Son Dakika
Dr. Çağdaş ÜNGÖR (Marmara Ün. Öğretim üyesi)
Çinli aktörler son yıllarda Çin’in Türkiye’deki imajını parlatmak için stratejilerini yerelleştiriyor. Çin ile Türkiye arasında uzun süredir resmî düzeyde dostane bir ilişki yürütülüyor olsa da, Türk kamuoyu 2000’li yıllarda Çin’e olan kuşkucu tutumunu sürdürmeye devam ediyor.Ülkedeki propaganda araçları da yerel kamuoyuna Türkçe olarak hitap eden pek az içerik ürettiğinden, Çin’in başını sürekli ağrıtan olumsuz ülke imajını düzeltmek konusunda pek yardımcı olamıyordu. Türkiye’deki medyada Çin yanlısı sesler hayli cılız çıktığı ve ülkede yaşayan Çinli nüfus oldukça sınırlı olduğu için pozitif yönde halkla ilişkiler geliştirmek Pekin açısından zorlu bir çabaya dönüşmüştü.
Ancak Çin rejimi son yıllarda bu durumu fark edip Türk medyasındaki yerel aktörlerle yeni bir sinerji inşa etmeyi amaçlayan stratejilere yöneldi. Pekin, Türk medyasının kendi kurallarına adapte olarak ve Ankara ile arasındaki sıcak ilişkilerden yararlanarak Çin’in Türkiye’deki imajını parlatmak için yeni fırsatlar yaratmaya çalışıyor. Ülkedeki medya üzerinde nüfuzunu yoğun şekilde kullanan Türk hükümeti, basın özgürlüğünün dar bir alana sıkıştırıldığı son derece kutuplaşmış bir ortamda Çin’e yumuşak güç hedeflerini gerçekleştirmesi için yeni platformlar sağlıyor. Bu bağlamda örneğin Türkiye’deki hükümet yanlısı gazeteler, Çin Komünist Partisi’nin başarılarını kutlayan “örtülü reklamlar” yayınladı. Resmi Anadolu Ajansı bünyesindeki gazeteciler Çin devletinin sponsorluğunda Uygur Özerk Bölgesi’ne düzenlenen basın gezilerine katıldı; bu gezilerin esas amacı Türkiye’de Uygurlara yönelik hak ihlalleriyle ilgili medya anlatısını değiştirmekti. Türkiye’nin kutuplaşmış ideolojik yelpazesinin diğer ucunda, Çin, antiemperyalist kimliğini vurgulayan anlatılarla muhalif gruplara da hitap ediyor. Bu tür yeni mesaj stratejileri Türkiye’de halihazırda bazı sonuçlar doğurmuşa benziyor, zira son kamuoyu yoklamalarına bakıldığında Çin’i potansiyel ortak olarak algılayan Türklerin sayısında kademeli de olsa bir artış görülüyor.
Çin- Türkiye İlişkilerinin Başlama Tarihçesi(Giriş)
Çin-Türkiye ilişkilerinin hikâyesi aslında oldukça tanıdık. Gelişmekte olan bir ülke Türkiye, Çin’in yükselişini fark etmeye başlıyor, onunla ilişkilerini geliştiriyor, yatırım gibi fırsatlardan yararlanmaya çalışıyor ve hatta Pekin sponsorluğunda yeni kurulan uluslararası kuruluşlara katılıyor. Başka birçok ülke gibi, Türkiye’nin Çin’le olan ilişkisinde de esas faktör ekonomik pragmatizm olmakla birlikte, son yıllarda jeopolitik unsur da önem kazanmış durumda. Ankara’nın 2010 yılında Çin ile stratejik ortaklık anlaşması imzalamasından beri Türk yetkililerin Asya’nın en büyük ekonomisiyle etkileşimi kolaylaştırmak konusunda hevesli davrandığı görülüyor.(1)
Türkiye’nin başlıca motivasyonu, Türk ekonomisini canlandırmak üzere Çin’den yatırım çekmek. Buna Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in 2013 yılında başlattığı ve iki yıl sonra Türkiye’nin de katıldığı milyarlarca dolarlık bir altyapı projesi olan Kuşak ve Yol Girişimi (KYG) de dahil. Kamuoyunda tartışma yaratan Kanal İstanbul projesi için Çin’den finansman sağlanması da Türk hükümeti için esaslı bir hedef olmayı sürdürüyor. (2)
Keza, döviz swap anlaşmaları da dahil olmak üzere Çin-Türkiye arasındaki finansal işlemler süregiden ekonomik krizin ağır sonuçlarını hafifletebilmek bakımından Ankara için büyük önem taşıyor. Öte yandan, ekonomik pragmatizm hikâyenin sadece bir yönü. Türkiye, Pekin’i bir süredir Batı’dan gelen baskılara karşı faydalı bir jeopolitik bariyer olarak da görmeye başladı. Uzun zamandan beri Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) üye ve Avrupa Birliği (AB) üyeliğine aday olsa da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yönetimi altındaki Türkiye’de son on yıldır Batı’ya yönelik gitgide artan şüpheci bir tutum gözleniyor. Türk medyasında Atlantik ötesi Batının Suriye’deki iç savaştan tutun da Doğu Akdeniz’deki rezervler üzerindeki uyuşmazlıklara kadar çeşitli konularda Ankara’ya düşman olduğu fikri sürekli olarak işleniyor. Türkiye’deki Batı karşıtlığı, iktidarın büyük oranda bir ABD komplosu olarak gördüğü 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminden bu yana ikiye katlanmış durumda. Aynı dönemde Rusya ve Çin ise ülkede gitgide daha fazla itibar kazandı; bunun sebebi de, Batı’dan tümüyle farklı bir tutum sergileyerek, Erdoğan’ın genel başkanı olduğu Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AKP) açık destek vermiş olmaları.(4)
Geniş bir çerçeveden bakıldığında, Ankara, Çin’in ABD’nin gücünü kontrol altına alma potansiyeline sıcak bakıyor ve yeni kurulacak dengeyi Türkiye’nin menfaatine kullanmak istiyor. Erdoğan, dünya medyasında “NATO’ya rakip” bir güvenlik örgütü olarak adlandırılan Şanghay İşbirliği Örgütü’ne katılma isteğini 2013 ve 2016 yıllarında açıkça dile getirdi. (5-6)
Son yıllarda Çin-Türkiye işbirliği, bu ikili ilişkinin önceki yıllarda odaklandığı ekonomik ve ticari temellerin ilerisine geçti; yeni işbirliği alanları arasında medya ve kamuoyu,7 yargı8 ve kolluk faaliyetleri9 yer alıyor. Aynı şekilde, COVID-19 krizi sırasında da Türk hükümeti Çin üretimi aşılardan satın alma yoluna gitti,
ki bu da yurt içinde ve dışında Ankara’nın Avrasyacı eğilimlerine dair bir başka emare olarak yorumlandı. Bu genişleyen işbirliğini pekiştirmek adına, Türkiye Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşanan insan hakları sorunlarına yönelik daha evvel dile getirdiği eleştirileri hafifletme yoluna gitti; oysa 2017 yılında gözaltı kamplarının açılmasıyla Uygurların durumu daha da vahim bir hal almaya başlamıştı. Ne var ki, Çin-Türkiye resmî ilişkilerindeki bu olumlu havanın toplumsal düzeye yansıtılması hiç de
kolay değil. Çin Ortadoğu halkları arasında daha ziyade dost bir ülke olarak görülse de Türkiye kamuoyu çok çeşitli nedenlerle Çin’e şüpheci yaklaşmaya devam ediyor. Nitekim Türkiye’de Çin ile ilgili konularda medyaya yansıyan olumsuz haberler Pekin’in başını uzun süreden beri ağrıtıyor.1 Örneğin COVID-19 aşısı mevzusunda, Batı’da üretilen RNA aşısı yerine Çin aşısı satın alınması üzerine Türkiye’de yoğun tartışmalar yaşandı.11 Sinovac’ın kalitesi ve etkinliğine ilişkin soru işaretleri, Çin-Türkiye ilişkilerindeki en zayıf halkanın Türk kamuoyu nezdindeki olumsuz Çin algısı olduğuna dair bir kanıt niteliğindeydi. Pekin yönetimi ise Çin karşıtı bu algıyla mücadele etmek ve Türkiye’deki kamuoyunu etkilemek için medyaya ağırlık veriyor. Fakat Türkiye bağlamında Çin propagandasının fazla etkili olmaması ve Türkiye’de açıktan Çin yanlısı seslerin cılızlığı dolayısıyla bu pek de kolay bir iş değil. Bugün itibariyle Türkiye’deki siyaset sahnesinde Çin’i açıkça destekleyen tek bir örgütlü yapı var: NATO’ya ve ABD’ye karşı olup Moskova ve Pekin’i destekleyen sol eğilimli Vatan Partisi. Bu makale, Pekin ve onun temsilcilerinin Türkiye’deki kamuoyunu yerel olarak nitelendirilebilecek bir strateji güderek değiştirme çabasını inceliyor. Çin yönetimi, Türk medyasının kendi kurallarını benimseyip bunlardan yararlanarak ve Çin’in Türkiye’deki imajını düzeltmek için yeni fırsatlar arayarak Türk kamuoyunda yeni bir sinerji yaratmaya çalışıyor. Ülkedeki son kamuoyu yoklamalarında Çin’i potansiyel ortak olarak gören Türk vatandaşlarının sayısında gözlenen kademeli artışa bakılırsa, yerel aktörlerle tesis edilen bu sinerji meyvelerini vermeye başlamış olabilir.12 Çin öncelikle, Türkiye’de ulusal medya üzerinde olağanüstü bir nüfuz sahibi olan hükümet ile arasındaki müspet ilişkilerden yararlanarak ülkedeki anaakım medyaya daha kolay erişebildiği bir mevki kazandı. Türkiye’deki Çin algısını olumlu hale getirmek Ankara’nın da çıkarına, zira iktidardaki Cumhur İttifakı’nın kapı araladığı birtakım Çin-Türkiye işbirliği planları ülke içerisinde sert eleştirilerle karşılaşıyor. Çin’in Türkiye’deki imajını iyileştirmek bakımından Türkiye’deki iktidar
ile Çin arasında ortaklaşan bu menfaatler sayesinde Çin diplomatları Türk televizyonlarında daha fazla görünmeye başladı. Türkiye’deki hükümete yakın gazetelerde, Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) başarılarını kutlayan “örtülü reklamlar” -haber veya editöryal görüş görünümündeki reklam tanıtımları- yayınlandı. Yine, devletin resmî haber ajansı olan Anadolu Ajansı’ndan gazeteciler Çin devletinin sponsorluğunda Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ne düzenlenen basın gezilerine katıldı; bu
gezilerin esas amacı Uygurlara yönelik hak ihlalleriyle ilgili olarak Türkiye’de çıkan haberlerin tonunu değiştirmekti. Ancak Çin’in genişletilmiş ve yerelleştirilmiş medya stratejisi sadece Türkiye’deki hükümete dayanarak ilerlemiyor. Çin bir yandan da, geçmişten gelen ideolojik kimliği sayesinde, Türkiye’deki kutuplaşmış siyasi yelpazenin diğer ucunda yer alan solcu aydınlara hitap etmeyi başarıyor. Çin’e daha pragmatik bir açıdan yaklaşan Türk hükümetinin aksine, ülkenin laik muhalif kesimine mensup kimi
gruplar Çin’i ABD ve emperyalizm karşıtı söylemlerinden ötürü bağrına basıyor. Bu kesimin gözüne girmek için yerelleştirilmiş stratejilerden yararlanmak, Çin’e Türk medyasının tüm unsurlarına seslen-mek bakımından eşsiz bir fırsat sunuyor. Pekin, Türkiye’de Haziran 2023’te yapılacak genel seçimlerin ardından yaşanabilecek olası bir siyasi değişim ortamında kendisini sağlama almak için şimdiden bu hedef doğrultusunda çalışmaya başlamış görünüyor.
Bu makalenin ilerleyen bölümlerinde, Türk kamuoyunun Çin’e ve Çin’den gelen mesajlara yönelik duyduğu şüphenin kökenleri, Türkiye’deki yerelleştirilmiş medya ortamı ve Pekin’in özel olarak Türkçe dilinde hazırlanmış program ve mesajlar yoluyla ülkedeki Çin karşıtlığını hafifletme stratejisi
ele alınıyor.
Çin’in Türkiye’de Başını Ağrıtan Halkla İlişkiler
Çin ekonomisinde 1978 yılında Deng Şiaoping’in reform ve açılım politikalarına geçişini takip eden on yıllardaki çift haneli büyüme, Türkiye’deki kamuoyunun bir kesimi de dahil olmak üzere dünyanın pek çok yerinde bir cazibe unsuru oldu. Elbette ÇKP de ülkenin yurtdışındaki imajını iyileştirmek amacıyla bu ekonomik başarıdan olabildiğince yararlanmaya çalışıyor. 2012’de başa geçen Şi Cinping, “Çin’in hikâyesini hak ettiği şekilde anlatmak” konusunda daha da büyük çabalara girişti.13
Bugün Çin’in yumuşak güç araçları arasında geleneksel ve dijital medya, etkileşim için kültürel kurumların kullanımı, diplomatik platformlar ve KYG gibi büyük ölçekli yatırım projelerinin halkla ilişkiler sahasındaki etkilerini sayabiliriz.14 Çin’in dört bir yanda gönülleri ve zihinleri fethetmek için kullandığı yumuşak güç araçlarının çoğu, bu ister bir Konfüçyus Enstitüsü -Komünist Parti destekli bir Çince eğitim platformu- isterse de Çin Radyosu’nun yerel şubesi biçiminde olsun, Türkiye’de de var.
Ne var ki, resmî düzeyde olumlu seyreden Çin-Türkiye ilişkilerine rağmen, Çin propaganda teşkilatının yerel ölçekteki zayıflığı Türkiye’de istenen sonuçlara ulaşmayı engelliyor. Çin’in iletmek istediği mesajların önündeki en büyük engel, Türk kamuoyunda Çin’e karşı hissedilen olumsuz algının aleyhte yarattığı medya ortamı. Nitekim Türkiye’de son yıllarda yapılan kamuoyu yoklamaları, Çin’in ne mucizevi ölçekteki ekonomik büyümesinin ne de yürüttüğü kamu diplomasisi girişimlerinin
Türkiye’deki imajını esaslı şekilde iyileştirebildiğini gösteriyor. Örneğin, Türkiye’de 2005 yılından 2019 yılına dek yapılan Pew Araştırma Merkezi anketleri, Türk halkının en az yüzde 60’ının Çin’e halen şüpheyle yaklaştığını ortaya koyuyor.15 İstanbul Ekonomi Araştırma tarafından Ağustos/2020’de yapılan bir anket araştırmasının sonuçlarına göre, halkın yüzde 61,3’ü Çin’i “olumsuz” ya da “çok olumsuz” olarak nitelerken, dost bir ülke olarak görenlerin oranı yüzde 10,6’da kalmış.16 Daha
yakın bir tarihte İstanbul’daki Kadir Has Üniversitesi bünyesindeki Türkiye Çalışmaları Grubu tarafından yapılan bir anket ise Türk kamuoyunun yalnızca yüzde 27’sinin Çin’e olumlu baktığı sonucuna varmıştı.17
Bu yaygın husumeti biraz daha yakından incelemek gerekir. Türkiye ile Çin arasında 20. yüzyıl boyunca asgari düzeyde bir etkileşim olduğu düşünülürse, Türk halkının Çin’e dair bu olumsuz algısı nereden kaynaklanıyor olabilir? Türkiye’deki Çin karşıtlığının kökeninde yatan sebep ve dinamikleri araştıran çok fazla akademik çalışma bulunmamakla birlikte, genel olarak bakıldığında bu duruma yol açan bir dizi faktörden bahsedebiliriz.18 Bunlardan biri, Türkiye’de milliyetçi tarih yazımının
yarattığı etki. Bir diğeri, Çin ile Türkiye’nin ideolojik yelpazenin iki karşıt ucunda yer aldığı Soğuk Savaş mirasıdır. Üçüncü olarak, Türkiye’de Çin’le ilgili yaygın kültürel klişeler gösterilebilir. Dördüncü faktör ise Türklerin Uygurlara duyduğu sempatinin şekillendirdiği Sincan meselesinden kaynaklanıyor.19
Pek çok Batılı ülkenin aksine, Çin’deki tek parti yönetimi ve otoriter siyaset anlayışı, 20. yüzyıl başlarından beri oldukça çalkantılı bir demokrasi tecrübesi yaşamakta olan Türkiye’de büyük bir tartışma konusu değil. Sincan Uygur Özerk Bölgesi sorunu (Türkiye’de daha çok Doğu Türkistan olarak anılır) Türkiye kamuoyunda Çin’le ilgili tek siyasi mesele. Bu bölgede Uygurların uğradığı muameleler, Türkiye’de hem Müslüman muhafazakârlar hem de laik Türk milliyetçileri arasında uzun zamandan beri hassas bir konu. Milliyetçiler Uygurların Türk kimliğine vurgu yaparken, İslamcı gruplar genellikle Çin’de Uygurların dinî özgürlükleri üzerindeki kısıtlamalara odaklanıyor. Bu hassasiyet 2009 yılında, o esnada başbakan olarak görev yapan Erdoğan’ın, Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nin başkenti Urumçi’de yaşanan şiddeti “adeta bir soykırım” olarak nitelemesiyle zirveye ulaşmıştı ki bu da o dönem Ankara ile Pekin arasında diplomatik bir krize yol açtı.20 Her ne kadar Ankara o tarihten sonra Doğu Türkistan meselesinde düşük profilli bir tutum sergilemiş olsa da, bu konu Türkiye’de medyanın ilgisini çekmeye devam ediyor ve hâlâ arada sırada Çin ile Türkiye arasında krizlere sebep oluyor. 2015 yılında İstanbul’da Doğu Türkistan’la ilgili olarak
düzenlenen gösteri yürüyüşünde aşırı milliyetçi bir grubun Güney Koreli bir turist kafilesine Çinli sanarak saldırdığı iddia edilmişti.21 2021 yılında ise İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener ile Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın 1990 yılı Nisan ayında Uygurlar ile Çin emniyet güçleri arasında yaşanan ve Barın Katliamı olarak anılan olayları sosyal medya hesapları üzerinden anmasıyla bir kriz daha patlak verdi.22 Ankara’daki Çin Büyükelçiliğinin buna Twitter üzerinden verdiği yanıt olayları daha da tırmandırınca23 Çin Büyükelçisi Türk Dışişleri Bakanlığına çağrıldı. Bu olay resmî ilişkilere kalıcı bir zarar vermemekle birlikte, ülke içinde toplumsal çalkantıya neden oldu.
Türkiye kamuoyunun Doğu Türkistan konusundaki hassasiyetini, iki toplumu ortaklaştıran İslam inancının yanı sıra Türkçü etnik dayanışma olgusuyla da izah etmek mümkün olabilir. Bu iki olgu, Türkiye’de genel olarak gözlenen Çin karşıtlığını kavramak bakımından son derece önem taşıyor. Türklerin modern-öncesi Orta Asya’ya dayanan seküler köklerine odaklanan erken cumhuriyet dönemindeki Türk tarihyazımı,24 halk arasında Çin’e yönelik fikirlerin şekillenmesinde kilit bir unsur olagelmiştir. Okullarda okutulan tarih kitaplarında göçebe Türk boyları ile yerleşik Çin uygarlığı arasındaki çatışmalara özel vurgu yapılır.25 Türkiye’deki Sinologlar, Çinlilerin Çin Seddi’ni-askeri değilse bile- siyasi bir bariyer olarak Moğollar ve Hunların yanı sıra Türklere karşı da inşa ettiğini dile getiriyor.26 Çin’in bu duvarı “Türklere” karşı savunma amacıyla inşa ettiği düşüncesi bugün bile Türkiye’deki sağ partilerin en üst kademelerinde yankı buluyor.27 Bu düşüncelerin popüler kültüre de yansıdığını görüyoruz. 1960’larda ve 70’lerde Türk sinema endüstrisinde, başta Tarkan ve Karaoğlan serileri olmak üzere, Çin’in kadim bir düşman olduğu fikrine dayalı birçok film yapıldı.28 Türkiye’deki Çin karşıtlığı yine aynı tarihsel damardan beslenen edebiyat eserlerinden de etkilendi. Bunlar arasında bilhassa aşırı milliyetçi görüşlere sahip bir aydın
olan Nihal Atsız’ın 1940’larda yazdığı romanlardan bahsedebiliriz.29 Atsız’ın göçebe Türklerin “altın çağına” ilişkin anlatıları günümüzde çağdaş edebiyat çevrelerinde pek itibar görmemekle birlikte, halk arasında halen ilgi çektiği söylenebilir. Nitekim bu türün yakın tarihteki örneklerine baktığımızda, Çinli karakterlerin halen menfi bir bakışla resmedildiğini görüyoruz.30 Türkiye’de süregiden Çin karşıtlığının şekillenmesinde aynı ölçüde önem arz eden bir başka faktör de Soğuk Savaş mirası. Türkiye ile Çin’i ideolojik olarak yelpazenin iki karşıt ucuna yerleştiren Soğuk Savaş, iki ülke arasında modern bir husumet kaynağı oldu. Türkiye, 1950-53 yılları arasında Birleşmiş Milletler komutası altında görev yapmak üzere Kore’ye asker gönderince, iki ülkenin askerleri arasında kısa süreli de olsa muharebeler yaşandı. Türkiye’nin Kore Savaşı’na dahil olmasıyla birlikte ilerleyen yıllarda Çin’e yönelik düşman algısı daha da pekişti.31 Bir başka husumet kaynağı ise, 1980’lerden bu yana oy tercihlerine bakıldığında muhafazakâr bir tablo resmeden Türkiye kamuoyuna epey aykırı gelen Çin ateizmi. Pekin’in din karşıtı bir tavır benimsiyor olması, yayınlarında çok katı ve keskin bir dil kullanan Müslüman yazarlar tarafından uzun zamandır eleştiri konusu ediliyor.32 Türkiye’nin muhafazakâr görüşlü insan hakları örgütleri de Uygurlara yöneltilen dinî kısıtlamaları yakın bir tarihe kadar çok eleştiriyordu.33 Öyle ki, kimi ilahiyatçılar Çinlilerin Kuran’da insanlığı yok edecek bir kavim olarak anılan Yecüc ve Mecüc’e benzerliği ihtimalinden bile bahsetmişti.34 Milliyetçi ve muhafazakâr grupların bu konuda kendilerine has bir lügat yarattıkları kesin olmakla birlikte, Çin hakkındaki kültürel önyargılar Türkiye’de herhangi bir siyasi grupla sınırlı değildir.35 Çin, Türk medyasında sık sık tuhaf veya saçma özelliklere sahip “acayip” bir yer olarak betimleniyor
ve bu da onun Türkiye’den tamamen farklı bir ülke olduğu algısını körüklüyor.36 Kentli ve eğitimli gençler arasında popüler bir dijital platform olan ekşisözlük üzerine yapılan yakın tarihli bir araştırma, Çin’le ilgili yazılan yorumların ırkçılığın ve nefret söyleminin sınırına dayandığını gösteriyor.37 Bu popüler platformda Çinlileri tanımlamak için kullanılan küçültücü sıfatlar arasında “zalim”, “riyakâr”, “tehlikeli” ve “güven vermeyen” gibi ifadeler yer alıyor. Çin’in dünyaca ünlü mutfağı bile
Türkiye’de eleştiri, hakaret veya alay konusu ediliyor. COVID-19 krizi sırasında Çin yemeklerine yönelik aşağılama dozu daha da arttı. Öyle ki, Türk medyasında genel anlamda Çin yemeklerinden bahsederken bile koronavirüsün kaynağı olduğundan şüphelenilen hayvan pazarlarındaki görüntüler kullanılıyordu.38 Kadir Has Üniversitesi tarafından Nisan 2020’de yapılan bir araştırmada, Türk katılımcıların yüzde 41,3’ünün koronavirüs salgınından “Çinlilerin gıda ve beslenme anlayışını” sorumlu tuttuğu tespit edildi.39
Hükümete yakın köşe yazarları bile o dönemde Çin’le alay eden aşağılayıcı ifadeler ve ırkçı tasvirler kullanmakta beis görmediler.40 Irkçı olarak nitelendirilebilecek bir başka klişe de, ana akım Türk medyasında Çinliler de dahil olmak üzere Asya halklarını tanımlamak için hiç çekinilmeksizin fiziksel özelliklere atıf yapılması. Türkiye’deki gazeteci veya köşe yazarları tarafından bu tür ifadeler fütursuzca ve okurların tepkisinden endişe duymaksızın sarf ediliyor.41 COVID-19 krizi sırasında Çinli turistlere ve Türkiye’de yaşayan Çinlilere yönelik fiziksel ayrımcılık daha da yaygın hale geldi.42
Çağdaş Üngör Kimdir ?
Marmara Üniversitesi İngilizce Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde görev yapan Çağdaş Üngör, doktorasını Binghamton’daki New York Eyalet Üniversitesi’nde, Çin’in Maocu yönetim altındaki dış propaganda faaliyetlerini inceleyen bir tezle tamamladı. Üngör, Çin ile ilgili konularda ve Çin-Türkiye ilişkilerinde çeşitli Türkçe dergi ve gazetelere katkıda bulunmaktadır. Başlıca akademik yayınları arasında Turkey in the Cold War: Ideology and Culture (Palgrave-Macmillan, 2013,
Cangül Örnek ile birlikte) ve Asya-Pasifik Çalışmalarında Yeni Ufuklar (Küre Yayınları, 2020) adlı derlemeler sayılabilir.
Kaynak : https://carnegie-production-assets.s3.amazonaws.com/static/files/files__Ungor_China_Turkey-( yazı devam edecek)
BENZER HABERLER