Milli çıkar hassasiyeti değil siyasi çıkar beklentileri yön veriyor atılan adımlara. Ama bunlar topluma “milli duruş” olarak anlatılıyor tabii. (Kimi zaman milli çıkarlarla siyasi ve kişisel çıkarların örtüşmesi de imkân ve ihtimal dahilinde olabiliyorsa da önemli olan önceliği hangisinin belirlediği.)
Dış politikada atılan hesapsız ve yanlış adımlar şimdi elimizi kolumuzu bağlıyor. Sözgelimi bugün Ukrayna topraklarını parçalayıp yutma çabası içindeki Rusya’ya ancak “âdet yerini bulsun” kabilinden tepki gösterebiliyoruz. Oysa Moskova yalnızca Karadeniz’in kuzeyinde değil, karşı karşıya geldiğimiz her yerde Türkiye’nin çıkarlarını tehdit ediyor. Doğu Akdeniz’de, Libya’da, Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Suriye’de… İki ülke arasındaki çelişkiler jeopolitiğin gereği. Ama biz sanki Moskova ile her alanda çıkar ortaklığımız varmış gibi bir tutum içindeyiz bir süredir. Kırım’da durdurulamayan Rus askerinin bugün Donbas’ı da yutmak üzere harekete geçmiş olması bize bir şey ifade etmiyor.
Kaba güç kullanımına dayalı bu yayılmacı siyasetin Donbas’ı da yuttuktan sonra yöneleceği yeni hedeflerin en az Kırım’ın ve diğer Ukrayna topraklarının işgali kadar milli çıkarlarımızı haleldar edebileceğini düşünmüyoruz.
Çin İle Olan İlişkiler
Çin ile ilişkilerde de aynı “tuhaf temkinsizlik” dikkat çekiyor. Doğu Türkistan’da nerdeyse bütün dünyayı ayağa kaldıran misli görülmemiş zulüm karşısında “one minute” demek aklımıza gelmiyor. Türklük ve Müslümanlık retoriğini kimselere bırakmayan iktidar oradaki insanların ne din kardeşlerimiz olduğunu hatırlıyor ne de akrabamız olduklarını. Bu konudaki eleştiriler karşısında Çin’le ilişkilerimizi bozma lüksüne sahip olmadığımız söyleniyor. Oysa Erdoğan 12 yıl önce Doğu Türkistan’da yaşananların soykırım olduğunu söyleyebilmişti. Hem de birkaç defa tekrarlayarak… “Kullandığım ifadeyi bilerek kullanıyorum, inanarak kullanıyorum. Şu anda Çin’deki bu olay adeta bir soykırımdır. Bunu daha farklı bir şekilde yorumlamanın bir anlamı yok” diyerek tekrar tekrar üstüne basarak.
Şimdi ne değişti? İki ülke arasında daha önce söz konusu olmayan “yeni ilişkiler” mi ihdas edildi geçen zamanda ki bunların hatırına suskunluğu yeğliyoruz?
Çinli diplomatlar İYİ Parti lideri Meral Akşener ile Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ı alenen tehdit edebilme cüretini bu ilişkilerden mi alıyor?
Koronavirüs aşısı konusunda batılı firmaların hiçbirinin yüzüne bakmayıp ülkeyi tek kaynağa, yani Çin’e mahkum etmemiz de bu yüzden mi?
2009’da söz konusu olmayan ne tür ilişkilerimiz var şu anda Pekin’le?
Bazılarının dediği gibi bu tavır değişikliği “ekonomik temelli” mi? Çin’den gelecek yatırımların krizdeki Türk ekonomisini kurtarması beklentisinin ürünü mü?
Yatırım derken bizim bilmediğimiz ne tür girişimler var? Yoksa Kanal İstanbul’un finansmanı konusundaki dedikoduları ciddiye mi almalıyız? Eğer öyleyse değer mi bunca zillete bir lüks konut projesi?
Hariciye başta olmak üzere devletin kurumlarını, kurumsal birikimlerini ve hafızasını devre dışı bırakarak, dahası Meclis’i by-pass ederek geliştirilen bu yeni ilişkilerin millete bir fayda sağlayacağı düşünülüyor mu acaba?
KAYNAK : https://www.karar.com/yazarlar/ibrahim-kiras/cinden-ne-bekliyoruz-1589090?fbclid=