Son Dakika
Mehmet KARA
Azerbaycan ve Ermenistan arasında 100 yıldır devam eden, ancak Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra yeniden alevlenen ve 26 yıldır çözüm bekleyen Dağlık Karabağ Sorunu, 27 Eylül’de yeniden başlayan çatışmalarla bir kez daha gündeme geldi.
Dağlık Karabağ, Güney Kafkasya’da hukuken Azerbaycan’a bağlı ancak Ermenistan işgali altında. Uluslar arası hukuka göre de, “Ermenistan işgali altındaki Azerbaycan toprağı” olarak görülüyor.
Ermenistan katliâmlar yaptığı bu topraklarda Müslüman nüfusu azaltmak adına yıllardır zulmünü devam ettiriyor.
10 Aralık 1991’de Azerbaycanlıların boykot ettiği ve yalnız Ermenilerin katıldığı referandum sonucuna göre bağımsızlık kararı alındı ve 6 Ocak 1992’de de bağımsızlık resmen ilân edildi. Fakat Ermenistan da dâhil olmak üzere hiçbir ülke veya uluslar arası kuruluş, devletin bağımsızlığını tanımadı.
Ermenistan, 1992-1994 tarihleri arasında süren savaşta ele geçirdiği ve “Ermenistan toprağı” ilân ettiği bölgede, savaş öncesi daha az olan Ermeni nüfusunu silâhlandırarak düzenlediği saldırılar ve iki halk arasında karşılıklı yaşanan çatışmalar sonrasında Azeri nüfusunun yarısı bölgeyi terk ederek mülteci konumuna geçti.
Şu anda bölgede Ermeni nüfusun oranının yüzde 80 civarında olduğu resmî kaynaklarca belirtiliyor.
“Kafkasya’nın İsrail’i” diye de isimlendirilen Ermenistan zaman zaman Azerbaycan’a karşı saldırılar düzenlerdi, ancak 27 Eylül’de yaptığı saldırıya Azerbaycan tarafından kuvvetli bir şekilde karşılık verildi ve “sığındığı ve güvendiği dağlar” Ermenistan’a destek olmayınca oldukça zor durumda kaldı. 2.5 milyon nüfuslu bir ülke olan Ermenistan’a en büyük darbe de belki de en güvendiği Rusya’ dan geldi. Putin, “Rusya’nın bazı anlaşmalar gereği Ermenistan’ı savunma yükümlülüğü var, ancak Azerbaycan’la yapılan savaş Ermeni topraklarında değil” demesi Ermenistan Başbakanını zor durumda bırakmış gözüküyor.
Ancak buraya şu notu da düşelim: Putin bugün böyle söyler yarın başka bir şey yapabilir. Türkiye olarak Suriye’de Putin’in ikircikli tavrına şahit olmuştuk…
Türkiye “iki devlet tek millet” sloganı ile Azerbaycan’ın haklı dâvâsında yanında duruyor. Her açıklama ve eylemi ile de bunu gösteriyor. İyi de yapıyor. Olması gereken de zaten bu. Türkiye’nin bu aşamada yapması gereken Ermenistan tarafı işgal ettiği topraklardan çıkana kadar Azerbaycan’ın yanında bundan önce olduğu gibi bundan sonra da durmaktır.
UYGUR TÜRKLERİNİN DE YANINDA DURMAK GEREKMEZ Mİ?
Ancak Türkiye hem soydaşı hem de dindaşı olan Müslüman Azerbaycan halkının “haklı davasında” yanında olması ne kadar doğru ise, Doğu Türkistan’ın yanında olmaması da bir o kadar yanlış değil mi? İki benzer olay için iki farklı tavır oldukça düşündürücü.
Bu zulüm karşısında bir ay önceki bir yazımızda “Dünya Uygurlar konusunda neden sessiz?” diye sormuştuk.
Aralarında Avrupa ülkelerinin de bulunduğu 39 dünya ülkesi tarafından, Çin yönetimine ortak bir mektup gönderilerek Uygurların derhal serbest bırakılması istenirken, mektupta “Sincan’da (Doğu Türkistan), bir milyondan fazla insan keyfi olarak, ‘siyasî eğitim’ kamplarında gözaltında tutuluyor. Bölgede giderek artan ağır insan hakları ihlâli raporları gördük. Uygur kültürünün yanı sıra din veya inanç özgürlüğü, serbest dolaşım, dernek kurma ve ifade hürriyetleri ile ilgili çok ciddî kısıtlamalar var” deniliyor.
Doğu Türkistan’da 35 milyon Uygur Türkü, Çin’in zulmünden inim inim inliyor. Toplama kampları adım adım soykırıma doğru giderken bu sessizlik yürekleri sızlatıyor. Doğu Türkistan’daki camilerin tamamının üzerinde, Komünist Parti’ye bağlılık bildiren “Partiyi sev”, “Ülkeyi sev” gibi devasa propaganda afişleri asıldığı kaçan insanların ifadeleriyle ortaya çıkıyor. Cuma namazlarına gelenler kay- da alınıp fişlendiği için Cuma namazlarında camilerin boş olduğu da anlatılıyor.
1,4 milyar nüfusu ile dünyanın en kalabalık nüfusuna (dünyanın nüfusu 8 milyara yaklaştı) sahip olan Çin’in dünya ticaretinin büyük kısmını elinde bulundurması Müslüman ülkeler dâhil birçok ülkenin yapılan zulme sesini çıkaramamasına yol açıyor! Bu durum, başta Müslümanlar olmak üzere insanlık adına utanç verici bir durum. Bu sessizlik, ülkeleri yönetenlerin yürüklerini sızlatmıyor mu?
Maalesef Türkiye de bu zulme gözünü kapatan ülkelerden birisi. 39 ülkenin imzaladığı bu mektupta diğer İslâm ülkeleri gibi Türkiye’nin de imzası yok. Tıpkı geçen sene Temmuz ayında Çin’in Doğu Türkistan’a yönelik sistematik zulüm ve işkencelerini kınayan 22 ülke arasında adı olmadığı gibi… Son mektupta olduğu gibi geçen seneki bildiride de “Kitlesel gözaltıları derhal durdur, Uygurları serbest bırak” denilmişti.
Hadi diyelim ki Almanya’nın öncülüğünde yapılan ve 39 ülkenin imzaladığı “Uygur mektubu” için Türkiye’ye bir davet gelmedi. O zaman “mazlumları sesi” olduğu söylenen Türkiye’nin öncülük ettiği başka bir mektup daha hazırlanamaz mı? 39 sayısı diğer Müslüman nüfusa sahip ülkeler ile beraber yüzlere çıkartılamaz mı?
BİRİLERİ DE “UYGUR BÖLÜCÜLERİ” DEMİŞTİ!
Bu arada tekrar hatırlatalım. Doğu Perinçek’in genel başkanı olduğu Vatan Partisi’nin gençlik teşkilâtının geçtiğimiz ay Çin zulmünü anlatmak için Ankara’ya yürüyen Uygurlar için kullandığı “Türkiye, ‘Uygur kışkırtıcılarının’ bölücü kampanyasına izin vermedi! İstanbul’dan Ankara’ya Çin karşıtı propaganda yapmak için giden Uygur bölücüleri polis tarafından geri gönderildi…” ifadesi de hafızalarda duruyor…
SÖZÜN ÖZÜ
39 ülke, Çin yönetimine ortak bir mektup göndererek, Doğu Türkistan’daki toplama kamplarında zorla tutulan Uygurların derhal serbest bırakılması çağrısında bulundu. Listede ülkemiz yok! Müslüman ülkelerin ve bu iktidar idaresindeki ülkemizin halinin özeti adeta…” (Gültekin Uysal, DP Genel Başkanı)
KAYNAK : https://www.yeniasya.com.tr/mehmet-kara/sessizlik-hayra-alamet-degil_529636