Semiha SANDIKÇI
Geçtiğimiz günlerde Çin’in işgalindeki kadim Türk-İslam yurdu Doğu Türkistan’in başkenti Urumçi’de çıkan yangında Çin makamlarına göre 10 yerel ve bağımsız kaynaklara göre en az 50 kişinin can verdiği açıklandı. 21.katlı binanın 15.katında çıkan yangın 17.kata kadar sirayet etmiş, dumanları ise 21.kata kadar ulaştığı, hayatını kaybedenlerın yanında çok sayıda yaralananlar olduğu haberi bizleri üzdü.
Asıl üzücü olan o insanların evlerinden çıkamadığı, çıkmasına izin verilmediği için bu acı olayın yaşanmış olması. Çin’in covid salgınını bahane ederek katı karantina önlemleri olarak evlerin kapılarının dışırıdar kilinmiş olması yüzünden apartmanda yaşayanların evlerini terk edemediği, itfaiye ekiplerinin metal bariyerleri ve engelleri aşmada zorluk yaşadıklarını ileri sürerek 810 mt. uzaklıktaki yangına müdahalede geç kalındığı için bütün bunları yaşandığı belirtiliyor.
Yetkililer bölgenin “düşük riskli”kontrol bölgesi olduğunu, dolayısıyla apartmanda yaşayanların dışarı çıkabileceğini ileri sürse de, salgın kontrolüne ilişkin veri tabanlarına göre ilçenin “yüksek riskli”olarak nitelendirildiği görüldü.
Bu çelişkili bilgiler daha önceden Uygur Türklerine Çin’in yaptığı insanlık dışı uygulamalardan sonra akıllarda soru işareti oluşturuyor.
Çin’de”Yüksek riskli”bölgelerde yaşayanlar karantinaya alındıkları evlerini terk edemiyorlar.Vakaların nüfusa oranla az olmasına ve büyük bölümünün hastalık belirtisi göstermemesine rağmen Çin”sıfır vaka”olarak adlandırdığı katı tedbirlerine, saplantılı ve tavizsiz şekilde devam ediyor.Bu hastalığın onların ülkesinden dünyaya yayılmasının verdiği suçluluk duygusundan mı,yoksa kendi politikalarının tabiatında mı bilinmez,karantina önlemleri “Çin işkencesine”dönmüş durumda.
Kendi halkına da hareket etme imkanı sunmayan ve günlük yaşamlarını kısıtlayan tedbirleri,temel ihtiyaçlarına ve sağlık bakımı ihtiyaçlarına erişimde büyük sıkıntılar yaşamalarına sebep olmakta,yol açtığı insanî felaketler nedeniyle tepki çekmekte.Ülke içinde de protestolara sebep olmakta.
Bu olayın peşi sıra dün Çin İstanbul Başkonsolosluğu önünde Çin rejimini Protesto etmek isteyen bir gruba bizim polisimizin gösterdiği tavır ve sözler beni ve birçok kişiyi daha da üzdü.
Oturma eylemi yapan çok da kalabalık olmayan bir gruba Polis “hepinizi birazdan zorla süpüreceğiz, aşağı”diyor,ite kaka insanları oradan uzaklaştırmaya çalışıyor.”Sizi sınır dışı edeceğiz”diye tehdit ediyor.”Benim muhatabım Çin” diyen bayana “Kalk o zaman Çin’e git, burası Türkiye Cumhuriyeti “diyor.Ben Türk Polisine yakıştıramadım, içi yanmış kendi soydaşına karşı bu tavrını.Orada taşkınlık yapmıyorlar,olay çıkartmıyorlar, haklı tepkilerini gösteriyorlar.Yedi senedir annesini göremediğini söyleyen genç onların resimlerini gösteriyor, ağlayarak onların cenazesini bile yapamadığını söylüyor ve soruyor;”Siz olsanız ne yapardınız?”.
Bakan Soylu, yapılan uygulama ve sözlerden dolayı üzüntü ve özürlerini belirtti,konuyla ilgili tahkikatın başladığını ifade etti.Ama o özrü, o tavrı ve sözleri sarf eden dilemeli.Süleyman Soylu;her ülkenin büyükelçiliğinin güvenliğini sağlamak görevleri ve sorumlulukları olduğunu” söyledi.
O ülkelerin de kendi idarelerinde yaşayan insanlara karşı sorumlulukları var,bizim de aynı kökü aynı dili paylaştığımız soydaşlarımıza karşı sorumluluğumuz var.Bir çok milletten insana kucak açmış bu vatan Uygur Türklerine mi kucak açamayacak?
Çin’in yıllardır yapmış olduğu baskılara rağmen millî kimliklerini korumayı başaran Uygur Türkleri bugün maalesef bütün dünyanın gözü önünde birçok sıkıntı yaşamakta.Çin Devleti’nin Uygur Türklerine karşı yaptığı baskılar, asimilasyon politikaları dünyanın gündemine oturmuştu ama bugün baktığımızda hala yalnız bırakılmış bir topluluk gibi görülüyor.
Bu insanlar Türk kökenli, aynı zamanda Müslüman ve Türkçe konuşuyorlar. Her şeyden öteye bizim ve herkes gibi insanlar. Bizim onlara herkesten çok sahip çıkmamız lazım.
Kaynak : http://www.dengegazetesi.com.tr/urumcide-yanginin-dumani-hala-tutuyor-18521yy.htm