Son Dakika
Her açıdan 21.yüzyılın dikkat çeken ülkesi Çin hakkındaki yazılarımıza devam edelim. Bu yazımızda, Çin’in Sözde Sincan (Xinjiang) bölgesi olarak adlandırdığı ve Türklerin Doğu Türkistan dediği ülkede yaşayan Uygurlar ve diğer Türkler üzerindeki baskılarını ele alacağız.
Sönmez ÇETİNKAYA
UYGURLAR KİMDİR?
Akraba toplumlardan biri olmasına karşın, ülkemizde az sayıdaki uzman hariç, Uygurlar hakkında çok az şey biliniyor. O nedenle bu soruya kısaca yanıt aramak yerinde olur.
Uygurlar, Çin’in kuzeybatısında yer alan Sincan bölgesinde yaşayan ve etnik azınlık olarak kabul edilen Müslüman halktır. 13 milyon dolayındaki nüfusu ile Sincan eyaletindeki toplam nüfusun yaklaşık yarısını oluşturmaktadır. Yüzlerce yıldır bu bölgede yaşayan Uygurların atalarının, Türklerin anayurdu olan Orta Asya’nın kuzeyinden güneye indikleri zaman, bu topraklarda henüz Çinli Han (İ.Ö.206-220) hanedanı hüküm sürmüyordu. O yüzden Uygurlar bölgenin yerli halkı olarak kabul edilmektedir.
Uygurlar 10.yüzyıldan itibaren Sufi İslam’ını kabul etmeye başlamış, 16.yüzyıldan bu yana da kültür ve kimliklerinin ana unsuru Müslümanlık olmuştur. Çin’in kuzeyindeki Hunan eyaletinde ve komşu ülkeler Kazakistan, Kırgızistan ve Uzbekistan’da Uygur diasporaları bulunmaktadır.
Uygurlar, Orta Asya’da tarihi İpek Yolu’nun kestiği geniş Taklamakan Çölü’nü çevreleyen ve Çin Türkistanı veya Doğu Türkistan adı da verilen topraklarda yaşamaktadırlar. 18.yüzyılda Çin’deki son imparatorluk Qink hanedanı döneminde “büyük Çin ulusu ailesi”nin parçası haline getirilmişlerdir.
Sincan bölgesi tarih boyunca aralıklı olarak Çin’in egemenliği altında kalmış, ancak Uygurlar kendilerini Orta Asya kültürüne daha yakın olarak tanımlamışlar ve Çin Han Kültürü’nün asimilasyonuna büyük bir direnç göstermişlerdir. 1933/34 yıllarında kısa süreli bağımsız bir İslami cumhuriyet kurmuşlar ve ülkedeki komünist Uygur isyancıları destekleyen SSCB sayesinde 1949’a kadar Çin’e karşı direnmişlerdir. Ancak SSCB’nin desteğine son vermesinden sonra Çin’e katılmak zorunda kalmışlardır.
Çin iç savaşının ardından Mao Zedong, 1949 yılında Çin Halk Cumhuriyetini kurduktan bir süre sonra 1955 yılında Sincan ile birlikte Tibet ve İç Moğolistan’ı özerk bölgeler olarak ilan etmiştir. Ancak 1966’daki Kültür Devrimi sonrasında merkezi otoritenin zayıfladığını düşünen Doğu Türkistan Halk Partisi bağımsızlık talep etmiştir. Talepleri reddedilince 1980’lerin sonundan itibaren artarda başlattıkları çok sayıda başkaldırma faaliyetleri Çin güçleri tarafından her seferinde bastırılmıştır.
Son on yıllar boyunca Uygurları kimin temsil ettiği konusu bir hayli karmaşık hale gelmiş bulunmaktadır. Uygur diasporasının liderleri, Sincan’daki kardeşlerinin yaşadığı sorunları küresel çerçevede duyurmakta yetersiz kalmıştır.
Diğer taraftan, hem bölge yöneticileri, hem de partinin yerel üst düzey görevlileri olan Han Çinlileri, Uygurların sorunları ile ilgilenmek yerine, insanları sadık ve sadık olmayan terörist şeklinde ayırmakla meşgul uğraşmışlardır.
DOĞAL KAYNAKLAR
Sincan Uygur Özerk Bölgesi, Türkiye’nin yaklaşık iki katı dolayında 1.6 milyon kilometrekareyi bulan toprakları ile Çin’indeki 56 özerk bölgenin en büyüğüdür.
Doğal kaynak çeşitliliği ve miktarı açısından da en zenginidir. Kuzeydeki Junggar havzasındaki Karamay’da geniş bir alanda petrol ve doğal gaz yatakları keşfedilmiştir. Tahmin edilen rezervler sırasıyla, 9 milyar ton petrol ve 2.5 trilyon metreküp doğal gaz dolayındadır. Ayrıca 70 çeşit metal dışı zengin mineral alanları yanında, yıllık 88 milyar metreküp yüzey suyu ve 25 milyar metreküp dolayında yer altı suyu bulunmaktadır.
ÇİN BASKISI
2012 yılında Xi Jinping’in Çin Komünist Partisi genel sekreteri olmasının ardından Uygurlar üzerinde yoğunlaştırılan Çin baskısı 2015 yılına gelindiğinde konsantrasyon kamplarına alınan Uygurların sayısı bir milyonun üzerine çıkmıştır. Çin yönetiminin amacı, yakın geçmişte birkaç kez ayaklanma girişiminde bulunmuş Doğu Türkistan’ın bağımsızlık hareketini bastırmaktır.
Çin yönetiminin uyguladığı baskı yöntemleri konusunda bilgi almak bir hayli zor olsa da, bazı araştırmacı gazetecilerin elde ettiği verilere göre, bölgede kurulan gözaltı kamplarında zorla çalıştırma, işkence, kadınları kısırlaştırma ve ölüme terk etme gibi insan hakları ihlalleri bir hayli yaygın hale gelmiştir.
Yönetim sadece siyasi baskı ile yetinmeyip, camileri yıkmış, kutsal kitaplara el koymuş ve ramazan ayında oruç tutmayı bile yasaklamıştır.
2009 yılındaki kanlı Urumçi ayaklanmasından sonra, Çin Komünist Partisi’nin bölgedeki güvenlik sistemini daha da yayarak büyüttüğü anlaşılıyor.
Böylece, kent yüksek çözünürlüklü kameralarla 7 gün-24 saat izlenmeye başladı. Bu sistem daha sonra yüz ve ses tanıma ekipmanları ile güçlendirilerek, kentteki binlerce istasyona yerleştirildi ve on binlerce güvenlik elemanı da kentte konuşlandırıldı.
Sadece Urumçi kentinde kurulan bu sistemler için, 2015 yılı itibariyle 25 milyar $’ın üzerinde harcama yapıldığına işaret ediliyor.
Aslında Sincan’ın Urumçi kentindeki bu durum bile tek başına parti devletinin, dış düşmanlardan çok, “rejim düşmanı” olarak tanımladığı kendi insanlarından korktuğunu gösteriyor.
Ancak toplumu bu denli gözlemenin “terörizm” ve “aşırılıkları” önlemekte ne kadar başarılı olabileceğini tahmin etmek çok güç. İnsan hakları gözlemcileri ve bölge uzmanlarına göre, böylesi yoğun güvensizliğin Han ve Uygur toplulukları arasında zaten mevcut olan güvensizliği daha da arttırması kaçınılmaz olmuştur.
MÜSLÜMAN ÜLKELERDEN SES ÇIKMIYOR
Ancak bütün bu ihlallere karşın, Kuşak Yol Girişimi kapsamında Pekin ile altyapı ve yatırım anlaşmaları yapan Müslüman ağırlıklı ülkelerin hiçbirinden şimdiye değin ses çıkmadı. Hatta bu ülkelerin bazıları, Çin’i en büyük ticaret ve yatırım ortağı olarak kabul ettikleri için, ses çıkarmaları halinde bu pazarından mahrum kalmaktan korktular. Diğer bazı Müslüman ülkelerde ise, İslami organizasyonlar hükümetleri tepki vermeye zorlasa da sonuç cılız ve etkisiz oldu.
Bunun önemli nedenlerinden biri de, Müslümanların ağırlıklı olarak yaşadığı birçok ülkede ve özellikle bazı Orta Doğu ülkelerinde Çin’in, ABD emperyalizmini dengeleyen unsur olarak değerlendirilmesidir.
Çünkü, ABD askeri güçlerinin yıllardır, bölgede sürekli genişleyerek etkinliğini arttırması sürecindeki insan hakları ihlalleri, hatta bazı ülkeleri acımasızca işgalleri, bölge halkları üzerinde nefreti, hükümetleri üzerinde de ABD’ye hiçbir şekilde güvenilemeyeceği kanısını güçlendirmiştir.
O yüzden bu ülkeler halklarının büyük bölümünün Çin’e sempati ile bakması son derece doğaldır. Çin yönetimi de bu psikolojik üstünlüğünü, sonuna kadar kullanmakta kararlı görünmektedir. Bu kararlılık da, uzun yıllardır ülkede terörist olarak nitelenen Sincan’daki Uygurlara baskının artmasına neden olmuştur.
ÇİN YÖNETİMİNİN “ÜÇ BÜYÜK KÖTÜLÜK” TANIMI
Çin yönetimi ülkesini ve rejimi tehdit eden “ayrılıkçılık, aşırılık ve terörizm” başlıklarını “Üç Büyük Kötülük” olarak nitelendirmekte, bu kötülüklerin en ciddi temsilcileri olarak da, ilk sırada Sincan sonra da Tibet görülmektedir.
Diğer taraftan, İslamcı teröristlerin 9 Eylül 2001 tarihinde NewYork’taki ikiz kuleler ve Washington’daki Pentagon’a yaptığı saldırılar sonrasında, oğul Bush dönemi ABD’sinin dış politikadaki dengesizliği, Çin’in “terör” bahanesiyle Uygurlara baskısını güçlendirmiştir. 2002’de başkan Bush, çoğu El-Kaide bağlantılı Uygurlardan oluşan Doğu Türkistan İslamcı Hareketini (ETİM) terörist olarak ilan etmiş, hatta Guantanamo’daki Uygur kökenli tutukluların Çinli yetkililer tarafından sorgulanmasına izin vermiştir.
ABD AFGANİSTAN’DAN ÇEKİLİRSE
Uygurlar üzerinde yaptığı büyük insan hakları ihlallerine karşı, başta BM olmak üzere birçok batılı Hıristiyan ülkenin protestolarına aldırmayan Çin için, Taliban ile anlaşan ABD’nin Afganistan’dan çekilme kararı gerçekten bir tuzak olabilir mi?
Nitekim Çin dışişleri bakanlığı sözcüsü Zhao Lijyan geçen aralık ayında ABD’nin Afganistan’daki güçlerini düzenli ve sorumluluk içinde çekmesini talep etmiştir. Pekin tarafından açıkça söylenmese de, ABD’nin Afganistan’da kasıtlı olarak bıraktığı düşünülen son derece güvensiz ortamda, Uygur cihatçılarının güçlenerek, Yol Kuşak Projesi’nin Afganistan ayağını sabote etmelerinden ciddi kaygı duyulduğu anlaşılıyor.
Çünkü 9 Eylül 2001 saldırıları sonrası Çin’in desteğini kazanmak için oğul Bush zamanında terörist olarak ilan edilen Doğu Türkistan Hareketi (ETİM), Trump tarafından kısa bir süre önce terörist listesinden çıkarıldı. Çin yönetimine göre Trump’ın bu kararı, bir anlamda Uygur “teröristlerinin” serbest bırakılmasıydı. Bunu destekleyen bazı raporlara göre de, Uygur diasporasının Suriye’de çarpışan bazı militanları kuzey Afganistan’daki üslerine geri dönmüşlerdi. Şimdi bunlar, Çin’in Sincan özerk bölgesinin doğusundaki Wakhan koridorunu da içine alan yaklaşık 90 kilometrelik sınırda bulunuyorlar.
Afganistan’ın kuzey doğusundaki Çin sınırında yüzlerce deneyimli Uygur militanının bulunması Çin açısından bakıldığında kaygı verici bir durum.
O yüzden 2020 Kasım ayında Çin dışişleri sözcüsü Wang Wenbin, ABD’nin Afganistan’dan çekilme kararını, “terörizmle mücadelede geri düşmek” olarak nitelendirdi. Bazı gözlemcilere göre, açıkça ifade edilmese de Çin, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesiyle oluşacak boşluğun Çin karşıtı Uygur militanlarınca doldurularak Sincan’ın tekrar karıştırılmasının bir komplosu olduğunu düşünüyor ve bundan ciddi bir şekilde kaygı duyuyor.
Nesnel göstergeler bağlamında bakıldığında Çin’in kaygılanmakta haklı olduğunu düşünmek için yeterli nedenler bulunuyor. 1990’dan beri sahnede olan Afgan Taliban’ı, Uygur militanlarını gerek silah, gerek insan gücü olarak yıllarca destekledi. Diğer yandan Afganistan’ın kuzey doğusunda üsleri bulunan General Rashid Dostum’un militanları arasında da çok sayıda deneyimli Uygur bulunuyor.
Son Söz:
Çin’in iç siyasi sorunları ile ilgili ilk yazımızın ardından, Çin’i bekleyen derin dış güvenlik sorunlarına, geçen yazımızda Myanmar bağlamında yaklaşmıştık. Bu yazımızda aynı sorunun Sincan Özerk Bölgesi tarafını ele aldık. Sonraki yazılarımızda aynı sorunu Tibet ve Tayvan bağlamında ele almaya çalışacağız.
Öyle anlaşılıyor ki, ekonomik ve teknolojik açıdan dünya liderliğine oynayan Çin’in, ikinci süper güç olarak sahneye çıkması için siyasi gücünü de pekiştirmesi kaçınılmaz görülüyor.
Parti genel sekreteri Xi Jinping, göreve geldiği 2012’den bu yana ülkesindeki Han Çinli çoğunluğun gücünü ülkenin her yanında hakim kılmak için diğer etnik toplumlara yaptığı ağır baskıları saklamaya kalksa da, günümüz iletişim teknolojisi buna izin vermiyor. Bu nedenle, stratejisinin önemli ayaklarından biri olan “rejim ihracı” için yeterli düzeyde güven oluşturamıyor.
Bu durumda soru şu: 1978/92 yılları arasında Çin’in başkanlığını yapan Deng Xiaoping’in, ekonomik ve teknolojik olarak 2050 yılına kadar ABD’yi yakalama hedefini daha erken yakalayacağı anlaşılan Çin, bu başarısını küresel siyasi alana yansıtıp süper güç aşamasına ulaşabilecek mi?
KAYNAK : https://www.yurtseverlik.com/sonmez-cetinkaya-yazdi-dunyanin-sessiz-kaldigi-bir-insalik-drami-uygurlar.html?fbclid=I=Iw
BENZER HABERLER