logo

trugen jacn
19 Şubat 2015

UYGUR TÜRKLERİ SAHİPSİZ..!

 Üç belâ var bu dünyanın başında!

Amerika, Kızıl Rusya, Kızıl Çin.
Üçü birden fitne-fesat peşinde,
Amerika, Kızıl Rusya, Kızıl Çin.

 Bu fotoğrafı görünce yıllar önce Ozan Arif’in Amerika Kızıl Rusya Kızın Çin şiiri; daha doğrusu ağıdı yâdıma düştü… Bu ağıda talebelik yıllarımızda kulak verirken Kartaltepe Talebe Yurdu’nun deposundan yayın yapan Kartaltepe Talebenin Sesi Radyosu’ndan Bakırköy ahalisine epeyce dinletmiştik!

Şiirin devamında o dönemde gurbet elinden; Almanya’dan ses veren Ozan Arif şöyle haykırıyordu:
Biri dünkü velet, tarihi hiçtir,
Biri ‘Moskof’, biri ‘Ye’cüc-Me’cüc’tür
Karınları tok ya, ruhları açtır,
Amerika, Kızıl Rusya, Kızıl Çin.
80’li yılların sonunda Ozan Arif hicviyatında ne hikmetse İsrail zulmünden pek bahisler açmıyor olsa da dilini Amerika’ya, Rusya’ya ve Çin’e dolamış olması da hiç yoktan iyi bir şeydi!
Tarih, tekerrürden ibaret… İbret ve tedbir alınmadığı için de tekerrür etmeye devam ediyor. Aradan 25 yıl geçti, Amerika’nın, Rusya’nın ve Çin’in zulüm tarihindeki misyonları değişmedi; artarak devam ediyor.
Uygurlar sahipsiz… Uygur Müslümanları, Uygun Türkleri uzun süreden bu yana sistematik işkencelere tabi tutularak hor ve hakir görülüyor. Çalışma alanları daraltılıyor, kendilerine yaşam hakkı tanınmıyor, toplu infazlar yapılıyor… Maalesef halkımız ve hür dünya Uygurların maruz kaldığı zulmü karşı sessiz kalıyor… Tıpkı geçtiğimiz hafta ABD’de öldürülen Müslüman akademisyen ailesi örnekliğinde olduğu gibi…
Çin, sessizliğimizden, dünyanın vurdumduymazlığından aldığı ilhamla zulümlerine zülüm katıyor. Müslümanların çocuklarını sünnet ettirmeleri engelleniyor. Uygurların namaz kılmaları, oruç tutmaları, Kurán-ı Kerim okumaları yasaklanıyor. Çin, Uygur Türklerini akıl almadık yöntemlerle sindirmeye çalışıyor.
Bu hususta uzun yıllar Çin’de kalan kadim dostumuz İzzet Akyol’un aşağıdaki tesbitleri önem arz ediyor:
“Çin’in Doğu Türkistan’la ilgili olarak yürüttüğü temel politika şudur: Bu bölgedeki Uygur konsantrasyonunu azaltmak ve bu nüfusu Çin içerisine seyreltilmiş olarak dağıtmak. Bu arada Çinliler tabii ki Doğu Türkistan demiyorlar; bu bölgenin Çince adı Xin-jiang (Okunuşu: Şin-can). Çince Xin: Yeni, Jiang: Arazi, Toprak)
Çin devleti Uygur nüfus konsantrasyonunun azaltılmasını nasıl yapıyor? Öncelikle, Uygurları Doğu Türkistan’da işsiz bırakarak yapıyor. Doğu Türkistan, Çin içerisindeki en geri kalmış bölgelerden biri ve yatırım teşvikleri olan bir bölge. Yatırımları yapanlar hep Çinliler; burada açılan fabrikalara Çin’in başka fakir-kırsal bölgelerinden işçiler getiriliyor, ama Uygurlara iş verilmiyor. Doğu Türkistan’da fabrikalar açıldıkça bölgedeki Çinli nüfusu dramatik şekilde artıyor ve Uygurlar azınlık hale düşüyor. Mesela, Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi’de 15 sene önce Uygur nüfusu yüzde 90’lar civarında iken bugün yüzde 15’in altına inmiş diye duydum.
Şehirler hızla büyüyor, sanayileşme ve ticaret gelişiyor, ama artan nüfus hep Çin’in başka bölgelerinden buraya göçürülen bir nüfus. Buna mukabil, bir Uygur, Çin’in başka bölgelerine göçtüğü zaman çok belirgin bir ayrımcılıkla karşılaşmıyor. İş bulabiliyor veya seyyar satıcılık (meyve, kuruyemiş, seyyar kebapçılık gibi işler yapıyorlar) gibi yollarla ailesinin nafakasını çıkarabiliyor. Dolayısıyla, kendi memleketinde işsiz ve aç kalan Uygurlar mecburen Çin’in başka bölgelerinde bir hayat inşa etmeye çalışıyorlar. Böylelikle, çift taraflı bir mekanizma ile Doğu Türkistan’ın nüfus kombinasyonu değişiyor. Bir taraftan Uygur nüfus azalıyor, bir taraftan da Han-Çinli nüfus artıyor. Bugün Çin’in neresine giderseniz gidin, muhakkak oraya yerleşmiş bir Uygur’a rastlarsınız. Fakat bir müddet sonra Doğu Türkistan’da Uygur’a rastlamak zor olacakmış gibi gözüküyor.
Bu politikalar, aynı zamanda çok yoğun ve programlı bir devlet şiddetiyle de destekleniyor. Çinli Müslümanlar her türlü dini haklardan yararlanırken Uygurlar’a çok yoğun dini-milli baskı yapılıyor. Memurların ve öğrencilerin oruç tutması kesinlikle yasak. Resmi dairelerde ve devlet fabrikalarındaki yemekhanelerde Uygurlara kasten (ve hatta zorla) domuz eti yediriyorlar. Yeni imar planları, moda tabirle “kentsel dönüşüm” gerekçeleriyle Uygurların evleri yok pahasına istimlâk ediliyor; sokakta kalıyorlar. Zaten işsizler, hepten mağdur oluyorlar. Bunların amacı hep aynı: Uygurları Doğu Türkistan’dan Çin’in başka bölgelerine göç etmelerini sağlamak. Bütün bunlar Uygurları eğitimden, memuriyetten, iş dünyasından dolayısıyla Çin’in zenginleşmesinden uzaklaştırıyor. Buna paralel olarak Uygurlar arasındaki Çin düşmanlığını bileyliyor.
Ayrıca, son zamanlarda Selefi çizgide bir dindarlık da Uygurlar arasında yayılıyor. Bunun programlı-sistemli-örgütlü olup olmadığını bilmiyorum.
Zaman zaman, zaten patlamak üzere olan asabi bazı Uygur gençlerinin polislere, karakollar gibi bazı yerlere saldırdıklarını duyuyorum. Böyle bir durum olduğunda, Çin güvenlik güçleri o bölgeye toptan bir saldırı yaparak bütün toplumu cezalandırıyorlar. Bu durum söz konusu kitledeki Çin düşmanlığını daha da güçlendiriyor. Son zamanlardaki olayların detayı hakkında özel bir bilgiye sahip değilim. Fakat olayların genel istikameti bu şekilde oluyor.
Çinliler ayrıca şöyle bir strateji güdüyorlar: Doğu Türkistan’ın her tarafına Çinli yerleştirmek yerine nokta hedefler seçip sırayla gidiyorlar. Mesela Urumçi’yi bitirip tamamen Çinlileştirmişler. Duyduğum kadarıyla Hotan, Kaşgar, Turfan, Gülce ve Artış gibi nisbeten daha küçük şehirlerde halen Uygur çoğunluk var. Ama aynı süreç oralarda da işliyor. O bölgelerin de Çinlileştirilmesi de yakındır; 3-5 sene içinde oraları da Urumçi’nin kaderi bekliyor gibi gözükmektedir.”
Doğu Türkistan’ın Urumçi şehrinde bütün camilerin imamları bir meydanda toplanarak toplu halde dans etmeleri için zorlanıyor, silah zoruyla “Maaşınızı Allah vermiyor, Çin Komünist Partisi veriyor!” dedirtiliyor. Kâfir, New York’ta da, Paris’te de, Moskova’da da Tel Aviv’de de, Pekin’de de kafir… Netice itibarıyla küfür tek millet ve cehennem onlar için yaşıyor!
Geçtiğimiz hafta Çin resmi haber ajansı Sinxua,Urumçi meydanında toplanan imamların ellerine kırmızı bez parçaları verilerek, üniversite öğrencilerinin de hazır bulundurulduğu bir ortamda “medeniyet gösterisi!” adı verilen etkinlikte zorunlu olarak dans ettirildiği haberini servis etmekten “Merd-i Kıpti şecaat arz ederken sirkatin söyler” misali geri durmadı! İmamlara bir yandan zorla dans ettirilirken bir yandan da “Ülke barışı gönüllere huzur veriyor!” sloganları attırıldı. “Zoraki dans seansları”nda yapılan konuşmalarda gençlerden camilerden uzak durması istendi. İbadet etmenin sağlığa fayda sağlamadığı öne sürülen konuşmalarda sağlıklı olmak için öğrencilerden dans etmeleri gerektiği belirtildi. Fakirlikten toprağa serilmiş bulunan Çin ahalisi asırlar boyunca yana yana döne döne dans ederek sağlıklı kalıyor!
Çin yöneticileri Müslüman bayan öğretmenleri baskı altında tutarak öğrencilerini dinden uzak tutacaklarına ve çocukların dini eğitim almasına engel olacaklarına dair yeminler ettiriyor…
65 yıldır fiili olarak komünist Çin yönetiminin işgali altında olan ve baskıcı politikalarla asimilasyona maruz kalan Doğu Türkistan Müslümanlarının en temel insani hakları olan ibadet özgürlükleri engelleniyor. 18 yaşından küçüklerin, işçilerin, memurların, kadınların ve öğrencilerin camilere girmeleri yasak.
Seyahat özgürlükleri olmayan Uygur Müslümanlarının hacca gitmeleri oruç tutmaları yasaklanıyor. Resmi kurumlarda, okullarda ve işyerlerinde tesettürün yasak olduğu bölgede resmi kurumlarda namaz kıldıkları tesbit edilenler ve dini içerikli sms gönderenler para ve hapis cezalarına çarptırılıyor… En acı, ironik ve aşağılayıcı ceza ise imamlara dans ettirilmesi…
Çin’in imamları dansöz gibi oynatmasının Çinli Müslümanların; Uygur imamlarının şahsında tüm İslam dünyasına hakaret ve meydan okuma olduğu açık. İslâm Dünyası, Arap Ligi, D-8, İslam Konferansı Teşkilatı maalesef bu meydan okumaya seyirci kaldı…
Bu satırları okuduğunuz zaman diliminde maalesef komünist Çin idarecileri Uygur imamlara sessizliğimizden aldığı destekle “Çin işkencesi“ altında dans ettiriyor olacak! Biz ise sadece buğz edip ellerimizle birlikte gönüllerimizi de gökyüzüne doğru yükseltiyoruz. Elimizden duadan başka bir şey gelmiyor. Oysa beş asır önce bırakın bir Müslüman’a zulmedilmesini; ecdadımız bir fermanla Fransa’da ecnebiler arasında neşv ü neva bulmaya başlayan Frenk dansına 100 yıl boyunca mani olabilmişti.
Müverrih Joseph von Hammer, Kanuni Sultan Süleyman’ın Fransa’ya “dans” konusunda verdiği ültimatoma değinir. Osmanlı Cihan Devleti asırlarında dünyanın süper gücü, mazlumların hamisi olan Kanuni Sultan Süleyman, Fransa’daki Osmanlı elçisinden frenk ülkesinde ‘dans’ nam şey!’ yapıldığını öğrendiğinde Fransuva’ya aşağıda metni bulunan fermanı göndermiş ve yine Hammer’in aktardığına göre o ülkede dans 100 yıl boyunca yasaklanmıştır.
“Ey Fransa Kralı Fransuva!
Sefir-i Kebirimden aldığım mazhara göre malumatım oldu ki, memleketinde dans namında alâ mele-innas (halkın huzurunda) fuhşiyyat ve luubiyyat (ayıp davranışlar ve oyunlar) yapıyormuşsun. İş bu name-i Humayunumun (fermanım) eline vusulünden (geçtiğinden) itibaren bu mel’anet rezalete (lanetlenecek davranışa) son vermediğin takdirde, Ordu-yu Humayunumla gelip seni kahretmeye muktedir olurum.”
Böyle bir fermana, sözün yaptırım gücene “Eyvallah”tan başka ne denebilir ki!
Ozan Arif’in avazıyla başladığımız yazımızı yine ozanımızla nihayete erdirelim:
Hangi taşı kaldırırsan kaldır bak,
Hep altından bunlar çıkar muhakkak.
Ah bilseniz ne âdidir, ne alçak
Amerika, Kızıl Rusya, Kızıl Çin.

Kaynak: www.sondevir.com/?aType=yazarHaber&ArticleID=12845

Etiketler: » » » » » »
Share
1424 Kez Görüntülendi.