Son Dakika
Doğu Türkistan, Türkistan coğrafyasının güney doğusunda yer alan yaklaşık 1,8 milyon km2 yüz ölçümüne sahip olup,Türkiye’nin iki katı büyüklüğündedir. Doğu Türkistan’ın komşuları kuzeyde Rusya, batıda Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan, güneybatıda Afganistan, güneyde Pakistan, Hindistan ve Tibet, doğuda Çin, kuzey doğudaysa Moğolistan’dır. Nüfusu hakkında çeşitli ihtilaflar olsa da yaklaşık 35 milyon civarında tahmin edilmektedir Bu nüfusun 2 milyonu Kazak 200 bin Kırgız, Özbek, Tatar, Salur ve diğer Türk halklarından oluşmaktadır. Uygurlardan, geri kalanı da Müslüman olan Kazaklar, Kırgızlar, Özbekler, Tacikler ve Çinlilerden oluşur. Türkistan ismi Türklerin yaşadığı yer anlamına gelmektedir.
Doğu Türkistan, günümüzde ve tarihsel olarak, dünyasını Çinli istilacılara karşı koruyan çok önemli bir tampon bölge görevi görmektedir.
Uzak Doğu ile Avrupa ve Asya’yı, Sibirya ile Güney Asya’yı bağlayan yolların kavşağında olan Doğu Türkistan, jeopolitik yeri ve sahip olduğu zengin petrol, doğalgaz, kömür ve uranyum rezervleri ile diğer zengin yeraltı kaynakları ile sadece bölgesel değil uluslararası güçlerin de dikkatini üzerine çekmiştir. Günümüzde ise doğu-batı enerji ulaşımı açısından stratejik bir öneme sahip olan Uygur Bölgesi, Çin’in Kuşak-Yol Projesi‘ni hayata geçirebilmesi için bir geçiş güzergahı ve bağlantı noktası konumdadır.
Türk tarihinin en eski devleti olarak kabul edilen Hun İmparatorluğu’nun kurulduğu bölge olan Doğu Türkistan o zamandan beri işgal doğu komşusu Çinlilerin sürekli saldırı işgal ve istilalarına maruz kalmıştir. Şu an Doğu Türkistan’da yaşayan en kalabalık halk olan Uygurlar, Hun İmparatorluğu dağıldıktan sonra kurulan Uygur Hakanlıkları döneminde tarih sahnesinde görüldüler. Göktürk Devleti’nin kuruluşunda yer alan Uygurlar 7. asırda zayıflamaya başlayan Göktürklere karşı başlatılan boyların isyanında başı çekti. Mücadeleyi kazanan Uygurlar, İlteber Tumitu liderliğinde birleşerek kendi devletlerini Uygur Kağanlığı adı ile kurdular.
Daha sonra zayıflayan Uygurlar II. Göktürk Devleti’nin hâkimiyetine girdiler. Uygurlar, 744 yılında tekrar devlet kurmuşlardır. Ancak Uygur Devleti, Kırgızlar tarafından 840 yılında yıkılmıştır. Tekrar toparlanan Uygurlar, Turfan Uygur Devleti‘ni kurdu ve 10. asırda İslamiyet, devlet içerisinde yayıldı. Doğu ve Batı olarak bölünen Uygurlar’ın Müslüman olan kesimi 1209’daki Moğol istilasına kadar Karahanlılarla ortak hareket etti.
13. yüzyılda ortaya çıkan Cengiz Han, bütün Moğol boylarını bir araya getirerek tarihte görülen en büyük istilalardan birini gerçekleştirdi. 3 ila 6 milyon insanın katledildiği bu istila hareketinden Uygurlar da diğer devletler gibi etkilendi. Cengiz’in 1209-1234 yılları arasında giriştiği Orta Asya ve Çin’i istila etme hareketinde geçiş yeri olan ve İpek Yolu‘nu kontrol etmek isteyen Moğollar, Doğu Türkistan’ı de idareleri altına aldılar.
Moğollar, bölgede yaşayan Uygurlara ve diğer Türk boylarına sistematik katliam uygulayarak onları Orta Asya ya da Çin’e göçe mecbur ettiler.
Moğol istilâsı Çin, Orta Asya, Yakın Doğu ve Doğu Avrupa’nın etnik ve kültürel yapısının yeniden şekillenmesinde önemli rol oynadı. Özellikle Türk dünyasının etnik yapısı köklü bir değişime uğradı; Uygur, Karluk, Kıpçak gibi Türk kavimleri parçalanıp Moğol topluluklarının alt tabakalarını oluşturdu. Moğolların 90 yıla yakın saltanatı, iktidarın Cengiz Han’ın altı oğlu arasında paylaşılması, taht kavgaları ve dış güçlerin saldırılarıyla devletin zayıflaması nedeniyle parçalandı. Moğol İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra rahat bir nefes alan Uygurlar tekrar Doğu Türkistan’a göç ettiler.
Yüzyıllar boyu Çin’de hüküm süren Ming Hanedanı‘nın 16. asrın sonlarında zayıflamaya başlaması ile Çin’in kuzeydoğusundaki Mançurya’da yaşayan Aisin Gioro sülalesi, Mançuryalıları askeri ve siyasi olarak bir çatı altından birleştirerek Mançu Hanedanlı’ğını kurdular(1644).
Mançu Hanedanlığı, Çin’i yöneten ve Çinli olmayan son ailedir. Kore ve Moğolistan’ı hakimiyeti altına alarak gözlerini Pekin’e diken Mançular, 1680’de Mingleri yenerek bütün Çin’e hâkim oldular. Mançular, Çing Hanedanı, adını alarak 1644-1911 yılları arasında Çin’i yönetti.
Mançular, siyasi münasebeti ilerletmek için elçi gönderen Doğu Türkistan(Yarkent-Saidiye) devleti Hükümdarı Abdullah Han’ı tehdit etti. Onu hediye adı altında haraca bağlayan Hanedan, önceden Minglerin kendilerine yaptıkları baskı ve zulmü, başa geldiklerinde Doğu Türkistan’a uyguladılar. Topraklarını kaybetmemek için uğraşan Doğu Türkistan hükümdarları, Çin’in merkeze bağlı bir eyaleti konumuna düşmekten kendilerini koruyamadılar.
Çin’in emperyalist siyasetini ilk uygulayan Çing Hanedanı, deneme tahtası olarak Doğu Türkistan’ı seçti ve 1757’de büyük bir kıyım yaparak Doğu Türkistan’a girdi.
Çingler dışarıdan göçmenler getirtip yerli halkın arazileri ellerinden aldı. 1795 senesinde Çin imparatorunun emriyle câmiler, medreseler, hamam ve vakıflar satıldı. Ağır vergi tahsili ile bölge valilerinin sert tutumları Uygurlarda bir iç kaynamaya sebep oldu ve bu durum 1795’te başlayıp 1865’e kadar devam eden isyanlar sürecini başlattırdı.
Çinli işgalcıların uyguladığı baskıcı ve asimilasyon yanlısı tutum, Doğu Türkistan’da, “Hoca Niyaz” ve Çin’in diğer bölgelerinde “Taiping Tianguo Hareketi” ile “Nianjun İsyanı” gibi bir dizi ayaklanmaya sebep oldu. İngiltere’nin verdiği 400 milyon sterlinlik krediye rağmen halka ağır istibdat uygulayan hanedan, kanlı Xinghai Devrimi ile 1911 senesinde devrildi.
Çin’in 1912-1949 yılları arasında zayıflaması ve geçirdiği rejim değişiklikleri nedeniyle Doğu Türkistan’da yüze yakın ayaklanma meydana geldi. Çin’i kendi ideolojilerine çekmek ve o pazarı almak isteyen kapitalist dünya ile komünist dünya Doğu Türkistan’da karşı karşıya geldiler. Bu karışıklık ve mücadele dönemi esnasında Kasım 1933’de Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti (Sherqiy Türkistan İslam Jumhuriyiti) kuruldu.
Yöneticilerinin ayrı iki akımı desteklemesinden dolayı kendi içlerinde iktidar mücadelesine girişen İslam Cumhuriyeti yöneticileri devletin sonunu hazırladı. Şubat 1934’de Çin ordusu, Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti ordusunu imha etti ve yeni kurulan cumhuriyeti yıktı. 12 Kasım 1944 yılında tekrar kurulan Doğu Türkistan Cumhuriyeti beş yıl sonra 20 Ekim 1949’da yıkıldı ve 1949′da Mao’cu Çin Halk Kurtuluş ordusu bölgede konuşlandırılarak Doğu Türkistan, Çin Halk Cumhuriyeti’ne kesin olarak bağladı.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra 1949’da Mao Zedong önderliğinde Maoculuk’a (Çin milliyetçiliği ve komünizm karışımı ideoloji) dayalı Çin Halk Cumhuriyeti kurulmuş ve tarım ekonomisine dayalı kapalı bir ekonomik sistem benimsenmişti. Sovyet Rusya ile arasını açan Mao, Çin içerisinde Sovyet yanlısı komünistleri bitirmek ve Çin’e özgü bir komünizm hareketini yükseltmek için “Kültür Devrimi” adıyla bir harekete girişti.
Büyük bir Mao posterinin önünde duran Pekin halkına, “Mao’nun iyi bir neferi olun” çağrısı yapılıyor.
Çin milliyetçiliği ile bezenmiş bir Komünist hareket tarzını benimseyen Mao’nun uyguladığı asimilasyon ve katliam programı günümüzde halen devam etmektedir. Sert bir tutumla dinlere ve diğer ideolojilere karşı savaş açan Mao, 1949-1952 arası: 2.800.00, 1952 -1957 arası: 3.509.000, 1958 -1960 arası: 6.700.000, 1961 -1965 arası: 13.300.000 olmak üzere toplam 26 milyon 300 binden fazla Müslüman Doğu Türkistanlıyı katletti. 1965 ile 1972 yılları arasını da ilave edecek olursak, Çin 35 milyona yakın insanı katletti.
Bu katliam ve asimilasyon tüm dünyanın gözü önünde acımasız bir halde devam etmektedir.
Mao dönemi ile başlayan Çin toplumunu topyekûn dönüştürmeyi amaçlayan politikalar Doğu Türkistan’da sert bir şekilde uygulanmaktadır. Başörtüsü, sakal, dini kitap ‘aşırılık’ olarak değerlendirilerek yurt dışına gönderilen bir mesaj bile hapis ve aylarca sürecek işkence nedeni olmaktadır. Çinli Komünistlerin tek hâkim kültür olmak istemesinden kaynaklanan bu baskı ve asimilasyon hareketi yerel dillerin, kültürlerin yok edilmesine, dinî inanç ve ibadetlerin yasaklanmasına, din adamlarının saldırıya uğramasına kadar gitti.
1991 yılında Sovyet Rusya’nın dağılmasının Çin’i tekrar isyanlara sürüklemesinden korkan Maoist yöneticiler, güvenlik politikalarını genişletmeye ve etnik azınlıklara tanıdığı özel hakları önemli oranda sınırlandırmaya başladılar. Ateizm’i yaymak için daha da baskı uygulayan Çin, diğer dini topluluklar üzerinde bunu kısmi olarak başarmasına rağmen, Müslümanlar üzerinde etkisinin oldukça zayıf kalmasından dolayı “İslam’ı sosyalistleştirme” programı uygulamaya başladı. İslam’ın “dış unsurların boyunduruğundan” arındırılacağı bahanesini öne süren Çin, “Eğitim Kampı” adı altında Doğu Türkistanlıları “toplama kampları”na aldı
Çin’in kimlikleri unutturmak için Doğu Türkistan’da yüz binlerce Uygur’un tutulduğu eğitim kamplarını seneler içerisinde daha da genişletti. Uydu görüntülerinde kamplardaki inşaat çalışmalarının hız kesmeden devam ettiği, Kaşgar kenti yakınlarındaki bir kampın iki kat genişlediği ve Turfan‘da yaklaşık 5 metre yüksekliğinde duvarları olan merkeze yeni binalar eklendiği gözlemlendi.
Yetkililer kampları “eğitim yoluyla dönüştürme” merkezleri olarak adlandırsa da, dış gözlemciler bu merkezlerin “siyasi eğitim kampları” olduğunu belirtiyor. Gözaltı merkezlerine gönderilen kişiler yargılanmıyor ve bu kişilerin avukatlara erişimleri veya haklarında verilen karara itiraz hakları bulunmuyor. İnsanlar aylar boyunca gözaltında tutulabiliyor çünkü bir kişinin ne zaman “dönüştüğüne” yalnızca yetkililer karar veriyor.
Çin’in küçük yaşlarda çocukları ve gençleri alarak bu kamplara göndermesine karşı çıkan yüz binlerce aile, şiddetli baskılar nedeniyle parçalandı. Akıbetleri bilinmeyen bu çocukların ve gençlerin başlarına ne geldiğinin araştırılmasını yasaklayan Çin, buna başvuranları “teröristlik” ve “ayrılıkçılık” ile yaftalayarak hapishanelere atıyor.
Yakınlarının akıbetinden haber almaya çalışan yaklaşık 100 kişiyle görüşülerek hazırlanan rapor, Sincan bölgesindeki Uygurlara, Kazaklara ve çoğunluğu Müslüman diğer etnik gruplara yönelik toplu gözaltı, izinsiz gözetim, siyasi telkin ve zorunlu kültürel asimilasyon politikalarına bir son verilmesi çağrısında bulunuyor.
Düzenlemeye göre “normal” olmayan sakal bırakmak, peçe veya başörtüsü takmak, namaz kılmak, oruç tutmak, alkol almamak ya da İslam veya Uygur kültürüyle ilgili kitaplar veya yazılar bulundurmak da dâhil olmak üzere, dini veya kültürel aidiyetin kamusal veya hatta özel alanda sergilenmesi “aşırılık” olarak değerlendiriliyor. Çalışma veya eğitim amacıyla özellikle Müslüman nüfusun ağırlıklı olduğu ülkelere gitmek ya da Çin dışında yaşayan insanlarla iletişim kurmak da insanları şüpheli konumuna düşüren temel sebepler arasında bulunuyor.
Dışarıdan bir başka Uygur ya da Müslümanla konuştuğu için binlerce Doğu Türkistanlı eğitim kampına gönderiliyor.
Kamptan çıkmayı başaran ender insanlardan olan Kairat Samarkan gözaltına alındığında başına bir başlık geçirildiğini, kollarına ve bacaklarına kelepçe takılarak 12 saat boyunca sabit bir pozisyonda durmaya zorlandığını söyledi.
Finlandiya’da doktor olan Murat Harri Uygur, 57 yaşındaki annesinin “vatandaşlık bilgisi” öğrenmesi amacıyla Turfan yakınlarında “okula” gönderildiğini daha sonra da babasının başka bir kampa götürüldüğünü söyledi. Kampa götürülen ebeveynlerinden haber alamayan Uygur, “kamplar kara delik gibi insanlar oraya giriyor, fakat çıkamıyor” dedi.
Kanada’da yaşayan 34 yaşındaki Adalet Rehim, 63 yaşındaki kayınvalidesi Adalet Teyip’in Turfan’da kampta sorgu sırasında yaşamını yitirdiğini öğrendiğini belirterek, kayınvalidesinin sağlık durumunun, kampa götürülmeden önce iyi olduğunu dile getirdi. Çin’in ölen kişilerin cesedini göstermediğini ve ailesine teslim etmediğini belirtti.
Günümüzde Çin’in hürriyetinden alıkoyarak kamplarda “dönüştürdüğü” yaklaşık 3 milyon Doğu Türkistanlı olduğu tahmin ediliyor. Bir şekilde bu kamplardan kurtulmayı başaran Doğu Türkistanlıların anlatımıyla orada yaşadıkları baskı ve işkencelerden bazıları şunlar;
Kaynak: haksozhaber.net/doğu-turkıstanın-zulum-ve-direnişle-dolu-tarihi-154515ht.htm
BENZER HABERLER