logo

trugen jacn
22 Haziran 2015

MEHMET EMİN BUĞRA’NIN TÜRKİYE’DEKİ MÜCADELE HAYATININ TEMEL DİNAMİKLERİ

Muhammed Ali Alioğlu(Araştırmacı-Yazar)

Euzûbillahimineşşeytanirracîm/Bismillahirrahmanirrahim
Bizleri var eden ve varlığından haberdar eden Rabbimize hamd olsun.
İnsanlığın medar-ı iftiharı ve her zeminin ve zamanın tartışmasız lideri peygam-ber efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’ya salat u selam olsun.
Ve onun dava arkadaşları kutlu nesil sahabe-i kirama selam olsun.
Selam olsun dinini, milletini ve vatanını kendine dava edinip, bu yolda bütün varlığını adayan eşsiz büyüklerimize…
Pek saygıdeğer hemşehrilerim ve kıymetli misafirler!
Tebliğinin detaylarına geçmeden önce birkaç önemli gördüğüm hususu sizlerle paylaşmak isterim:
Hepinizin bildiği üzere bir dava adamını, bir alimi, bir büyüğü anmak/hatırlamak demek sadece belli bir zaman diliminde yaşayan salt bir bireyi konuşmak demek de-ğildir. Bilakis bir alimi anmak bir insanlık alemini hatırlamak ve bir milletin yaşam se-rüvenine, kısacası tarihine yolculuk yapmaktadır.
Dolayısıyla burada Mehmet Emin Buğra hakkında, onu anma ve anlama adına dile getirdiğimiz her söylemin arka planında, yüzyıllardır büyük ızdıraplar çekmiş ve halen de artan bir ivme ile çekmeye devam eden mazlum bir milletin varlık mücade-lesinin kilometre taşlarının bulunduğu unutulmamalıdır.
Ayrıca, tarihe mal olmuş önemli şahsiyetlerin/büyük kametlerin hayatlarını okurken; yaşadıkları devrin tarihi, sosyo kültürel ve siyasi ortamını doğru bir şekilde analiz etmeden, anlamayı dahi beceremediğimiz bir süreci, yargılamaya kalkmamalı-yız. Ünlü Şair Sa’di’nin dediği gibi “Kimse Sınanmadığı Günahın Masumu Değildir.” Dolayısıyla bu tarihi şahsiyetlerin hayat kitaplarının önüne geldiğimizde bize düşen görev onları anlamaya çalışmak, tarihi hadiselerden dersler çıkararak, geçmişimiz-den dersler alarak geleceğimizi inşa etmektir.

Yaşamının ilk yıllarından itibaren, kendi ifadesiyle: “Sağ elimi, sol elimden ayırma idrakine malik olduğum günden beri” büyük bir mücadele içerisinde olan Mehmet Emin Buğra, 1949 yılında Doğu Türkistan’ın Mao Zedung yönetimdeki Kızıl Çin tarafından işgali üzerine, önce iki yıl kalacağı Hindistan’a, ardında da hayatının sonun kadar ikamet edeceği Türkiye’ye, Aralık 1951 tarihinde yakın dostu ve dava arkadaşı İsa Yusuf Aptekin ve vefalı hemşehrileriyle birlikte gelir. O gün onları İstan-bul’da bir grup dönemin Milli Türk Talebe Birliği’nin hamiyetli gençleri karşılar.
Mehmet Emin Buğra’nın 1951-1965 yılları arasında Türkiye merkezli yürüttüğü faaliyetleri genel hatlarıyla şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Doğu Türkistanlı muhacirlerin ikamet, barınma gibi temel in-sani ihtiyaçlarını stabil hale getirmek.
2. Doğu Türkistanlı muhacirlerin sivil toplum kuruluşları bağla-mında teşkilatlanmaları tesis etmek.
3. Başta Türkiye Cumhuriyeti’nin tüzel kişiliği ve halkı olmak üzere, çeşitli Türk topluluklarıyla sağlıklı ve sürdürülebilir ilişkiler kurmak.
4. Ulusal ve Uluslararası düzeyde her türlü iletişim araçlarını kullanarak Doğu Türkistan Davası dile getirmek.
5. Başta Türkçe ve Uygurca olmak üzere çeşitli dillerde yayın faaliyetlerinde bulunmak.
Mehmet Emin Buğra, yukarıdaki genel hatlarıyla belirtmeye çalıştığımız tüm fa-aliyetlerinde başta en yakın dava arkadaşı İsa Yusuf Alptekin olmak üzere vefalı hemşehrilerinin maddi ve manevi desteklerini her daim arkasında hissetmiştir. Zira Mehmet Emin Buğra, şunu gayet iyi biliyordu: Hangi alanda olursa olsun milli bir dava, bu davanın en temel yapı taşı olan öz milletinden bir destek ve kabul görmez ise akim kalacaktır. Dışsal yardım ve faktörler bu anlamda ancak ikincil bir tesir oluş-turur.
Mehmet Emin Buğra, Türkiye’ye gelir gelmez derhal faaliyetlere başlar, döne-min başbakanı Adnan Menderes, meclis başkanı Refik Koraltan, dış işleri bakanı Fuat Köprülü başta olmak üzere pek çok siyasi mercilerle yoğun bir diploması trafiği başlatır. Bu görüşmelerinin temel konusu, Kızıl Çin istilasından kaçarak Hindistan ve günümüzdeki Pakistan’ın çeşitli eyaletlerinde, kendisinden bir kurtuluş haberi bekleyen sayıları 1850’yi bulan muhacir hemşehrimizin durumuna bir an önce çö-züm yolları bulmaktı. Bu yoğun faaliyetler neticesinde 13 Mart 1952 ve 3/14595 saylı bakanlar kurulu kararnamesiyle, sözkonusu muhacirler Türkiye’de ikamet etme im-kanı elde etmişlerdir.
Mehmet Emin Buğra, öncelikli meseleler olan ikamet ve barınma gibi temel in-sani ihtiyaçlara bir nebze olsun çözüm bulunmasının ardından, 1951-1953 yılları arasında İstanbul’da ikamet ettiği yıllarda, TÜRKİSTAN adlı aylık bir dergi yayınla-mıştır. Türk alemine hitap eden bir ilmi yapıya sahip dergide, Emin Buğra’nın yanısı-ra Dr. Saffet Engin, Dr. Oktay, Dr. Temüroğlu, Dr. Reha Oğuz Türkkan’ın da yazıları yayınlanır.
1953’te Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçen Mehmet Emin Buğra, siya-setin nabzının attığı yer olan başken Ankara’ya taşınır.
Bu dönemde faaliyetlerin iki temel ayağı vardır. Birisi ilmî çalışmalar, diğeri ise siyasi-diplomatik faaliyetlerdir.
1956’da yayınlanmaya başlayan TÜRKİSTAN’IN SESİ adıyla Türkçe, THE VOICE OF TÜRKİSTAN adıyla da İngilizce aylık dergiler çıkarmaya başlar.
1952 baskı tarihli Doğu Türkistan’ın Dünü ve Bugünü başlıklı bir kitapçık,
1954’de İstanbul’da yayınlanan Doğu Türkistan Hürriyet Davası ve Çin Siyase-ti,
Kalem Küreşi, Uygurca Türkçe çevirisi,
Türkler Ülkelerinde Arap Futuhatı,
Haydar Mirza Doğlat’ın farsça kaleme aldığı Tarih-i Reşidi’nin çeviri çalışmaları,
Kutluk Türkan Opereti ve Vatan Kaygusu şiirleri, bu ilmî çalışmalarından sade-ce bir kaçıdır.
Mehmet Emin Buğra’nın Türkiye geldiği sıralar, ikinci dünya savaşı sonrasında oluşan “Soğuk Savaş” diye nitelenen oldukça hareketli bir siyasi ortamın yaşandığı yıllardır. Kore savaşına gönderdiği askerler ve Nato üyeliği ile Türkiye bu savaşta Batı tarafında yerini almıştı. Şüphesiz bu durum Doğu Türkistan davasında yeni bir dönemin de başlangıcı olmuştur.


Mehmet Emin Buğra bu yıllarda, Türkiye’de yerleşik sivil toplum örgütlerinden özellikle Batı Türkistanlı, Kafkasyalı, İdil-Ural ve Azerbaycanlı liderlerle işbirliği içinde bulunarak “Türk Birliği”, “Türk Ortak Cephesi” gibi isimler altında kurulan sivil toplum örgütleri ile soğuk savaşta Sovyet Rusya ve Komünist Çin’e karşı Türk kökenli mu-hacirlerle bir yönden siyasal, diğer yönden sosyal-kültürel nitelikte bir mücadele strajetijini yüretmekte olduğunu görmekteyiz.
15 Mart 1953 yılında ilgili sivil toplum örgütlerinin liderleriyle ANKARA PRO-TOKOLÜ adı altında bir ittifaklık senedi de hazırlamıştır
Bu Türk cephesi, 18 Mayıs 1953 tarihinde, altlarında A.Naim Ökten, Tahir Ça-ğatay, A.Oktay ve Prof. Dr. İbrahim Yarıkan’ı da imzaların bulunduğu dönemlin ABD Dışişleri Bakanı J.Foster Dalles’e ortak bir memorandum sunar.
1954 hem hac farizasını yerine getirmek ve hem de Taif’de, Arabistan’da yerle-şik Doğu Türkistanlıların teşkil ettiği Kurultay’a katılmak üzere İsa Yusuf Alptekin ile beraber Mekke’ye giderler. Kurultay özellikle iki madde üzerinde tartışmalar yaşanır. Doğu Türkistan davasının yeniden gündeme getirilmesi için yapılması gerekenler ve Milliyetçi Çin ile müzakerelerin yeniden başlatılmasının gerekli olup olmadığı, . Neti-cede kurultaydan çıkan karar neticesinde, Mehmet Emin Buğra ve İsa Yusuf Alpte-kin’e Milliyetçi Çin ile yeniden müzakere yapılmasına karar verilir. Ancak, o devrin Milliyetçi Çin liderleri, Emin Buğra’nın göndermiş olduğu ve Doğu Türkistan’ın müs-takil bir devlet olarak tanınması gerektiğini içeren mektubuna, red cevabının alınma-sı üzerine müzakereler daha başlamadan son bulur.
1954’te Ürdün’de düzenlenen Kudüs İslam Konferansı’na katılır ve orada Do-ğu Türkistan davasını Arap-İslam dünyasına anlatmaya çalışır.
Ardından yine aynı yıllarda Kahire’ye ikinci bir ziyarette bulunur. Bu süreçte önemli siyasi ve ilmî kanaat önderleriyle görüşmelerde bulunur.
1958’de Karaçi’de düzenlenen uluslararası İkbal konferansına katılır ve “İkbal ve Türkistan” adlı Urduca bir bildirisini sunar. Aynı yıl davet üzerine Penjab üniversi-tesinde Doğu Türkistan kültürü ve medeniyeti üzerine bir konuşma da yapar.
1958 yılında Pakistan’ın Lahor ve Rawalpindi şehirlerine sivil toplum liderleri ve kanaat önderleriyle de temaslarda bulunur.
1959 yılında ise Bağdat İslam Konferansı’na gözlemci olarak katılır.
Bu yıllarda Doğu Türkistan ve Çin’deki gelişmeleri yakından takip eden Meh-met Emin Buğra, 1959’yılında Çin’in Atom bombası hazırlama girişimlerinde bulun-duğuna dair bir uyarıyı da içeren mektubu ABD başkanına gönderir. Emin Buğra endişelerinde haklı çıkar ve sözkonusu mektuptan 5 yıl sonra 1964 yılında Çin ilk nükleer denemesini yapar.
1960 Yeni Delhi’de düzenlenen “Uluslararası Müstemlekeciliğe karşı Asya-Afrika Halkları Konferansı”na İsa Yusuf Alptekin ile birlikte Türkiye’den Doğu Türkis-tan heyeti olarak katılır. Konferans sırasında çeşitli milletlerin delegeleriyle oldukça faydalı müzakerelerde bulunur. Ayrıca aynı yıllar Hindistan’da bulunan Tibet’in sür-gündeki manevi lideri Dalay Lama ile de bir görüşmesi olmuştur.
Burada sınırlı bir vakit içerisinde genel hatlarıyla dile getirmeye çalıştığımız Mehmet Emin Buğra’nın Türkiyeli yıllarına ait mücadele hayatına dair damadı, aynı zamanda yeğeni olan Yunus Buğra’dan -ki kendisi rahatsızlığı nedeniyle bu toplan-tıya iştirak edememiştir.- dinlediğim bir hatıra ile sözlerimi tamamlamak isterim:
1960 yıllarıdır. Askeri bir darbe sonucunda Adnan Menderes hükümeti düşü-rülmüş ve hepimizin yakından bildiği elim hadiseler ceryan etmiştir. Akabinde yeni bir meclis teşkili için çalışmalar sürdürülmekte iken, Milli Birlik Komitesi Başkanı Cemal Gürsel paşa, emir subayını Mehmet Emin Buğra’nın evine gönderir. Subay, Emin Buğra’ya Gürsel paşanın kurulacak olan CUMHURİYET SENATOSU’nda yer almasına dair teklifini kendisine iletir. Bunun üzerine Emin Buğra, aya kalkar; önü-nü ilikler ve şöyle der: “Paşama en derin saygı ve selamlarımı iletin. Yalnız benim acizane mücadele verdiğim DOĞU TÜRKİSTAN DAVASI yerel siyasetin üstün-de bir meseledir. Dolayısıyla bu nazik davetini kabul edemeyeceğim..”
Görüldüğü üzere Emin Buğra, davasını anlatma adına ulusal ve uluslararası düzeyde pek çok girişimlerde bulunmuş olmasına rağmen, davayı sadece belli bir siyasal söylemin dar kalıpları içerisine sıkışmasına ve dejenere olmasına asla müsa-ade etmemiştir. Onun gözünde Doğu Türkistan davası yalnızca bir milletin değil tüm insanlığın ortak davası ve derdi olmalıdır. İşte o zaman Doğu Türkistan’daki kan ve gözyaşı dinecek ve özgür günlere kavuşulacaktır.
Bu saate kadar sabırla bizleri dinlediğiniz için teşekkür ederim.
Selam ve dua ile..

Etiketler: » » » » » » » »
Share
2089 Kez Görüntülendi.