Son Dakika
Bercan TUTAR
Çin Halk Cumhuriyeti, her yılın 1 Ekim gününü başkent Pekin’deki Tiananmen Meydanı’nda, kuruluş yıl dönümü olarak görkemli törenlerle kutlar. Binlerce askerin katıldığı geçit töreninde nükleer süpersonik füzelerle gövde gösterisi yapar.
Mao Zedong’un 1 Ekim 1949’da kurduğu Çin, son yıllarda gerçekleştirdiği ekonomik devrimle gündemde. Satın alma paritesinde ABD’yi geçen Çin’in önümüzdeki yıllarda yeni küresel sistemde en etkili kutuplardan biri hatta birincisi olacağı tahminleri yapılıyor.
Ancak ABD liderliğindeki Atlantik dünyasının tahtına oturmaya heveslenen ve “barışçıl yükseliş/peaceful rising” ile “ortak kalkınma vizyonu” sloganlarıyla siyasi ve kültürel hegemonyasını genişletmeye çalışan Çin’in ilk olarak ‘Doğu Türkistan engelini’ aşması bekleniyor.
Çin yönetiminin kurulduğu yıl olan 1949›da işgal ettiği Doğu Türkistan’da özellikle 2018 ve 2019’da uygulamaya konan yeni soykırım ve asimilasyon stratejisi daha şimdiden Pekin’in kabusuna dönüşmeye başladı.
Böyle devam ederse eğer ABD ve Rusya’nın Müslümanları hedefe alan ve ağır bedellere yol açan stratejik hatalarına Çin de dâhil olacaktır.
Bu bağlamıyla Doğu Türkistan meselesi Çin’in bir iç sorunu olmaktan ziyade, hem bütün İslam dünyasını ilgilendiren küresel bir mahiyete hem de büyük devletlerarası güç haritalarını etkileyecek jeo-politik bir dinamiğe sahiptir.
1860’lardan beri Çin’in ‘aşil topuğu’ konumundaki Doğu Türkistan, öyle görünüyor ki bundan sonraki dönemde de Çin’in başını daha çok ağrıtacağa benziyor.
ABD başta olmak üzere Avrupa ve Rusya ile Batı Türkistan’ı oluşturan beş Türk devleti (Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Tacikistan), İslam dünyası ve Hindistan’ın Çin’e karşı çok farklı güç projeksiyonları bulunuyor.
Bütün bu aktörler başta Doğu Türkistan olmak üzere Tibet, Moğolistan, Keşmir ve Hong Kong gibi jeo-politik kozları Çin’e karşı yeri geldiğinde birer yaptırım ve tehdit unsuru yeri geldiğinde de birer kazanç kapısı olarak görebiliyor.
***
Çin, kendini dünyaya yeni bir umut ve sömürgeci Atlantik’in alternatifi olarak sunuyor. Çin’in 1978’deki reformlardan sonra ekonomisi her yıl ortalama yüzde 6’lık hızla büyüdü. 2010’dan bu yana dünyanın en büyük ikinci ekonomisi konumunda olan Çin, satın alma gücü açısından ise 2014’ten beri ilk sırada yer alıyor.
Çin’in bu zenginliğinden ve refahından geniş halk kesimleri ciddi pay aldı. Bir tek Doğu Türkistan halkı bu kalkınmadan yararlandırılmadı. İşte Çin’in çuvalladığı yer de burası.
Doğu Türkistan’daki akıl almaz asimilasyon politikası ve İslam’ın bir din olarak kabul edilmeyişi, hatta Batı’daki İslamofobya denilen İslam karşıtlığı politikasının Doğu Türkistan üzerinden daha da şiddetli bir kültürel ırkçılıkla devreye sokulması Çin’e dair bütün ezberleri bozuyor.
Kim ne derse desin ABD veya Avrupa’dan ziyade, Sovyet Rusya’nın sonunu getiren temel dinamik bu ülkenin İslam dünyasına yönelik stratejik düşmanlığıydı.
Nitekim Sovyetlerin hatasına düşüp ‘terörle savaş’ adı altında İslam dünyasına savaş açan ABD de Sovyet Rusya gibi Müslüman dünyadan unutamayacağı stratejik bir yenilgi aldı. Ve ABD 45 yıl mücadele ederek kazandığı tek kutuplu dünya sistemindeki prestijli konumunu ve tek süper güç olma pozisyonunu birkaç yıl içinde kaybetti.
Yeni Roma olma iddiasındaki ABD, İslam ile savaşı kaybettiği için yenidünyanın etkisiz kutuplarından biri haline geldi. Rusya, Çin ve Türkiye gibi ikincil aktörlerin kendi hinterlantlarında birer süper güce dönüşmesini engelleyemedi. Haliyle jeo-politik ve ekonomik gücü zayıflayan ABD’nin hiyerarşik erozyonu da her geçen gün artarak devam edecektir.
Aynı tuzağa Çin de düşmüş görünüyor. Çin, ya Doğu Türkistan üzerinden İslam’a ve İslam dünyasına açtığı savaşın farkında değil ya da durumun vahametini görecek basiretten yoksun.
Çünkü böyle devam ederse Çin›in akıbeti de İslam›a ve Müslümanlara topyekûn savaş açan Sovyet Rusya ile Haçlı zihniyetinin şablonlarıyla hareket eden ABD gibi olacaktır.
****
Nitekim Doğu Türkistan’daki siyasi asimilasyon ve kültürel soykırımda ABD’nin ‘terörele savaş’ politikasına sarılarak bir ülkeyi, halkını ve o halkın dini ve tarihi değerlerini ‘ideolojik eşitlemeyle’ terörizm diye yaftalamak ve Uygur Türklerinin en küçük insani hak taleplerini dahi terörist faaliyet olarak nitelemek Çin’in sonunu getirecektir.
Bu bağlamda ‘aşil topuğu’ Doğu Türkistan yanında Hong Kong sorunu da Çin’in yumuşak karnına dönüşüyor. Dolayısıyla Pekin yönetiminin sadece ‘aile başına tek çocuk’ politikası değil Tayvan eksenli ‘tek devlet iki sistem’ yaklaşımı da tökezlemeye başladı.
Doğu Türkistan’daki asimilasyona karşı dünya kamuoyundan ve İslam ülkelerindeki halklardan yükselen tepkiler, barışçıl güç diye lanse edilen Çin algısının foyasını ortaya çıkarırken 2017 Ulusal Stratejik Belgesi’nde Çin’i düşman ilan eden ABD’nin elini ise daha da güçlendiriyor.
Ayrıca Çin Halk Cumhuriyeti, Tayvan’ın müttefiklerini kendi tarafına çekme stratejisinde de zorluklar yaşıyor. Fakat Çin’in şu sıralar yaşadığı asıl zorluk kendi içinde. Son yıllarda yurtiçinde demokrasiye, hukuk devletine ve özgürlüklere aç, kentli bilince sahip yeni bir kuşak yetişti.
Devlet yönetimi, Doğu Türkistan’daki uygulamaların başka versiyonu olan otoriter devlet politikasıyla toplumun özgürlük taleplerine daha uzun süre kulaklarını tıkayamayacak.
Çin’in Doğu Türkistan stratejisi Batılı halklar için ‘demokrasisiz bir kalkınma modeli’nin billurlaşmış hali olarak algılanıyor.
Bu tarz bir kalkınma modeli dünyaya ne kadar ekonomik büyüme ve refah vadetse de kültürel olarak cazip görünmeyecektir. Doğu Türkistan’daki kültürel soykırım bağlamında Müslüman ülkeler dışındaki dünya da Çin’in soluk kesici hikayesinin etkileyici olduğu kadar korkutucu da olduğunu görmeye başladı.
***
Her açıdan Çin, Doğu Türkistan saplantısı nedeniyle kendi bindiği dalı kesiyor. Az gelişmiş ve uluslararası arenada esamesi okunmayan bir ülke olan Çin, birkaç on yıl içerisinde stratejik öneme sahip, araştırma ve geliştirme alanında lider bir konuma geldi.
Akıllı telefonlar ve 5G gibi atılımlarla teknolojide dünya çapında öncü bir rol oynama iddiasını sürdürüyor. Ancak bu modelin birçok karanlık yüzü de var: İdeolojik bir demir yumrukla yönetilen, kendi içinde ciddi insan hakları ihlalleri yaşanan, dış politikadaysa sarsılmaz bir inanç ve aba altından sopa gösteren bir sisteme dönüşmüş durumda Çin.
Özenilen bir küresel güç olmak yerine Doğu Türkistanlılar dışında kendi halkı için bile filmlerdekini aratmayan karanlık bir gelecek vizyonunu hatırlatan bir baskı ve denetleme ağı kurmuş Çin.
Özellikle Doğu Türkistan örneğinde, 74 yıl boyunca tek bir demokratik çaba bile göstermeden ne kadar etkin olunabileceğini kanıtlamaya çalıştı Pekin yönetimi. Ancak bunun jeo-politik yan etkilerini hesap edemedi.
Pekin yönetimi Doğu Türkistan halkını asimile edip onların dini olan İslam’ı terörize etme yerine kendi değerleriyle Müslümanların inandığı değerler arasındaki esaslı farkları inceleyip uyum ve koordinasyona ağırlık verirse kazanır. Zira dış politikasının hedefini ‘küresel harmoni’ sloganı ile ifade eden Pekin’in kendisi. İçeride soykırım ve savaş dışarıda ise harmoni ve barış peşinde koşmak büyük bir bilinçsel çelişkiye işaret ediyor. Bu bağlamda Çin’in izlediği tutarsızlık ve belirsizlik taşlarıyla döşenmiş yol insanlarda kaygıya neden oluyor.
Batı medyasında sık sık dile getirildiği gibi Çin hükümeti, “refahın koşulu kabul edilen toplumsal uyumu sağlamak adına 1791 yılında tek gardiyanlı bir hapishane fabrikası tarif eden Britanyalı düşünür Jeremy Bentham’ın hayalini gerçekleştiriyor sanki…”
Ne var ki böyle devam ederse, dünya halkları ve en başta da Müslümanlar Çin’i ve sahip olduğu anlayışı bozguna uğratacaktır.
Aslında Çin, Batı-dışı dünya için büyük bir devrimi ve dönüşümü temsil ediyor. Çünkü modern çağın başlamasından bu yana, son üç asırdır Batı dünyası ilk kez ‘muasır medeniyet’ düzeyinde araçlar üretebilmiş bir başka ülke ve kültürle boy ölçüşmek zorunda kalmıştı.
Eğer Çin Doğu Türkistan üzerinden devreye soktuğu İslam ve Müslümanlara yönelik despotik stratejilerden vazgeçmezse, Batı karşısında yakaladığı bu şansı heba edecektir.
Çünkü hukuk devleti, yolsuzluk, eşit haklar, ekonomik özgürlük, insan hakları ve benzeri başlıklarda yapılan uluslararası sıralamaların çoğunda Çin, beğenmediği Batı dünyasının çok çok gerisinde kalıyor.
Doğu Türkistan’daki asimilasyon süreci ve bundaki ısrar tüm komünist diktatörlüklerin ortak özelliği olan insanın önemsenmeyişini ve Batılı jakoben aklın ürünü olan tepeden inmeci o pozitivist kör ideolojik saplantıları da doğruluyor.
Hasıl-ı kelam Çin, sömürgeci Batı’ya alternatif barışçıl bir süper güce dönüşmek istiyorsa Doğu Türkistan sınavından geçmek zorunda.
Tarihin çarpıtılması, sistematik bir milliyetçi propaganda ve küresel kredi sistemi/şantajı belki Çin’e kısa vadede zarar vermeyecektir. Ancak uzun vadede bunun etkileri yıkıcı olacaktır.
Tayvan veya Hong Kong’tan daha fazla Doğu Türkistan sorunu Çin modelinin sonunu getirecektir.
Çin’in kendisini dünyaya kalkınmış, modern, özgürleşmiş ve sorumluluk sahibi bir süper güç olarak lanse etmesi yönündeki stratejiler daha şimdiden ağır darbeler almaya başladı.
Çünkü hiçbir güç, maddi refah kartıyla özgürlük dürtüsünü ilelebet bastıramaz. Zira maddi güçle özgürlüğün bastırılması demek olan “domuz felsefesi”ne Doğu Türkistanlılar geçmişte olduğu gibi günümüzde de asla prim tanımayacaklardır. Zira İslam dünyasında ahlak her zaman ekmekten önce gelmiştir.
Pekin’in Doğu Türkistan söz konusu olunca girdiği narkoz halinden bir an önce çıkması lazım. Eğer önlem alınmaz ve İslam dünyası tek ses olarak bu soykırıma karşı çıkmazsa, Doğu Türkistan’da sergilenen terör, Batı Türkistan üzerinden dalga dalga dünyaya da yayılacaktır.
Zira Pekin’in Batı’dan kopya ettiği denetim ve endoktrinasyon uygulamalarıyla baskı ve zulüm mekanizması George Orwell ve Hitler’in en cesur hayallerini bile aşmaya aday görünüyor.
Kontrolsüz arzu ve irrasyonel stratejilerin ülkeleri ne tür felaketlere sürüklediği herkesin malumu.
BENZER HABERLER