logo

trugen jacn

ÇİN, UYGUR TÜRKLERİNİ AĞIR İNSAN HAKLARI İHLALLERİ İLE HEDEF ALIYOR (1.BÖLÜM)

Anavatanı kuzeybatı Çin’de bulunan Doğu Türkistan olan Uygur halkı, Türk kökenli bir etnik gruptur. Bu makalede anlatılacağı üzere, Çin hükümeti bölgedeki kontrolünü sürdürmek ve artırmak için Uygurları ağır insan hakları ihlalleri ile hedef almaktadır. Uygur anavatanında doğru habercilik yapmak güç bir hale gelmiştir. Çin sürekli şekilde Uygur gazetecileri tutuklamakta ve yabancı gazetecilerin bölgeden yaptıkları bildirimlere erişimi kısıtlamaktadır. Sonuç olarak, bölgedeki gelişmeler, özellikle şiddete başvurulan durumlar ile Çin hükümeti politikalarına karşı tavır alan Uygurların tutuklandığı durumlarda, yetersiz şekilde belgelendirilmektedir. ( Uygur Haber ve Araştırma Merkezi(UYHAM)

Çin zulüm resimleri ile ilgili görsel sonucu

Greg Fay- Proje Yöneticisi (Uygur İnsan Hakları Projesi, Uyghur American Derneği)

Giriş
Uygur Gazeteciliğine Kısıtlamalar
Ağustos 2015’te, Washington DC’de bulunan Uygur İnsan Hakları Projesi (Uyghur Human Rights Project) (UHRP), 2008 yılında Çin’de gözaltına alınan Uygur gazeteci Mehbube Ablesh hakkında bir yazı yazdı. Tek suçu, sadece Mandarin dilinde eğitim ve Olimpiyatlar çerçevesinde Çin’in aldığı çok sıkı güvenlik önlemlerine yönelik Çin politikalarını sorgulamaktı.[1] 2010’da San Francisco’da bulunan Dui Hua grubu mahkumiyet süresinin 2011’de dolacağının farkına vardı; ancak üç yıllık mahkumiyet süresi uzun zaman önce sona ermesine rağmen, gözaltına alınmasından bu yana bulunduğu yeri kimse bilmiyor.[2] Dört yıl sonra, serbest bırakıldığına dair hala herhangi bir doğrulama yoktu.
Ablesh’in göz altına alınması ve serbest bırakılmasını çevreleyen belirsizlik UHRP için tanıdık bir hikayeydi. UHRP Ablesh’in göz altına alınmasını Uygur gazeteciler üzerindeki daha geniş çaplı bir baskıyla ilişkilendiren bir bildiri yayınladı. UHRP Direktörü Alim Seytoff, Ağustos 2015’te “Diğer Uygur gazeteciler sadece insanları bilgilendirdikleri için uzun süreli hapis cezalarına maruz kaldılar. Bir ülkenin muhabir ve yazarlarını hapse atması güvenilir ve şeffaf bir yönetimle ilgilenmediğine dair açık bir göstergedir” diye yazdı.[3]
UHRP’nin soruşturmasının ardından ortaya çıkanlar, Ablesh’in serbest bırakılmasıyla ilgili net cevaplar ortaya koymadı. Aslen 2008 yılındaki tutuklamayı ele almış olan Özgür Asya Radyosu (Radio Free Asia) (RFA) Uygur servisi, UHRP’nin gazeteci hakkındaki soruşturması üzerine haber yaptı. Daha sonra RFA Ablesh’in güvende olduğuna dair, beraberinde telefon numarası verilen bir email aldı. RFA Uygur servisi haberine göre, aradıklarında aldıkları yanıt ikna edici değildi.[4] Sonuçta, Ablesh’in güvende olup olmadığını kimse kesin olarak bilmiyor. Eğer öyleyse, hapishane hücresine geri döneceği korkusuyla gazetecilerle konuşmak konusunda temkinli davranıyor olabilir.
Çin’deki Uygur gazeteciler sürekli olarak hedef alınmakta. Gazetecileri Koruma Komitesi (Committee to Protect Journalists) raporuna göre, Çin gazetecileri hapse atma konusunda dünya lideri ve hapse atılan 49 gazetecilerin 14’ü Uygur.[5] Bunların çoğu, 2009 yılında bölgenin başkenti Urumçi’deki olaylardan sonra yakalanmış olan internet gazetecileri. RFA de titiz habercilik sunmak amacıyla büyük bir masrafın altına girdi. Bir Uygur haber servisi muhabiri olan Shohret Hoshur’un üç erkek kardeşi, yaptığı habere misilleme olarak tutuklandı ve biri bugün hala hapiste.[6] Aile üyelerini hedef almak, Çin’in yurt içi ve dışında Uygurlara karşı uyguladığı genel bir taktik.[7]
Çin’in Uygurlar hakkındaki bilgi üzerinde uyguladığı sıkı kontrol sonucunda, Mehbube Ablesh’in kesinlik kazanmayan serbest bırakılması örneğinde olduğu gibi, önemli olaylar hakkında çoğu kez belirsiz ve ikna edici olmayan haberler ortaya çıkmaktadır. 2014 yazından bir örnek bu noktayı göstermektedir:
29 Temmuz 2014’te, Çin devletine bağlı basın, 24 saat öncesince, Yarkent Şehri’nde bıçaklı Uygur “teröristlerin” polis tarafından etkisiz hale getirilmeden önce düzinelerce görgü tanığını öldürdüğünü veya yaraladığını bildirdi. Aynı gün, Uygur Amerikan Derneği (Uyghur American Association), olay yerindeki kaynaklara göre oradakilerin polisi hedef alan teröristler değil, Ramazan şenliklerine getirilen yasaklara karşı sesini yükseltmek için toplanan protestocular olduğunu ve emniyet güçlerinin göstericilere ateş açtığını bildirdi.[8]
Yurtdışında bulunanlar olup biteni anlamakta zorlandı. 30 Temmuz’da BBC “Bu olayların hiçbiri bağımsız olarak doğrulanamıyor ve resmi basının şiddet olaylarını bu kadar geç duyurmasının nedeni açık değil” diye yazdı.[9] Sonraki gün, New York Times şöyle yazdı: “Sincan’da tırmanan karışıklığın arkasındaki gerçeği bulmak çok zor. Hükümet yasakları bağımsız gazeteciliği zorlaştırıyor ve bu tip siyasi tavrı açıkça belli olan meseleler hakkında yabancı gazetecilere bilgi veren Uygurlar ağır cezalara çarptırılabilmektedirler.”[10]
2009’da Urumçi’de çıkan olayların ardından Çin hükümetinin bilgiye erişime sınır getirmesi bir örüntü dizisini takip etti. Yetkililer bölgedeki internet ve mobil telefon ağını derhal servis dışı bıraktı. 3 Ağustos Pazar günü, devlet kontrolündeki medya yeni bir hikâye ortaya attı – etnik Han asıllı 35 kişi ve polisin vurduğu “terörist” olduğu öne sürülen 59 kişiden oluşan toplam 96 kişinin öldüğü bildirdi.[11] Günler sonra, internet üzerinden gönderdiği bir haberle olayda aslen binlerce insanın öldürüldüğünü yaydığı için bir Uygur tutuklandı.[12] Washington DC’de bulunan Uygur demokrasi lideri Rabia Kadir, farklı kaynaklara göre ayaklanmada en az 2.000 kişinin öldürüldüğünü bildirdi.[13] Yurtdışındaki insan hakları aktivistleri, olayı aydınlatmak üzere şeffaf bir soruşturma yürütülmesi talebinde bulundu.
Ancak hiçbir soruşturma yapılmadı. Eylül 2014’te, Mark Stone Birleşik Krallık’taki Sky News için şöyle yazdı: “Geçtiğimiz ay, birkaç gazeteci bölgeye ulaşmayı denedi. Hepsi askeri barikatlarda durdurularak geri gönderildi.”[14] Yarkent’i ziyaret etmeyi başarmasına rağmen yanıtlar muğlaktı. Stone, “Bölgede mobil internet ağı halen çalışmıyordu. Yerel halk bize olaydan beri çalışmadığını söyledi. Ancak hiçbiri olay hakkında ayrıntılı bilgi vermedi. Nereye gidersek gidelim, aşırı derecede sindirildiklerini hissettik. Çin yetkililerinin yabancılarla konuşan herhangi bir Uygur’u gördüklerinde hapse attıkları biliniyor. Doğrulanamayan haberlere göre geçtiğimiz aylarda çeşitli suçlardan dolayı yüzlerce Uygur içeri alınmış.” diye yazdı. Haberin sonunda ise şöyle diyordu: “Ve böylece katliamın arkasındaki gerçeğe ulaşmayı başaramadık. Çin hükümetinin sindirme taktiği işe yaradı.”
Mark Stone’un Eylül 2014’te Yarkent’e yaptığı ziyaretten beri, başka hiçbir yabancı gazeteci bölgeye gitmeye teşebbüs etmedi veya olayda ölenlerin toplam sayısını doğrulamaya yaklaşamadı. Ağustos 2015’te Özgür Asya Radyosu, Yarkent’teki çiftçilerin hükümet tarafından geçen yıl uygulamaya konan yeni kısıtlamalar yüzünden ekonomik zorluk çektiğini bildirdi.[15] Toplu tutuklamalar sonucunda tarlalar ekilemedi ve aileler yoksullaştırıldı ve de yerel halk dışarıya giderek iş aramaktan men edildi. Yarkent’ten gelen haberler iç karartıcı ve Temmuz 2014’teki olay ile ilgili sorular cevapsız kalmaya devam ediyor.
2015’te, olaylar dizisi bir kez daha tekrarlandı. Bu defa, Özgür Asya Radyosu Eylül 2015’te bir madene yapılan saldırının 40 zayiatla sonuçlandığı haberini duyuran ilk kanal oldu – haber hiçbir Çin kanalında yayımlanmadı.[16] İki ay sonra, Kasım 2015’te Paris’te meydana gelen terörist saldırısının ardından, Çin nihayet Eylül’deki olayla ilgili bilgi verdi ve saldırıya ilişkin aralarında birkaç kadın ve çocuk da bulunan, terörist olduğu iddia edilen 17 şüphelinin Çin polisi tarafından öldürüldüğünü açıkladı.[17] Fransız gazeteci Ursula Gauthier, saldırıyı uluslararası terörizmden ziyade baskıcı Çin politikalarının tetiklemiş olabileceğini sorguladığında, Çin hükümeti kontrolündeki basının lekeleme kampanyasına hedef oldu ve 2015 sonunda gazeteci vizesi iptal edildi.[18]
Doğu Türkistan, Xi Jinping’in 2013 yılında başlayan başkanlığından beri yakın tarihindeki en fazla şiddete tanık olmuştur, fakat bu olayları veya Çin’in Uygurlara karşı uyguladığı bu ağır tedbirleri belgeleyebilecek raporları açığa çıkaran özgür bir basın bulunmuyor. Uygurların gazetecilik yapmasının ve Uygular hakkında gazetecilik yapılmasının engellenmesi, Çin hükümetinin hem Uygurların dış dünyanın Uygarların durumunu anlayabilmesinin hem de Uygurların kendi yasal haklarının sistematik ihlalini tartışmalarının önüne geçmek amacını gerçekleştiriyor. Çin anayasası ve bölgesel özerklik yasaları Uygurların kendi dillerini konuşmak, dini uygulamalarını yerine getirmek ve ifade özgürlüğü de dahil olmak üzere pek çok özgürlüğünü garantilese de, bunlar çoğunlukla devlet politikaları ve uygulamaları aracılığıyla sekteye uğramaktadır.
Çift Dilli Eğitim – Uygur Dilinin Okullarda Saf Dışı Bırakılması
Uygur dil hakları Çin eğitim sisteminde saldırı altındadır. Hassas bir konu olarak gazeteci Mehbube Ablesh’in hapse girmesine neden olan çift dilli eğitim modeli Uygur edebiyat dersleri için kısıtlı olarak uygulanmakta ve diğer tüm dersler Çince işlenmektedir. Doğu Türkistan’da bu model okul öncesi eğitime kadar tüm seviyelerde uygulanmaktadır. Anayasa ve Bölgesel Özerklik Yasasının teminatına rağmen, Uygurların çocuklarının devlet sisteminde anadilde eğitimini sağlamasına yönelik hakları engellenmektedir.
Uygur diline karşı eğitim sistemindeki değişimde ortaya çıkan tehdit, UHRP’nin yakın zamanlı bir raporunda yer aldığı üzere devlet görevlilerinin Uygurca’yı “moderniteyle uyumsuz” olarak resmetmesinde de gözler önüne seriliyor.[19] Bu rapora göre, Uygur dili eğitim sisteminden katılımcı olmayan bir süreç sonucu kaldırıldı: “Daha geniş kalkınma politikası ile karşılaştırıldığında, ‘çift dilli eğitim’ planlamasında Uygur katılımı yoktu.”
Çift dilli eğitim uygulaması bir ayrımcılık modelini takip etmiş ve Uygur öğretmenler ve öğrenciler bundan zarar görmüştür. Çift dilli eğitim sisteminde Çinli öğretmenlerin büyük bir çoğunluğu sadece Çince konuşabilir, Uygurca değil. Bununla birlikte, Uygur öğretmenler için her iki dilde akıcılık şarttır ve yeterli derecede Çince bilmeyen Uygur öğretmenler işsizlikle karşı karşıya kalmaktadır. Başka endüstrilerde de söz konusu olan bu trend, eğitim sektöründe açıkça belgelenmiştir. Özgür Asya Radyosu’nun haberine göre Çince’ye hakimiyetlerinin yetersizliği nedeniyle 2010-2011 yıllarında en az 1000 ilkokul öğretmeni işini kaybetti.[20]
Etnik Han Çinlileri Çin’in iç bölgelerinden Doğu Türkistan’a taşımak için sürdürülen büyük bir nüfus değişimi seferberliğinin bir parçası olarak devlet, Çince öğretmenlerine teşvikler sağlayarak onların bölgeye yerleşmelerini cazip hale getirdi. Bu konu her ne kadar sistematik bir biçimde çalışılmamış olsa da, yurt dışında yaşayan Uygurların verdiği bilgilere göre, son zamanlarda gelen Han öğretmenlerin yetkinlikleri tartışmaya açıktır. Kaşgar’ın Yenişehir ilçesindeki bir ilköğretim okulunun eski bir öğretmeniyle yapılan röportaja göre, kendisiyle aynı programda, hükümet paketleriyle cezbedilen, aslında üniversite mezunu olması gereken sahte diplomalı veya daha az rekabet içeren 4 yıllık teknik okul mezunu 2 yıllık teknik okul mezunu onlarca kişi vardı. Öğretmen, ayrıca, ayrı ikamet nedeniyle hiçbir Han öğretmenin Uygurca öğrenme fırsatı bulamadığını söylemektedir.[21]
Araştırmacı Guljennet Enayatulla Kaşgar’da çift dilli okul öncesi programın uygulanmasına yönelik zorluklar hakkında 2007 yılında bir makale yazdı.[22] “Hepsi [Uygur öğretmenler] Han dilinde [Çince] eğitim almalarına rağmen, çoğu, temel tonlama farklılıkları ve yanlış telaffuz nedeniyle kendilerini bu dilde kötü ifade etmektedirler… Bu ve diğer nedenlerden ötürü öğretmenler büyük bir zihinsel baskı yaşadılar ve onların en iyisi bile yeteneklerini tam olarak uygulayamadılar.” Öğrenciler içinse, “çocukların çoğu erken, orta ve ileri seviyedeki sınıflarda ezberci bir eğitimden geçiyor ve ezberledikleri şarkıların anlamlarını bilmiyorlardı.” Başka bir sınıfta, öğrenciler ders kitaplarını okumak zorundaydı, çünkü öğretmenlerinin kötü Çincesini anlayamıyorlardı. Bu hem Uygurlar için hem de sert bölgesel aksanı olan bazı Hanlar için geçerliydi.
Dahası Mehbube Ablesh, Uygurların kendi dillerinde eğitim alma hakkını savunmasından dolayı hapse giren ilk Uygur değildir. Her ne kadar çift dilli eğitimi eleştirmese de, dilbilimci Abduweli Ayup, Kaşgar’da Uygur dilinde eğitim veren bir anaokulu açmak için yaptığı çalışmadan dolayı 2013’te hapse mahkum edildi. Çin’de ve yurt dışında eğitim gören Ayup’a 2009-2011 yıllarında Kansas Üniversitesi’ndeki eğitimi için Ford Vakfı burs verdi. Çin’e döndükten sonra, 2012’de, Ayup ve iki iş ortağı Kaşgar’da Uygur dilinde eğitim veren bir anaokulu açtı. Yetkililer, Mart 2013’te okulu kapatsa da, okul Ocak 2014’te tekrar açıldı.[23]
Ayup ve ortakları 20 Ağustos 2013’te polis tarafından gözaltına alındı. Ayup yaklaşık dokuz ay boyunca herhangi bir resmi suçlama olmaksızın hapsedildi. Aralık 2013’te, aile üyeleri Ayup’un sağlık durumunun kötü olduğunu ve ailesinin kendisini ziyaret etmesinin ya da kendisine ilaç getirmesinin reddedildiğini Özgür Asya Radyosu’na anlattı.[24] Nihayet, 17 Mayıs 2014’te, Urumçi Savcılığı yayınladığı mektup Abdulweli’nin yasa dışı bağış toplandığına dair suçlamaları detaylandıran resmi bir yazı yayımladı. New York Times’a göre, kullandıkları para toplama yöntemleri arasında online bağış toplama ile “bal ve üzerine okul amblemi işlenmiş tişörtler satma” da vardı.[25] Ağustos ayında 18 aylık hapis cezasına çarptırıldı ve temyiz sonucu Ekim’de serbest bırakıldı.
Böylece eğitim sistemi Uygurların dil haklarının ateş altında olduğu başlıca bir savaş alanı olarak ortaya çıkmıştır. Her ne kadar birçok Uygur iş piyasasında da Çince’yi bilecek şekilde çift dilli olmanın değerini bilse de, anaokulu kadar erken seviyeden itibaren Uygur dilinin okullardan zorla çıkarılması Uygurların eğitim sektöründe iş bulmalarını tehdit etmekte, Uygur gençliğinin eğitim kalitesini düşürmekte ve aynı zamanda bu gençlerin Uygur kimliğinin ana bileşenlerinden olan Uygur dilini hakkıyla öğrenme imkanlarını tehlikeye sokmaktadır.
Dine Yönelik Kısıtlamalar
Dilin yanı sıra din de Uygur kimliğinin bir başka önemli ayırt edici göstergesidir. Uygurlar İslam dinini, Budizm, Zerdüştlük, Nasturilik ve Şamanizm’in kesiştiği İpek Yolu’nda şekillenen zengin dini tarihlerinden de ilham alarak yaşamaktadırlar. Bu dinlerin her biri Uygurların dini miraslarının bir parçasıdır ve günümüz dini yaşayışlarında Sünni ve Sufi İslam’la birlikte iz bırakmıştır.[26] Resmi olarak ateizmi benimseyen ve tüm dinlerin uygulamalarını ağır bir biçimde düzenleyen Çin Komünist Partisi’nin hüküm sürdüğü Çin Halk Cumhuriyeti’nde, Uygurların dini özgürce yaşama hakları düzenli olarak ellerinden alınmaktadır.
Çinli yetkililer Uygurların dini uygulamalarını gitgide yasadışılaştırma yoluna gitti. Camiye girmek gibi basit bir eylem bile şiddetli bir biçimde sınırlandı.[27] Camiye girmesi yasak olan bu insanlar arasında devlet memurları da bulunuyor. Çin sisteminde bu öğretmenler ve çok büyük olan devletin çalışanlarını da kapsıyor. Buna ek olarak, Komünist Parti üyeleri partinin resmi politikası olan ateizme uygun olacak şekilde herhangi bir dini etkinlikte bulunması yasak. Son ve en endişe verici olarak, 18 yaşın altındaki hiç kimse Çin’de bir camide ibadet hakkına sahip değildir.[28] Çin’in başka hiçbir yerinde bu acımasız uygulama yoktur. Gençlere ibadet konusunda böylesine bir sınırlama uygulanması Uygur dininin ve kültürünün yeni nesillere aktarımı açısından büyük bir tehlike yaratmaktadır.
Çocukların dini eğitimini engellemek amacıyla, Çin’de devlet onayı olmaksızın dini eğitimi vermek de bir suçtur. Bu suç ağır bir şekilde cezalandırılır. Bir örnek olarak, Gulca şehrinden Merdan Seyitakhun, Uygur çocuklara dini eğitim verdiği için 2008’de ‘ayrılıkçı eylemlerde’ bulunduğu gerekçesiyle ömür boyu hapse mahkum edildi. 2008 yılının Mart ayından Haziran’a kadar, yetkililer İslam’ı öğretmeleri nedeniyle Gulca ve Nelka şehirlerinden 11 Uygur erkeği göz altına aldı. Özgür Asya Radyosu’na konuşan Merdan’ın babası şunları söyledi: “Hükümet onları dini öğretmek, yasa dışı dini eylemlerde bulunmak ve ‘ülkeyi bölmek’le suçladı… Onlar ahlâkı, dini ve iyi işler yapmayı sokaktaki gençlere öğretiyorlardı.”[29]
İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Uygurlara yönelik olan dini kısıtlamalarla ilgili 2005’te yayımladığı bir raporda, çocuklara yönelik ne ölçüde bir din eğitimi yasağının bulunduğuna yönelik bir ışık tuttu. Bir ebeveyne göre, “Bu bir Uygur okulu ve burada çalışanlar çoğunlukla Uygur. Ne var ki ne evde ne de işte çocuklarla din hakkında konuşmaya müsaade edilmiyor. Sadece konuşuyorsunuz ve bu hukuka aykırı. Kendi oğluma bile İslam’dan bahsetmeme izin verilmiyor. Bu nasıl mümkün olabilir?”[30] Bununla birlikte rapor, bir okulun öğrencilerin dini ibadetine yönelik gerçekleştirilen azarlamalara da yer vermekteydi: “Okulumuzdaki bazı öğrenciler, yani çocuklarınız, namaz kılıp oruç tuttukları ve bazı dini etkinliklerde yer aldıkları için derslere tam anlamıyla konsantre olamadılar. Böylece Özerk Bölge Eğitim Komisyonu’nun 1996 tarihli ve 5 numaralı belgesinde belirttiği çocukların dini etkinliklerde (ibadet etme, oruç tutma ve diğer dini etkinlikler) bulunması yasağını ve okul kurallarını ihlal etmişlerdir.”[31]
Okul yetkilileri düzenli olarak Ramazan ayında oruç tutan gençleri engellemekte ve hatta okulda yemek yemeye zorlamaktadırlar. New York Times’in 2008’deki haberine göre, Uygurların Ramazan süresince oruç tutmalarına yönelik düzenlemeleri kapsayan düzenlemeler bölgelere göre değişiklik gösteriyordu.[32] Bazı bölgesel yönetimler restoranların gündüz saatlerinde açık tutulmasını şart koşan düzenlemeleri Ramazan’dan önce web sitelerinde duyurdu. Özellikle gençlerin oruç tutmalarına yönelik uygulama ciddiydi: Kaşgar’daki yerel üniversite öğrencileri gün boyunca yemek yemeye zorladı ve onların akşamüstü ailelerine katılıp oruç açmalarını önleme amacıyla kampüsten ayrılmalarını engelledi. Kaşgar halkının verdiği bilgiye göre, üniversite kapıları kapatıldı ve daha yüksek duvar örülmeden önce kampüs duvarının üzerine duvar boyunca cam kırıkları yerleştirildi.
Son yıllarda normal Uygur dini yaşantısının evlilikten cenazelere kadar olan çeşitli görünümlerine karşı daha kazla sınırlamalara gidildi.[33] Özgür Asya Radyosu tarafından yapılan resmi internet yayınına göre, Hotan şehrindeki Uygurların birtakım Müslüman isimlerini alması yasaklandı.[34] Bu konudaki diğer önemli bir hedef de Uygurların dış görünümüydü – erkekler için sakal, kadınlar için baş örtüsü. Sakal ve baş örtüsü üzerindeki bölgesel yasaklardan hareketle başkent Urumçi de 2015’in Ocak ayından itibaren baş örtüsünü yasakladı.[35] Polisin evden eve aramalara girişip zorla kadınların baş örtüsünü çekmesi ve herhangi bir itiraza şiddetle karşılık vermesi bu yasakların acımasızca uygulandığını göstermektedir.[36]
Yetkililer mezar adı da verilen türbe ziyareti ve türbe bayramlarını yasaklayarak Uygurların dini ibadetlerinin bir başka yönünü de ortadan kaldırdılar. Araştırmacı Rian Thum’a göre, yetkililer, bir zamanlar Uygurların bölgesel dini yaşayışlarının önemli bir parçası olan belli başlı tüm türbe bayramlarını yasakladılar. Uyguların hareketliliğini sınırlama amaçlı büyük bir seferberliğin önemli bir parçası olarak, köylülerin ibadet için başka bir köye seyahatleri sınırlandı.[37] Yakın zamanlı bir olayda polisin kendi köylerinden başka bir köyde ibadet etmeye çalışan köylüleri vurması, özellikle bu hükmün uygulanmasındaki acımasızlığı göstermektedir.[38]
Çin devletinin Uygur dilinin okullardan uzaklaştırmasına yönelik politikalarıyla birlikte Uygur dinine yönelik ağır düzenlemeler Uygur kimliğinin özünün asimile olmasını hedeflemektedir. Bu da Çin’in kendi yasalarında teminat altına alınmış olan kendi dilini konuşma ve dini ibadetlerini yerine getirme özgürlüklerini açıkça ihlal etmektedir. Bunun yanında, devlet, Uygurların şu anki durumları hakkında özgürce konuşma haklarını da engellemektedir. Yalnızca uluslararası habercilerin Uygurların durumunu gözler önüne sermesi değil, Çin’deki Uygurların da düşüncelerini dile getirmeleri, özellikle de internette, engellenmektedir.
(1.Bölümün sonu. yazı devam edecek.)

Etiketler: » » » » » » » » »
Share
2301 Kez Görüntülendi.