar nüfusun hakim olduğu Orenburg’a kadar uzun bir tren yolculuğu daha yapar. İstasyonda inince Tatar aydınlarının çıkardığı Vakit gazetesini heyecanla arar. Büfeden alarak, günlük gelişmeleri İstanbul’daymış gibi heyecanla okur. Artık Türkistan topraklarına doğru yol almanın zamanı gelmiştir. Yeni güzergahta ilk hedef Taşkent’tir. Daha eski ve konforu oldukça düşük bir trenle önce Andican sonra Oş’a ulaşır. Ahmet Kemal sonunda Buhara’yı ve Rus topraklarını aşarak Çin sınırını hiçbir zorluk çekmeden geçer, Kaşgar’a doğru yoluna devam eder. 1 Mart 1913 günü Kaşgar’ın Artuş kasabasında Doğu Türkistan’ın en önemli isimlerinden Bahattin Beyin (Musabayev) misafiri olur. Talat Paşa’nın dört ay sonra göndereceği Adil Hikmet Bey ve arkadaşlarını görünceye kadar kendisi için çok değişik bir ortamda yalnız kaldığını hisseder. Bir kısmının hapislerde geçtiği altı yıl sürecek Doğu Türkistan macerası başlamıştır.
Şimdi biraz gerilere gidelim. Rusya on dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru, Khiva’yı eline geçirip, 12 Ocak 1881 günü gerçekleştirdiği Göktepe katliamı sonrasında Orta Asyayı tamamıyla kontrol altına almıştır. O dönemde Çin sınırları içinde bulunan Doğu Türkistan bölgesinde de siyasi olarak oldukça güçlüdür. Siyasi sınırlar dışında olmasına rağmen Çinli vali ve yöneticiler Ruslara danışmadan karar alamazlar. Ahmet Kemal’in de altı yıl süren mücadalesinin büyük bir kısmı Ruslarla olan ihtilaflarından kaynaklanmıştır. Rus ajanları tarafından sürekli izlenir, merkeze raporlanır.
Ruslar, Türk toplumlarındaki aydınlanmanın kendilerine pahalıya patlayacağının farkındadır. Toplumu uyuşturan eski usülden, kadim eğitim sisteminden çok memnun olduklarını gizlemekten kaçınmazlar. Araştırmadan uzak, tekrara dayanan dini eğitim bölgedeki mollaların da en çok istediği yöntemdir. Mollalar her fırsatta Rus yönetimine kendilerine gösterdikleri hoşgörü ve destek için teşekkür etmeyi unutmazlar. Ancak, batı alemiyle ve İstanbul’la temas eden aydınlar bu işin daha fazla sürdürülemeyeceğini fark ederek, yeni yöntem eğitimi “Usul-ü Cedid” metodunu ön plana çıkarırlar. Bu konuda önder batıda, Kırım’da ortaya çıkan Mirza İsmail Gaspıralı’dır. (İsmail Gasprinsky).
Gaspıralı ilk eğitimini Rusya’da, Moskova’da aldıktan sonra Paris ve İstanbul’da da bulunur. Çalışmaları sırasında eğitim çağındaki çocuklar için fonotik metodun alfabeyle birlikte kullanıldığı yeni metodu geliştirir. Geleneksel mektep sisteminin terk edilerek, sıralarda modern sınıf düzeninde eğitimin sağlandığı bu modelle aritmetik, genel bilimler ve tarih dersleri okutulur. Yeni çıkan gazete ve kitapların yaygın bir şekilde okunmasıyla halkın tamamını kapsayan müthiş bir seferberlik başlamıştır. 1883 yılında Tercüman gazetesini çıkarma iznini alan İsmail Gaspıralı’nın fikirleri Kazan, Ufa ve Orenburg gibi şehirlerde kıvılcımlar çakarak yansımalar yapacaktır. Tercüman artık bütün bu bölgelerde okunmaktadır. Gazetenin ön sayfasının başlığı “Dilde, Fikirde, İşte Birlik”tir. Gaspıralı’nın bütün amacı “Boğazlardan Kaşgar kumluklarına kadar herkesin anlayabileceği bir Türkçenin yaratılmasıdır.” Onunla birlikte Tatar Türkçesi ile yazılan gazete ve kitaplarla halkın okuma-yazma seviyesi yükselir, aydınlanma yolunda önemli bir adım atılır. Batılı dilbilimciler yeni akıma “Türkizm” demekle birlikte bunun kesinlikle “Pan-Türkizm”den ayrı tutulması gerektiğini savunurlar.
Yazar Adeeb Khalid “Central Asia” adlı eserinde Türkizm akımının Doğu Türkistan’a doğrudan Osmanlı imparatorluğundan geldiğini iddia eder. Adeeb’e göre Ahmet Kemal’i İstanbul’dan Kaşgar’a davet eden, bölgenin büyük yurtseveri Bahaeddin Musabayev’in kurduğu “Eğitimin Geliştirilmesi Derneği”dir. Musabayev’in en büyük arzusu, eğitimdeki yeni usulün Kaşgar ve Doğu Türkistan’da da tanıtımıdır. 1913 yılının Mart ayında Kaşgar’a gelen İttihat ve Terakki üyesi Ahmet Kemal ilk iş olarak Artuş’ta bir okul açar. Okulunun bayrak direğinde Osmanlı bayrağını dalgalandırır. Öğrencilerini yeni yöntemle eğitirken Osmanlı askeri marşlarını da ezberletir. Bulunduğu yörede milli hislerin ciddi bir şekilde artması onu çok duygulandırır. Ahmet Kemal, yıllar sonra Kazan’da bir okulda Rusça baskısı bulunan kitabındaki şiirinden mısraları Artuş’daki derslerde öğrencilerine heyecanla okur; “Kaşgar şehri bizim, Çin Türkistanındaki Türklerin”…” “Güzel şehrimiz Kaşgar, biz Türklerin doğduğu ve büyüdüğü anayurt.”
Gelişmeleri izleyen Rus ve Çin otoriteleri kırmızı çizginin geçildiğini görerek, Ağustos 1914 ayında okulu kapatırlar. Ahmet Kemal hapise girerek aylarca yatar, ama yılmadan çalışmaya devam eder. Düşüncelerinin yeşerdiğini mutlulukla izler.
Buhara’da durum farklıdır. Gaspıralının yarattığı reform sürecini Kazan’da yerinde gören ve etkilenen Buharalı tacirler, kendi bölgelerinde yeni usül eğitim henüz başlamadığı için, çocuklarını ısrarla Buhara yerine İstanbul’a göndermeye başlarlar. Özellikle Semerkant’ta yaşayan Mahmut Hoca Behbudi ve Abdurrauf Fitrat Bey‘ler yeni eğitim sisteminin en büyük taraftarı olarak büyük çaba harcar, öncülük yaparlar. Fitrat Bey 1909 yılında İstanbul’a giderek dört yıl kalır.
Türkistanlı Cedidçiler Rusların ciddi sansürüne ve mali güçlüklere rağmen yeni kitabevleri açıp, gazeteler basarak halkı inatla aydınlatmaya devam ederler. Rusçadan ve Rusça yayınlardan daha çok Osmanlı Türkçesi ve Tatarca ile yola devam ederek “Cahiliyet Perdesini” ortadan kaldırmak için yılmadan savaşırlar. Bu durum ulemanın ciddi tepkisini çekmekte gecikmeyecektir. Dini merasimler, sünnet törenleri ve bayram günlerinde milyonlar harcayan mollalar, yeni eğitim için hiçbir harcama yapmadığı gibi aydınları Rus yöneticilerine jurnalleyerek, onları ihtilalci, bozguncu ve düzen bozucu olarak suçlayacaklardır.
Yeni usül eğitimi savunan Cedidçiler Rus ve Çin boyunduruğunda bulunan kardeşlerine Türkistan’ı “vatan” olarak tanıtmaya başlarlar. O zamana kadar vatan halk tarafından sadece doğdukları yer olarak bilinir. Cedidçiler bu defa yeni bir anlayış yaratırlar. Namık Kemal gibi vatan tanıtımını kutsal bir şekilde açar, açıklarlar. Dahası, “Millet” tanıtımını da yaparak ufuklarını genişletirler. Orta Asyalılar yüzyıllardır kendilerini mahalle, din, mezhep ve sülale gibi bağlarla tanımlamışlardır. Cedidçilerin tanıttığı millet tanımı oldukça yeni ve duygu doludur. Yeni anlayış derin, daha içsel bir tanımı ifade eder. Türkistanlı Cedidçilerden Fitrat vatan ifadesini “Benim memleketim, vücudumun ve ruhumun doğduğu yer, gururum, şerefim, kıblem, benim bahçem” olarak tanımlar. Kendi köklerinin yüzyıllardır tanımlayamadığı bir gerçeği, su üstüne çıkarmıştır. Artık softa ve gericilerin benimsediği ve baskıladığı karanlık anlamlardan daha aydınlık bir millet tanımı toplum tarafından benimsenmeye başlanmıştır.
Kazakistan’daki reform ise bazı Kazak aydınlarının bireysel girişimleri ile filizlenir. Bökey ailesinin torunu Alihan Bökeyhan Omsk Teknik Üniversitesinden mezun olduktan sonra St. Petersburg’da eğitim alır. Diğer bir aydın Muhammetcan Tinişbay da St. Petersburg’da Teknik Üniversite okur. 1905 yılında mezun olur. Mustafa Çokay Taşkent Üniversitesini bitirir, St. Petersburg’da hukuk eğitimi alır. Ahmetcan Baytursun ve Mirjakıp Dulatuli diğerleri gibi Rusçayı çok iyi konuşan iyi eğitimli aydınlardır. Birlikte oluşturdukları “Zor Zamanlar” adını verdikleri siyasi oluşumla Rus işgali sonrasında Kazakistan’da yaşanan zor ve kötü günleri halka anlatmaya çalışırlar. 1890-91 yıllarında, Rusya’daki büyük kıtlık sonrası Kazakistan’ın verimli ovalarına, ülkelerine zorla yerleştirilen Rus köylülerin yarattığı olumsuzlukları, tarımsal ürünlerinin, madenlerinin, kaynaklarının nasıl soyulduğunu vurgularlar. Dulatuli yazdığı “Turık Balası-Türk Çocuğu” başlıklı şiiri ile bu acı günleri yansıtmaya çalışır. Halkının farkındalığını arttırmak için çaba sarf eder.
1905 yılındaki ilk devrim hareketi sonrasında Çarlık Rusyasında oluşan siyasi ortam, yaratılan yapay demokrasi havasıyla Orta Asya’nın tamamında, özellikle Kazakistan’da ayrılık umutları artmaya başlamıştır. Bağımsızlık sinyalleri her köşede duyulur. Çarlık yönetimi bu gelişmeleri yakından izler, hoş görmez. Gazeteler kapatılır, okulların kapısına kilit vurulur. Eğitimciler ve aydınlar hapse tıkılır, büyük bir kısmı öldürülür. Ruslar, Kazakistan’da eskiden olduğu gibi kendilerine yakın gördükleri ulema ve mollalar ile yola devam etmeyi tercih ederler. Dini eğitime yeniden ağırlık verilir. Aydınlanma girişimlerini anında, şiddetle bastırırlar.
Doğu Türkistan’daki aydınlanma hareketi de gerici unsurlarla olan mücadelenin kaybedilmesi ile bir süre sonra tamamıyla sona erer. Büyük vatansever, yenilikçi, eğitimci ve düşünür olan Abdulkadir Damolla 14 Ağustos 1924 günü sabaha karşı Kaşgar şehrindeki evinde kiralık bir katil tarafından gerçekleştirilen suikast sonucunda haince katledilir. Bu olay kısa zaman içinde bütün Türkistan’da duyulur. Ardından Kaşgar’daki yenilikçiler ve destekçilerin çoğu tutuklanır, okullar ve gazeteler kapatılır. Aydınlardan bazıları Taşkent, Andican ve Karakol’a kaçarlar. Diğerleri İli vilayetine ve Çin’in Şanghay şehrine göç ederek canlarını kurtarırlar.
Kahraman aydınların, Cedidçi eğitimcilerin cesurca yaptıkları mücadele Kırım, Kazan ve Türkistan’da izlerini yıllarca sürdürür. Cedidçiler sonrasında gerçekleşen Sovyet Devrimini de fırsat bilerek Sultan Galievgibi bir liderle devrimin önderlerine kendi topraklarında yüzyıldır yapılan sömürüyü hatırlatarak kafa tutarlar. Devrimin ilk günlerinde Amiral Kolçak komutasındaki Beyaz Rus kuvvetlerinin bir ara ele geçirdiği Kazan’ı kurduğu Tatar ordusuyla geri alan ve büyük destek sağlayan Galiev, devrim liderlerinin Orta Asyadaki gerçek sömürü niyetlerini anlayınca isyan eder. “Sadece emek sömürüsünü ele alan ve Rus emperyalizminin Orta-Asya’da yıllardır sürdürdüğü soygun ve sömürüyü tanımayan bir devrimin başarılı olamayacağını” Ruslara ve bütün dünyaya ilan eder. Galiev uzun süre çatıştığı Stalin‘in emriyle önce sorgulanır, sonrasında bilinmeyen bir yerde kurşuna dizilerek hayatına son verilir. Sultan Galiev ve arkadaşlarının haklılığı yıllar sonra tüm dünyada özgürlük savaşı veren uluslarca onaylanır. Onlar yeni bir dünya düzenine ışık tutmuşlardır.
Eğitim savaşçıları Cedidçiler, bu söylemlerini canları pahasına, yaşamlarının sonuna kadar haykırarak ezilen ve ulusal kimlikleri karartılan toplumların sesi olurlar. Kendilerini orta çağ karanlığına çekmeye çalışanlarla canla başla mücadele ederler. Onların aydınlık mücadelesinin ülkemiz aydınlarına ışık tutacağına ve yolumuzu aydınlatacağına inanıyorum.
(*) Talat Paşa 3 Mart 1918 günü imzalanan Brest-Litowsk anlaşmasına Sadrazam olarak katılarak, imza atar. Berlin Anlaşmasından sonra 40 yıl Rus işgalinde kalan Batum, Ardahan ve Kars’ı, Lenin ve Troçki arasındaki “Ukrayna’nın Almanya’ya verilmesi” konusundaki anlaşmazlığı yerinde değerlendirerek yıllar sonra ülkeye kazandıran Talat Paşadır.
(**) ASYA’DA BEŞ TÜRK
Talat Paşanın Türkistan Projesinde Ahmet Kemal dışında beş kişiden oluşan bir ekip daha vardır. Asker, Mülkiyeli idareci, İstihbaratçı ve Eğitimcilerden oluşan beş Türk, Hindistan üzerinden Batı ve Doğu Türkistan’a gönderilir. Görevlerinin eğitim ve aydınlanma konusundaki çalışmalarının yanında askeri bilgilendirme ve yönlendirme amaçlı olduğu Adil Hikmet Beyin kitabından anlaşılmaktadır.
Heyet Başkanı konumundaki Adil Hikmet Bey, Derne’de görev yapan bir Türk memurun oğludur. Libya’da bir İtalyan okulunu bitiren Adil Hikmet Bey’in dört yabancı dil bildiği söylenir. Türkistan’daki görevi sırasında bildiği yabancı diller sayesinde önemli işler başarır. Batı Trakya’da geçici bir süre faaliyette bulunan Garbi Trakya Cumhuriyetinin kuruluşunda Teşkilat-ı Mahsusa (Gizli Servis) adına çalışan Adil Hikmet Beyin Türkistan anıları Cumhuriyet Gazetesinde 16 Haziran 1928 gününden itibaren 113 gün boyunca yayınlanmıştır (ASYADA BEŞ TÜRK adlı eser anıların toplandığı kitaptır). Yola çıktığı arkadaşları o dönemin tanınmış simalarından Kuşçubaşı Selim Sami, Mülkiyeli Hüseyin Emrullah (Barkan), Gürcü asıllı komitacı İbrahim (Haklıer) ve Kırım kökenli Hüseyin Beylerdir. Emrullah Bey Kaşgar’da bulunduğu dönemde Ahmet Kemal’e eğitim yöntemi konusunda büyük destek verir. Ahmet Kemal’in anılarında bu konuda Emrullah Beye yönelik büyük övgüler yer almaktadır.
Adil Hikmet Bey anılarında Türkistan’a silahlı bir hareket için gitmediklerini, asıl amaçlarının oradaki Türkleri uyandırmak ve aydınlatmak olduğunu yazar. Niyetleri öyle olmasına rağmen kendilerini zaman zaman beklenmedik olayların içinde bulurlar. Kırgızları örgütleyerek Türkistan Genel Valisi, Rus-Japon savaşının mağlübu General Aleksey Kuropatkin’in başını döndürürler. Küçük ama etkili Kırgız birlikleri ile kendilerinden sayıca çok fazla Rus birliklerini ağır bir yenilgiye uğratırlar. Göktepe katliamını yapanlardan biri olan Kuropatkin’den intikam almayı başarmışlardır.
24 Temmuz 1914 günü İzmir’den bindikleri Karadeniz vapuru ile Hindistan’a doğru seyahat eden Adil Bey ve arkadaşları Beyrut ve Port Said üzerinden Cidde’ye vardıklarında Cihan Savaşının çıktığını öğrenir, paniğe kapılır. Daha sonra Hudeyde üzerinden Peşaver’e giderek 15 Kasım günü Doğu Türkistan’ın Yenihisar şehrine ulaşırlar. Kaşgar’a gittikleri ilk günlerde eğitimci Ahmet Kemal Beyle karşılaşan heyet, bu şehirde altı ay kalırlar. Türkistan’da bulundukları süre içinde lider ve önderlerin neredeyse hepsiyle temas ederek onları yüreklendirirler. Sonunda 27 Nisan 1915 günü Ruslar tarafından Çin bölgesindeki Doğu Türkistan topraklarında yakalanır, esir alınırlar. Haklarında alınan idam kararının infazını beklerlerken Çinli yetkililer ve Osmanlı tebasını temsil eden Alman Konsolosun girişimi ile serbest bırakılan beş Türk Ekim ayında Kulca’ya varırlar. Tarihçi Zeki Velidi Togan da ekibin 1916 yılı Ekim ayında Kırgız Birliklerini örgütleyerek Ruslara karşı isyan başlattığını yazar ve teyid eder. Onlardan övgüyle bahseder. Saldırılarının ilk haftasında 24 Rus köyünde hiçbir Rus kalmamıştır. Beş ay süren çatışmalarda Ruslara karşı hiç kaybetmeyen ekip, yaklaşık 250 bin kişilik Rus ordusuna ciddi bir zarar vererek Kırgızları ciddi bir baskıdan kurtarırlar. Sonunda barışın tesis edilmesiyle rahatlayan beş arkadaş Çin’e giderken Koçar’da bu sefer Çinliler tarafından esir alınırlar. Hapislik dahil, uzun süren mücadele ve zorlu yolculuktan sonra Şanghay’a ulaşırlar. İki seneye yakın bu şehirde adeta mahsur kalan beş Türk’ten Kuşçubaşı Selim Sami Bey ve İbrahim (Haklıer) Bey, Rusya’daki Türkleri aydınlatma ve kurtarma düşüncesinde olduklarını açıklayıp, Mançurya üzerinden Rusya’ya gitmeye karar verir ve arkadaşlarından ayrılırlar.
Adil Hikmet Bey Şanghay’da temas kurduğu Japon dostları yardımıyla Türkiye’ye dönüş için bir gemi seyahati ayarlamayı başarır. Derhal temas kurduğu eğitimci Ali Kemal’i de yanına alarak Scotland Maro isimli Japon gemisiyle Hamburg’a gitmek üzere yola çıkar. Adil Bey Almanya’da zor günler yaşar. Uzun bir süre tutuklu kalır. Sonunda mükemmel İtalyancası ile kendisinin İtalyan vatandaşı olduğuna ikna ettiği İtalyan konsolostan İtalyan pasaportu almayı başarır.
İtalya’dan yola çıktığı Praga adlı gemiyle ülkesinden ayrıldıktan altı yıl sekiz ay sonra İstanbul’a dönen Adil Hikmet Beyi limanda, geride bıraktığında hamile olan eşiyle, 6 yaşındaki kızı karşılayacaktır. (ASYADA BEŞ TÜRK Kitabından. E:G.)
KAYNAKÇA
Kaynak : T24.com.tr
BENZER HABERLER