Son Dakika
Selçuk KÜPÇÜK (dibace.net)
“Ip-Man” filminde propagandası yapılan “hoşgörülü Çin medeniyeti”
Türkiye’de popüler anlamda Çin algısı muhtemelen iki kanal üzerinden yürüdü uzun yıllar. Bunlardan ilki, resmi ideolojinin Osmanlı/Selçuklu/İslam tarihi yerine, Orta Asya Türk tarihinden hareketle inşa etmeye yöneldiği yeni Türk kimliği sürecini takiben Atsız başta olmak üzere birçok ismin kaleme aldığı tarihi romanlar, ikincisi ise 1970’li yıllarda yaygınlaşan Uzak Doğu Sporları merkezli Karate, Judo, Taekwondo ve Kung-Fu salonlarıyla beraber bu sporların konu edinildiği sinema örneklerinin yoğun gösterimidir. Natuk Baytan’ın Atsız’ın eserinden ilhamla beyaz perdeye taşıdığı “Bozkurtlar Geliyor”, Suat Yalaz’ın Tarkan çizgi romanından yine sinema aktardığı filmlerde Türklerin muhatapları Çinlilerdir.
1970’li yıllarda Çinli bir genç olarak Bruce Lee’nin, hocası İp-Man’dan öğrendiği Kung-Fu sporunu Hollywood imkanları ile bütün dünyada popüler hale getirmesi Uzak Doğu kültürüne yönelik ilgiyi küresel hale getirdiğini söyleyebiliriz. 2008 yılından itibaren bir seri halde vizyona sokulan ve Kung-Fu hocası Ip-Man’ın hayatının anlatıldığı 2. filmde (2010) çok önemli bir sahne vardır. İngiliz boksörün Çinlilere dair bütün aşağılama, yok sayma, kendisini üstün görme, yüksek medeniyetin Batılılar olduğuna dair tavır ve söylemleri karşısında İp-Man’ın yaptığı müthiş konuşma Çin kültürünün “erdemliliğini” temsile yönelik önemli bir metindir aynı zamanda. Ip-Man konuşmasında, Batılı seyirci ve gazetecilerin beklediğinin aksine Çin döğüş sanatlarının bokstan üstünlüğünü ispatlamaya gelmediğini, yaratılış gereği hiçbir insanın diğerlerinden üstün olmadığını, insanların birbirlerine karşı hoşgörülü davranmayı öğrenmelerinin zaruretini vurgular.
Ancak gösterilen bu ideal düzeye karşın yaklaşık 150 yıldır -komünist Çin öncesi ve Mao ile başlayan süreçte- Doğu Türkistan bölgesinin kadim halkı olan Uygur Türkleri bu filmdeki “hoşgörü” söyleminin aksine Çin devleti tarafından ötekileştirilen, toprakları gaspedilen, toplama kamplarından hapishanelere kitlesel biçimde özgürlükleri kısıtlanan, işkencelere uğratılan acılı bir tarihin öznesi konumundalar.
Doğu Türkistan’a ilgim çocukluk yıllarımdan başlar
Benim Doğu Türkistan meselesine ilişkin duyarlılığım çok küçük yaşlardan itibaren gelişti. Babamın kitapları arasında gerek 1970’li yılların politik dergileri ve gerekse H. Ali Çakar’ın “Türkistan Dramı” (1972) ve daha sonra sürgün Uygur Türk lideri İsa Yusuf Alptekin’in “Doğu Türkistan Davası” (1984) kitapları gibi yayınları bilerek büyüdüm. Zaman zaman babam Doğu Türkistan ile ilgili dergiler de getirirdi eve. Dolayısı ile eskiden beri Türkiye dışındaki Türklerin meselelerinden haberdar olarak düşünce dünyam biçimlendi. Üniversiteye gittiğim yıl ise Hasan Sağındık’ın çıkardığı “Yusuf Yüzlüler” albümündeki “Güzel Türkistan” şarkısının, bütün bu okuduğum kitaplarda anlatılan insanlık trajedisini ağıtlaştıran bir şarkı olarak meseleyi benim için çok daha anlamlı kıldığını söyleyebilirim. Ayrıca, ailesi ile birlikte sınırları yürüyerek geçen ve yolda birçok kayıplar vererek 1954 yılında Türkiye’ye gelebilen rahmetli İsa Yusuf Beyin “Doğu Türkistan Eyalet Hükümeti Eski Genel Sekreteri” imzasıyla 1972’de yayınladığı bir bildiri kişisel arşivimin en önemli belgelerindendir ve özenle saklarım yıllardır.
Doğu Türkistan’dan Türkiye’ye gelip mücadelesini buradan vermeye çalışan İsa Yusuf Alptekin Beyin 26 Eylül 1972 yılında yayınladığı bildiri (Selçuk Küpçük arşivi).
Doğu Türkistan’ın 26 Eylül 1949 tarihindeki işgalinin yıldönümünde kaleme alınan bildiri aslında trajedinin hiç değişmeden uzun yıllardır sürdüğünü gösteriyor. İşgalin ardından bölgenin isminin değiştirildiğini, yüzbinlerce Müslüman Türk’ün şehit edildiğini, Çin devletinin katliamlarından kaçabilenlerin dünyanın değişik memleketlerinde dağılmak zorunda kaldıklarını, İslam dininin “kanun dışı” ilan edildiğini, cami ve medreselerin kapatıldığını, ibadet, dini merasim ve tedrisatın yasaklandığını, dini kitap yazanlara meydanlarda kendi kitaplarının zorla yaktırıldığını, dini liderlere Mao’nun “ondan başka ilah olmadığı”nın zorla propagandasının yaptırılmaya çalışıldığını, bunu yapmayan din adamlarının öldürüldüğünü, Doğu Türkistanlıların başka şehirlere sürüldüğünü, Türk kızlarının zorla Çinli erkeklerle evlendirilmeye çalışıldığını, bunu reddeden kızların zorla alınarak Çin’in iç bölgelerine götürüldüğünü, Türklerin kendi coğrafyalarında azınlığa düşmeleri için milyonlarca Çinlinin Doğu Türkistan topraklarına yerleştirildiğini yazan İsa Yusuf Bey’in o yıllarda tarihe not düştüğü gerçekler ne yazık ki ağırlığını daha da artırarak bugünlere ulaştı.
İstanbul Sefaköy ve Zeytinburnu’nda yoğun olarak hayata tutunmaya çabalayan topluluğun öne çıkan temsilcilerinden Maarif Derneği Başkanı Hidayet Oğuzhan, Tarihçi akademisyen Abdurreşit Celil Karluk, Uygur Türkçesinden kimi eserleri Türkiye Türkçesine çeviren akademisyen Abdullah Oğuz gibi isimlerle gerçekleştirilen söyleşiler meselenin kronolojik öyküsünü hatırlatmasının yanı sıra, Doğu Türkistan’ın geleceği hakkında bizleri nelerin beklediğine dair önemli çözümlemeler içermekte.
“Batı ülkeleri Doğu Türkistanlılar için tüm İslam ve Türk ülkelerinden bugün daha güvenlidir”
Hidayet Oğuzhan’ın “Amerika Doğu Türkistan meselesi üzerinden rekabet halinde olduğu Çin’i sıkıştırmak istiyor (…) Biz Doğu Türkistan meselesinin her türlü vesileyle gündem olmasına taraftarız. Fakat kendi iddialarımız ve hedeflerimizden sapıp herhangi bir devletin ajandasına göre hareket etmeyi de doğru bulmuyoruz” tespiti, Abdurreşit Celil Karluk’un “Çinlilere göre merkez ülke Çin’dir. Bu mantığa göre Çin’in başkalarına değil; başkalarının Çin’e ihtiyacı vardır (…) Çin medeniyetinden beslenen bu özgüven başta Doğu Türkistanlılar olmak üzere herkesi öteki ve barbar olarak görüyor” çözümlemesi, Abdullah Oğuz’un “Batı ile kıyasladığımızda, Batı ülkeleri Doğu Türkistanlılar için tüm İslam ve Türk ülkelerinden bugün daha güvenlidir. Çünkü bazı Batı ülkelerinde ‘Doğu Türkistanlılar her ne sebeple olursa olsun Çin’e iade edilemez’ diye hukuki bir madde var. Fakat Türkiye gibi dost ülkelerde, bizimle ilgili hukuki bir karardan ziyade idari tasarruflar uygulanıyor” olgusunu dile getirmesi altı çizilecek cümlelerdir.
Özköse’nin kitabından hareketle, özgür toprakları işgal edildikten sonra yaklaşık 150 yıldır var oluş mücadelesi veren Doğu Türkistanlıların maruz bırakıldıkları soykırımın detaylarına dair bazı bilgileri buraya taşımak isterim:
-Doğu Türkistanlı ailelerin evlerine, kimlik asimilasyonuna uğratmak ve Çinlileştirmek için Çinli erkekler yerleştiriliyor. Domuz eti yemeye zorlanıyorlar. Bunu reddedenler toplama kampları ya da hapishanelere götürüyorlar. Kimi zaman da Uygur Türk kadınlarından Çinli ailelerin evlerini ziyaret etmeleri isteniyor.
Aslında bu ve benzeri uygulamaların Müslüman Uygur Türk kültürünü ortadan kaldırmak ve Çinlileştirmek maksadı taşıdığı açık. Müslüman ve Türk kültürü gereği bu uygulamayla gururu incinen Türk kızları intihar ediyor maalesef.
-Doğu Türkistan’da 70 yıl evvel Çinli nüfusu %5 iken bugün gelinen noktada %45. Bu da açık biçimde bölgenin hızla Çinlileştirilmeye doğru gittiğini göstermekte.
-Hapishaneye götürülen Doğu Türkistanlı kadınlara ağır işkenceler uygulanıyor.
Çin’in asimile çabalarına rağmen Doğu Türkistanlıların Türk kimliğini koruyan temel dinamik İslam inancı
Yazılması acı veren ve hali hazırda sürmekte olan, 1200’den fazla toplama kampından milyonlarca Müslüman Türk’ün esir alındığı, kamplarda 2 yıl tutulanların Çin’in iç bölgelerine doğru zorunlu işçi olarak sürüldüğü ve dolayısı ile Doğu Türkistan’ın nüfusunun bilinçli şekilde boşaltıldığı, mağdurlarının bizatihi anlattığı böylesi trajik öykülere kitap boyunca tanık olmak mümkün. Özköse’nin de çok net çözümlediği gibi, Uygur Türklerinin 150 yıldır bütün asimile, soykırım, işkence kampları, Çinlileştirmek girişimlerine karşın Türk kimliklerini koruyan temel motivasyon “İslam inancı”. Doğu Türkistanlılar -yer altına çekilse de- geleneksel medreseleri dolayısı ile kimliklerini koruyan İslamiyet’le iç içe geçen Türk kültür kodlarını diri tutmayı başarmışlar.
İnsan hakları örgütleri ve gazetecilerin Doğu Türkistan’a girişi yasak. Ancak bütün bu zulüm tarihi içerisinde asıl sorulması gereken, hiçbir Müslüman ülkesinin Doğu Türkistan ile ilgilenmemesi, daha da öte Türkiye haricindeki diğer Müslüman ülkelerin Uygur Türkleri için güvenli olmaması, bu ülkelerin Uygur Türklerini Çin’e iade etmeleridir. Oysa kitapta da Doğu Türkistanlılar tarafından sıkça belirtildiği şekilde, Batılı birçok ülke hem Çin’in soykırım yaptığını kabul etmekte hem de kendilerine sığınan Uygur Türklerini Çin’e geri vermemektedir. Bu mesele çözümlenirken muhtemelen Müslüman ülkelerin devlet yönetimlerinin ayrı, halkının ayrı düşünülmesi gerektiği yönündeki ezber yinelenecektir. Ancak bu anlamda devlet dışı sivil Müslüman örgütlenmelerin de Doğu Türkistan hususunda belirgin bir tutumuna tanık olunduğunu söylemek ne yazık ki güç.
On yıllardır sosyalist devlet şiddetine uğrayan Doğu Türkistan’dan ve Kırım’dan bir terör hareketinin çıkmaması önemi
Bunca zulüm karşısında “Hanefi Maturudi” hattı takip eden Müslüman Doğu Türkistan halkının Türkiye ve dünyadaki etnik kökenli ya da dinsel temelli terör örgütleri gibi bir yönteme evrilmemesinin çok değerli olduğu tartışma götürmez. Aynı şekilde Kırım Türkleri de Stalin dönemi ve devamında ağır devlet şiddetine maruz kaldılar. Kırım Türklerinin tamamının bir gecede zorla trenlere doldurularak Asya steplerinin uçsuz bucaksız derinliklerine doğru sürgün edilmelerine, çoğunun yolda hayatını kaybetmesine, çok uzun yıllar tıpkı Doğu Türkistanlılar gibi bir varoluş mücadelesi vermek zorunda bırakılmalarına ve vatanlarına çok yeni tarihlerde dönebilmelerine rağmen oradan da bir terör örgütünün çıkmamasını açıklamak gerekli. Yaşadıkları insanlık dışı tarihsel zulüm ortada iken Uygur Türkleri ve Kırım Türkleri şiddete başvurmayıp daha sivil yöntemleri benimsiyorlar da neden Türkiye’de PKK gibi Marksist-etnik temelli bir terör örgütü ya da yine aynı bölgeden dini referans göstererek insanlara işkence yapıp cesetleri, üzerinde aileleriyle yaşadıkları evlerinin altlarına gömen başka bir terör örgütü ortaya çıkabiliyor.
Bu yazı vesilesiyle komünist Çin tarafından katledilen Doğu Türkistan’ın büyük savaşçısı Osman Batur’u rahmet ile anıyor, Kırım Türklerinin sivil direnişçisi Mustafa Abdülcemil’e uzun ömürler diliyorum.
Kaynak : https://www.dibace.net/fikir-yorum/ gorulmek-istenmeyen-soykirim-dogu-turkistan/#:~
BENZER HABERLER