Son Dakika
Ankara, Çinvirüsü covid-19 aşısına karşılık Uygur davasını Çin’e mi sattı? Milliyetçi-İslamcı damarı kabartan bu soru, aşı sevkiyatının üç kez ertelenmesi ve Çin’in suçluların iadesi anlaşmasını tam bu sırada onaylamasıyla bir anda gündemde öne çıktı ve konu hala tartışılıyor.
Fehim TAŞTEKİN
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın politik ve ekonomik önceliklerle Çin aşısı CoronaVac’ı tercih ettiğine dair suçlamalara bir de “Uygurların iadesi konusunda pazarlık dönüyor” iddiası eklendi. 50 milyon doz Çin aşısının geliş tarihinin üç kez ertelenmesi bu pazarlığa bağlanıyor. Spekülasyonlar sürerken Çin Ulusal Halk Kongresi Daimi Komitesi üç yıldır bekleyen Suçluların Karşılıklı İadesi Anlaşması’nı 22 Aralık’ta onayladı. Böylece tartışmalarda oy yaydan çıktı. 27 Aralık’ta bir aylığına tatile giren Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) şubatta anlaşmayı oylayabileceği öne sürülüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 14-15 Mayıs 2017’de katıldığı Kuşak ve Yol Forumu sırasında imzalanan anlaşma, 24 Nisan 2019’da TBMM’ye gönderilmiş, iki gün sonra kanun tasarısı olarak komisyona havale edilmiş ama genel kurula gelmemişti. Anlaşma Çin’de onaylanınca Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Milletvekili Yıldırım Kaya bir önergeyle Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya “Çin aşısı Uygur Türklerinin iadesi için mi bekletiliyor” diye sordu.
İYİ Parti Grup Başkanvekili Lütfü Türkkan da “Aşıları almak için bazı Uygur Türklerini Çin’e iade edecekler” iddiasını gündeme getirdi.
Sağlık Bakanı Koca’ya göre aşılama 11 Aralık’ta başlayacaktı. Aşılar gelmeyince sevkiyat için 13-14 Aralık tarihi öngörüldü. Ardından aşıların 23 Aralık’ta ulaşacağı söylendi. Son olarak 27 Aralık’ta gelmesi gereken aşılar, Pekin gümrüğünde görülen COVID-19 vakası nedeniyle iki gün daha ertelendi. Nihayetinde ilk posta 30 Aralık’ta ulaştı. Fakat aşılara karşılık Uygur pazarlığı tartışması bitmedi.
Uygur diasporası anlaşmanın onaylanmaması için yoğun bir kampanya başlattı. Siyasetin farklı yelpazeleri kampanyaya destek çıktı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu aşıdaki gecikmenin Uygurlarla ilgili olmadığını ve Uygurların iade taleplerinin karşılık bulmadığını belirterek “Anlaşmayı ‘Uygurları Türkiye Çin’e teslim edecek’ diye yorumlamak doğru değil” yanıtını verdi.
Çinli yetkililerle teması olan iki Türk kaynağın Al-Monitor’la paylaştığı izlenimlere göre aşı siparişi Çin’e anlaşmayı geçirmek için çok uygun bir zemin sunuyor fakat stratejik yaklaşım Uygurların çok ötesine geçiyor. Çin’in aşıyla ülkeleri kazanmaya çalışırken araya Uygurları sıkıştırarak süreci yokuşa sürmesi mantıklı gelmiyor. Anlaşmanın Çin tarafında onaylanması da oluşan bu olumlu havaya bağlanıyor. Ancak Çin onay için harekete geçmeden önce aynı adımın Türk tarafında atılması konusunda olumlu bir sinyal almış olabilir.
Türkiye’de Türkçe yayın yapan Çin Uluslararası Radyosu’ndan gazeteci Gökhun Göçmen ise aşı konusundaki işbirliğinin siyasi bir boyut kazandığı ya da Uygur meselesinin ön şarta dönüştüğüne dair kanıt olmadığını belirtiyor.
Al-Monitor’a konuşan Göçmen şöyle diyor: “Aksine, Çin’in gerek salgınla mücadele gerekse aşı politikasına bakıldığı zaman bu konunun siyasi hâle getirilmemesini ve ilişkilerin farklı kompartımanlarda ele alınmasını talep ettiğini görüyoruz. Diğer türlü, Çin’in Hong Kong vesilesiyle kendisini eleştiren Avrupa Birliği ile Kapsamlı Yatırım Anlaşması imzalamasını, gerilimin zirveye çıktığı Avustralya ile Bölgesel Kapsamlı Ticaret Anlaşması için masaya oturmasını ya da Trump yönetiminin tüm hasmane girişimlerine karşın ABD’ye yardım göndermesini açıklamak güç olurdu. Taraflar aşıların gecikme nedeni olarak gümrüklerdeki Covid vakalarına işaret etmişti ve birkaç gün gecikmeden sonra teslim edildi.
Bu sırada Türkiye’de suçluların iadesi anlaşmasına dair gelişme olmadı. Bu da iddiaların boş olduğu izlenimini yaratıyor.” Kuşak ve Yok İnisiyatifi ile yakından ilgilenen Türkiye’nin fırsatları kaçırmak istemediğini ve Pekin’in içişlerine karışmama siyasetini değerli bulduğunu hatırlatan Göçmen, ilişkilerin 50’nci yılında oluşan güvene dayalı olarak işbirliğinin güvenlik alanında da geliştiğini ve arka planda zorlama olmadığını düşünüyor. Anlaşmanın kesin bir terör çerçevesi çizdiğini, ilişkilerdeki ilerlemeye rağmen Türkiye’nin Uygur hassasiyetini Çinlilerle paylaştığını belirterek “Türkiye kendi hassasiyetlerinin ‘büyük güç rekabetinde’ manipüle edilmemesini kırmızı çizgi olarak belirledi” diyor.
Hükümete yakın medya da anlaşmada Türkiye’nin Uygurların iadesi taleplerini reddetmesine imkân veren maddelere dikkat çekip “Endişeye mahal yok” diyen bir tutum sergiliyor. Bu onay için kamuoyunu hazırlama çabası olarak da görülebilir. Anlaşmaya göre iadesi istenen kişiler siyasi suçluysa; ırkı ve dini nedeniyle yargılanıyorsa; Türkiye vatandaşıysa ya da iltica sürecindeyse talep reddedilebilir.
Uygurların kamplara alındığına dair haberler dünya genelinde bir duyarlılığa yol açarken Erdoğan anlaşmayı sürüncemede bıraktı. Fakat aşı pazarlığına dâhil olmasa bile Çin’in “Ben onayladım, sıra sende” diyen bir pozisyona geçmesi Erdoğan üzerinde baskıyı artırabilir. İçeride ise karşı baskı yükseliyor. Erdoğan’ın dünyanın dört bir yanında mazlumlara sahip çıkma iddiasını eleştiren muhalefet, “İktidar Uygurları satıyor” diyerek Doğu Türkistan için sesini yükseltmesini istiyor. İslamcı ve milliyetçiler bir kenara ana muhalefetteki CHP de Erdoğan’ı buradan sıkıştırıyor.
CHP ayrıca Çin’le uğraşan ABD’deki alıcılara hitap edercesine partinin Uygur raporunu Washington temsilciliğine hazırlattı. Dünya Uygur Kongresi ABD’de üslense de 23 bin Uygur’un barındığı Türkiye yeterince veriye sahip.
Erdoğan’ın muhalefeti umursadığı söylenemez ama başkanlık sisteminde mahkûm olduğu Milliyetçi Hareket Partisi’ni (MHP) gözetme gereği duyuyor. MHP lideri Devlet Bahçeli ile Erdoğan Uygur davasına sahip çıkıp çıkmama konusunda 2016’ya kadar defalarca birbirine ağır suçlamalar yöneltmişti. Erdoğan anlaşmayı dondurup Doğu Türkistan davasına mesafe koyarken Bahçeli de sükûnetini korudu.
2019’da Uygur halk ozanı Abdurrahim Heyit’in öldürüldüğü iddiası üzerine Türk Dışişleri, Çin ve BM’ye çağrıda bulunmuştu. Heyit’in iki haftalık gözaltının ardından ortaya çıkması Ankara’yı açığa düşürmüştü. Erdoğan 2019’daki Pekin ziyareti sırasında Dışişleri’nin iletişim yanlışlığı yaptığını ve hatanın giderildiğini söylemekle kalmayıp Uygur meselesinin “rant” için istismar edildiğini ve bedelini Türkiye’nin ödediğini söylemişti. 2017’de sahte Türk pasaportlarıyla Uygurların Türkiye’ye getirildiği ortaya çıkınca da Ankara zor duruma düşmüştü.
Artık daha temkinli giderek Çin’le ilişkilerde Uygurları “bozucu faktör” olmaktan çıkaran Erdoğan’ın şimdi daha ileri adım atabileceği öngörüsünün dayandığı bir zemin var: Büyük kaynak gerektiren projeler için Çin alternatif hâline geliyor. Hâlihazırda Yavuz Sultan Selim Köprüsü gibi projelerde Çinliler öne çıkıyor. Erdoğan artan oranda Çin sermayesine kapı aralıyor. Gelecek Partisi Başkanı Ahmet Davutoğlu da Çinlilerin Kanal İstanbul’a yatırım yapma planlarına değinip “Bu, ulusal egemenliği de ekonomik rantabiliteyi de yok eder” uyarısında bulundu.
İkincisi, Joe Biden ile birlikte Türkiye-ABD ilişkilerindeki gerilim derinleşirse Ankara-Pekin yakınlaşması ivme kazanabilir.
Batılıların aksine Çin’in ilişkilerde demokrasi, hukuk ve özgürlükler başlığı açmaması Erdoğan’ı rahatlatıyor.
Türkiye’nin Batı ile kavgası büyürken Uygurlar için rüzgârın buradan esmesi kuşkucu bir bakışı besliyor. Muhalefetin de buna el atması iktidarın kuşkularını depreştiriyor. Hatta Bahçeli 13 Ekim’de milliyetçileri ters köşeye yatıran şu çıkışı yaptı: “Doğu Türkistan meselesinin tekrar gündeme getirilmesi tesadüf değildir. MHP karanlık mahfillerde hazırlanıp servis edilen kirli senaryoların zehirli akıntısına kapılmayacaktır.” Bu, 2016’daki darbe girişiminden bu yana AKP-MHP ittifakının harcını oluşturan Batı karşıtı komplocu yaklaşımın Uygur meselesine yansıdığını gösteriyor.
Uygur dosyasında asıl problem olan Türkistan İslam Partisi (TİP), Suriye’nin İdlib bölgesinde edindiği yerle artık Türkiye’nin başını ağrıtıyor. Ankara’nın Astana sürecinde imzaladığı mutabakatlar gereği TİP’in de elimine edilmesi gerekiyor. Türk güvenlik birimlerinin dahli olmadan TİP militanlarının aileleriyle birlikte Türkiye’den Suriye’ye geçip Cisr El Şugur’a yerleşmesi mümkün değildi. Fakat TİP, El Kaide çizgisindeki diğer örgütlerle birlikte Türk-Rus mutabakatlarının önünde ciddi bir tehdide dönüşüyor.
Bunların ötesinde BM Güvenlik Konseyi’nin kararlarına uyum gereği TİP, Türkiye’nin terör örgütleri listesinde. Erdoğan da 2015’te Pekin’de TİP’i terör örgütü saydıklarını söyleme gereği duymuştu. Çin’e karşı koyma stratejisine ağırlık veren ABD ise 2002’de terör örgütü ilan ettiği TİP’i artık varlık göstermediği gerekçesiyle Kasım 2020’de listeden çıkarttı.
ABD’nin tutumu Türkiye’nin elini rahatlatsa da yeni dinamikler Ankara’yı farklı düşünmeye itiyor. 27 Mayıs’ta İdlib’de bir Türk subayının öldüğü saldırının TİP tarafından gerçekleştirildiğine dair Rusya’dan gelen açıklama Türkiye’de algıyı biraz etkiledi. Uygur diasporasından beslenen TİP’in ileride Türkiye için de güvenlik tehdidine dönüşebileceği değerlendirmeleri artıyor.
Bu gelişmeler ışığında Erdoğan’ın anlaşmayla ilgili süreci tamamlaması şaşırtıcı olmayabilir. Terör listesindekiler gerçekten terör örgütü muamelesi görmezken Erdoğan, anlaşma onaylansa bile pratikte bir şeyin değişmeyeceği garantisiyle itirazları geriletebilir.
Kaynak : https://www.7sabah.com.tr/haber/69315/erdogan-onundeki-cin-seddi-asi-ve-uygurlar/(Al-Monitor )
BENZER HABERLER