Foreign Policy dergisinin editörlerinden James Palmer, 2018 yılında katıldığı bir panelde Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki durumla ilgili konuşurken bölgede irtibatta olduğu ve kendisine haber kaynağı olan Uygurların hepsinin “ortadan kayboldu”ğunu söylemiş ve göz yaşlarını tutamamıştı. Palmer’ın temasta olduğu insanların hızlıca ve aniden güvenlik güçleri tarafından alıkonulması, Çin’in bölgedeki Uygur Türklerine ve diğer Müslüman azınlıklara yönelik baskı politikasından haberdar olanların aklına “mesleki eğitim merkezleri”ni getiriyor.
Çin, Sincan’da bu yapılardan kaç tane bulunduğuna, buralarda kaç kişinin olduğuna ve söz konusu kişilerden ne kadarının sosyal hayata döndüğüne ilişkin bilgi vermiyordu. Yalnızca, birkaç kampın kendi belirlediği az sayıda yabancı diplomat ve basın mensubu tarafından kısmen görülmesine izin vermişti.
“Mesleki Eğitim Merkezleri” ve Toplu Gözaltı Uygulamaları
Çin yönetiminin 2014 yılında duyurduğu ve kademeli olarak kapasitesini arttırdığı bu gözaltı merkezlerinde, 2020 yılındaki raporlara göre, 1 milyon 800 bin Uygur Türkü ve Müslümanın tutulduğu ve 25 bin insanın ise öldürüldüğü tahmin ediliyor. Çin yönetimi, “mesleki eğitim” aracılığıyla bölgedeki potansiyel “İslami terör” tehdidini ve aşırı eğilimleri bertaraf ettiği iddiasına sahip ve bu tesislerin toplama kampı olarak nitelendirilmesine karşı çıkıyor.
Uygurların ve uluslararası toplumun “soykırım” olarak tanımlanmasını talep ettiği bölgedeki sistematik insan hakları ihlallerine yapılan vurguların bir sonucu olarak, Çin’in davet ettiği medya kuruluşları Sincan’daki kamplara Çin yetkililerin denetiminde bazı ziyaretler gerçekleştirmişti. Bu ziyaretlerde katı bir disiplin ortamı içerisinde ziyaretçilere kendi folklorlarını yöresel danslarla tanıtan ve eğitim kurslarına yüzlerinde zoraki gülümsemelerle katılan insanların genel hâli, bazılarının yüzlerindeki yaralanmayı andıran izler, Çinli yetkililerin ziyaretçilerin soruları karşısındaki gergin tavırları ve verdikleri netlikten uzak cevaplar, neticede Çin yönetiminin kendi iddialarını desteklemeye yaramadı. Aksine, zihinlerde daha fazla soru işaretinin oluşmasına neden oldu.
Bu ziyaretler dışında, Sincan’a turist olarak giden gazeteciler, bu kampların yakınlarına gidip bazı dış mekân görüntüleri alabildi ve zaman zaman bu açık alanlarda içtima hâlinde toplanan insanları görüntüleyebildi. Bu kısıtlı görsel kayıtların yanında, kamplardan ayrıldıktan sonra yaşadıklarını anlatanlar ve yakınlarından haber alamayan aile üyelerinin tanıklıkları, medya kuruluşlarının ana kaynakları durumundaydı.
Palmer, aynı demecinde bölgeden bilgi akışının oldukça kısıtlandığını, polisin Sincan’a giden gazetecilere konuşan Çinlileri de vakit geçmeden gözaltına aldığını ve engel olduğunu vurgulamıştı. Bu bilgi akışı kısıtlılığına karşın; Türkiye, Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerindeki Uygur diasporası, toplu gözaltına almaları uluslararası toplumun bir gündem maddesi hâline getirmek için yıllardır çaba harcıyor ve bölgedeki sistematik hak ihlallerinin “soykırım” olarak kabul edilmesini talep ediyor. Mayıs ayının son haftasında, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet’nin Çin ve Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ne durumu gözlemlemek için yapacağı ziyaretin gerçekleştiği günlerde yayımlanan polis belgeleri, Uyguların toplu alıkonmasının sağlam delillerini uluslararası toplumun dikkatine sunuyor.
Sincan Polis Belgeleri
24 Mayıs günü BBC, Spiegel ve Le Monde dâhil olmak üzere 14 uluslararası basın kuruluşu, Sincan’daki polis teşkilatının sisteminden alınan fotoğraf ve raporları yayımladı. Toplu alıkoyma sisteminin detaylarını ortaya koyan binlerce fotoğraf, yazışma ve belge, Uygurların nasıl alıkonulduğu üzerine farkındalık yaratmaya çalışan Komünizm Kurbanlarını Anma Vakfı mensubu Alman antropolog Adrian Zenz’e 2022 yılı başında iletilmişti. Zenz’le birlikte hareket eden medya kuruluşları ve araştırmacılar, heklenen belgelerinin doğruluğu sorguladı. Belgelerinin sahih olduğu tespit edildikten sonra medya kurumları, Bachelet’nin 1 haftalık Çin ziyaretinde yaklaşık 10 gigabaytlık bu veri setini ve kendi raporlarını eş zamanlı olarak dünyayla paylaştı. Veri setinde 300 binden fazla alıkonulan kişinin bilgileri, binlercesinin fotoğraf kaydı, üst düzey yetkililerin gizli konuşmaları, polis kitapçıkları, personel bilgileri ve 20 binden fazla Uygur Türkü için gözaltı bilgileri yer alıyor.
Ocak-Temmuz 2018 arasında polis tarafından çekilen 5 binden fazla Uygur Türkü’nün sabıka fotoğrafları, veri setinde yer alıyor. Bu fotoğraflardakilerin 2 bin 884’ünü alıkonulduğu kayıtlarda görülüyor. Bu fotoğrafların en belirgin özelliği, Çin yönetiminin kamplarda tutulanların “istekli öğrenciler” olduğu iddiasını çürüten işaretler içermesi. Fotoğraf kaydı alınan mahkumların bir kısmının yanında ellerinde cop tutan gardiyanları görmek mümkün. Sabıka fotoğraflarına ek olarak; bazı mahkumların elleri ve ayakları bağlanmış ve gözleri örtülmüş bir şekilde alıkonulma ve tatbikat gibi diğer operasyon anlarında çekilmiş fotoğrafları veri setinde mevcut. Sabıka kayıtlarından anlaşıldığı üzere; birçok insan, sadece Müslüman olduklarına dair işaretlerden yola çıkılarak ya da Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkeleri ziyaret ettiği için alıkonulmuş.
Üst düzey Çinli yetkililerin kurum içi mesajlaşmaları, konuşmaları, direktiflerinin dökümleri ve polis tutanakları de yayınlanan belgeler arasında. Kampların tüm bölgelerinde silahlı memurların, gözetleme kulelerinde makineli tüfeklerin ve keskin nişancı tüfeklerinin konumlandırıldığı ve kaçmaya çalışanlar için “vur-öldür” kodunun geçerli olduğu görülüyor. Çin Komünist Partisinin Sincan bölgesindeki başkanı olan Chen Quanguo’nun kaçmaya çalışan her mahkumun “vurulacağını” söyleyen ve daha önce kayıtlara geçmemiş 2017 yılına ait bir konuşmasını da bulunuyor.
Polis sisteminin heklenmesiyle elde edilen belgeler, Çin’in “mesleki eğitim merkezleri” olarak tanıttığı yapıların fiilen hapishane gibi yönetildiğini, suç işlediği ispat edilmemiş dinî azınlık mensubu vatandaşları gözaltında tutulduğunu ve bu kişilerin kötü muamele gördüğünü kesin olarak kanıtlıyor. Belgelerden elde edilen deliller, Uygurların güvenlik güçlerince tehlikeli veya “aşırılıkçı” olarak etiketlenmelerinin ve gözaltı yahut hapis cezasına çarptırılmalarının keyfi yapısını gösteriyor.
Belgelerin Yayımlanmasının Ardından BM’ye Tepki
24 Mayıs tarihinde, Çin ziyaretini gerçekleştiren Michelle Bachelet, ziyaretinin ardından, Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde uygulanan “terörle mücadele tedbirlerinden” duyduğu endişeleri dile getirdiğini açıkladı:
“Çin hükûmetine tüm terörle mücadele ve aşırılıklardan arındırma programlarının uluslararası insan hakları standartlarına uygun yürütülmesi, programlarda keyfi ve ayrımcı uygulamalara yer verilmediğinden emin olması için programların gözden geçirilmesi tavsiyesinde bulundum.”
Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Agnes Callamard, Bachelet’nin açıklamalarını yetersiz bulduğunu belirterek sert bir tepki verdi. Bir BM komiserinin 17 yıl sonra Çin’e yaptığı bu ziyareti bir “diplomatik tiyatro”ya benzetti ve bir talepte bulundu:
“Önümüzdeki tek yol, Sincan hakkında uzun zamandır beklenen raporun yayınlanması ve bulguların BM İnsan Hakları Konseyinin haziran ayındaki bir sonraki toplantısında sunulmasıdır.”
Dünya Uygur Kurultay’ı ve Uygur Araştırma Enstitüsü üyesi akademisyen Doç. Dr. Erkin Ekrem, Çin dışına çıkmış Uygurların bir kısmının haber alamadıkları ve akıbetini bilmedikleri aile ve akrabalarının fotoğraflarına bu belgelerde denk geldiğini aktarıyor. Uygur diasporası da bu raporun yayımlanmasına dair bir beklentiye sahip. Mayıs ayı ortasında, İsviçre’de yaşayan Uygur Türkleri, Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki insan hakları ihlallerine ilişkin Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliğinin (BMİHYK) raporunu açıklamasını talep etmek üzere protesto gösterisi düzenlemişti. Aylardır bu raporun açıklanması beklenirken Bachelet, Çin ziyaretini gerçekleştirdi.
Callamard’ın ardından Uygur diasporasının ve uluslararası medya kuruluşlarının da yoğun eleştirilerine maruz kalan Yüksek Komiser’in istifa edeceği söylentileri yayıldı. 2018’den beri görevde olan ve görev süresini ağustos ayında tamamlayacak olan Bachelet, BM İnsan Hakları Konseyinin haziran ayındaki ellinci oturumunda, ikinci dönem için aday olmayacağını açıkladı. Eylül 2021’den beri açıklanması beklenen BM raporu ise hâlen sunulmuş değil.
Uluslararası Kamuoyundan Gelen Tepkiler
Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu, yayımladığı açıklamada, polis belgelerini “kampların son derece militarize doğasının reddedilemez kanıtı ve daha önce yayınlanmış olan ve hükûmet tarafından düzenlenen basın turlarında yapılanların tam bir tezatı” olarak tanımladı.
8 Haziran’da Strazburg’da toplanan Avrupa Parlamentosu (AP) Genel Kurulu oturumunda söz alan temsilciler, Çin’in eylemlerinin insanlığa karşı suç ve Uygurlara karşı soykırım riski taşıdığının ifade edileceğini bildirdi. Heklenen polis belgelerinin Uygurların mağduriyetini kesin suretle ortaya koyduğunu aktaran vekiller, “sözde eğitim merkezlerinde toplu keyfi gözaltılar, işkenceler, çocukların ebeveynlerinden zorla ayrılması, köle işçiliği ve dijital izleme sistemi gibi etnik, kültürel ve dini kimliği ortadan kaldırmaya yönelik baskıların” ispat edildiğini kaydetti. Parlamento, ayrıca, aldığı kararla, Avrupa Birliği Komisyonunu zorla çalıştırma ve zorla çalıştırmayı sömüren Çinli şirketler tarafından üretilen tüm ürünlere ithalat yasağı koymaya çağırdı. AP kararları, üye ülkelere tavsiye ya da çağrı niteliğinde oluyor ve üye ülkeler için hukuki bağlayıcılığı bulunmuyor.
Sincan bölgesinde ve Çin’de üretim tesisleri bulunan Batılı küresel firmalar, bir ikilem içerisinde. Firmalar Çin’deki varlıkları nedeniyle soykırım suçu, zorla çalıştırma ve diğer sistematik hak ihlalleriyle anılmayı kendi itibarları açısından bir sorun olarak görseler de doğrudan gelirlerini etkileyecek ithalat yasağına karşılar ve bölgeden çekilmeyi göze alamıyorlar. Bölgedeki üretimlerini sonlandırdıkları takdirde, Pekin tarafından cezalandırılacaklarını ve Çin pazarından bütünüyle çıkarılacaklarını biliyorlar.Bu doğrultudaki daha somut ve isim vererek talepte bulunan bir çağrıyı ise Almanya’daki çelik işçilerinin sendikası yaptı. IG Metall Sendikası Başkanı Jörg Hofmann, Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ne yönelik insan hakları ihlali iddiaları nedeniyle Alman otomotiv üreticisi Volkswagen’e (VW) bölgedeki fabrikasını kapatması çağrısı yaptı. Volkswagen’in Urumçi şehrindeki yıllık 50 bin araç kapasiteli fabrikası, 2013 yılında açılmıştı. Aynı zamanda VW Denetleme Kurulu Başkan Yardımcısı görevinde de olan Hoffman, firmanın insan hakları ihlallerine karşı görünür ve net bir şekilde konumlanması gerektiğini vurguladı. Volkswagen ise fabrikasındaki çalışanların durumunu iyileştirmeye yardımcı oldukları iddiasında ve hiçbir çalışanın baskı altında çalışmadığını belirterek fabrikayı kapatmayı reddediyor.
İthalat yasağına dair net bir adım ise Çin’le daha gerilimli diplomatik ve ticari ilişkilere sahip olan Amerika Birleşik Devletleri’nden geldi. 22 Haziran günü Dışişleri Bakanlığı, Uygurların Zorla Çalıştırılmasını Önleme Yasası kapsamında Çin’in Sincan özerk bölgesinde üretilen ürünlerin ABD’ye giriş yasağının uygulamaya girdiğini açıkladı. Bu yeni yasa, Sincan’dan gelen herhangi bir malın fiilen zorla çalıştırıldığı varsayımıyla ithal edilmesini yasaklıyor. Bu, ABD’nin aldığı çok önemli bir tavır olsa da kararın gerçekten uygulanıp uygulanmayacağını hep birlikte göreceğiz.
Bölgedeki insanlık dramı, yalnızca ABD’nin tavır almasını gerektiren bir durum değil. Dosyaların yayımlanmasının ardından kınama yayımlayan başta Birleşik Krallık, AB bölgesi ve İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkeleri olmak üzere diğer ülkelerin alacağı Çin’e ve sorumlu yetkililere yönelik yaptırım kararları önem arz ediyor. Çin ile ilişkilerinin gerilmesinden çekinen ülkelerin, polis belgelerinin net olarak ispat ettiği zulümlere ve sistematik hak ihlallerine cevaben, Çin’in insan hakları sicilini savunmaktan vazgeçip vazgeçmeyecekleri sorusu, yanıtlanmayı bekliyor.
Medya kuruluşlarının yayınladığı polis belgelerine ve hazırladıkları buna ait raporlara https://www.xinjiangpolicefiles.org/ internet sitesinde erişilebiliyor.