Son Dakika
Sayın İsmail Kahraman’ın Kalem ve Kamerasın’dan Anayurt’dan Ata Yurda
Türk basın tarihinde bir ilki gerçekleştirerek kendi imkanlarımızla Doğu Türkistan’a giderek Urumçi, Turfan, Kaşgar, Yarkent ve Hotana’da belgesel çeken ilk gazeteci olduk. 27 Ağustos ve 5 Eylül 2012 tarihlerinde Doğu Türkistan’da çektiğimiz belgeselin senaryo metnini sizlerle paylaşıyorum.
Doğu Türkistan’dan Geliyorum
27 Ağustos ve 5 Eylül 2012 tarihleri arasında Çin’in başkenti Pekin ve Doğu Türkistan’ın tarih ve kültür şehirlerine yaptığımız 10 günlük geziyi tamamlayarak önceki gece sabaha yakın 10 saatlik bir uçak yolculuğu ile Türkiye’ye döndüm.Çin’e bu benim ikinci kez gidişimdi.Çin’e yaptığımız ilk ziyaret 2006 yılının Nisan ayında gerçekleşmiş, 12 gün Çin’in doğusundaki Pekin’den yola çıkarak Şangay, Şian, Guanzo, Şenzen ve Hong Kong’u gezerek belgesel çekimleri yapmıştık.
Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi’den yola çıkıp Turfan, Taklamakan Çölü içerisindeki Hotan, kültür merkezi Yarkent, Pamir ve Tanrı Dağları eteğindeki ilk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılar’ın kurulduğu Kaşgar’ı adım adım gezerek Devri- Alem belgesel programı olarak tarihe not düşüp zamana noterlik yaptık.
Doğu Türkistan illeri ve Çin’in başkenti Pekin ile ilgili geniş çaplı bir yazı serisini önümüzdeki günlerde sizlerle ayrıntılı olarak paylaşacağız. Ancak bugün özetle Doğu Türkistan ve Çin gezimiz ile ilgili özet bilgileri sizinle paylaşmak istiyorum.
Doğu Türkistan ve İpek Yolu kültür coğrafyamızın önemli bir parçası. En büyük hayalim İpek Yolu güzergahını baştan başa gezmek. Çin’den başlayan ve İstanbul’da sona eren İpek Yolu’nu gezip belgesel çekmeye bir ömür yetmez. Ama parça parça da olsa biz İpek Yolu’nu gezerek belgesel çekmeye çalışıyoruz.Bu kapsamda Pakistan, Afganistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Doğu Türkistan, Moğolistan ve Çin’de belgesel çekimleri yaptık.
Japonların 80’li yıllarda çektiği ve TRT’de siyah-beyaz olarak yayınlanan ünlü İpek Yolu belgeseli, gönüllerimize taht kurmuştu. Benimde belgeselci olmama İpek Yolu belgeseli yön göstermiş ve teşvik etmişti.Doğu Türkistan’ı hep kitaplarda okuduk, Çin işkencesini basından takip ettik. Doğu Türkistan hep gönül yarası oldu, Atalar yurdu Doğu Türkistan acaba neresiydi.Bizim uçakta Doğu Türkistan’a giderken okduğumuz ansiklopedik bilgileri sizlerle paylaşıyorum.
Doğu Türkistan Neresi ?
Doğu Türkistan Orta Asya’nın orta bölümünde yer alan büyük Türkistan’ın doğu kesimidir. 1949 yılından bu yana Çin Halk Cumhuriyeti’nin siyasi ve iktisadi kontrolü altındadır. Bir ortaçağ Uygur el yazmasında “Uygurların Ülkesi” anlamına gelen, “Uygur Eli” terimi bulunmuştur.
Doğu Türkistan, Türkistan’ın bir parçasıdır. Türkistan, batıda Hazar Denizi’nden, doğuda Altay ve Altın Dağları’na; güneyde Horasan, Karakurum Dağları’ndan, kuzeyde Ural Dağları ile Sibirya’ya kadar uzanmaktadır. Doğu Türkistan; Türkistan’ın doğusunda ve Asya kıtasının tam ortasında bulunmaktadır. Güneyde Pakistan, Hindistan, Keşmir ve Tibet, güneybatı ve batıda Afganistan ve Batı Türkistan, kuzeyde Sibirya ve nihayet doğu ve kuzeydoğuda Çin ve Moğolistan ile sınırdır.
Doğu’da Çin ve Moğolistan, kuzeyde Batı Türkistan, batıda Batı Türkistan ile Afganistan, güneyde Keşmir ve Tibet ile çevrilmektedir. Doğu Türkistan’ın büyük bölümü Karakoram, Tanrı Dağları, Tarbagatay ve Altay sıradağları ve Taklamakan Çölü ile kaplıdır. Bu bölgede büyük ölçüde 50 milyon Uygur, bir Müslüman Türkçe konuşan insanlar yaşar.
Doğu Türkistan, günümüzde 1,65 Milyon km2 alanı kapsar, önceleri resmi kaynaklara göre 1,82 milyon km2 alanı kapsardı. Güneydeki Kunlun Dağları, Doğu Türkistan ile Tibet arasında sınır, ve kuzeydeki 400 kilometre uzun Altay Dağları Doğu Türkistan ile dış Moğolistan, Rusya ve Kazakistan arasında sınır oluşturur. Tanrı Dağları 1700 kilometre uzunlukta ve 250-300 kilometre genişlikte, büyük bir bölümü Doğu Türkistan’da, güneyden kuzeye doğru uzanırlar.
Çok zengin bir tarihe sahip ve görkemli görünümlü Doğu Türkistan, yüksek dağlarla, çok iyi ve ilginç çöllerle, güzel otlaklar ve ormanlarla kaplıdır.
Doğu Türkistan’nın deniz kıyılarından uzak kalması ve yüksek dağlarla çevirilmiş olması, çölleşmesine sebep olmuştur. Bu yüzden de kurak bir iklime sahiptir.
Tanrı dağlarının bulunduğu bölgede, Uygurların Tushuk tash dedikleri Kaşgarda yer alan Tushuk Tash görülmesi gereken nadir güzellikteki yerlerden biridir.
Doğu Türkistan üç büyük bölgeye ayrılmaktadır:
1. Cungarya Havzası, bozkır iklimli alçak alandır. Urumçi, Gulca ve Karamay bu bölgededir.
2. Tanrı Dağları, dağlık bölgedir. En yüksek tepesi Han Tanrı tepesidir (7.300 metre). Turfan Havzası da bu bölgede yer almaktadır. Yanan Dağlar, Tanrı Dağlarının silsilesinde çorak bir, aşınmış, kırmızı kumtaşlı tepelerdir.
3. Tarım Havzası, Tarım Irmağından adını alan yüksek dağlarla çevilmiş çukurdur. En alçak yeri deniz yüzeyinden 800 metre yüksektedir. Bu bölgenin büyük kısımı Taklamakan Çölü ile kaplıdır. Tarım Nehri ile bir kolu olan Kaşgar Derya, Yarkent Derya, Hotan Derya ve Aksu ile birlikte Çerçen Derya, Karaburan Gölü’ne dökülür. Tarım Nehri’nin diğer kolu Kuruk Derya ise Lob Çukuruna gider.Yerleşim yerleri akarsular boyunca uzanan Kaşgar, Yarkent, Hotan, Aksu, Uçturfan, Kumul, Altay, Gulca ve Turfan vahalarında gelişmişti.
12 Kasım 1933 tarihinde ilan edilen Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti, 6 Şubat, 1934 yılında Ma Chnagying ordusu Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti ordusunu imha etmiş ve yeni kurulan Cumhuriyeti yıkmıştı.
12 Kasım, 1944 yılında tekrar oluşan Doğu Türkistan Cumhuriyeti beş yıl sonra 20 Ekim, 1949 yılında tekrar yıkılmış ve Aralık 1949’da Çin Halk Kurtuluş Ordusu bölgeye girerek konuşlandırılmış ve Doğu Türkistan, Çin Halk Cumhuriyeti’ne bağlanmıştır. Doğu Türkistan halkı da o zamandan beri Çin işgaline karşı direnmeye devam ediyor.
1953 yılında Türkiye dokuzyüz’den fazla Doğu Türkistan’lı ilticacıyı Kaşmir ve Pakistan’dan kabul etmişti.
Doğu Türkistan’a gitme hayalim Gerçek oldu
Doğu Türkistan’a gitmek bizim için sadece hayaldi. Hayallerimiz nihayet gerçek oldu. Bir grup dostun organize ettiği özel Doğu Türkistan coğrafyası ve İpek Yolu turuna bizleri de davet ettiler. 27 Ağustos 2012 gece saat 01.00’de Çin Havayollarına ait uçakla İstanbul’dan Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi’ye uçtuk. 27 ağustos günü öğle saatlerinde Urumçi’ye indik. Ve Türkiye ile Çin arasındaki zaman farkı ortalama 6 saat. Türkiye’den Çin 6 saat ilerde. Türkiye ile Çin arasındaki uçuş yaklaşık 10 saat. Hiç durmadan 10 saat uçak yolculuğu yapmak hem sıkıcı hem de biraz ürkütücü ve korkutucu. Ama yolculuk, kültür ve medeniyet coğrafyamız, gönüller diyarımız Doğu Türkistan’a olunca vız geliyor. 10 gün süren Doğu Türkistan ve Çin gezimizin ana hatlarını sizlerle özetle paylaşmak istiyorum.
Urumçi’den Turfan’a
Çin Havayollarının CZ 680 sayılı İstanbul – Urumçi tarifeli direk seferi ile 27 ağustos 2012 günü 01: 45’de Urumçi’ye hareket ettik. Aynı gün 13: 00’te Urumçi’ye varışta karşılamayı takiben; yerel rehberimiz tarafından karşılandık ve özel aracımızla 3 saat sürecek TURFAN yolculuğuna başladık ve geceyi Turfan’da geçirdik. Urumçi ile Turfan arasında mesafe yaklaşık 180 kilometre. Tanrı Dağlarını seyrederek üzüm bağları arasından Turfan’a geldik.
Tarihler 28 Ağustos 2012, sabah kahvaltıyı takiben, güne Turfan turumuzla devam ettik. Kariz yer altı su sisteminin belgesel görüntülerini çektik. Turfan’da emin minaresi olarak bildirilen Emin Camii’ni ziyaret ettik. Uygur Türklerinin ilk yerleşik hayata geçtiği, 2000 yıl önce kurdukları şehir kalıntılarında Türk tarihini yeniden yaşadık. Turfan’ın asma bahçelerinden doya doya üzüm yedik. Turfan’dan ayrılmadan önce Uygur mutfağına özgü öğle yemeği azığımızı aldık, ardından Urumçi’ye doğru yolculuğumuz başladı.Varışı takiben, panoramik Urumçi şehir turunda, Urumçi Büyük Cami ve Şanhi Cami’lerini gezip, Tayyip Erdoğan’ın namaz kıldığı Urumçi Camii’nde biz de namaz kılarak Tanrı Dağları’nın buzlarıyla yapılan Uygur ayranından içip yorgunluk attık. Urumçi Kulesi’nden Uygur şehrini doya doya seyredip İpek Yolu kervanının Urumçi’de uğradığı tarihi Kapalı çarşı da Uygur Türkleriyle görüşüp sohbet ettik. Kültür tarihimizin muhteşem geçmişini doya doya gezip Doğu Türkistan tarihini yaşayarak Urumçi Oteli’nde konakladık.
* Turfan, (Uygurca:, Turpan şehiri, Doğu Türkistan’da tarihi bir vaha şehridir.
Batısında Toksun İlçesi, kuzeybatısında Urumçi şehri, kuzeyinde Jimisar İlçesi ve Guçung İlçesi, doğusunda Piçan İlçesi, güneyinde Lopnur İlçesi ile sınırdır.
Turfan şehri, iki mahalle komitesi, iki kasaba yedi kırsal belde ve üç özel kırsal belde gibi yerleşim birimlerinden oluşur.
Turfan şehri Turfan Havzası’nın kuzey kenarında kurulmuş, havzanın en çukur yerinde Ayding Gölü, deniz seviyesinden 154 metre derinlikte olan bölgede bulunur. Böylece Turfan dünya’da Lut Gölü’nden sonra ikinci çukur olan havzasıdır. Dünyanın en sıcak yerleşim bölgelerinden birisidir. Doğu Türkistan’da hava sıcaklığının en yüksek olduğu bir bölgede kurulmuş olan Turfan, “Alev vahası” olarak da adlandırılır.
Üzüm bağları ile kaplı mermer yolları ile bütün kavlaklar birbirine bağlanmıştır. Halkı misafir perverdirlerdir. Turfan çok eskiden beri çok verimli bir vaha ,Karez denilen kanal suyu ile beslenen ve önemli bir ticaret merkezidir. Karez Turfan’da yaşayan insanların çok önemli bir buluşudur. Karez yerel Uygur dilinde “kaynak” anlamındadır.Tanrı Dağlarından eriyen kar suları, Karez denilen yer altı su kanalları ile Turfan Havzası’nı besler. Turfan’dan ortalama otuz kilometre güneydoğusundaki Gülbah köyünde Doğu Türkistan’ın en tatlı Kavun’u burada yetişir.
Tarihsel olarak İpek Yolu’nun kuzey güzergahında, o zamanlarda Turfan’nın güneybatısında Korla ve Karashahr Krallıkları ve güneydoğusunda da Karahoca (Gaochang) Krallığı bulunurdu.Turfan’ın 10 km. batısında Yamaz vadisinde milattan önce 108 – 450 yılları arasındaki dönemde eski krallıklara başkentlik yapmış tarihi Yarğol harabeleri bulunur.
Karahoca Uygur Krallığı’na (866 – 1209) Turfan kış aylarında, Beşbalık ise yaz aylarında başkentlik yapmıştır.Bu şehir de diğer Doğu Türkistan şehirleri gibi aşırı miktarda Han Çin’lilerin göçüne maruz kalıp, Uygurlar azınlığa düşürülmüştür.
Turfan (şehir)’de yaşayan 2000 yılı sayımına göre Uluslar:
Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi’ den Hotan a kültür yolculuğu
Urumçi, Çin’in kuzeydoğusunda yer alan, Doğu Türkistan adıyla da bilinen, Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nin başkenti. 2,5 milyon nüfuslu bir şehir olup 10.989 km²´lik bir alan kaplıyor. Mançu İmparatorluğu 1884 yılında, Doğu Türkistan istilasını gerçekleştirdiğinde şehre Çince (Dihua) adını vermişlerdi. 1955 yılında, daha öncelerden Eyalet statüsündeki Doğu Türkistan´ın, Sincan Uygur Özerk Bölgesi olması ile birlikte, başkentin adı da tekrar Ürümçi olmuş. Çin´in batıya açılan en önemli güzergahlarından. Demiryolu taşımacılığında önemli bir geçittir. 174,53 kişi/km² düşmekte.
29 Ağustos günü Urumçi’ye veda ettik.Sabah erken kalkarak, havalimanına geçtik.Doğu Türkistan’ın önemli kültür merkezi Urumçi’den Hotan’a hareket etmek için geldik.Uçağın penceresinden Taklamakan Çölü, karlı Tanrı Dağları’nı seyrederek çöl ortasındaki Hotan’a geldik. Havalimanında karşılanmayı takiben, yerel rehberimizin eşliğinde, özel bir organizasyon ile, Taklamakan Çölü’ne yolculuk başladı. Taklamakan Çölü’nde deve safarisi gerçekleştirerek İpek Yolu kültürünü doya doya yaşadık. Taklamakan Çölü’nde tıpkı atalarımız gibi deve sırtında gezerek tarihi İpek Yolu’nda yolculuk yaptık.
Taklamakan Çölü, Rub´ul Hali´den sonra dünyanın 2. büyük aynı zamanda Çin´deki en büyük kum çölüdür.Taklamakan Çölü Sincan eyaletinin aşağı yukarı üçte ikisini kaplar. Alanı ortalama 300.000 kilometrekaredir. Büyük bir kısmı 100 metre kumla kaplıdır, hatta bazı beyanlarda 300 metreyi bulduğu söylenmektedir.
Taklamakan Çölü’ndeki deve turumuzu tamamladıktan sonra tekrar Hotan’a dönüp, tanrı dağlarından gelen Yeşim Irmağı’nda Yeşim taşı arayan Uygurlarla sohbet edip biz de yeşim taşı aradık. Yeşim taşı Çinliler için de çok kıymetli.Çoluk çocuk herkes yeşim taşı arıyor.Hotan Şehri’nin muhteşem gece manzarasını doya doya seyrederek Hotan’da Uygur Türkleriyle birlikte üzüm asması altında oturup hem şiş kebap yedik, hem de Hotan’ın güzelliklerini ve İpek Yolu´nu konuştuk.
Hotan’ da Kültür tarihimizin izlerini araştırıyoruz.
Taklamakan Çölü’nün ortasında adeta yeşillikler içerisinde bir tabloyu andıran Hotan, İpek Yolu’nun önemli bir güzergahı.Türkler buraya 632 yılında gelmişlerdi.Yeşim taşının çıktığı yeşim ırmağı ve Taklamakan çölü ile dikkat çeken Hotan, Selçuklu Devleti’nin vezirlerinden Cemalettin Hotani’nin memleketi. Hotan’a veda ederek Yarkent’e gideceğiz.
Hotan’da ki kahvaltımızı Uygur Türkleri’nin işlettiği bir Uygur otelinin restoranında yapıyoruz. Geleneksel kıyafetleri ile Uygur kızlarının hazırladığı kızarmış ekmek, mantı, yumurta, omlet ve Gök Çay’dan oluşan kahvaltımızı hazırlayan Uygur kızlarıyla, Uygur mutfağı üzerine söyleşi yapıyoruz.
Yeşim Taşı’ nın başkenti Hotan
Çin’e bağlı Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nin güney batısında İpek Yolu’nun Taklamakan güney güzergâhı üzerinde yer alan tarihi bir vaha şehridir.
Hotan şehri, dört mahalle komitesi), bir kasaba, üç kırsal belde ve bir özel kırsal belde gibi yerleşim birimlerinden oluşur.Kaşgarlı Mahmut, Türk Dili’nin en eski ve değerli sözlüklerinden Divân-ı Lügati’t-Türk’te;
“Udun” “Xotan” şehrinin adı. Xotanda oturanlara da udun derler.Ve “Kaş öküz” “Xotan şehrinin iki yanından akan iki deredir.” gibi bilgiler verilmiştir.
Hotan Eski Çağ’da Budist kültürünü Orta Asya’ya bağlayan önemli bir merkezdi. Çinliler tarih boyunca buraya büyük önem vermişler ve kutsal kabul ettikleri yeşim taşı sebebiyle Hotan’da yaşayan halk ile iyi geçinmeye çalışmışlardır. Hotan’ın 8,5 km batısında yapılan kazılarda manastır kalıntıları ve keşiş hücreleri ile birlikte Budizmle ilgili Sanskritçe belgeler bulunmuştur.
Batı Türkleri Miladi 632 yılında Hotanı aldılar ve Hotan beyinin 649 yılında lakabı yabğu idi. 641 yılından önce Hotan şehri yanında “Ts’io-mo” da Batı Türklerinin bir valisi vardı ve 646 yılında “She-Küei” Kağan Hotan’a sahip oldu.
658 yılında Çinliler Hotanı geri aldılar, 659 yılında da Tu-man Tigin geri aldı.[670 yılında Tibetliler Hotanı aldı. 704 yılında Kul Çur Hotan’da K’an şehrini aldı. 739 yılında etrafında Hotan Türgiş Kağanlarına bağımlı idi. 9. yüzyılda Hotan Türkistan’da sayılırdı ve hükümdarın adı “Al-mu’azzam aî-Türk va al-Tubbut” (Türklerin ve Tibetlilerin muazzamı) şeklinde tanımlanmıştır.
İpek Yolu üzerinde önemli bir şehir olan Hotan’a Büyük Hun Devleti, Göktürkler, Uygurlar, Karahanlılar, Karahıtaylar, Moğollar, Çağatay Hanlığı ve Timurlular Devleti hakim oldu.
Uygur Devleti zamanında Türkleşen şehir, Karahanlılar zamanında İslamlaştı. 10. asırda yazılmış bazı İslam kaynaklarında Hotan’la ilgili ayrıntılı bilgiler mevcuttur.
Doğu Türkistan’da 1514 ile 1680 yılları arasında Altışehir (Altıshahr) olarak bilinen Hotan, Yarkent, Yengihisar, Kaşgar, Aksu, ve Uçturfan gibi şehirleri içine alan bölgede Yarkand Hanlığı, (mamlakati Yarkand, mamlakati Moghuliya, mamlakati Saidiya) egemenlik sürmüştür.
Hotan 19. yüzyılda Çinliler ile Uygur Türklerinin mücadelelerine sahne oldu. 1877’de Yakup Bey’in ölümünden sonra şehir Çin idaresine geçti. Bu tarihten sonra Çin idaresine karşı çok sayıda isyan çıktı. Doğu Türkistan Türkleri, Mehmet Emin Buğra liderliğinde 1933’te Doğu Türkistan İslam Cumhuriyetini kurdu. Hotan şehri de aynı yıl bu devlete katıldı. 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra tekrar Çin idaresine giren şehir 1955’te yeni kurulan Sincan Uygur Özerk Bölgesine dahil edildi. Bu tarihte sonra da Çin idaresine karşı birkaç isyan meydana geldi. Bu isyanların tamamı kısa süre içinde bastırıldı.
Hotan aynı zamanda çok sayıda alimi ile meşhur bir şehirdir. Hoteni olarak tanınan bu alimlerden biri olan Kadı Cemaleddin el Hotani Anadolu Selçuklu sultanı IV. Kılıçarslan zamanında vezirlik yapmıştır.
Bölgenin en eski ve en önemli geçim kaynağı ipekçiliktir. Bölgede meyve, üzüm, pamuk, buğday, mısır ve pirinç üretimi yaygındır, hayvancılık da gelişmiştir.
Hotan, ayrıca tarih boyunca ve günümüzdeki zenginliği yerli halkın Yorungkax He adını verdiği kurumuş olan bir nehir yatağından çıkarılan yeşim taşından gelir. Daoism (Taoism) dininin en yüksek tanrılarından biri olan Yeşimimparator’un ismidir. Çin kültüründe yeşim taşı takmanın iyi şans getireceğine inanılır. Ayrıca antik çağlarda yeşim taşının böbrek hastalıklarını iyileştirici gücü olduğuna inanılır. Bunun dışında bazı bölgelerde yeşim taşının diş çürüklerine ve ağrılarına iyi geldiğine de inanılmıştır. Şehirde metal ve değerli taş işlemeciliği gelişmiştir.
Hotan halıları’ nın dokunduğu yerde belgesel çekiyoruz.
Hotan’a veda etmeden ünlü halıların dokunduğu tarihi halı atölyesine gidiyoruz. İpek Yolu güzergahındaki Hotan, desen desen rengarenk halılarıyla ünlüydü. Hotan’da halı ticareti de yapılıyordu. Yeşim nehri kenarındaki yeşillikler içerisindeki halı atölyesinde dokunan halılar göz ve gönül ziyafeti sunuyor. Genci ile yaşlısı ile Hotanlı hanımlar rengarenk halı dokuyorlar. Rehberimiz Hotan halıları hakkında bilgi verirken “Gökte ne kadar renkli bulut varsa Hotan’da o kadar renkli halı dokunur. “Cümlesi Hotan Halılarını ününü göstermekte. Halı atölyesinde halı atölyesinde Uygurca söyleşi yayıp halı desenleri hakkında bilgi alıyoruz. Hotanlı halı dokuyan kızlar kameramıza gülümserken Hotanlı hanımların zarafetinin de yansıtıyorlardı. Yün ve ipek Hotan halılarını satıldığı mağazayı da gezerek Hotan müziğinin 12 makamının ipek halıya ilmik ilmik işlenen halının da belgesel görüntülerini çekiyoruz.
30 Ağustos 2012 günü Yarkent üzerinden Kaşgar’a gideceğiz. Bir kısmı çöllerde geçecek toplam 500 km yol kat edeceğiz. Çin devleti bölgeye çok ciddi yatırımlar yapıyor. Urumçi-Kaşgar arasına 1500 km uzunluğunda çok kaliteli bir otoyol yapmış. Hotan-Kaşgar arasına ise 500 km demiryolu döşemiş. Çin’in buraya hizmetleri sadece bunlarla ibaret değil. Tüm Doğu Türkistan şehirleri yeni binalarla inşa ediliyor. Taklamakan Çölü tarıma açılmış, çöl her geçen gün kavak ağaçlarıyla yeşillendirilip, bağ ve bahçeler kuruluyor. Bölgeye tarlalar yapılıyor. Çölün Çinliler tarafından nasıl yeşillendirildiğini, nasıl ağaçlandırıldığını, yol üzerinden çok rahatlıkla görüyoruz. Otoyolun sağ ve sol tarafı büyük su kanallarıyla donatılmış, çöl ortalarına doğru su boruları çekilerek ağaçlar dikilmiş. Çin’in Taklamakan Çölü ile ilgili çok daha büyük projesinin olduğunu öğreniyoruz. Denize akan büyük ırmakları Çin devleti tünellerle Taklamakan çölüne getirmek için büyük tüneller yapıyor. Taklamakan Çölü’nün tümüyle tarıma açılması için çalışmasını hızlandıran Çin devleti, bölgenin Uygurlar lehine olan demokratik yapısını da değiştirmek için 600 bin Çinli aileyi bu bölgeye getirmeyi planlıyor.
Taklamakan Çölü
Taklamakan Çölü, Rub’ ul-Hali’den sonra dünyanın ikinci büyük aynı zamanda Çin’deki en büyük Kum çölüdür. Önaasya’dan kuzeybatı Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nden Tarım Havzasının batı bölgesinden 218 numaralı Anayola kadar uzanır. Bu anayolun doğusunda Tarım Havzasının en derin yeri olan Lop Nur Çölü bulunur. Önceleri Taklamakan Çölü ve Lop Nur Çölü Tarım Nehri, Konçe Derya (Konqi He) und Çerçen Derya (Qarqan He) nehirleri ile ayrılırdı, fakat Tikenlik’in güneyi son on yıldan beri kurudu.
Genişliği batıdan doğuya 1000 kilometre, kuzeyden de güneye 400 kilometre olan Taklamakan Çölü, 324 bin kilometrekarelik alanı kapsamaktadır.Xinjiang Sosyal Bilimler Akademisi’nden araştırmacı Qian Boquen, takli kelimesinin Türkçe’deki kavak anlamına gelen tohlak veya tohrak kelimelerinden, ma hecesinin büyüklüğü ifade ettiği, kan hecesinin de eski Farsça’daki ülke, kent veya köy demek olan kand sözcüğünden geldiğini, bu nedenle Taklamakan’ın kavak ülkesi demek olduğu görüşünü dile getirmektedir.
Ortalama yıllık yağış 30 mm altında olan bölgeler Çöl sayılır aynı zamanda kurak’tır. Bu çok kurak olan iklim, iki nedenden oluşur. Birincisi Taklamakan yüksek sıradağların yağmur gölgesindedir. İkincisi Taklamakan Karasal iklim kuşağında oluşudur. Denizlerden gelen Hava akımları daha Anaasya’ya ulaşmadan nemini kaybeder, böylece yüksek sıcaklığa yol açar.
Yüksek sıradağların eteklerinde bir çok vaha’larda zengin bitki örtüsü vardır. Kunlun Shan ve Tanrı Dağları’ndan eriyip gelen kar suları Tarım Nehri’ni ve diğer ırmak ve dereleri besler, Tarım nehri boyunca Kavak ,Söğüt Yalancı iğde.ve çok sık çalılık kendir ve kenevir gibi bitki örtüsü vardır. Tarım vadisinde ince bir Kavak ormanları yetişir.
Taklamakan Çölü Sincan Eyaletinin aşağı yukarı üçte ikisini kaplar. Alanı ortalama 300.000 km² olup büyük bir kısmı 100 metre kumul’la kaplıdır, bazı beyanlarda hatta 300 metre yüksekliğindedir.
Başlıca vaha şehirleri, yağış alan dağlardan gelen sulardan beslenen, güneyde Kaşgar, Miran , ve Hotan , kuzeyinde Kuçar İlçesi ve Turfan, doğudaki Loulan ve Dunhuang’dır.
Taklamakan Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nın bir parçası deprem tehditi altındadır.
Çöl’de Tuz gölleri vardır. Bir kaç metre derinlikte büyük tabansuyu tabakası bulunur, tahminen etrafındaki Sıradağlardan eriyen kar sularından birikmiştir.
Taklamakan Çölü’ndeki petrol kaynakları dünyanın en zengin petrol rezervleri arasında yer almaktadır.
Çin’in güvenlik önlemleri
Doğu Türkistan illerinde ki gezimiz sürerken en çok dikkatimi güvenlik önlemleri çekiyor. bir çok polis noktasında çok ciddi güvenlik önlemleri alınarak, araçlar tek tek kontrol ediliyor. Otoyolun değişik noktalarına bir çok kamera yerleştirilmiş. Kameraların görüntüleri, bir çok noktaya servis yapılarak tek tek inceleniyor. Güvenlik, çok ileri boyutta. Otoyoldan geçen araçlar, hatta içindekiler bile takip edilebiliyor.
Büyükşehirlerin giriş ve çıkışlarında polis kontrol noktalarında tüm araçlar ve içindeki bagajlar dahi tek tek kontrole tabi tutuluyor. Hotan-Yarkent arasında ki polis kontrol noktasında ki gördüğüm manzara beni cidden çok düşündürdü. Kontrol, tam anlamıyla bir işkenceye dönüşmüş. Güneşin altında saatlerce bekleyen kadın, erkek, çoluk, çocuk bekliyor ve tuvalet bile yok. İnsanlar ihtiyaçlarını çölde insanların gözleri önünde yapıyorlar.
Doğu Türkistan tarihinde Hotan ve Yarkent
Hotan ile Yarkent arasında uçsuz bucaksız çöllerde yolumuza devam ediyoruz.Yollar uzadıkça uzuyor. Bulunduğumuz bu coğrafya kültür ve medeniyet tarihimiz için çok önemli izler taşıyor. Taklamakan çölü, Hotan ve Yarkent Türk İslam tarihinin yazıldığı coğrafya.Özellikle Hotan ve Yarkent’e (Altı şehir) Altıshahr de deniyordu.Yarkent Hanlığı dönemi çok iyi araştırılması gereken dönem.
Doğu Türkistan´da 1514 ile 1680 yılları arasında Altışehir (Altıshahr) olarak bilinen; Hotan, Yarkent, Yengihisar, Kaşgar, Aksu, ve Uçturfan gibi şehirleri içine alan bölgede Yarkand Hanlığı, (Mamlakati Yarkand, memleketi Moghuliya, memleketi Saidiya) hakim olarak kültür tarihimize hizmet etmişti. Bu duygu ve düşüncelerle Taklamakan Çölü ile Tanrı Dağları arasındaki bölgede yolumuz devem ederken Gerek Hotan ve gerekse Yarkant ile ilgili incelediğim Ansiklopedik bilgilerin özetini siz değerli okurlarımla paylaşıyorum.
Hanlar kenti Yarkent;
Yarkent İlçesi (Uygurca: Yeken Nahiyisi, Yerkent, Yərkənt; eski Türkçe: Yérkent, deniz´den yüksekliği 1189 metre yüksekte konumlanan Çin Halk Cumhuriyeti´nde Sincan Uygur Özerk Bölgesinde bir nahiye düzeyine düşürülmüş bir şehirdir.
Doğu Türkistan´nın Kaşgar´dan sonra ikinci büyük şehridir.Yarkent, birbirine çok uzak mahallelerden kurulmuş bir vaha şehridir. Taklamakan Çölü´nün batı ucundadır.Tarım Nehri´nin bir kolu olan Yarkent Nehri şehirden geçer.
Yarkent’in Kasaba ve köyler
Yarkent İlçesi, yedi kasaba , yirmi iki kırsal belde ve bir özel kırsal belde gibi yerleşim birimlerinden oluşur.
Yarkent’in kısaca Tarihi
Yarkent muhtemelen Türkçe yar (Yar, suların açtığı uçurum. ile kend (şehir; kale veya doğu ülkelerinde her şehre verilen bir addır.) birleşmesinden elde edilmiş olabilir.
2000 yıldan fazla bir tarihi geçmişi olan Yarkent, eski çağlarda Yarkent, Qusha ve Yerqiang gibi krallıklara ev sahipliği yapmıştır.
502 – 550 yılları arasında Hunlar, 552 – 648 yılları arasında Göktürkler, 648 – 649 yılları arasında Tang Hanedanı zamanında Çinliler, tekrar 659 yılından itibaren 744 yılına kadar Göktürkler, 790 ve 791 – tahminen 842 yılları arasında Tibetler ve 1006 yılından itibaren Karahanlılar 1032 – 1210 yılları arasında Doğu Karahanlılar, Doğu Karahanlıları Karahitaylar yıktıktan sonra Karahitaylar, daha sonra; önce 1227 – 1370 yılları arasında Çağatay Hanlığı daha sonra 1370 – 1514 yılları arasında Doğu Çağatay Hanlığı bu bölgede egemenlik sürmüştür.
Karahanlılar döneminde Yarkent
Karahanlılar döneminde, “I. Yusuf Kadir Han Gazi ve Hasan Buğra Han Gazi Yarkend kentine geldiler ve burada yaşadılar. Onlar insanları İslam dinine inandırdılar. Onlar, sözle ve açıkça iman ederek Müslüman oldular. İnsanlar paralarını ve mallarını, mülklerini, yaşam ve bedenlerini vermeyi teklif ettiler. Onlar fakir olanlara tamamını verdiler..
Yarkand Hanlığı Dönemi
Doğu Türkistan´da 1514 ile 1680 yılları arasında Altışehir (Altıshahr) olarak bilinen Hotan, Yarkent, Yengihisar, Kaşgar, Aksu, ve Uçturfan gibi şehirleri içine alan bölgede Yarkand Hanlığı, (mamlakati Yarkand, mamlakati Moghuliya, mamlakati Saidiya) egemenlik sürmüştür. Yarkand Hanlığı (Seidiye Hanlığı) zamanında önce tarihi Kaşgar daha sonra da Yarkent şehri başkentlik yapmıştır. Abdülkerim Han’ın yerine geçen oğulları Muhammet Han ile Şecaeddin Ahmet Han ve Abdullah Hanlara egemenlik yönünden yarar sağlayacağı düşüncesiyle Ahmet Kazani (Mahmud-ı Azam)´nin ilk hanımından olan büyük oğlu Hoca Kalan (Muhammet Emin)’ı Yarkent´e çağırması Doğu Türkistan´ın yazgısına etki edecek olayların gelişmesine neden olmuştur. Çünkü bu iki kardeş Hocanın ölümünden sonra oğulları büyük bir çekişmeye girerek ülkeye fayda yerine zarar getirmişlerdir. Hoca İshak Veli’nin oğulları İshakiyye veya Karatağlık adıyla, kardeşi Hoca Kalan’ın oğulları da Afakiyye veya Aktağlık adıyla ayrı görüşleri savunan iki dini grup olarak kıyasıya savaşıma girmeleri ülkeyi yeni bir döneme sürüklemiştir ki bu döneme “Hocalar Devri” denmiştir.
19. Yüzyılda Yarkent;
1943 – 1956 yılları arasında kendi idari yapısına sahip olan Yarkent 1956 yılından sonra nahiye seviyesine düşürülüp Kaşgar İline bağlanmıştır.
Merkezi Yarkent’de olan Saidiye Hanlığı’nın hükümdarı Sultan Abdürreşit Han (1563 – 1570)’ın girişimi, Amannisa Hanım (1533 – 1567) ve ünlü müzik ustası Kıdırhan’ın önderliğinde halk arasındaki makamçılar bir araya getirilmiş ve Uygur Oniki Makam müziği ve metinleri derlenip sistemleştirilmeye başlanmıştır.
Yarkent’de Ekonomi;
Yarkent İlçesinde 1300 fazla küçüklü,büyüklü İşyerleri bulunur. Temel ürünü endüstriyel pamuk iplik eğirmek yanında tarım yan ürünleri de bulunur.Ünlü Yarkent Pamuğu, Çin´deki diğer pamuk arasında ödül almış ve en iyisidir.
Yarkent’den Türkiye’ye Göçler
1965 yılında Türkiye Yarkent’den 235 serbest göçmenleri, 1961 yılında da Afganistan’a sığınmış bir grup Uygur ilticayı, Türkiye’ye kabul ederek yerleştirmiştir.Bugün Türkiye’de çok sayıda Yarkent’li Uygur yaşamaktadır.
Doğu Türkistan’ın kültür ve medeniyet merkezleri olan altı şehirler olarak da kültür tarihimizde önemli yeri olan Hotan ve Yarkent ile ilgili ansiklopedik bilgileri bir taraftan okurken, diğer taraftan otobüsümüzün penceresinden muhteşem Doğu Türkistan manzarasını belgesel görüntülerini çekmeye çalışıyoruz. 330 km’lik Hotan-Yarkent arasında ki yorucu yolculuğumuza Kargalı kasabasında mola vererek dinleniyoruz.
Kargalık’dan Yarkent’e gidiyoruz.
Doğu Türkistan illerini bir bir gezerken, isimler bize yabancı değil. Yarkent yollarında ilerlerken ilk mola yerimiz Kargalı’da duruyoruz. Yeşillikler içinde, muhteşem bir doğaya sahip bir Uygur restoranında yemeğimizi yiyoruz. Tabi bu sırada hemen etrafımızı Uygur Türkleri çeviriyor. Çoluk, çocuk, kadın, erkek, genci yaşlısı, at arabaları etrafımızı sararak yanı başımızda toplanıyor. Gördüğümüz manzara bize Anadoluyu hatırlatıyor.
Biz yemeğimizi yerken ilginç bir olayla karşılaşıyoruz. Yoksul bir küçük Uygur çocuğu Muz almak için babasından para istiyor, ancak babası parası olmadığı oğluna muz alamıyor. Bu sırada heyetimizden bir arkadaşımız para vererek çocuğunu muz almasını sağlıyor. Bu sırada etrafımıza polis geliyor. Ancak ne bir müdahalede bulunuyor, ne de bir şey söylüyor. Uygur restoranında yemeğimizi yiyerek tekrar Yarkent’e doğru yola çıkıyoruz.
Yarkent’ da belgesel çekiyoruz.
Yarkent adını Yar’dan alır. Başka bir ifadeyle de Yarkent ismi, suların açtığı kovuktan gelir. Ama ne olursa olsun, Biz Yar’ı sevgiliden, Yar’dan biliriz. Yar üzerine bir çok türkü yazılmış, ismini Yar’dan alan bir çok şiir yazılmıştır.
Yarkent’te ilk durağımız, Uygur Tarihi için büyük önem taşıyan Amen Nisan hanımın türbesi. Amen nisan Uygurlu bir Türk biyenin hanımı. Kültürel tarihimize de önemli eserler bırakmış bir isimdir.Yarkent’te bulunan türbesi adeta ziyaretçi akınına uğruyor.Uygurlu Türkler ona büyük önem veriyor.Biz de Uygurlu Türkler ve kadınlarla birlikte bir Fatiha okuyoruz.
Türbe muhteşem bir mimariyle yapılmış. Çeşitli motiflerle işlenmiş. Ardından bur Uygur mezarlığına gidiyoruz. Uygur mimarisiyle yapılan mezarlıklar muhteşem bir görüntü sergiliyor. Uygur Türkleri mezarlarını ahşaptan, beşik şeklinde yapıyorlar. Burada ilk olarak Han Sultan’ın türbesini ziyaret ediyor. Türbe dışarıdan bakılınca muhteşem bir görüntü sergiliyor. Ahşaptan yapılmış bu türbenin içinde bulunan sanduka çeşit çeşit desen ve motiflerle süslenmiş. Diğer birkaç türbe ise eskimiş.Mezarlarını beşik şeklinde yapan Uygurlar aslında bu şekilde inançlarını yansıyor. Bunun anlamı doğarken insanlar beşiğe konur, öldükten sonra da beşiğe koyulur gibi koyulmalılar manasında. Muhteşem motifler ve sandukalar arasından geçerek belgesel görüntüler eşliğinde mezarlıktan çıkıyoruz.
Muhteşem motifler içinde göz ve gönül ziyafeti sunan Yarkent Camii’ne gidiyoruz. Cami bizleri mest ederken, muhteşem üzüm asmaları ve yeşillikler gönlümüzün pasını silerken, camide ki motifler adeta nakış nakış işlenmiş. Minare ve caminin kapısını beğenimizi kazanırken, camini içinde ki çeşit çeşit ve renk renk desenler Uyguların gelişmişlik düzeyini bizlere gösteriyor. Bol bol fotoğraf çekerek gezimizi sürdürüyoruz.
Yarkent tarihi Hazar’dayız
Yarkent’te bulunan tarihi çarşı ve pazara giriyoruz. Bizleri Anadoluyu anımsatan bu pazarda aklınıza gelebilecek hemen hemen her şey satılıyor. Beşikten, ahşap işlemeye, sazdan aklınıza gelebilecek her şeyi bulabileceğiniz bu Pazar geçmişin İpek Yolu geleneğini yansıtıyor. Burada bir Uygur saz üstadına konuk oluyoruz. Bu saz ustası burada saz ve kopuz satarken, bizlere de söylediği türkülerle muhteşem bir gönül ziyafeti sunuyor. Ardından çarşıyı boydan boya gezmeye devam ediyoruz.
Yarkent’te ki son fotoğraf karemiz ise ilginç bir enstantaneyle oluyor. Pazarda fotoğraf çekerken bir Uygur hanımefendi ve bir Uygur beyi objektiflerimize gülümseyerek el sallıyor ve bizlerin gönüllerimizi fethediyorlar.
Yarkent’den Kaşgar’a gidiyoruz
Bir zamanlar Yarkent hanlarının yaşadığı kültür tarihimizin önemli bir parçası Yarkent’e veda etme vakti.Yarkent’e veda etmeden, yarkent hanlarından Sultan Seyda Han, Abdurraşit Han, Aman Nisan hanım gibi Doğu Türkistan tarihinde iz bırakan şahsiyetlerin ruhuna Fatiha okuyarak Kaşgar’a doğru yola çıkıyoruz.
Yarkent-Kaşgar arası 220 km. bölgeye tarım havzası da deniliyor. Tarım ırmağı Tanrı Dağları’ndan aldığı suyu Kaşgar havzasına vererek bölgeyi bereketlendiriyor. Yeşillikler arasında yolumuz polis kontrol noktalarında durdurularak devam ediyor. Görevli polisler turist olduğumuzu öğrenince yolumuza devam izni veriyorlar.
Kaşgarlı kasapla söyleşi
Kaşgar girişinde ki polis kontrol noktasında yaşlı bir Kaşgarlı, arabamıza biniyor. Şoförümüzü Yasin beyinde akrabasıymış. Kendisiyle sohbet ediyoruz. Halinden memnun gözüken kasap, şoförümüze “bunlar devlet adamı, bunlar rahat. Biz emeğimizle çalışıp kazanıyoruz.” Diyerek espri yapıyor.
Yeni Kaşgar şehrinden geniş caddeler ve büyük binalar arasından şehre giriyoruz. Tarihi Kaşgar şehri yavaş yavaş yok olmak üzere. Şehrin girişinde bizi kızıl derya karşılıyor. Tıpkı bizim Kızılırmak gibi Tanrı Dağları ve Pamir Dağları’nın karlı suyunu tarım havzasına taşıyor. Kızıl Derya’ya el sallayarak Kaşgar şehrine giriş yapıyoruz.
Kaşgar meydanındaki Mao heykeli
Kaşgar’da kalacağımız otele geliyoruz. Otelimiz Kaşgar şehir Meydanının hemen yanında. Otelimizin tam karşısında bir elini Pekin’e doğru işaret eden Mao’nun çok büyük bir heykeli ile karşılaşıyoruz. Meydanın hemen yanı halk bahçesi adıyla Park yapılmış. Gerek meydan ve gerekse parkta gezenler başlarını kaldırdıklarında Mao’nun heykeli ile karşı karşıya geliyor. Mao, aradan yıllar geçse de “Ben buradayım.” İntibaını veriyor. Mao’nun gösterişli heykeli Kaşgar’ın her tarafına hakim bir şekilde büyük bir platforma yerleştirilmiş.
1949 yılında Mao Sosyalist Çin Halk Cumhuriyeti’ni kurduğunda Kaşgar’da bağımsız Doğu Türkistan devleti bulunuyordu. Mao tarafından 1952 yılında Kaşgar işgal edilmişti. Kaşgar meydanın tam ortasına 1952-2012 rakamının yazdığı büyük bir çelenk yapılarak 60. yıl kutlama çelengi oluşturulmuş. Meydan’da 24 saat polis araçları ve polis panzerleri görevde. Her yerde polis hakim. Meydan’da ki polis noktaları tamamen tutulmuş.
Otelimizin önü ve meydanda gezerken sünnet ve düğün törenlerinin konvoylarını da görüyoruz. Üstü açık bir kamyonette davul ve zurna eşliğinde konvoyların önünde ki araçlar Kaşgar’ın sıkıntılı havasını dağıtıyor ve insana neşe veriyor.Arka arkaya geçen konvoylar insanı heyecanlandırıyor. Konvoyların görüntülerini çekerken polislerin sert bakışlarına muhatap oluyoruz.
Turan restoranda akşam yemeği
Kaşgar’da akşam yemeğini Turan restoran’da yiyeceğiz. Latin harfleriyle Türkçe olarak restoranın adı dışarıda ki tabelada Nuran diye yazıyor. İçeri girdiğimizde “N” nin yerini “T” almış Turan olmuş. Başta yoğurt ve gök çayı olmak üzere Uygur mutfağının en lezzetli yemeklerinin yer aldığı büyük bir zevkle süslenmiş restoranın içerisinde hem göz ve hem gönle hitap eden mimari süslemelerin içerisinde akşam yemeğimizi yerken, restoranın sahibiyle de konuşuyoruz.
Restoranın sahibi 2009 olaylarından sonra Turan adını dışarıda Nuran olarak yazdığını, hükümetle gerginlik yaşamak istemediklerini, içeride de Turan adına devam ettiklerini söylerken, Türk turistlerin bölgeye gelmesinden büyük mutluluk duyduklarını hem Çinlilerin Türkiye’ye gitmesini, hem de Türk turistlerin buralara gelmesinden iki ülke halkının mutlu olacağının da altını çiziyordu.
Kaşgar sokaklarında gece turu
Turan veya Nuran adı ne olursa olsun bu restorandan çıktıktan sonra Kaşgar sokaklarına kendimizi atıyoruz. Öz Türk, Has Türk adında bir çok mağaza ve dükkan bizlere adeta hoş geldin diyerek sürpriz yapıyordu. Kaşgar Meydanı’nın yanında İhlas mağazası ise bize tam bir sürpriz yaşattı. İhlas mağazasının buralarda satış yerlerinin olduğunu öğrendik. Tarihi Kaşgar Meydanı ve İdegah Camii’nin muhteşem gece manzarası göz ve gönlümüzü aydınlattı. Yıllar önce Japonların meşhur İpek Yolu dizisinde ki Kaşgar bölümünde büyük keyifle izlediğimiz Bayram namazı ve namazdan sonra ki Uygur Türkleri’nin muhteşem bayram kutlamalarını adeta bu tarihi meydanda yaşar gibi olduk. İpek Yolu’nun da geçiş güzergahı olan Kaşgar şehrinin doya doya gece manzaralarını seyrederek Kaşgar’da ki otelimize geldik.
Doğu Türkistan’ın kültür başkenti Kaşgar’ı geziyoruz
Doğu Türkistan’daki gezimiz tüm hızıyla devam ediyor. Türk zaferler tarihi içinde önemli olan 30 Ağustos 2012 tarihinde Kaşgar’a gelmiştik. Zafer bayramının heyecanı Kaşgar’da yaşıyoruz. Sabah erken kalkarak Kaşgar’da ki gezilerimizi sürdüreceğiz.31 Ağustos 2012 günlerden Cuma. Ağustos ayı Türk zaferler tarihi için çok önemli. Sultan Alpaslan’da 1071 tarihinin Ağustos ayında Malazgirt meydan muharebesini kazanmıştı. Ağustos’un son günlerinden Kaşgar’a gelip Kaşgar’ı ziyaret etmemiz bizlere farklı duygular yaşatıyor. Üstelik mübarek Cuma gün Kaşgar’ı adım adım gezerek Cuma namazını doğu Türkistan’ın kültür başkent’e Kaşgar’da kılacağız.
Kaşgarlı Mahmut’un türbesini ziyarete gidiyoruz
Kaşgar da ilk ziyaret edeceğimiz yer Kaşgarlı Mahmut’un türbesi. Karlı Pamir ve tanrı dağlarının eteğinde bereketli bir ovada bulunan Kaşgarlı Mahmut’un türbesinin bulunduğu Opar köye şehir Merkezine 50km. Hızla köye doğru giderken sanki Anadolu yollarından geçiyoruz, meyve bahçeleri üzüm bağları, toprak damlı evler, rengârenk elbiseler içerisindeki Uygur hanımları, at ve eşek arabaları, tarlada çalışan Uygurlara el sallayarak yolumuza devam ederken Kaşgar ile ilgili bilgilerimi elimdeki nottan gözden geçiriyorum. Şimdi sizlere Kaşgarlı ile bilgiler paylaşacağım
Kaşgar’ın adı nereden geliyor
Kaşgar ya da Ordu Kend, hanın oturduğu şehir” demektir, Doğu Türkistan´da Sincan Uygur Özerk Bölgesi´nin batısında Pamir ve Tanrı dağları eteğinde tarım havzasında yer alan tarihi bir şehirdir. Ünlü Türk dil bilgini Kaşgarlı Mahmut Kutat Kubilik yazarı Yusuf Hasacip ama ön önemlisi ilk Türk İslam devleti olan ve Müslüman Türk hakanı unvanı ile İslam medeniyetinin Türk İslam coğrafyasında yayılmasına öncülük eden Karahanlılar Devletinin kurucusu Saltuk Buğra Han ın memleketi olarak tanınan Kaşgar Türk tarihinin bir kilometre taşıdır.
Kaşgarın adı nereden geliyor?
Ansiklopediler bu konuda farklı bilgiler var. Araştırmacılar Kaşgar adını Koşkar, Köşker veya Kaşkar oymağından aldığını ileri sürerler. Köşker oymağının ata yurdu Kırgızistan´ın güneyinde, Kırgızistan-Özbekistan sınırına yakın Celal-Abad İlinde bulunan Koşkar-Ata şehridir. Bir başka varsayıma göre ise Kaşgar, adını şehrin civarından sık bulunan “Kaş Taşı” veya diğer adıyla “Yeşim Taşı”ndan almıştır.
Bugün gözden ve gönülden ırak olan bir zamanlar Osmanlı coğrafyasının da bir parçası olan Türk İslam tarihinin en önemli kültür başkenti Kaşgar’ın coğrafi konumu hakkında ise şu bilgileri verebiliriz.
Batısında Kaşgar Kuna Şehir İlçesi, kuzeyinde Atuş İlçesi, doğusunda Feyzivat İlçesi ve güneyinde Yengisar İlçesi ile sınırdır. Taklamakan Çölünün batısında Tanrı Dağları´nın eteklerinde yer alan Kaşgar, deniz seviyesinden 1290 metre yükseklikte konumlanır. Kaşgarın havası suyu çok güzel olduğu için hanların hakanların oturduğu bir bölge olarak anılan yer olarak ta bilinmekte.
Türk- İslam tarihinde Kaşgar
Şehrin kuruluşu tarihi Çinlilerin Han Hanedanlığı dönemine kadar uzanmaktadır. Şehirde ilk hüküm süren Müslüman Türk hükümdarı Karahanlılar´dan Abdülkerim Satuk Buğra Han´dır. Ünlü türk bilgini ve adını Kaşgardan alan Kaşgarlı Mahmut yazdığı kitabı Divânu Lügati´t-Türk´de, ” Kaşgar” ” ile şu bilgileri vermektedir Kaşgar: Doğu Türk ilinde tanınmış şehir adı.” olarak tanımlanır. Kutadgu Bilik´de; “Kent: Şeher. Bu kelimeden alınarak Qaşqar üçün “Ordu Kend” derler. Hanın oturduğu şehir demekdir. Çünkü Afrasiyab, havası güzel olduğu için burada otururdu”.
Türk tarihinde Kaşgar
Kaşgar birçok Türk devleti ve Türk hanına ev sahipliği yapmış. Türk tarihinde Kaşgar’ın geçmişini şöyle özetleyebiliriz: 502 – 550 yılları arasında Hunlar, 552 – 648 yılları arasında Göktürkler, 648 – 649 yılları arasında Tang Hanedanı zamanında Çinliler, tekrar 659 yılından itibaren 744 yılına kadar Göktürkler, 790 ve 791 – tahminen 842 yılları arasında Tibetler ve 1006 yılından itibaren Karahanlılar 1032 – 1210 yılları arasında Doğu Karahanlılar, Doğu Karahanlılar’ı yıktıktan sonra Karahitaylar, daha sonra; önce 1227 – 1370 yılları arasında Çağatay Hanlığı, daha sonra 1370 – 1514 yılları arasında Doğu Çağatay Hanlığı bu bölgede egemenlik sürmüştür.
Anadoludan Kaşgar’a Tatar Göcü
Türk tarihinde orta Asya dan Anadolu’ya göçler olduğu yazılmakta Kaşgar tarihini araştırdığımızda Anadolu’dan Kaşgar’a göçler olduğu karşımıza çıkıyor.
Kaşgar 1399 yılında kısa bir süre de olsa Timurlular Devleti´nin idaresine girdi. Timur Ankara Savaşı´ndan sonra Anadolu´dan getirdiği Kara Tatarların bir bölümünü Kaşgar´a yerleştirdi. Doğu Türkistan´da 1514 ile 1680 yılları arasında Altışehir (Altıshahr) olarak bilinen Hotan, Yarkent, Yengihisar, Kaşgar, Aksu, ve Uçturfan gibi şehirleri içine alan bölgede Yarkand Hanlığı, (mamlakati Yarkand, mamlakati Moghuliya, mamlakati Saidiya) egemenlik sürmüştür.
Kaşgar’da Rus, İngiliz ve Çin mücadelesi
Askeri ve ekonomik bakımdan çok önemli olan ipek yolunun tanrı dağlarındaki en önemli geçidin bulunduğu yer olarak ta bilinen Kaşgar tarih boyu hakim güçlerin mücadele alanı içerisinde yer almış, son yüzyıllarda dünyaya hükmetmek isteyen Rus, İngiliz ve çinliler, Kaşgarı hakimiyet alanı içine almaya çalışmışlar.
Kaşgar 1759´da Çinlilerin eline geçti. Bu tarihten sonra bölgede yaşayan Müslümanlar Çin idaresine karşı mücadele başlattılar. Yakup Han (Yakub Beg Badawlat) bölgede bağımsız bir devlet kurdu ve 1872´den itibaren ülkesinde Osmanlı Sultanı Abdülaziz adına hutbe okutmaya başladı. Kaşgar, Yakup Han´ın hükümdarlığı kaynaklarında sık sık söz edilen Yettishahr (“Heptapolis”) yedi şehir´den birisidir, diğerleri Hotan (Khotan), Yarkent (Yarkand), Yengihisar (Yangihisar), Aksu, Kuçar (Kucha) ve Korla´dır,Yakup Han´ın ölümünden sonra Çin tekrar Kaşgar´ı ele geçirdi. Çin yönetimi 1884´te bölgede Sincan vilayetini kurdu. 1949 yılında Çin Halk Cumhuriyeti´nin kurulmasından sonra 1955´te Sincan Uygur Özerk Bölgesi kuruldu.
19. yüzyıldan itibaren birden bire jeopolitik önem kazanan Kaşgar, Büyük Oyun adı verilen İngiltere ve Rusya arasında Orta Asya´nın kontrolü için yaşanan çekişmede bir satranç taşıdır. Bu dönemde İngiliz ve Rus ajanları Orta Asya´nın kontrolü için birbirleriyle yarıştılar ve her ikisi birer konsolosluk açtılar. Bu yarışmayı tabiki İngilizler kazandı. Şimdi her iki Konsolosluk binaları Hotel olarak kullanılmaktadır.
İlk Çağ’dan beri Tarım havzasının ekonomik merkezi olan şehirde pamuk sanayisi gelişmiştir. Kaşgar’da pazar günü kurulan çarşı şehrin ekonomik hayatında önemli bir yer tutar. Binlerce çiftçi çevredeki verimli tarlalarda çeşitli meyve ve sebzeleri üretir. Hotan’dan getirilen ipek ve halılar, diğer el sanatlarına dayalı eşyalarla birlikte Kaşgar pazarında satılır
Kaşgar’ın nüfusu 300 binin üzerindedir.Şehrin nüfusunun büyük bir bölümünü Müslümanlar oluşturur. Şehirdeki en kalabalık etnik grup Uygurlardır
Kaşgar’da kültür ve tarih katliamı
Tarih boyu Kaşgar’da büyük yağmalar ve yıkımlar olmuş.En büyük yıkım ise Çin yaşanana Mao devriminden sonra gerçekleşmiş.Çin’de 1960 yılında başlayan kültür ihtilalı sırasında şehirde bulunan cami ve mescitlerin önemli bir bölümü yıkıldı. Günümüzde şehirde kültür ihtilalı sırasındaki yıkımdan kurtulan 100 civarında mescit ve cami bulunmaktadır. Iydgâh Camii, Apak Hoca cami ve türbesi, Döng Mescidi, Kaşgarlı Mahmud türbesi ve Yusuf Has Hacib türbesi şehrin en önde gelen tarihi eserleri arasındadır. Mankent, Kaşgar yakınında bir şehrin adı; bugün haraptır.
Kaşgar ile ilgili verdiğimiz bu kısa bilgilerden sonra ünlü Türk dil bilgini Kaşgarlı Mahmut’un türbesini ziyaret etmenin heyecanı İçerisinde Pamir ve Tanrı dağları eteğindeki yoldan Kaşgarlı Mahmut’un türbesine doru hızla yol alıyoruz
Kaşgarlı Mahmut’un türbesine gidiyoruz
Güneşli bir ağustos ayı, günlerden Cuma, tarihler 31 Ağustos 20121. Kaşgar şehrinden yola çıkıyoruz. 45 km mesafede karlı tanrı dağları ve pamir dağları eteğinde ki Kaşgarlı Mahmut’un türbesinin bulunduğu Opal köyüne gidiyoruz. Meyve bahçeleri, üzüm bağları, sebze bahçeleri, kavak ve söğüt ağaçları arasından Opal köyüne geliyoruz. Köy oldukça bakımsız. Türbe girişi tipik Uygur mimarisiyle yapılmış. Kavak ve söğüt ağaçları arasından Kaşgarlı Mahmut’un büyük boy heykeli bizi karışılıyor ve adeta neden geciktiniz, hoş geldiniz dercesine bizi bağrına basıyor. Uygurlularla birlikte heykelin önünde hatıra fotoğrafları çekiyoruz. Kaşgarlı Mahmut’un ömrünü temsil eden 97 basamaklı merdivenden tırmanarak Kaşgarlı Mahmut tarafından dikildiği söylenen ve dibinden soğuk su çıkan Kara Kavak ağacının bulunduğu yere geliyoruz. Kara Kavak ağacının dibinde ki su dan su içerken, Kaşgarlı hanımlar ağacın dallarına bez bağlıyorlardı. Rivayete göre hocasının emriyle bu kara kavağı Kaşgarlı Mahmut dikmiş.
Yine merdiven tırmanmaya başlıyor, merdivenin başında bizi muhteşem mimarisiyle Kaşgğrlı Mahmut’un türbe kapısı karşılıyor. Daha sonra küçük bir meydan tepenin üstünde mescit ve türbe binası. Sırtını tanrı dağlarına yaslamış vaziyette bir tablo gibi göz ve gönül ziyafeti sunuyor. Türbenin girişinden Kaşgarlı Mahmut’un büyük boy temsili resmi, sağ tarafta Türbe sandukası, önce türbe sandukasını ziyaret ediyoruz, Uygurlu kadın erkekli kalabalık bir grupla Fatiha-i Şerif okuyor, Kaşgarlı Mahmut’un ruhuna hediye ediyoruz. Türbe ziyaretçi akınına uğruyor. Türbenin içerisinde ki müzeden Kaşgarlı Mahmut ve Divan-ı Lügatit Türkle ilgili bilgiler veriliyor. Türbenin duvarında asılı bulunan bir fotoğraf dikkatimizi çekiyor. Bu fotoğraf Devlet Bahçeli’nin Başbakan yardımcısı olduğu sırada Türbeyi ziyaret eden ilk Türk devlet adamı olarak çekilmiş. Türbenin mescit bölümünde iki rekat namazımızı eda ediyor, Kaşgarlı Mahmut’un türbesinden belgesel görüntüler çeken ilk Türk gazetecisi ve televizyoncusu olmanın haklı gururunu yaşayarak türbeden ayrılıyoruz. Türbenin hemen karşısında tarihi Uygur mezarlığını da ziyaret ederek Fatiha okuyoruz. Uygurlarda mezar kültürü tam bir sanat haline getirilmiş. Mezar sandukaları beşiği andırıyor. Karlı Tanrı Dağları ve Pamir dağlarının eteğinde ki bu Uygur mezarlığında acaba kimler yatıyor. Dağların zirvelerinde ki karları seyrederken, bir taraftan da mezarlıkta yatanların ruhuna Fatiha okuyoruz. Opal köyünün havası çok güzel. Türbe çevresinde ki ağaçlar altında Uygur kadınları evde pişirdikleri çörek ve yumurtaları satıyorlar. Bazı Uygurlular piknik yapıyorlar. Uygurlularla sohbet ederek türbeden ayrılırken Kaşgarlı Mahmut ile ilgili bazı bilgileri sizlerle paylaşıyorum.
Kaşgarlı Mahmut kimdir?
Kaşgar´dan 45 km güney batıda Opal kasabasında dünyaya geldi. Bazı kaynaklara göre ise Isık Göl yakınındaki Bars Kul´da doğmuştur. Tam adı “Mahmud bin Hüseyin bin Muhammed”dir. Yani Muhammed oğlu Hüseyin oğlu Mahmud´dur.
Kaşgarlı Mahmud, 1008 yılında Kaşgar’da dünyaya geldi. Hamirler diye çağrıldığını, bunun Oğuzların kaynaklandığından bahsetmektedir. Kendisinin verdiği bu bilgilerden, Türk tarihinin önemli devletlerinden birisi olan Karahanlı Devleti´nin hanedan sülalesine mensuptur.
Başka araştırmalara göre Batı Karahanlı hakanlarından Buğrahan Muhammet Yağan Tekin (Bogra Yagan Tégin)’in torunu ve Şehzade Hüseyin Emir Tekin´in oğludur. Yağan Tekin, 18 aylık kısa Hakanlık döneminden sonra tahtı kendi isteği ile Kaşgarlı Mahmut’un babası Hüseyin Emir Tekin (Hüseyin Çağrı Tégin)’e devretmiştir.
Kaşgarlı Mahmut, Karahanlı soyundan asil bir ailenin ferdi olan Muhammed bin Hüseyin (Hüseyin Çağrı Tegin)’in oğludur. Annesinin ismi Bibi Rābiy´a al-Basrī´dir. Babası Barsgan şehrinde yaşamakta iken bilinmeyen bir sebeple Kaşgar şehrine gelip yerleşmişti. O dönemde Kaşgar, önemli bir bilim ve kültür merkezi idi. Günümüzde, Çin hâkimiyeti altında olan Doğu Türkistan sınırları içerisindedir.
Bu devir teslim için büyük ziyafetler hazırlanmış davullar dövülmüştür. Bu ziyafet sırasında Yağan Tekin’in eşlerinden Hanısı, tahta kendi oğlu İbrahim’i geçirebilmek için diğer şehzadeleri zehirlemiştir.
Kaşgarlı Mahmut’un çileli hayatı
Kaşgarlı Mahmud´un babası da zehirlenenler arasındadır. Bu saray darbesinden sonra İbrahim, 1057 yılında Batı Karahanlıların hakanı olmuştur. Kaşgarlı Mahmud ise bu tuzaktan kendisini kurtararak Batı Karahanlı Devleti´nin topraklarından kaçmıştır. Ancak İbrahim Han´ın adamları her yerde onu aradıklarından o kendisini gezgin veya bilgin gibi sıfatlarla takdim ederek sık sık yer değiştirmek zorunda kalmıştır.
Kesin olarak Kaşgarlı Mahmud, dönemin bütün klasik ilimlerini tahsil etti. Arapça ve Farsça öğrendi. Saciye ve Hamidiye Medreseleri´nde tahsil gördükten sonra kendisini Türk dili tetkikatına vakfetmiştir. Bu amaçla Orta Asya´yı boydan boya kat ederek Anadolu´ya oradan da Bağdat´a gitmiş. 15 yıl boyunca Türklerin yaşadığı bütün illeri, şehirleri, obaları, dağları ve çölleri dolaştı.
Bu geziler inceleme amaçlı idi. Türklerin örf ve âdetlerini mahallinde araştırdı. Gezileri sırasında, ana dili Türkçenin Hakaniye, Oğuz, Kıpçak, Argu, Çiğil, Kepenek şivelerini de öğrendi. İyi öğrenim görmüş, İslâmiyet´le ilgili bilimsel çalışmaları yakından izlemiştir. Arapça ve Farsçayı da çok iyi öğrenmiştir. Türklerin bulunduğu bölgeleri gezmiş , ana dili olan Türkçenin bütün lehçelerini yerlerinde öğrenmiş, geleneklerini göreneklerini yakından izlemiştir.
Bilimsel ve edebî yönü
Divanü Lügati´t-Türk isimli, dünyaca bilinen eserin yazarıdır. Eserini 1072 yılında Bağdat’ta yazmaya başladı. 12 Şubat 1074 tarihinde tamamladı. Eserin tamamlanmasından sonraki iki yıl içerisinde dört defa baştan sona gözden geçirerek 1076‘da son şeklini verdi. 1077 Ocağında bitirilmiştir. Eserini Abbasi Halifesi Muktedî-Biemrillah’ın oğlu Ebü’l-Kasım Abdullah’a sunmuştur. Kitabın tek yazması olan nüsha bugün İstanbul’da Millet Kütüphanesi´nde muhafaza edilmektedir.
Kaşgarlı Mahmud’un, Kitabu Cevahirü’n-Nahv fi Lugati’t-Türk (Türk Dili’nin Nahiv Cevherleri) adlı bir eser daha kaleme aldığı biliniyor. ), Türk dilinin ilk gramer kitabının nerede ve nasıl kaybolduğu belirlenememiştir. Bu eser, günümüze ulaşmamıştır.
Kaşgar’a dönüş
Kaşgarlı Mahmut, 1080 yılında Kaşgar’a döndü. O artık, ülkesinin önde gelen bir bilim adamı idi. Adına izafeten, Mahmudiye Medresesi denilen binada dersler vermeye başladı. Binlerce öğrenci yetiştirdi.
Mahmud, 1105 yılında, 97 yaşında iken fani hayata veda etti. Naaşı; ders verdiği Mahmudiye mezarlığında toprağa verildi. Burası, Kaşgar şehrine 45 kilometre uzaklıktaki Opal köyünde, etrafı kavak, çınar ve söğüt ağaçlarıyla çevrili bir tepedir. Ölümünden sonra öğrencileri tarafından inşa edilen türbe, günümüze kadar dört defa yenilendi.
Türbede, Kaşgarlı Mahmud’un sandukasının bulunduğu bir oda, Kuran okumak için bir salon ve müze bölümü bulunuyor. Müzede değerli âlimin kitap ve makaleleri, el yazması ve basma Kur’anlar ile bazı eşyaları var. Müzenin duvarında, Doğu Türkistanlı bir ressam tarafından büyük boyda yapılmış, Kaşgarlı Mahmud’u çalışırken gösteren temsilî bir resim yer alıyor. Müzede ayrıca Uygurların Budizm inancını yaşadıkları dönemlere ait eşyalar göze çarpıyor. Bu eşyaların, arkeolojik kazılarda elde edildiği belirtiliyor. Karahanlılar dönemine ait çeşitli madenî para ve süs eşyaları, müzede sergilenen malzemeler arasında dikkat çekiyor. Türbenin iç ve dış duvarları ile oda ve salonların tavanları, Uygur sanatının süsleme unsurlarıyla bezenmiş. Süslemeler, ahşap tavanda eşsiz bir ihtişam oluşturuyor.
Türkoloji’nin ilk ve en büyük âliminin türbesi, son yıllarda önemli ölçüde tahrip edilmiştir.
İlk Müslüman Türk Hükümdarı Satuk Buğra Han’ın türbesindeyiz
Doğu Türkistan’ın kültür başkenti Kaşgar’da ki gezimiz tüm hızıyla devam ediyor. Kaşgarlı Mahmut’un türbesini ziyaret ettikten sonra Kaşgar’a 50 km mesafede bulunan Artuç kasabasına doğru yola çıkıyoruz. Vadilerden Yalçınkayalı dağlar ve ırmaklar üzerinden geçerek çöl ortasında yeşil bir vahayı andıran Artuç kasabasına geliyoruz. İlk bakışta sevimli bir şehir. Burada ki ilk durağımız ilk Müslüman Türk devlet başkanı olan verdiği bir emirle 200 bin çadırda yaşayan Türklerin islamiyeti kabul etmesiyle Türk-İslam coğrafyasında islamın yayılmasına öncülük eden Karahanlılar Devleti’nin sultanı Satuk Buğra han’ın türbesi oluyor.
Satuk Buğra Han’ın türbesindeyiz
Artuç şehri büyük binalar ve geniş caddelerle donatılmış. Şehrin biraz dışında sakin bir ortamda Türkistan mimarisiyle yapılan göz ve gönül okşayıcı Satuk Buğra Han camii ve türbesine doğru yolumuz devam ediyor. Üzüm bağları ve meyve ağaçları altında tipik Türkistan evlerinin arasından dar sokaklardan geçerek türbeye gideceğiz. Türkistan evlerinin kapıları muhteşem oymalı ahşap işçiliğe sahip. Satuk Buğra Han camii minareleriyle göz ve gönül ziyafeti sunuyor. Günlerden Cuma. Cami çevresi satıcılarla dolmuş. Ekmek satanlar, açıkta et satanlar, sebze ve meyve satıcıları adeta bir panayır yerine dönmüş. Caminin ilk giriş bölümü minareleriyle muhteşem. Asıl camii türbenin sol tarafında sade bir binaya sahip. Satuk Buğra Han’ın türbesi ise sol tarafta yeşillikler içerisinde firuze renkli turkuaz çinilerle, çevresiyle uyum içerisinde adeta bir tabloyu andırıyor. Üzüm asmaları ve çiçeklerle çevrili yoldan ilerleyerek türbeye gidiyoruz. Türbenin girişinde iki büyük kazan Satuk Buğra Han döneminden kalma olduğu söyleniyor. Çinilerle kaplı yüksek kubbenin altında Satuk Buğra Han’ın türbesi bütün ihtişamıyla karşımızda. Türbenin baş ve ayak ucunda Satuk Buğra Han’ın adı ve yaşadığı dönemler tarihe not düşülmüş türbe ziyaretçi akınına uğruyor. Hep birlikte burada Fatiha okuyup, Satuk Buğra Han’ın ruhuna bağışlıyoruz. Türkiye’den geldiğimizi öğrenen Uygurlar bizlere yakınlık ve büyük ilgi gösteriyor. Büyük hakan’ın türbesinde resimler ve Satuk Buğra han döneminden kalma taşlar dikkat çekiyor. Türbeden ayrılmak zor. Kendimizi Karahanlılar devletinin ve Türk tarihinin ihtişamlı geçmişine kaptırıyoruz. Bir taraftan dua edip bir taraftan da belgesel görüntüler çekiyoruz.
Satuk Buğra han’ın memleketi Artuç’da Cuma namazı
Cuma namazımızı Satuk Buğra Han’ın türbesinin bulunduğu Artuç’da kılacağız. Şehrin merkez camiine geliyoruz. İnsanlar adeta bir sel gibi camiye akıyor. Bembeyaz renklerle yeşil ağaçlar arasında ki camii Uygurca yapılan vaaz ve okunan ezanla gönül telimizi titretirken içimizde fırtınalar estiriyor. Artuçlularla konuşuyoruz. Caminin girişinde Pamir Dağları’ndan getirilen buzlarla karıştırılan buzlu ayran içerek biraz olsun gönlümüzde ki fırtınayı dindirmeye çalışıyoruz. Fotoğraf makinemizi elimize alarak birkaç kare fotoğraf çekmek istiyoruz. Daha ilk kareyi çekerken birisi yanımıza yaklaşıyor. Eliyle yasak işaretini gösteriyor. Türkiye diyecek oluyoruz, iki taraf boynunu sallıyor ve tekrar Uygurca yasak işaretini koyuyor. Fotoğraf makinemizi bir kenara koyup namaz kılmak için seccademizin başına geçiyoruz. Göz ucuyla bize fotoğraf çektirmeyen şahsı takip ediyoruz. Uzaktan bir başka yetkiliyle buluşan bir şahıs beni işaret ediyor ben hiçbir şey yokmuş gibi davranıyorum. Cuma ezanı okunuyor, hutbeye çıkan imam çok kısa Uygurca hutbe okuyup kamet getirilerek Cuma namazına başladığımız esnada bizim bulunduğumuz safın baş tarafından sakallı bir genç “Allah-u Ekber” diye sesli sesli tekbir getirmeye başlıyor. Hiç kimse o tarafa bile bakmıyor. Namaz kılıp camiden çıkılırken yine aynı şahıs tekbir getiriyor. Yine hiç kimse oralı değil. Galiba biz Türk turistlerin de orda olmasını fırsat bilerek birileri komplo teorisini harekete geçirip milleti galeyana getirmek için fırsat kolladığını Artuçlular da anlamış olacak ki hiç kimse bu komplocuya alet olmuyor. Cuma namazımızı kılarak Kaşgar’a doğru yola çıkarken Satuk Buğra Han ve Karahanlılar devletiyle ilgili yaptığımız araştırma notlarını Kaşgar’a gidiyoruz.
Satuk Buğra Han kimdir?
Karahanlıların 920-958 yılları arasında ki hükümdarı. 932 yılında İslam’ı kabul ederek, tarihteki ilk müslüman Türk Hakanı Türk topluluğunun toplu halde İslama geçmesine yol açmıştır. Bu yüzden Türk tarihi için önemlidir ve hakkında Satuk Buğra Han destanı anlatılır. Babası Karahanlı hükümdar ailesinden Bezir Han idi. Babasının ölümü üzerine amcası ve üvey babası Oğulcak Kadır Han’ın himayesinde büyüdü. Satuk Buğra on iki yaşlarında iken Maveraünnehir ve Horasan bölgesine hakim olan Müslüman Samani Devleti şehzadeleri arasında anlaşmazlık çıktı. Bunlardan Nasır bin Ahmed, Oğulcak Kadır Han’ın ülkesine sığındı. Ona iyi muamele edip Artuç nahiyesinin idaresini verdi. Artuç Nasır bin Ahmed’in gayretleri ve gelip giden Müslüman tüccarlar sayesinde bir ticaret merkezi oldu. Satuk Buğra da Artuç’un ziyaretçileri arasındaydı. Nasır bin Ahmed’le tanışıp ondan İslamiyeti öğrenerek Türkistan’da İslâm Peygamberi Muhammed bin Abdullah’ın ölümünden 333 yıl sonra Satuk 12 yaşında iken Müslüman oldu. Müslüman olduktan sonra Abdülkerim ismini almıştır ve tam ismi Abdülkerim Satuk Buğra Han olmuştur.
10. yüzyılda yaşayan Arap gezginci ve bilgin İbn Fadlan Milâdi 960 yılında yaklaşık 200,000 çadırlı Türkler İslâm dinini benimsemiştir diye aktarmıştır. Yirmi beş yaşına gelince Müslüman olduğunu açıklayıp, amcası ile mücadeleye başladı. Onunla Fergana Savaşını yaptı. İlk olarak Atbaşı kalesini zaptetti. Daha sonra üç bin kişilik bir orduyla Kaşgar üzerine yürüyüp fethetti. Amcası Oğulcak Kadır Hanı öldürdü. Ülkede hakimiyeti sağlayıp birliği temin etti. Türk ülkelerinde İslamiyeti hızla yaydı. Ebü’l-Hasan Muhammed gibi İslam alimleri, Satuk Buğra Hana yol gösterip teşvik ettiler.
Abdülkerim Satuk Buğra Han, daha sonra yaptığı savaşlarda; Yağma, Çiğil, Oğuz boylarının yerleşmiş bulunduğu Türkistan şehirlerini birer birer ele geçirdi. Bu sırada Karahanlılar Devletinin doğu kısmına hakim olan Büyük Kağan Bazır Arslan Han Çinlilerden yardım alarak 924 yılında Abdülkerim Satuk Buğra Hana karşı savaş açtı. Satuk Buğra Han Müslümanların yardım ve desteğiyle, onunla Balasagun Savaşını yaptı ve galip geldi.
Sultan Satuk Buğra Han’ın dört oğlu, Buğra Hasan Han, Hüseyin Buğra Han, Yusuf Kadir Han, dördüncü oğlunun ismi belli değildir, ve üç kızı, bunlar Nasab Türkan, Hadya Türkan ve Ala Nur isimlerinde toplam yedi çocuğu olur. 31 yıl hüküm süren Satuk Buğra Han, güzel ve adil idaresi ile binlerce kimsenin Müslüman olmasına vesile olmuştur. Saltanatının sonuna doğru, Satuk Buğra Han, Liao Hanedanlığına karşı bir sefer yapar ve Turfan’a kadar bütün ülkenin tamamında İslâm genişlemiştir. Burada hasta olur ve Kaşgar’a geri getirilir, bütün bir yıl hasta yatar ve sonra vefat eder. Satuk Buğra Han, son saatlarında arkadaşlarını, çocuklarını, Abú Nasrın oğlunu Abbúl Fattáh yanına çağırır ve onlara nasihatta bulunur. Onun yaşamını bitirdiği son gün, Kaşgarlı Mahmud’un Divân-ı Lügati’t-Türk’te artuç” “Ardıç. Kaşgar’da bu isme sahip iki köy vardır diye bahsettiği, “birisinin adı altın Artuç, ikincisi üst Artuç’dır.” Altın Artuç ‘ta mezarlığa gömülür, ve cenaze törenine iki vali, yedi bin alim yirmiiki bin gazi ve halktan onbeş bin kişi katıldı. Satuk Buğra Han’ın ölümünden üç yıl sonra Abbúl Fattáh ta ölür, böylece bütün görevleri Satuk ailesine geçer. 10. yüzyılda Artuç’da inşa edilen türbesi tekrar 1995 yılında Mimar Abuduryim Ashan tarafından tamir edilmiştir.
Kaşgar’da Apak Hoca’nın türbesindeyiz
Tarihi Kaşgar şehri yıkık dökük binalara rağmen halen Doğu Türkistan’ın kültür başkenti olduğunu gösteriyor. Artuç’dan ayrılıp Kaşgar’a doğru yolumuz devam ederken yine vadilerden geçiyoruz. Meyve bahçeleri ve üzüm bağları eşliğinde Kaşgar’da ki meşhur Apak Hoca’nın türbesine gideceğiz. “Akpak” hoca olarak da biline Apak Hoca 1600’lü yıllarda yaşamış, Uygulamaları Uygurlar tarafından tartışma konusu olmuş, Doğu Türkistan’da ki Hocalara döneminin önemli bir temsilcisi. Dar yollardan geçerek Apak Hoca türbesine geliyoruz.
Apak Hoca türbesinde çekim yapmak yasak
Türbenin muhteşem giriş kapısı Uygur mimari zarafetinin güzel bir örneği. Gül bahçeleri arasında ki Apak Hoca türbesine girerken kameramız elimizden alınıyor. Görevliler adeta sıkı yönetim uyguluyorlar. Türbenin firuze çinilerle tipik mimarisi görülmeye değer. Gül bahçeleri içerisinde ki türbe asırlardan beri Uygur mimarisini yansıtıyor. Fotoğraf makinemizi gizlice çalıştırarak türbenin içinden ve dışından görüntüler çekmeye çalışıyoruz. Türbe içerisinde apak hocayla birlikte 40 yakının mezar sandukası bulunuyor. Bahçede ki güller, üzüm asmaları arasında türbenin ana binası adeta muhteşem bir ressamın fırçasından çıkan tabloyu andırıyor. Türbeye hakim noktada Uygurlu genç kızlar milli kıyafetleriyle turistlerle fotoğraf çektiriyorlar. Bizim fotoğraf çekme talebimiz olumlu karşılanarak Uygur milli kıyafeti giyen kızlarla türbe bahçesinde fotoğraf çekiyoruz. Türbeden başka burada medrese, Cuma camii ve kabul salonuda bulunuyor. Bahçede tamirat ve restorasyon işlemleri devam ediyor. Cuma camiinin mihrap ve minberiyle tavan işçiliği muhteşem, ahşap sütunlar üzerinde adeta bir bahçeyi andırıyor. Türbe girişinde ki kabul salonunun muhteşem güzelliği göz ve gönül ziyafeti sunuyor. Türbe bahçesinde ki satış dükkanlarında hediyelik eşyalar satılıyor. türbeden ayrılırken apak hoc ayla ilgili ansiklopedik bilgileri sizlerle paylaşıyoruz.
Apak Hoca Kimdir ?
Kaşgar’ın dini ve siyasi önderidir. Hidayetullah Hoca diye de tanınır. Doğu Türkistan, kaynaklarında “Afak” olarak geçmektedir. Afak kelimesi Arapça “Ufuk” kelimesinden geldiği ileri sürülüp, dünya tarafları anlamına gelmektedir. Afak Hoca ise Alem Hocası manasına gelmektedir. Mehmet Emin Buğra, Kalmuklar tarafından yüceltmek için “Afak” ünvanı verildiğini ve daha sonraları müridleri tarafından “Appak” olarak söylenmeye başlanıldığını kaydetmektedir.
Hayatı
Apak Hoca ünlü Nakşibendi Sūfī Piri, Ahmet Kazani’nin torunudur, bir sūfī piri gibi saygıdeğerdir ve Aktağlık önderidir. Bazı müslüman Uygur’lar için, Afak Hoca bir Seyyid’dir, yani İslâm Peygamberi Muhammed Mustafa’nın akrabasıdır. Yarkent Hanlığı döneminde, İşan Kalan’ın oğulları Hoca Muhammed Yusuf ve Hoca Afak, Doğu Türkistan’ın Kaşgar şehrine gelmişler. Semerkant yakınlarında ortalama 11 km uzaklıkta olan Dehbit ismindeki kasabadan Doğu Türkistan’a geldiklerinde Appak Hoca 33 yaşlarındadır. Hocalar, Abdullah Han (1638-1668) zamanında çok büyük imtiyaz ve desteğe sahip olmuşlardır. Özellikle Appak Hoca ve kardeşi Yusuf Hoca taraftarları, Abdullah Han’ın sağladığı özel kolaylıklar sayesinde onların iktidara gelmeleri kolaylaşacaktır.
Kısa zaman içinde kuvvetli bir nüfuza sahip olan Appak Hoca İslâm dini inancına uygun Doğu Türkistan Türklerine yıllarca tarikat dersi vermiştir. Yarkent şehrinde dini faaliyetlere başladılar, daha sonra kardeşi Yusuf Hoca, Kaşgar’a bir günlük mesafedeki Topuluk adındaki yerleşim yerinde vefat etti. Kardeşinin ölümünden sonra tek kaldığı için bütün Aktağlık tarikat mensupları Appak Hocanın şemsiyesi altında toplandılar.
Apak Hoca, Yarkent’den Çağatay Hanedanın daveti üzerine Tibet’in ruhani dini lideri 5. Dalay Lama ile gizli diplomatik ilişki kurmuştur. Afak Hoca kuvvetli bir hükümdar olarak, 1685 ile 1686 yılları arasında Emir İsmail (1659 – 1660) zamanında Doğu Türkistan bölgesini, ayrıca Hotan, Yarkent, Korla, Kucha, Aksu ve de Kaşgar şehirlerini kontrol altına almıştır. Appak Hoca bir müddet Kalmukların yardımlarıyla ikinci defa iktidarını yürütmüş, daha sonra ise Doğu Türkistandaki müritleri ile Kalmuk ve Çinlilere karşı mücadeleye girişmiştir. Bu mücadele yolunda Aksu ile Kaşgar arasında Karatağ savaş meydanın da 1693’de şehit düşmüş, cesedi Kaşgar’a getirilerek gömülmüştür. Hocanın kabri Kaşgar şehrinin kuzey doğusunda şehirden ortalama 6 km. uzaklıktaki Yağdu ismindeki yerleşim yerinde bulunmaktadır.
Apak Hoca Kalmuklara vergi vermek suretiyle Kalmukların vekili olarak 13 yıl iktidarda kalmış ve Hürmetcan Abdurrahman Fikret’e göre, 1693 yılında zehirlenerek öldürülmüştür. Molla Musa Sayrami, Hocaların Kalmukların yardımı ile Doğu Türkistan’ı ele geçirmesini “… O zamanın seyid ve yardımcıları yönetime gelme maksatlarıyla, dinsiz-müşriklerin hizmetine girmeyi uygun görüp, islâm padişahları ve müslümanların üstüne, kafirleri getirmekten başka, yeni zulüm ve kötü işleri ortaya çıkarıp, müslümanların malını, mülkünü kafirlere verip, beş günlük dünyaya gururlanıp dünya telaşına düşmüşlerdir…” şeklinde değerlendirmiştir. Afak Hoca’nın ölümüyle, Aktağlık ve Karatağlık arasındaki tartışmalar tekrar ateşlenir.
Kutadgu Bilig’in yazarı Yusuf Has Hacip’in türbesindeyiz
Türkistan kültür tarihinin öneli isimlerinden Kutadgu Bilig’in yazarı Yusuf Has Hacip’in de türbesi Kaşgar’da. Apak Hoca’nın türbesinden ayrıldıktan sonra Kaşgar’da şimdi ki durağımız Yusuf Has Hacip’in türbesi oluyor. Türbenin bulunduğu alan ana cadde üzerinde. Yusuf Has Hacip’in büyük boy yağlı boya tablolarıyla süslü yeşil Çinilerle kaplı giriş kapısından geçerek türbe bahçesine geçiyoruz. Girişte Yusuf Has Hacip’in heykeli ve büyük boy yağlı boya tablosu bize hoş geldin dercesine gözümüzün içine bakıyor. Türkistan mimarisiyle yapılan muhteşem türbe binası tipik minareleri ve ihtişamlı görünümleriyle bizleri büyülüyor. Ana türbe binasında büyük sandukada Yusuf Has Hacip’in ismi ve doğum-ölüm tarihleri yer alıyor. Türbe binasında değişik dillerde yazılan Kutadgu Bilig’den beyitler yer alıyor. Türk Kültür tarihinin en büyük siyasetnamesi olan Kutadgu Bilig, adeta çağları açarcasına insanlara hala öğütler veriyor. Sandukanın baş ucunda Fatiha-i şerif okuyarak Yusuf Has Hacip’in ruhuna ithaf ediyoruz. Türbenin üzerinde kuşların uçuşması insana farklı duygular yaşatıyor. Türbe bahçesinde ki çiçekler, meyve ağaçları ama en önemlisi anlı şanlı Kaşgar üzüm asmaları. Sadece göz ziyafeti sunmuyor, midelerimize de bayram yaptırıyor. Baş parmağımızdan daha büyük üzüm tanelerinin yer aldığı asmaların üzüm salkımı neredeyse yarım metreyi geçiyor. Fatiha-i şerif okuduktan sonra üzüm asmalarından alarak Yusuf Has Hacip’in ruhu için kana kana Kaşgar üzümü de yemeyi ihmal etmiyoruz. Yusuf Has Hacip ile ilgili ansiklopedik bilgileri sizlerle paylaşıyoruz.
Yusuf Has Hacip
Türk tarihi kaynaklarında Karahanlılar dönemi hakkında yeterli bilgi olmadığı gibi; bu devletin ‘vatandaşı’ olan “Balasagunlu Yusuf” hakkında bilgiler de yok denecek kadar azdır. M.S. 1017-1019 yılları arasında doğduğu rivayet edilmektedir. Dönemin ‘Kuz-Ordu’ isimli şehri Balasagun’da doğmuştur. Kendisinin tam bir biyografisi henüz oluşturulamamıştır. Büyük eseri boyunca adını bile sadece bir kez, “Kitap sahibi Yusuf, büyük has hacib, kendi kendine nasihat eder” başlıklı, son bölümünde anmıştır. Bu başlıktan baş teşrifatçı olduğu da anlaşılmaktadır. İyi bir eğitim görmüştür. Çağının geçerli bilimlerinin yanı sıra Arapça ve Farsça da öğrenmiştir. 1077 yılında Kaşgar’da vefat etmiştir. Türbesi de bu kenttedir.
Karahanlı Devleti zamanında yaşamıştır. Temel eğitimini Balasagun’da almıştır. Kendisine önceden Balasagunlu Yusuf denilirken , sonrasında Has Hacib unvanını almıştır. Yusuf Has Hacib, Türk dili ve edebiyatı için temel bir eser olan Kutadgu Bilig kitabının yazarıdır. Kutadgu Bilig 6645 beyitlik bir eserdir. Eser, Allah’a hamd, Peygamber’e ve Dört Halifeye teşekkürle başlar.
Yusuf Has Hacib, astronomi bilimini öğrenmek isteyenlerin, önce geometri ve hesap kapısından geçmesi gerektiğini söylemiştir: “Aritmetik ve cebir, insanı kemâle ulaştırır; toplama, çıkarma, çarpma, bölme, bir sayının iki katını, yarısını ve kare kökünü alma işlemlerini bilen, yedi kat göğü avucunun içinde tutar. Her şey hesaba dayanır.”
Yusuf Has Hacib, Türk edebiyatındaki ilk siyasetnameyi yazmıştır. Türk edebiyatında ilk nazım şeklini de o kullanmıştır. Bu nazım şekli de mesnevidir. Bundan dolayı ona Yusuf Has Hacib denilmiştir. Bir siyasetnâme veya bir nasihatnâme olarak nitelendirilebilecek Kutadgu Bilig, Yusuf Has Hâcib ve içinde yetiştiği çevrenin ilmî ve felsefî birikimi hakkında çok önemli bilgiler vermektedir. Platon’un devlet ve toplum anlayışı çok iyi bilinmekte ve uygulanmaya çalışılmaktadır. Bilimin ve bilginlerin değeri anlaşılmıştır; bilim, güvenilir bir rehber olarak görülmektedir. Kendisi bu kitabı yazmakla büyük bir cesaret örneği göstermiştir çünkü bu Türk edebiyatındaki ilk siyasetnamedir.
Kaşgar’da ki son durağımız İdigah Camii ve Kaşgar meydanı
Kaşgar’da gezimiz tüm hızıyla devam ediyor. Asırlardan beri Türkistan medeniyetine başkentlik yapmış Kaşgar’ı gezmek birkaç güne sığdırılamayacak kadar çok zor. Biz, Kaşgar’da ki gezimize hızlı tempolarla devam ediyoruz. İpek yolu dizilerinden keyifle izlediğimiz bayram namazı coşkusunu bizlere yaşatan Kaşgar meydanında bugün fazla bir hareketlilik yok. İpek yolu dizisinde davul ve zurnaların çaldığı, Kaşgarlıların oynadığı, bayram coşkusunu yaşadığı günler ipek yolu dizisinde kalmış. Kaşgar Meydanı ve İdegah camiini ziyaret ediyoruz. Camiye kameramız alınmıyor. Fotoğraf makinemizle camide çekimler yapıyoruz. Kavak ağaçlarıyla kaplı geniş bir iç avlu ve tipik Türkistan mimarisiyle yapılan Camii, yeşillikler içerisinde adeta huzur adası. Yüzlerce Kaşgarlıyla birlikte İdigah camiinde ikindi namazımızı kılıyor, Kaşgarlılarla konuşup hasbihal ediyoruz. Cuma günleri altı bin kişinin namaz kıldığı, bayramlarda on bin kişinin toplandığı İdigah camii, günün her saati hareketli. Avlu içerisinde ki tipik minarelerde hoparlörde Ezan-ı Muhammediyenin okunması, huşu içerisinde dinlerken aklımız ve fikrimiz Kaşygar’ın geçmişine, tarihine gidiyor. Kaşgar Meydanı, ipek yolunun birleşme noktasıydı. Burada İpek halı ve Kaşgar halılarının mağazası da var. Halı mağazasını da ziyaret edip, Kaşgar halılarının muhteşem belgesel görüntülerini çekiyoruz. Kaşgar, kültür tarihimizin önemli kilometre taşı. Kaşgar’ı doya doya gecede gezip, belgesel görüntüler çekmeye çalışıyoruz. Kaşgar meydanında ki seyir terasına yirmi yen vererek çıkıp Kaşgar’ın seyir terasından muhteşem görüntülerini çekerken, tarihi Kaşgar şehri ve yeni Kaşgar şehrini göz ve gönlümüze nakşibent ediyoruz. Kitap satan bir mağazaya giderek Kaşgarlı Mahmut’un yazdığı Divan-ı Lügatit Türk ile Yusuf Has Hacip’in yazdığı Kutadgu Bilig’in Uygurca basılmış nüshalarının belgesel görüntülerini de çekiyoruz.
Kaşgar’a veda ederken
1 Eylül 2012 cumartesi günü sabah erkenden Kaşgar havalimanına giderek, Çin hava yollarına ait uçakla Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi’ye uçacağız. Kaşgar’a veda etmek çok zor. Sisli bir havada içimizi daralırcasına buruk ve sıkıntılı bir ortamda Kaşgar havalimanına geliyoruz. Sıkı bir güvenlik kontrolünden sonra Çin hava yolları uçağı ile Urumçi’ye doğru hareket ediyoruz. Uçağın penceresinden kameramı çalıştırarak Taklamakan çölü, özellikle Kaşgar’ın sırtını dayadığı Pamir dağları ve tanrı dağlarının belgesel görüntülerini çekiyorum. Uçaktan 6-7 bin metre yüksekliğinde ki karlı Pamir ve Tanrı Dağlarının muhteşem manzarası beni derinden etkiliyor. Taklamakan çölü üzerinde on bin metreden adeta Türkistan tarihini yeniden yaşıyorum. Tanrı Dağları, Pamir dağları, Kaşgar, Taklamakan çölü bizlere kendi türküsünü, kendi hikayesini anlatıyor. Dağlarla söyleşip Taklamakan çölü ile koklaşıyor, Urumçi’ye uçarken kendimizi Türkistan tarihinin içerisinde buluyorum. Duyguseli içerisinde Türkistan tarihini düşünürken, Doğu Türkistan’ın içinde bulunduğu gerçek durum karşısında kendime geliyorum. Sizleri Pamir ve tanrı dağarlıyla ilgili bilgi notuyla baş başa bırakırken, ben uçakta Türkistan tarihine yolculuğumu sürdürüyorum.
Pamir Dağları
Pamir Dağları, Orta Asya’da Tacikistan-Çin, Sincan Uygur Özerk Bölgesi sınırında bulunan, lalenin ana vatanı olan ve Himalaya Dağları’nın kuzey silsilelerini teşkil eden sıradağlar.
Hisar Vadileri Tanrı Dağları’nı Pamir Dağ Sisteminden ayırır.Bir diğer adıda Zalım Halıt olan Pamir Dağları, aynı zamanda Sincan içlerine 1.760 km girer. En yüksek zirvesi 7495 m. yüksekliği ile İsmail Samani Zirvesi’dir. Pamir Dağları’ndan gelen Seyhun ve Ceyhun nehirlerinin sularının birikmesi ile bugün kurumakta olan Aral Gölü oluşur.
Tanrı dağları
Orta Asya’da bulunan büyük dağ sistemlerinden birini oluşturan sıradağlardır. Bugünkü siyasi coğrafya dikkate alınırsa, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nin merkezi kısımlarına yayılır. Tanrı Dağlarının 1,000,000 km² lik alanı kapladığı hesaplanmıştır. Kuzeyde Çungar ve Güney Kazakistan düzlükleri, Güneydoğu’da Tarım Havzası, güneybatıda Hisar ve Alay Sıradağları ile sınırlanır. Tanrı Dağlarını Pamir Dağ Sisteminden Hisar Vadileri ayırır. Tanrı Dağları Paleozoik Çağ’da (540-245 milyon yıl önce) kristalin ve sedimanter kayaçlardan oluşmuştur. Bölgenin kuzey ve doğu kısmı Palaeozoik başlarındanki dağ oluşumları sırasında kıvrılarak yükselmiştir. Güney ve Batı kesimler ise metamorfoza uğramış sediman kayaçlar olup volkanik oluşumlar nadirdir. Bölgenin kıvrılması Palaeozoik’in geç dönemlerine rastlar.
İklimsel özellikleri
Tanrı Dağları yaz ve kış büyük ısı farkları ile karakteristik şiddetli kara iklime sahiptir. Karakteristik olan kuraklık kendini çevreleyen çöller ve kurak bölgelerde belli eder. Bu alanlar yılda ortalama 2,500 saatlik güneş ışığı absorbe etmektedir. Dağlarda yükseklik arttıkça, iklim gittikçe soğur. Daimi donmuş topraklar 3,000 m yükseklikten sonra yaygındır. Bu bölgelerde yaz boyunca geceleri don olayına rastlanır. Kışın ise buralarda (Aksay Vadisi) ısı -50 °C olarak ölçülmüştür.
Urumçi’den Tanrı dağlarına yolculuk
Türkistan’ın doğusunda dağlar, vadiler, ırmaklar, ovalar, özetle her şey bizim türkümüzü söyler, Bizim şiirimizi okur. Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi’den otobüsle yola çıkıyoruz. Hedef 2 saat mesafede ki tanrı dağları milli parkı. Çinliler Tanrı dağlarına Tienşi dağları diyor. Ama biz Tanrı Dağları demeye devam edeceğiz. Tienş gölüne çıkıp Tanrı Dağlarının zirvesinde halen kazakların göçebe yaşadığı çadırlarda bir gece konaklayarak, Türk tarihinin geçmişini yaşayacağız. Parkın bulunduğu alanda otobüsten iniyor, 2 bin 300 metrelik zirvede soğuktan üşümemek için kışlık giyeceklerimizi hazırlıyor, kontrol noktasından geçerek özel araçlarla tanrı dağlarına doğru tırmanmaya başlıyoruz. Söğüt ağaçları, çağlayarak akan Tienşi Çayı ve kazak obalarından geçerek virajlı dar yolları geride bırakıp Tienşi gölünün bulunduğu kazak çadırlarının obasına geliyoruz. Binlerce turist buraları ziyaret ediyor. Çam ormanları arasında karlı Tanrı dağlarının eteğinde ki Tienşi gölüne Uygurlar Bugda Gölü diyorlar. Bulunduğumuz yer Urumçi’ye 110 km uzakta. Dağın zirvesi Tümürcoksi zirvesi 7 bin metreden yüksek. Tienşi gölünün bulunduğu alan 2 bin metre. Göl ve dağ manzarası göz ve gönül ziyafeti sunuyor. Göl çevresinde ki Kazak çadırları adeta beyaz mantarlar gibi yeşillikler içerisinde bize hoş geldin diyor. Göl çevresinde ağaçlar arasında gezintiye çıkıyoruz. Kazak çocuklarının neşesi, çadırda kalan Uygur ve kazak Türkleri, Türkiye’den geldiğimizi öğrenince yakın ilgi gösteriyorlar. Kendileriyle sohbet ediyoruz. Kaldığımız çadırın sahibi 7 bin metreden kardelen çiçekleri getirerek bizlere hediye ediyor. Bizim için özel olarak kesilmiş kuzu, şiş kebap yapılıyor. Gök çayı eşliğinde kebaplarımızı afiyetle yiyoruz. Güneş battıktan sonra ise soğuk başlıyor. Çadırlar korunaklı olmasına rağmen kemiklerimize kadar üşüyoruz. Neredeyse iliklerimiz donmak üzere. Sabahı zor ediyoruz. Güneş doğumuna yakın çadırdan dışarı çıkıp kameramı elime alarak tanrı dağları üzerinden güneşin doğuşunu bekliyorum. Çadır oba da bacalar yavaş yavaş tütüyor. İnsanlar bir bir dışarı çıkıyorlar. Hayat obada güneşin doğumuyla hareketleniyor. Çadır obanın belgesel görüntülerini çekiyor. çadırda kalan insanlarla konuşup dağlarda ki muhteşem görüntülerin belgesellerini çekiyoruz.
Urumçi tarih müzesindeyiz
Tanrı dağlarından tekrar Urumçi’ye doğru yola çıkıyoruz. Urumçi’de ki gezimizi son güne bıraktık. Doya doya Urumçi’yi gezeceğiz. İlk durağımız tarih müzesi. Urumçi tarih müzesinde Doğu Türkistan’ın binlerce yıllık tarihi geçmişiyle ilgili belgeler var. Müzenin girişinde geniş bir Doğu Türkistan maketi yapılarak özel ışıklandırmayla Doğu Türkistan illeri bir bir gösterilmiş. Taklamakan çölü, Doğu Türkistan’ın adeta orta göbeğini kaplıyor. Tanrı, Pamir, Aladağ ve Altay dağları Doğu Türkistan’ın Afganistan, Tibet, Kırgızistan, Özbekistan ve Kazakistan, Moğolistan sınırını çiziyor. İpek yolu güzergahını tarih müzesinde yeniden keşfediyoruz. Dünyanın en eski mumyaları Taklamakan çölünden çıkartılmış. Sincan Uygur güzeli olarak da ilan edilen 4 bin yıllık mumya üzerende ki dokumalar Uygur medeniyetinin ihtişamını yansıtıyor. Bu mumyalar Taklamakan çölünde geçmişte hayatın olduğunu da gösteriyor. Urumçi tarih müzesinde Uygur, Moğol, Kırgız, Çin, Dungan Müslümanları, Tacikler, Özbekler ve Tatarlar bölümünde bu etnik gruplarla ilgili ayrı ayrı bilgiler yaşantı tarzları verilmiş. Teker teker bu bölümleri gezerek belgesel görüntülerini tespit edip tarihe not düşüp zamana noterlik yapıyoruz.
Urumçi meydanından Doğu Türkistan’a veda ediyoruz
Urumçi’de son durağımız tarihi Urumçi meydanı, ulu Camii ve kapalı çarşının bulunduğu yer. Muhteşem mimarisiyle ipek yolunun geçmişini yansıyor. Kırmızı tuğladan yapılan camii, Urumçi kulesi, kapalı çarşı turistlerin uğrak yeri. Urumçi kapılı çarşısında her şey satılıyor.Çarşıyı pazarı gezerek Urumçi’de satılanlar, çarşısı hakkında fikir sahibi oluyoruz. Urumçi seyir kulesinden Urumçi’nin genel görüntülerini çekiyor, ipek yolu güzergahında ki tarihi yerden hem sunuşlarımızı hem de Urumçi tarihine not düşüyoruz. Urumçi’de ki son durağımız Başbakan Erdoğan’ın da ikindi namazı kıldığı Urumçi camii oluyor. Tarihi meydanın biraz ilerisinde ki bu camii iki minaresiyle muhteşem bir eser. Başbakan Erdoğan’ın burada namaz kılmasıyla Doğu Türkistan da yaşayan Uygurlar büyük mutluluk yaşamışlar. Bizde bu camide namaz kılıp belgesel görüntüler çeker Urumçi’den Pekin’e doğru yola çıkıyoruz.
Doğu Türkistan ( Sincan Uygur Özerk Bölgesi) ‘nin Başkenti Urumçi…
Sincan Uygur Özerk Bölgesi, Çin Halk Cumhuriyeti sınırları içerisindeki Sincan Uygur Özerk Bölgesi, Doğu Türkistan olarak da adlandırılır. Güneyde Tibet Özerk Bölgesi, güney doğuda Çinghay ve Gansu eyaletleri, doğuda Moğolistan, kuzeyde Rusya, kuzeybatıda Kazakistan ve batıda Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Pakistan ve Hindistan kontrolündeki Keşmir bölgesiyle komşudur. 1.828.418 km² yüzölçümü ile Çin Halk Cumhuriyeti’nin en geniş idari bölgesidir. Başkenti Urumçi, resmi dilleri Uygurca ve Standart Çince’dir.Mançuların kurduğu Qing Hanedanı döneminde Yeni Topraklar anlamına gelen “Shinkyang adı verilmiştir. Ancak bu isim kimi zaman eleştirilmekte, Doğu Türkistan ya da Çin Türkistan’ı gibi isimlerin kullanılması savunulmaktadır. Çin Halk Cumhuriyeti hükûmeti ise bu tür isimlerin kullanılmasını ayrılıkçılık veya Pan-Türkizm olarak nitelemektedir.
Bu bölgede Uygurlardan başka Kazak ve Kırgız gibi Türkî topluluklar da vardır. Zaten 20. yüzyılda Türkiye’ye göç etmiş Orta Asya Türk halklarının da çoğu Çin esaretinden kaçmıştır. Bu bölge Doğu Türkistan olarak adlandırılır ve Türklerin anavatının hemen güneyindedir.
Hiung-nu Han Hanedanı Çatışması
Çin’in Han Hanedanı (MÖ 206 – M.S. 220) döneminde bölge merkezi Moğolistan steplerinde bulunan Hiung-nuların hakimiyeti altında bulunmaktaydı. MÖ 2. yüzyılda Çin bölgedeki yerel devletlerle Hiung-nu karşı ittifak oluşturmak amacıyla ilk defa Zhang Qian adında bir elçiyi batıya göndermiştir. Bundan sonra bölgenin hakimiyeti için Han Hanedanı ve Hiung-nu’lar arasında başlayan uzun mücadele Çin’in lehine sonuçlandı. MÖ 60 yılında Han Hanedanı bugünkü Bayin’gholin Moğol Özerk İli yakınlarındaki Vuley’de kurulan Batı bölgeleri genel valiliği’ne bağlanarak Çin himayesine girmiştir; Çin buradan başlayarak batıdaki Pamir Dağlarına kadar uzanan bölgeyi kontrolü altında tutmaktaydı.
Çin’de Wang Mang karışıklıklarının yaşandığı dönemde Vilayette isyanlar başgösterdi ve M.S. 13 yılında bu bölge tekrar Hun hakimiyetine döndü. Daha sonra bölgeye defalarca sefer düzenleyen Han Hanedanı 74-76, 91-107 yılları arasında, ve 123’ten sonra vilayet yönetimini tekrar kurdu. Han Hanedanı’nın devrilmesinin ardından Batı bölgeleri genel valiliği Vey Hanedanı (265’e kadar) ve Batı Jin Hanedanı (265’ten sonra) tarafından devam ettirildi.
4. – 6. yüzyıllar arası
4. yüzyıldan başlayarak kuzeyden gelen göçebe akınlarına maruz kalan Batı Jin Hanedanı yıkılınca Kuzeybatı Çin’de Beş Barbar Onaltı Krallık denilen dönemde Han Çinlisi olmayan halklar tarafından çeşitli krallıklar kuruldu. Bunlardan Qian Liang, Qian Qin, Hou Liang ve Batı Liang, Batı bölgeleri genel valilği egemenliği altına almaya çalıştı. Sonunda Kuzey Çin’i egemenliği altında birleştiren Kuzey Vey Hanedanı bugünkü Doğu Türkistan’ın güneydoğusunu hakimiyeti altına aldı. Batı bölgeleri ise Shule, Yutian, Guizi ve Qiemo gibi yerel devletlerin elinde kalmıştı; buna karşılık Turpan çevresindeki orta bölgeler Kansu merkezli Kuzey Liang krallığının ardılı olan Gaochang’ın kontrolu altındaydı.
Sincan Uygur Özerk bölgesi başkenti Urumçi
Göktürk kağanlığı
5. yüzyılın sonlarına doğru bölgeye giren Tuyuhun ve Rouran boyları bu bölgedeki Çin egemenliğine son verdi. 6. yüzyılda Rouran hakimiyeti altındaki Altay bölgesinde Göktürkler tarih sahnesine çıktı. 1 yüzyıl içerisinde Rouranları yenerek nüfuzu batıda Aral Denizi, doğuda Baykal Gölünü aşan ve tüm Orta Asya’yı kapsayan geniş bir Göktürk İmparatorluğu kurdular. Kağanlığı 583’te doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrıldı; bu bölge Batı Göktürk Kağanlığı’nın egemenliğinde kaldı. 609 yılında Çin’in Sui Hanedanı Tuyuhunları yenerek güneydoğu Doğu Türkistan’ı ele geçirdi.
Tang hanedanı ve hanlıklar
Çin’de 618 yılında kurulan Tang Hanedanı bölgede hızlı bir yayılma göstermiştir. 620’ler ve 630’lardan başlayarak Göktürkler üzerinde baskısını arttıran Tang Çin’i 657’de Batı Göktürk Kağanlığı’nın yıkılmasına yol açmıştır. Bu dönemde Anxi genel valiliği’ne; “huzurlu + batı şehir + koruma + merkez” bağlanmıştı. Ancak bu vilayet Tang Hanedanının sonuna kadar varlığını sürdürememiştir. 8. yüzyıldaki Anshi İsyanı döneminde, Tibet Tang Hanedanı’nın bu bölgeden Yunnan’a kadar olan geniş bir bölümünü ele geçirmişti. Bundan sonra Doğu Türkistan’ın güneyi Tibet’in kontrolüne girerken, bölgenin kuzey kısımı Uygur Kağanlığı’nın hakimiyetine girdi.
9. yüzyılın ortalarında Tibet ve Uygur Kağanlığı zayıflamaya başladı. Çeşitli Türk boylarının oluşturduğu Karahanlılar 10. ve 11. yüzyıllarda Batı Xinjiang’ın kontrolünü ele geçirdi. Bu arada 840’da Uygur Kağanlığı’nın Kırgızlar tarafından parçalanmasından sonra kimi Uygur boyları bugünkü Turfan ve Urumçi çevresine yerleşir. Burada kurulan Uygur devleti kimi zaman çeşitli devletlerin himayesine girse de 13. yüzyıla kadar Doğu Türkistan’ın doğusuna hükmetmiştir. Kimi araştırmacılar Karahanlılar ve Uygurların arasındaki benzerliklere değinmektedir.Uygurlarda islam dinini seçerek doğuda yaşayan halkların dinlerine girmediler çünkü onların dinlerini seçerlerse kendi öz benliklerini yitireceklerini biliyorlardı.kendisi gibi Türk olan bu Karahanlılara uymuşlardır.
1132’de, Mançurya’daki Kitan’nın ardılları Kuzey Çin’deki Jurchen’lerin baskısından kaçarak bu bölgeye girmiştir. Burada Karahıtay Hanlığı’nı kurarak Tarım Havzasının büyük bölümünü 13. yüzyıla kadar hakimiyetleri altında tutmuşlardır.
Moğol Dönemi
Moğolistan’ın hakimiyeti altında birleştiren Cengiz Han batıya doğru ilerlemeye başladığında Uygur devleti 1209’da Moğollara ittifak teklif eder. Cengiz Han’a vergi ve asker vermeyi öneren Uygurlar, buna karşılık Turfan – Urumçi bölgesinin egemenliğini elinde tutmayı başarır. 1218’de Cengiz Han Kara Hıtay devletini yıkar. Kara Hıtay’ın İslamiyete karşı baskıcı tutumları nedeniyle Cengiz Han Kaşgar bölgesinde bir kurtarıcı olarak karşılanır.
Cengiz Han’dan sonra Moğol İmparatorluğu oğulları arasında paylaşılır. Bu bölge ise Çağatay Hanlığı’nın payına düşmüştür. Ancak Moğolistan ve Çin’deki Yuan Hanedanı diğer Moğol Hanlıkları burada hak iddia eder. 15. yüzyılda Çağatay Hanlığı parçalanır; Gulca, Yarkand ve Turfan’da hükûmdarlık kurulur.
17. yüzyılda Cungarlar (Oyratlar, Kalmıklar) bölgede bir İmparatorluk kurar. Bunlardan Kalmıklar egemenliklerini Çin Seddinden Don Nehrine, Himalayalar’dan Sibirya’ya kadar genişletir.
Mançu İmparatorluğu
Çin’de Mançular tarafından kurulan Qing Hanedanı 18. yüzyılın ortalarında bölgenin hakimiyetini Cungarlar’ın elinden alır. Qing Hanedanı Tarım Havzası ve Çungarya bölgesinde kendine bağlı küçük hanlıklar oluşturmak ister. Ancak 1758-1759 yıllarında çıkan isyanlar üzerine bu planını değiştirerek direk merkeze bağlı bir askeri yönetim kurar. İki bölge birleştirilerek Gulca’daki İli Generali’nin yönetimine verilir.
Dungan İsyanı
19. yüzyılın ortalarında Rus Çarlığı Çin’in kuzey bölgelerine baskısını arttırır. Afyon Savaşı, Taiping İsyanı gibi karışıklıkların içinde bulunan Çin’in uç karakollardaki etkinliği büyük ölçüde kısıtlanmıştır. 1864’te Doğu Türkistan’da Çinli Müslümanların (Hui/Dungan’lar) ve Uygurların başlattığı geniş çaplı isyanlar bölgede Çin egemenliğinin kalkmasına neden olur.
Kaşgar Emirliği
1865’da komşu Hotand Hanlığından Yakub Beg Kaşgar’a girer ve ardından gelen altı yıl boyunca neredeyse tüm Doğu Türkistanı’ı ele geçirir. Ancak 1871’de kargaşadan yararlanan Ruslar Gulca dahil olmak üzere zengin İli nehri vadisini işgal eder. Qing Hanedanı generali Zuo Zongtang 1875-1877 arasında bölgenin kontrolünü tekrar ele geçirerek Yakub Beg’in hakimiyetine son verir.
1881’de diplomatik çabalarla Gulca bölgesini geri alınır. 1884’te Qing Hanedanı Sincan Eyaleti’ni kurarak burayı Çin idari sistemine bağlar.
1912’de Çing Hanedanının yerini Çin Cumhuriyeti alır. Sincan’daki Qing valisi Yuan Dahua kaçarak yerini Yang Zengxin’e bırakır. Sincan’ın Çin Cumhuriyetine devrini gerçekleştiren Yang Zengxin 1928’daki ölümüne kadar bölgenin valisi olarak kalır.
Kök Bayrak Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti’nde kullanılan bayrak, günümüzde Doğu Türkistan bağımsızlık hareketinin sembolü olarak kullanılmaktadır. Kullanımı Çin’de yasaklanmıştır.
Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti
1930’larda patlak veren isyanlar 1933’de Kaşgar’da Birinci Doğu Türkistan Cumhuriyeti (Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti)’nin ilanıyla sonuçlanır. Kısa süreli Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti’nin ardından Çinli bir savaşbeyi olan Sheng Shicai Doğu Türkistan’ın kontrolünü ele geçirir.
Doğu Türkistan Cumhuriyeti
1944-1949 arasında Sincan’ın kuzeyinde bugünkü İli Kazak Özerk Bölgesi’nde Sovyetler Birliğinin desteğiyle İkinci Doğu Türkistan Cumhuriyeti kurulur. Doğu Türkistan Cumhuriyeti 1949’da Halk Kurtuluş Ordusu’nun Sincan’a girmesiyle birlikte sona erer.
1954’de kurulan Sincan Üretim ve İnşaat Kolordusu bölgenin Hanlaştırmasına yardımcı olmaktadır. 1 Ekim 1955’te Sincan Eyalet statüsünden çıkarılarak Özerk Bölge olarak ilan edilir.
Süregelen Gerginlikler
Çin Halk Cumhuriyeti’nin Doğu Türkistan siyasetinde çeşitli çevreler tarafından eleştirilmektedir. Uluslararası İnsan Hakları örgütleri ve bağımsızlık taraftarları Çin Halk Cumhuriyeti’nin bölgedeki Han Çinlisi olmayan kültürleri baskı altında tutuyor olmasını eleştirirler. Buna karşılık Sincan’da yaşayan birçok Han Çinlisi yerli etnik grupların kayrıldığı, kendilerine karşı ayrımcılık yapılmakta olduğunu söyler. 1949’dan beri bölgede birçok defa etnik çatışmalar meydana gelmiştir. Ayrıca Çin’in Lop Nur gölü (Lop-Nur nükleer test alanı) civarlarında nükleer denemeler yaptığı söylenmektedir. 1990’ların sonundan 2008 başına kadar olan dönemde durum göreceli olarak sakin olmuştur. 2008 yılı Mart ayında Doğu Türkistan’daki Müslümanlar ve Tibet’teki Budistler, Ağustos ayında Pekin’de yapılacak 2008 Yaz Olimpiyatları dolayısıyla, kendilerinin Çin işgali altında olduklarını çeşitli eylemlerle Dünya halklarına hatırlatmaya başlamışlardır.
Sincan, Çin Halk Cumhuriyeti’nin en büyük idari bölgesidir; Çin’in toplam yüzölçümünün altıda birinden fazlasını kaplar. Bölge Tianshan Dağları (Tanrı Dağları) tarafından iki havzaya bölünmüştür: Çungarya Havzası ve Tarım Havzası. Sincan’ın (aynı zamanda Çin’in) en alçak noktası deniz seviyesinin altında 155 metredir. En yüksek noktası ise, 8611 metre ile Keşmir sınırında yer almaktadır.
Kaynak : http://www.agrt.net/haber-dogu-turkistanda-devr-i-alem.html
Etiketler: Çin » Din » Dünya » Genel » Görüş Yorum » Gündem » Kültür Sanat » Makale Analiz » Röportajlar » Sanat » SiyasetBENZER HABERLER