Son Dakika
Av.Oya Özarslan
Tüm dünyayı kasıp kavuran ve çaresi olmayan büyük salgınların geçmiş yüzyıllarda kaldığını düşünmüştük. Covid-19; bilginin, gelişmenin ve teknolojinin doruklarında olduğunu iddia eden insanoğlunu gerçeküstü filmlerde olduğu gibi neredeyse çaresiz bir hâlde bırakıverdi.
Bu salgının bir farkı var ama: Şeffaflık ya da yokluğunun insan ve toplumlar üzerindeki hayati önemini de yaşayarak gösterdi hepimize. Salgın gibi binlerce insanın hayatında yıkıcı etkilere sebep olabilen büyük kriz anlarında, doğru bilginin hiçbir engel olmadan yayılması bir ön şart niteliğindedir. Buna rağmen yeni koronavirüs ile sınandığımız bu son birkaç ayda, dünyadaki otoriter rejimler ve kapalı toplum yöneticileri tarafından defalarca gerçeğin gizlenmesine, konuşanların susturulmasına, doğru ve hayat kurtaracak bilginin saklanmasına tanık olduk. Sayısız propaganda ve dezenformasyon savaşları gördük. Dünya Sağlık Örgütü kelime dağarcığımıza yeni bir sözcük kattı bile: Infodemi! “Salgınla mücadeleyi engelleyen yanlış, aşırı, asılsız bilgi veya haber vermek” olarak tanımlanıyor infodemi.
Salgın ve Çin’in tutumu
Her şey 2019 yılı Aralık ayı içinde Çin’de bir grup doktorun hükümet tarafından susturulmasıyla başladı. Aslında bazı kaynaklar ilk vakanın Kasım 2019’da görüldüğünü de belirtiyor. Takip eden aylarda, yetkililerin kamuoyundan bilgi sakladığı, vaka sayısını sistemli bir şekilde daha az bildirdiği, manipülatif ve devlet tarafından oluşturulmuş tek yanlı bilgileri sunduğu, ihbarda bulunmaya çalışan kişileri gözaltına aldığı, mesajlaşma sistemlerini engellediği ve internet kullanan kişilere geniş sansür uyguladığı görüldü.
Artık yeni korona virüs hastası bulunmadığı gururla ifade edilen Wuhan’da, Başkan Xi’nin şehri ziyaret ettiği 10 Mart’ta bile, teşhis konan hasta sayısının manipüle edildiği ve hâlâ test sonucu beklenen önemli sayıda hastanın karantinadan hızlıca çıkarıldığı haberleri yapılıyor. Doğru bilgiye ulaşmanın çok zor olduğu tüm otoriter rejimlerde olduğu gibi, verilen sayıların güvenilirliği de sorgulanıyor elbette.
Her şey bir yana, Çin, Covid-19’un ortaya çıkmasıyla ilgili bilgileri dünya kamuoyundan saklamasaydı bu salgın önlenebilir miydi? Ne yazık ki, bu sorunun yanıtı evet! Bir çalışmaya göre, üç hafta önce haberdar olunabilseydi, hastalığın yaygınlaşması yüzde 95 oranında önlenebilecekti.
Bilginin gizlenmesi, tüm dünyada yüz binlerce kişinin hastalanmasına ve binlerce kişinin ölmesine yol açan bu salgına karşı başlatılabilecek kritik nitelikteki ilk müdahaleye zarar verdi. İfade özgürlüğü üzerindeki baskılar ve şeffaflık eksikliği salgının dünyanın uzak köşelerine dahi yayılmasına yol açtı. Ve bu Çin’in ilk sabıkası da değil! 2002 yılında yine Çin’de ortaya çıkan SARS virüsüne ait bilginin de aynı yöntemlerle bastırıldığı ve dünyadan gizlendiği biliniyor.
Çin devletinin virüsü yenmede başarılı yöntemlerden olan geniş kitleleri karantina altına almadaki kabiliyeti ve tedavi etme gücünü başarılı bulabiliriz elbet. Ancak virüsün yayılmasına neden olan şeffaflık eksikliği unutulacak gibi değil ve tüm dünya için bir güvenlik tehdidi yaratmış durumda.
Çin’in gittiği yolu izleyen İran ve bazı Asya devletleri gibi baskıcı rejimlerin bilginin yayılmasını önlemeye çalışması ve salgına ilişkin olarak sosyal medyada paylaşım yapan kullanıcıları tutuklaması da şaşırtıcı değil tabiî. Azerbaycan hükümetinin salgın bahanesiyle öncelikle muhalefet partisinin ofisini kapatma yoluna gitmesi gibi siyasi fırsatçılıklar ise tarihe geçti bile. Tüm rejimler kendi meşrebine göre “önlem” alıyor salgına karşı.
Dünyadan iyi örnekler
Dünyada şeffaflığı salgına karşı neredeyse bir kalkan olarak kullanan iyi örnekler de var neyse ki. Bunlar arasında Güney Kore ve Singapur üst düzeyde şeffaflık uygulamaları ile dikkati çekiyor.
İlk baştaki vaka sayısının çokluğuna rağmen, Güney Kore’nin başarısının sırrı, açık bilgi, şeffaflık ve halkı tamamen doğru bilgilendirmeden oluşan stratejisinde yatıyor. Dijital teknolojiyi toplum yararına kullanan ve bilginin serbest dolaşımına inanan örnek bir politika bu.
Demokrasinin temel değerlerine sonuna kadar bağlı olduğunu ve devletin halka hizmet için var olduğunu yüksek sesle ifade eden Güney Kore hükümeti, şehirleri karantinaya almak yerine, her bir hastaya numara vererek, hastaların önceden gezdiği yerleri, virüsün bulaştığı mekânları harita üzerinde gösteren bir telefon uygulaması başlattı ve tüm bilgileri halka açtı. Korunma için gerekli bilgileri sunarak halka yardım eden, aslında tamamen teşvik ve bilgilendirmeye dayalı ve halkı mücadelenin içine aktif olarak katan bambaşka bir sistem bu.
Bugün itibarıyla Türkiye’nin virüsün en çok görüldüğü illerdeki bilgileri tamamen açık ve düzenli belirtmediğini izliyoruz. Güney Kore ise tüm korkuların ve bazı bilgilere devlet sırrı statüsü yapılmasının nasıl boş olduğunu ve şeffaflığın salgına karşı nasıl etkili bir mücadele aracı olarak kullanılabileceğini uygulamalı olarak gösterdi bize.
Singapur yine kurumların etkin ve koordineli çalıştığı, şeffaflığın kilit politika olarak belirlendiği başka bir iyi örnek. Sokağa çıkma yasağının uygulanmadığı yerlerden olan Singapur, uyguladığı geniş çaplı önlemleriyle birlikte dijital şeffaflığı iyi kullanan bir diğer ülke oldu.
Türkiye iki model arasında duruyor
Gördüğümüz üzere, kriz zamanında, bilgiyi verecek ya da doğrulayacak kurum ve yetkililerin şeffaflıktan uzak hareket etmesi, sadece yanlış bilgi ve dezenformasyon dolayısıyla salgının daha çok yaygınlaşmasına neden olurken, şeffaflık hayatı önceliyor. Bu gibi büyük krizlerde ihtiyaç duyulan ve kamuoyunun tüm söylenenleri hiç endişe duymadan ve tereddüt etmeden kabul ettiği bir ortam, ancak güvenle sağlanır, baskı ve korku yöntemleriyle değil.
Toplumun otoriter eğilimlere hâlâ direndiği bir ülke olan Türkiye için Çin, salgını önlemedeki şeffaflık eksikliği ve ifade özgürlüğüne yönelik baskıcı ve olumsuz siciliyle tam bir kötü örnek! Türkiye, biraz da mütereddit bir tutumla aslında her iki ucun arasında bir yerde duruyor. Kamuoyu baskısının da etkisiyle gittikçe daha kurumsal nitelikte ve bir nebze daha geniş ve standart bilgilendirmeye dayalı iletişime başlanması olumlu bir adım.
Çok etkin işleyen bir Güney Kore modeli olmak da bu aşamada kolay değil elbet. Güçlü sağlık sistemi, toplumla kurduğu kendine güvenli ve açık iletişim, güvenini de açıklığından ve kurum ve kurallarıyla işleyen demokratik anlayışından alan bir yönetim tarzı gerektirir bu ve salgın sırasında bu topyekûn dönüşümü beklemek gerçekçi değil.
Ancak, salgınla mücadelenin başladığı günlerdeki olumlu algının, ifade özgürlüğü ile ilgili sorunlar yaşanmaya başlanması ve salgınla ilgili görüş bildiren kişilere yönelik gözaltılar dolayısıyla haklı olarak değiştiği görülüyor. Otoriter yönetimlerdeki baskıcı tutumlara benzeyen uygulamalar yerine tamamen şeffaf ve katılımcı bir yaklaşıma ihtiyaç var şu anda. Gelen eleştirilerin demokratik olgunla karşılandığı, değişik seslere kulak verildiği, eklektik değil bütüncül, dışlayıcı değil toplumun değişik kesimlerini de mücadeleye katacak bir tutuma ihtiyaç var.
Belki de 100 yılda bir yaşanacak günlerden geçtiğimiz tuhaf bir zaman dilimindeyiz. Dünyadaki iyi ve kötü örnekler üzerinden gerçekleri söylemenin önemini bizzat görüyor, susturulan seslerin, yanlış politikaların binlerce insanın yaşamına mal olduğuna her gün tanıklık ediyoruz.
Tüm olan biten bize sadece şunu gösterdi: Gerçekleri gizleme ve insanlara korku salarak bilgiyi saklama siyaseti ile bu süreç yönetilemez. Bu süreç, ancak şeffaflık ve aklıselim ile yönetilebilir. Doğru, zamanında, standart ve doyurucu bilgiye ulaşmak ve bilgi paylaşmak herkesin en temel hakkıdır ve hayat kurtarmak için de elzemdir.
Gerçek çok güçlüdür, hayat kurtarır! Şeffaflık da öyle…
KİMDİR?
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan E. Oya Özarslan, Teksas Üniversitesi’nde uluslararası hukuk dalında master yapmıştır. Istanbul ve New York Barosu’na kayıtlı olan Özarslan, uluslararası avukat ve uyum uzmanıdır. Uluslararası Şeffaflık Örgütü -Türkiye’nin kurucusu ve başkanı olan Oya Özarslan, Transparency International- Berlin yönetim kurulu üyeliği yapmaktadır. Avrupa Birliği uyum süreci ve uluslararası konvansiyonlar gibi alanlarda uzmanlık yapan Özarslan, G20 – 2015 Türkiye Başkanlığı döneminde Yönetişim Grubu eşbaşkanlığını da yürütmüştür. Yolsuzlukla mücadele, şeffaflık, siyasi parti finansmanı, etik ve açık yönetim konularında yayınları bulunmaktadır.
Kaynak : https://www.karar.com/seffaflik-yasatir-eksikligi-oldurur-1555086
BENZER HABERLER