logo

trugen jacn

ÇİN’İN DOĞU TÜRKİSTAN’DA DAĞTTIĞI AİLELER;BİTİRİLEN HAYATLAR: ORALBAYLAR’IN HİKAYESİ

Mehmet Volkan KAŞIKÇI( Arizona Devlet Ün.-ABD)

Çocukluklarında Bagila ve Baktıgül sık sık yüzmeye giderlerdi. Doğup büyüdükleri köyleri İli nehrinin kenarında bulunuyordu ve çocukluk hatıraları Doğu Türkistan’da İli Kazak Özerk Bölgesi’nden doğup Kazakistan’da Almatı eyaletine uzanan bu ihtişamlı nehir tarafından şekillendirilmişti. Ağabeyleri Dilşat da nehirde zaman zaman onlara katılırdı. Balık tutmak ve kışın nehir donduğunda üzerinde kayak yapmak Dilşat’ın en keyif aldığı aktivitelerdendi. Altı kardeşin hepsi tiyatroya gitmeyi, dans etmeyi ve şarkı söylemeyi severdi; ama Bagila ve Baktıgül’ün dans ve müzik aşkı ayrıydı. Ağabeyleri Dilşat dombrasını ve gitarını çalarken, kaç kez hep birlikte dans edip şarkı söylediklerini Allah bilir.

Baktıgül, Bagila’dan 4 yaş büyüktü, ama hayatları boyunca nerdeyse hiçbir zaman ayrılmadılar. O kadar ki, Baktıgül, Kuytun Şehir Gazetesinde gazeteci olarak çalışmayı bırakınca, aynı iş yerini kullanmaya başladılar. Bagila dükkanın bir tarafını güzellik salonu olarak kullanırken, Baktıgül de diğer tarafında kitap basmaya başladı. Ofisini ayrıca çoğunlukla düğün fotoğrafları bastığı bir fotoğraf salonu olarak da kullanıyordu. İş yerleri, Baktıgül’ün eşinin yemekhanesini işlettiği Kuytun Pedagoji Üniversitesi’nin ana giriş kapısının tam karşısında bulunuyordu.

Resim

İli’nin kenarında başlayan hayatları onları daha sonra nüfusunun çoğunluğu Han Çinlisi olan Kuytun şehrine getirdi. Şehirdeki Kazak nüfusu çok azdı, arkadaşlarının çoğu Han Çinlisi idi. Kendileri de Çince’yi akıcı bir şekilde konuşuyorlardı. Baktıgül, Dilşat’ın entelektüel meraklarını takip ederek önce bir gazeteci, daha sonra da yayıncı oldu. Aslında bütün aile edebiyat ve sanatla ilgiliydi, ancak Doğu Türkistan’daki Kazak aydınları arasında isim yapan Dilşat oldu. 1985’te üniversiteden mezun olan Dilşat, 1989’a kadar gazeteci, editör ve tercüman olarak İli Gazetesinin Kazak bölümünde çalıştı. 1990’ın başından Ağustos 1994’e kadar İli Bölgesi Siyasi Konseyinde tercüman olarak görev yaptı. 1994’ten 2003’ün sonuna kadar Kuytun Gazetesinin Kazak bölümünün idarecisi ve gazetenin yardımcı editörü olarak çalıştı. 2004’ten 2008’de Kazakistan’a yerleşinceye kadar Kuytun’daki dil ve edebiyat komitesinin başkanlığını yürüttü. 1986’dan itibaren Çin Komünist Partisinin üyesiydi. 23 yıl içinde Dilşat Çince’den Kazakça’ya 15 kitap ve 30’dan fazla hikaye tercüme etti. Tercümeleri arasında Jules Verne’den “Kaptan Grant’in Çocukları” ve Aleksey Tolstoy’dan “Rus Karakteri” gibi eserler bulunuyordu. Ayrıca 150 bölümden fazla televizyon dizisi tercüme etmişti. Dilşat, kariyeri boyunca 10’dan fazla makalesi için çeşitli ödüller aldı.

Çin Devleti, Doğu Türkistan’da 21. asrın distopyasını inşa etmeye başladığında kardeşler bir kez daha aynı kaderi paylaştılar. Hangisinin önce tutuklandığını bilmiyoruz, ama Dilşat  gibi Bagila ve Baktıgül’ün de Mayıs 2018’de tutuklanarak toplama kamplarına gönderildiği öğrenildi. 1959 doğumlu en büyük kardeş Jurat Oralbay, Gulca’da tutuklandı. Jurat, 30 yıldan fazla bankada çalışmıştı. Yaşlıydı ve çeşitli sağlık sorunları vardı. Çin Devleti tarafından hukuksuzca tutuklanan yüzbinlerce diğer insan gibi hiçbir suç işlememişti. Ama bir toplama kampına gönderildi ve yaklaşık dokuz ay kadar kaldı. Şubat 2019’da bir hastaneden ailesini görüntülü olarak aradı. Yakınları burnundan kan geldiğini görebiliyordu. Bozulan sağlık durumu sebebiyle nihayet kamptan çıkarılarak ev hapsine alındı.

Dilşat’ın sağlığı da hiç de iyi değildi. Daha önce üç kez ameliyat geçirmiş olmasına rağmen yaklaşık iki buçuk yıldır tutuklu. Çin’de emekli olduktan sonra Kazakistan’a yerleşip kendi işini kurmuş olan Dilşat, Kasım 2016’da akrabalarını ziyaret etmek için Doğu Türkistan’a gitti. Bu ziyaret sırasında Çin polisi tarafından pasaportuna el konuldu ve Mayıs 2018’de tutuklanana kadar ev hapsinde tutuldu. Kazakistan vatandaşı olan kardeşi Gülayşe, 2019 boyunca, muhtemelemen ilk önce bir toplama kampına gönderilen Dilşat’a verilen ceza ile ilgili farklı haberler duydu. Aynısı Bagila ve Baktıgül için de geçerliydi. Bir noktada yaşadıklarından bile emin olmayan kardeşleri Gülayşe defalarca Atajurt’a tanıklık verdi. Dilşat’ın 15, Bagila ve Baktıgül’ü 7-8 yıl ceza aldığını duymuştu önce. Ancak en son edindiği bilgiye göre Dilşat tam 25 yıl, Baktıgül 19 yıl, Bagila ise 15 yıl hapis cezasına çarptırılmış durumda. Ancak Doğu Türkistan’daki vakaların çoğunluğu gibi düzenlenmiş bir mahkeme, resmi olarak verilmiş bir ceza yok. Sadece kendilerine sözlü olarak bu cezaya çarptırıldıkları söylenmiş. Hapis cezasına çarptırıldıklarına dair ortada hiçbir resmi evrak yok. Sadece Bagila’nın eşinin ara sıra istenen para veya kıyafetleri götürdüğünü ve bunun karşılığında verilen makbuz tarzı belgede kullanılan ifadenin hükümlü, değil gözaltındaki kişi anlamına geldiğini biliyoruz; ancak bu makbuzlar biraz eski tarihli. Yani, şu an bildiğimiz hapis cezalarının ilerde tekrar değişmesi de mümkün. Doğu Türkistan’da verilen hapis cezalarının ezici çoğunluğu hukuksuz ve mahkemesiz olarak verildiği için, bu cezaların daha sonra değişebildiğine, uluslararası medyanın gündeme getirmesinden sonra tek tek vakalarda ceza süresinin azalabildiğine şahit olduk. Dilşat, Bagila ve Baktıgül ancak son dönemde birkaç kez eşleriyle görüştürüldü. Bu görüşmelerden Dilşat’ın sağlığının son derece kötü durumda olduğunu biliyoruz.

Bugün artık Doğu Türkistan’ın en önemli meselesi toplama kampları değil, bu uzun hapis cezaları. Yüz binlerce insan 2019’dan itibaren bu şekilde mahkemesiz, savunmasız, hukuksuz hapis cezalarına çarptırılarak toplama kamplarından hapislere transfer edildi. Aslında son bir buçuk yıldır, çok az insanın toplama kampına gönderildiği yönünde bilgi var. Tutuklanan insanların büyük bölümü ya doğrudan ya da bir süre toplama kampında kaldıktan sonra hapislere gönderiliyor. Gene Bunin bu trendi 2019 Eylül ayında yazmıştı. Ancak o kadar zaman geçmesine rağmen hem uluslararası medya, hem de ailelerini arayan Doğu Türkistanlılar ve aktivistler hala kampayalarını toplama kampları üzerinden yürütüyorlar. Meselenin toplama kampları ile çarpıcı bir hale gelmesinden dolayı ve çoğu aktivist toplama kampı ile hapishane arasında ayrım yapmadığı için bunda ısrarcılar. Ama aslında hapishanelere gönderilen insanların durumlarının çok daha ağır olduğunu ve belki daha önemlisi, toplama kamplarındaki insanların çıkma şansı varken, hapishanelerdeki insanların çıkma şansının çok çok daha az olduğunu kaçırıyorlar.

Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, ayakta duran insanlar ve açık hava, şunu diyen bir yazı 'S in!Annemiserbest bırak. Annemi China! Release mymother. my mother. 我要求中国政府释放我母亲! #FreeSuriyeTursun'

Aslında Doğu Türkistan’daki vaziyeti kavramakta zorlanan insanların yalnızca bu bilgi alma imkansızlığı üzerinde düşünmeleri bile yeterli. 2020 yılında, her saniye dünyanın diğer ucundaki, bir kişiyle de değil, onlarca kişiyle aynı anda görüntülü konuşmanız mümkün olan bir teknoloji çağında; on binlerce, yüz binlerce Doğu Türkistanlı yıllardır Doğu Türkistan’daki yakınlarından hiçbir şekilde haber alamıyor. Bugün 2-3 saat cevap vermezsek anne babalarımızın meraktan öldüğü bir dönemdeyiz. Düşünün, böyle bir dünyada üç yıldır, dört yıldır annelerinin, babalarının, kardeşlerinin, çocuklarının sesini duymamış; yaşayıp yaşamadıklarından bile haber alamayan on binlerce insan. Doğu Türkistan’da kurulan distopik rejimi anlayabilmeniz için aslında bu tek başına yeterli.

Yüz binlerce diğer masum insan gibi, Gülayşe’nin de kardeşlerinin neden tutuklandığı hakkında hiçbir fikri yok. Çin yetkililerince taraflarına iletilmiş uyduruktan bir bahane bile bulunmuyor. 3 çocuğu hapsedilmiş, 1 çocuğu sağlığını kaybettinten sonra kamptan çıkarılıp ev hapsine geçirilmiş, 2 çocuğu ise Kazakistan vatandaşı olan 80 yaşındaki anne Avahan Kurman ise tek başına, bakıma muhtaç kalmış durumda. Oralbay ailesinin trajedisi Doğu Türkistan’daki en ağır trajedilerden biri, ama elbette istisnai bir durum değil. Yakın zamanda Gene Bunin’in gece gündüz çalışarak yürüttüğü Xinjiang Victims Database (shahit.biz), kayıt altına aldığı 12 bine yakın kurban için aile ağaçları oluşturdu. Buradan, çeşitli örneklerle, nasıl aynı aileden çok sayıda masum kişinin tutuklandığını, ailelerin nasıl yok edildiğini örnekleriyle görmeniz mümkün. Gene ayrıca yakın zamanda bu şekilde hedeflenen ve parçalanan aileler hakkındaki en kapsamlı çalışma olan yazı dizisinin ilk parçasını da yayınladı.

Çin’in komik radikalizme karşı mücadele iddialarının aksine, en yoğun şekilde hedeflenen grupların başında Doğu Türkistan’ın Türk halklarının entelektüelleri, sanatçıları, akademisyenleri, gazetecileri ve yazarları geliyor. Bunlar genellikle toplumun en seküler kısmını oluşturuyor. Çin’in ırkçılığa varan kolonyalist politikalarını tanımlamak için kültürel soykırım artık hafif kalan bir ifade. Ancak Dilşat, önde gelen bir entelektüel olarak bu distopik rejimin kültürel soykırım politikasının bir kurbanı. Bir gazeteci ve yayıncı olarak Baktıgül’ün tutuklanmasının temel nedeni de muhtemelen bu. Tutuklanmalarındaki muhtemel bir ek sebep yurtdışına çıkmış olmaları. Dilşat’ın 2008’de Kazakistan’a taşınmış olması, çoğunlukla parti üyelerine yöneltilen “ikiyüzlü olma” suçundan tutuklanması için kafi. Onların hayatları hapislerde sönmüş durumdayken, çoluk çocukları da dışarda perişan halde. Dilşat’ın iki oğlu artık yetişkin. Baktıgül’ün bir oğlu 17, diğeri 7 yaşında. Bagila’nın oğlu 12, kızı 8 yaş civarında. Bu çocuklar yıllardır annelerinden ayrı büyüyorlar. Babalarının yanlarında olmasının dışında, onların ne halde olduğu konusunda bir fikrimiz yok.

Şu an Kazakistan vatandaşı olan Gülayşe 2018’in sonunda Atajurt’a gelerek kardeşleri için tanıklık vermeye başladı. 2 yıldır defalarca gerek Atajurt ofisine gelerek, gerek kendisi vidyo çekerek kamuoyunun dikkatini paramparça edilmiş ailesine çekmeye çalıştı. Gülayşe Atajurt’ta tanıştığım, röportaj yaptığım yüzlerce Doğu Türkistanlı içinde az da olsa Türkçe bilen tek tük kişiden biriydi. Daha iyi Türkçe konuşan kızı Malika’yla da teyzeleri ve dayıları için röportajlar yaptık. Bütün örneklerimiz içinde en ağır aile trajedilerinden biri olması, tutuklanan kardeşlerden ikisinin gazeteci olması ve Gülayşe ile kızının Türkçe bilmesi gibi sebeplerden ötürü baştan beri en yakından takip etmeye çalıştığım örneklerden biri oldu Oralbaylar’ın trajedisi. Gülayşe ve kızı İstanbul’a bir akrabalarının yanlarına gittiğinde, ben de elimden geldiğince tanıklık vidyolarıyla bu meseleye dikkat çekmeye çalıştım. Ancak Atajurt’un dünya medyasına ilettiği birçok trajedi en önemli uluslararası medya kuruluşları tarafından ele alınmışken, nedendir bilmem, bu örneğimiz Özgür Asya Radyosu’nun Çince servisi dışında yeteri kadar medyada yer bulmadı. Nihayet, ben kendim Oralbaylar hakkında bir yazı yazmaya karar verdim ve Almatı’da yaşayan İngiliz gazeteci Chris Rickleton’la beraber hazırladığımız yazı 22 Ocak 2020’de Global Voices’ta yayınlandı. Bu yazı daha sonra Rusça, Fransızca, Yunanca, İspanyolca ve İtalyanca’ya tercüme edildi. Ancak o zaman yazıyı Türkçe’ye de çevirip yayınlamayı akıl edemedim. Hazırladığım yazıya editör tarafından çok müdahele edilmesi hevesimi biraz kırmıştı. Daha sonra da karantina döneminin başlamasıyla Atajurt’la beraber çalışmayı da bırakmıştım. Şimdi bu yazının başında okuduğunuz bazı paragraflar, o yazıdan çeviri. Ancak, hem kelime sınırı, hem editör müdahelesi sebebiyle orda yazamadığım birçok şeyi bu yazıya ekledim.

Gülayşe kızıyla beraber bir süredir İstanbul’daki akrabalarıyla birlikte yaşıyor. İstanbul’a ilk gittiğinde, ailesinin hikayesiyle ilgilenecek Türk gazeteciler bulmaya çalışmıştım. Yazdığım twitler yüzlerce kez paylaşılıp beğenilirken, sadece bir mülteci derneği kendisiyle röportaj yapmış, onlar da sadece beş dakika yayınladıkları röportajı kendi meşreplerine göre eğip bükmüştü. Neticede Oralbaylar’ın hikayesi yine sessiz kaldı. Son dönemde İstanbul’da yakınlarını arayan Uygurlar’ın çok daha aktif hale gelmeleri, sürekli açıklamalar ve eylemler yapmaya başlamalarıyla beraber, Gülayşe ve kızı Malika da İstanbul’daki bu Uygurlar’la beraber seslerini duyurmak için ellerinden geleni yapmaya başladı. Ancak şu an sadece Çin faşizmi ve İstanbul’daki Çin konsolosluğunun utanmazlığıyla değil, Türk polisinin anlaşılmaz gaddarca tavrıyla da karşı karşıyalar. Çin Konsolosluğu önündeki protestolarından sonra zaman zaman Türk polisinin sert müdahalesiyle karşılaşıyorlar. Bir keresinde ellerindeki telefonları ve kayıp akrabalarının resimlerini alan polisin sertliği karşısında “İmdat!” diye bağırmak zorunda kalmışlar ve çevreden geçen vatandaşların tepkisiyle polis tavrını değiştirmek zorunda kalmıştı. Her şeylerinin kayıt altına alınması, saatlerce bekletilmek vs. artık Türk polisinden gördükleri standart uygulama.

Resim

Gülayşe, kızı Malika’nın kullandığı twitter hesabıyla Türkçe olarak sesini duyurmaya çalışıyor. İstanbul’daki Uygurlar’la beraber hareket etmeye başladıktan sonra, İstanbul’a gelen yabancı medya mensuplarına da röportajlar verdiler ve hala seslerini duyurmak için mümkün olan her imkanı kullanmaya gayret ediyorlar. Ancak Sky News ve ITV tarafından yayınlanan kısa vidyolarda Gülayşe kardeşlerinin fotoğraflarıyla görünse de, onun konuştuğu bölümler vidyoya eklenmemiş. Malika’ya Türkiye’den herhangi bir gazeteci ile görüşüp görüşmediklerini sorduğumda, bazı gazetecilerle konuştuklarını, ancak onların sadece “Doğu Türkistanlılar ailelerini arıyor” gibi genel şeyler yazdığını, bu şekilde hikayeleri aktarmadıklarını söyledi. Malika yalnızca bir kez diğer Doğu Türkistanlılar’la birlikte Akit TV’deki bir programa katıldı. Karantinanın başlamasından beri büyük ölçüde bu meseleyle bağımdan kopmuş olsam da, 2018’in sonundan beri Türk gazetecilerinin dikkatini bu trajedilere çekmeye çalıştım. Ancak bu beyhude uğraşı artık bir kenara bıraktım. Bu yazıyı da başka herhangi bir platform bulmaya çalışmadan doğrudan kendi kişisel blogumda yayınlamamın nedeni bu. Türkiye’de bu meseleyi haber yaptığı, gündemde tuttuğu söylenen gazetecilerin bile derdi gazetecilik değil. Sadece İngilizce’den haber çevirip, ajitatif, hamasi, içi boş laflarla twitter fenomenliği peşinde koşmak. Ancak çoğu insan için sadece birer sayı veya hamaset malzemesi olsalar da, onlar da sizin benim gibi insan. Onların da çocukları, çocuklukları, aileleri, onların da hikayeleri var. Bir yıl kadar önce İngilizce yazıyı hazırlarken o yüzden Gülayşe’den biraz çocukluklarını anlatmalarını istemiş, o yüzden yazıya böyle başlamıştım. Onlar da gülüp oynadılar, şarkı söylediler, sevdiler, sevildiler, onlar da anne, baba oldular. Ve nihayet bizler hayatımıza normal şekilde devam ederken, onların hayatı bir anda faşist Çin devleti tarafından söndürülüverdi. Biz karantinada evlerimizde kalmayı büyük bir dert olarak görürken, onlar suçsuz yere Çin zindanlarına kapatıldı. Eğer bir şeyler yapılmazsa, belki de hayatlarının sonlarına kadar.

Kaynak : https://falancamesele.wordpress.com/2020/12/25/dogu-turkistanda-dagitilan-aileler-bitirilen-hayatlar-oralbaylarin-hikayesi/?fbclid=I

Share
657 Kez Görüntülendi.