Son Dakika
UYGUR HABER VE ARAŞTIRMA MERKEZİ (UYHAM)
Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde (Doğu Türkistan) yaptığı insan hakları ihlalleri uzun zamandır konuşuluyor. Mesele Türkiye’de belli grupların istismar aracı olması dışında açıklıkla bilinmiyor ve tartışılmıyor. Arizona Eyalet Üniversitesi’nde tarih doktorası yapan Mehmet Volkan Kaşıkçı, buradaki olaylarla özel olarak ilgilenen bir akademisyen. Diğer insan hakları savunucularıyla birlikte Kazakistan’da kurulan Atajurt İnsan Hakları Derneği’nde Sincan’daki toplama kamplarına ve hapishanelere atılmış Kazakların yakınlarıyla pek çok video röportaj yaparak, bunları daha sonra Kazakistan Dışişleri Bakanlığı ve Birleşmiş Milletler’e göndererek ve dünyanın önde gelen medya organlarını ağırlayarak Çin’in bölgedeki zulmünü kamuoyuna duyurmayı başardılar. Kaşıkçı’yla dedikoduların ötesinde bölgedeki durumu somut olaylar ve örnekler üzerinden konuştuk. (Birikim dergisi)
Kamuoyunun tepkisi hakkında ne diyorsun?
Türkiye’yi konuşalım. 2009’da Urumçi olayları olduğu zaman Tayyip Erdoğan çıkıp “resmen soykırımdır” diye açıklama yapmıştı. Daha sonra 2015’te Ramazan’da oruç yasakları olduğunda Türkiye’de gündem oldu, insanlar sokaklara döküldü. Anlamamız gereken şey şu: Şimdi toplama kamplarıyla bulunduğumuz nokta Doğu Türkistan tarihinde başka hiçbir örnekle karşılaştıramayacağımız seviyede. Bütün dünyada İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra etnik temelli en büyük kitlesel tecrit. Karşı karşıya olduğuz şeyin ne kadar manyakça bir şey olduğunu anlamak lazım. Doğu Türkistan’daki durum on-yirmi yıl önceki baskıyla kıyaslanamaz. Akıl mantık almaz boyutta bir zulümle karşı karşıyayız ve inanılmaz bir şekilde herkes suskun. Hükümet tamamen Çin yanlısı bir politika belirlemiş durumda. Sabah akşam bu konuyu sömüren gruplar, Türkçü İslâmcı gruplar, bunlardan da bir şey çıkmıyor. Ama şunu da kabul edelim, Doğu Türkistan söz konusu olduğunda ideoloji fark etmiyor. Cumhuriyet gazetesi Nazileri övme suçuyla eşdeğer biçimde bu toplama kamplarına övgüler düzdü, en son Habertürk’ten Muharrem Sarıkaya aynı şeyi yaptı. Yeni Şafak’ın Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül’ün yazdıkları ortada. Dünyaya gelirsek bütün Müslüman ülkeler Çin’in destekçileri. Müslüman ülkeler içinde Çin’e karşı az da olsa bir şey söyleyen sadece Malezya oldu. Ben meseleyi devletler boyutunda görmüyorum. Bugün bazı Batılı devletler az da olsa bir tepki veriyorsa, bu da aslında bu meseleye kendini vakfetmiş insanlar sayesinde. Biraz uluslararası kamuoyu oluştuysa ve bu bir etki yarattıysa bu, bu işe gönül vermiş, bu işle uğraşan uluslararası bir ekibin başarısı sayesinde. Bunlar gazeteciler, insan hakları örgütlerinde çalışanlar, akademisyenler ve tabii Atajurt başta olmak üzere hayatını bu meseleye adayan kurumlar. Bugün de Doğu Türkistan mücadelesi bir yere geldiyse devletler sayesinde değil, bu insanların çabasıyla, devletlere rağmen oldu. 2017-2018’de mesele daha trajikti. Çin’in uluslararası heyetleri, gazetecileri bölgeye davet etmesi bile aslında uluslararası kamuoyunun etkisi olduğunu gösteriyor. Bizim video-röportajlarımızdan sonra insanların serbest kalması Çin’in nasıl uluslararası baskıdan etkilendiğini gösteriyor. Bazıları diyor ya “Çin çok güçlü, siz ne yaparsanız yapın kimseyi dikkate almaz,” diye. Öyle bir şey kesinlikle yok.
Başka söylemek istediğin bir şey var mı?
Dünyanın çeşitli yerlerinde trajediler var. Suriye’de, Yemen’de, Mymmar’da. Doğu Türkistan’ı diğer trajedilerden farklı kılan ne? Suriye’de ölme ihtimalin, Yemen’de ölme ihtimalin daha yüksek Doğu Türkistan’a göre. Ama Doğu Türkistan’da şöyle bir fark var: Öncelikle diğer bütün büyük trajediler savaş olan ülkelerde yaşanıyor. İşgal ve/veya iç savaş. Herhangi bir savaş durumu olmadan, bir devletin kendi vatandaşlarına karşı bu kadar barbarca bir savaş açtığı başka bir örnek bugün yok. İkincisi, mesela Suriye’de hayatınızı kaybetme ihtimaliniz çok daha fazla olsa da yapabileceğiniz bir şeyler de var. Savaşabilir, kaçabilir, bir şeyler yapabilirsiniz. Doğu Türkistan’daki insanların ise yapabilecekleri hiçbir şey yok. Örneğin, Mart 2018’de bir toplama kampında bir Kazak ölüyor. Ölen Kazak’ın ailesi o ilçenin önde gelen 70 yaşındaki Kaliolla Tursınulı adlı hukukçuya gidiyorlar. Bu yetmiş yaşındaki kişi Pekin’e bir şikâyet mektubu yazıyor, mektup hiçbir yere gitmeden, adam, karısı, iki çocuğu toplama kampına götürülüyor. Çocukları ve karısı bir yıl kaldıktan sonra toplama kampından çıktılar. Adama yirmi yıl hapis cezası verdiler. Ve bu adam yetmiş yaşında. Karar gazetesinde yayımlanan “Ağır çekimde ölüm” başlıklı yazımda verdiğim örnek bu. Doğu Türkistan’daki bir kişinin kendisini, ailesini, çoluğunu çocuğunu koruması için yapabileceği hiçbir şey yok. En ufak bir itaatsizlik, bir protestoda bütün ailenin soyunu kurutuyorlar. Bu yüzden, Doğu Türkistan’daki trajedinin sonlanması için ancak dışarıdakiler, yani bizler bir şeyler yapabiliriz. Bu yüzden Çin faşizmine karşı savaşanların mücadelesi tarihî önemi haiz.
Peki, Türkiye’deki insanlar bu zulüm karşısında ne yapabilir, neler yapmalı sana göre?
Öncelikle dediğim gibi mevzunun özü iyi kavranmalı. Bugün İslâm ülkelerinin liderleri ya da dünyanın para babaları Çin’in baş destekçileri. Daha önce bir yazımda nasıl Batılı şirketlerin bu rejime doğrudan destek sağladığını açıklamaya çalışmıştım. Doğu Türkistan’daki mevcut distopya aslında var olmayan bir komünist rejimin ürünü değil, bütün bu global kapitalist ağların mümkün kıldığı bir şey. Bu yüzden mevzu kesinlikle antikomünizm çıkmazından çıkarılmalı ve global ölçekte ne kadar önemli olduğu anlaşılmalı. Doğu Türkistan’daki insanların başına gelenler sizi zerre ilgilendirmiyor olsa bile, Doğu Türkistan’ın nasıl 21. asrın teknolojik distopyası haline geldiği, bu distopyanın nasıl şimdiden bütün dünyaya ihraç edilmeye başladığı ve durdurulmadığı takdirde sonuçlarının nerelere varacağını iyi düşünmeniz, meseleye bu açıdan yaklaşmanız lazım.
Bunun dışında ben somut olarak neler yapılmalı ona değinmek istiyorum. Aslında bunları bir yıldır tekrar ediyorum, ama milletimiz sadece ajitasyon ve hamasetle ilgilendiği için, kimse somut bir şey yapmaya yeltenmiyor. Türkiye’de şu anlaşılmıyor. Sabah akşam bu meselenin ajitasyonunu yapsanız, ağlasanız sızlasanız, Doğu Türkistan için binlerce tweet atsanız bunun (Türkiye’nin mevcut siyasetini değiştirme gücünüz yoksa) oradaki insanlara faydası yok. Sadece ben kişisel olarak 600’e yakın röportaj yaptım, bütün dünya medyasına, insan hakları örgütlerine bilgi sağladım. Bu kadar tecrübeden sonra bizim artık net olarak bildiğimiz, faydası olan, oradaki insanları kişi kişi aramak, sormak, bunlar için elinizden geldiği ölçüde kurumlara (Dışişleri Bakanlığı, insan hakları örgütleri) başvurmak, bunların hikâyelerini medyaya taşımak. Türkiye’de yakın zamanda bunu yapan bir Uygur akademisyenin tanıklığı, bu tanıklıkların ne kadar güçlü olabileceğini çok güzel gösterdi. Atajurt bütün dünya medyasına somut bilgiye dayalı haber yapma imkânı verdi: “Benim kocam, babam, kızım, kardeşim, şu tarihte, şurada, şu sebeple tutuklandı, toplama kampına gönderildi, daha sonra şu tarihte hapis cezası aldı vs.” Biz binlerce insandan bu bilgiyi topladık ve bunun sayesinde dünya medyası ve insan hakları örgütleri bilgiye dayalı haber yapabildi ve binlerce insanı kamptan çıkardık. Toplama kampları kurulalı üç yıla yaklaşıyor, bir yıldan fazladır dünya medyası geniş şekilde ele alıyor. Tutuklanan insanların içinde binlercesi de Türkiye ile ilgili sebeplerden ötürü kamplarda, hapislerde. Daha önce dediğim gibi yurtdışı bağlantısı en yaygın tutuklanma sebeplerinin başında geliyor. Bu kadar zaman oldu, hâlâ Türkiye’de okuduğu için tutuklanan Doğu Türkistanlı öğrencilerin bir listesi bile çıkarılmadı. Bu akıl almaz bir şey ve Türkiye’de kimsenin hiçbir şey yapmadığını çok net gösteriyor. Xinjiang Victims Database’i yürüten Gene Bunin, gitti tek tek Kırgız üniversitelerini dolaştı, Çin’e gidip geri dönemeyen yirmi kadar öğrencinin bilgisini toparlayıp bunları dünya medyasına taşıdı. Ne Türkiye’de kendini bu meselenin sahibi gören kurumlar, ne Uygurlar, ne herhangi bir üniversite bu konuda herhangi bir şey yaptı. Ben bu meseleyi milliyetçilik, İslâmcılık bağlamında görmediğim için, Doğu Türkistan’daki milyonlarca insan için Türkiye’nin diğer ülkelerden daha önemli bir rolü olduğunu düşünmüyorum. Ama sırf bizim bir üniversitemizde okuduğu için hayatı kararmış, toplama kampına, hapse atılmış öğrencilerden biz sorumluyuz. Bunu yapmak bu kadar zor bir şey değil. Bireysel olarak da yapabilirsiniz. Elimizde bugün yukarıda linkini verdiğim Xinjiang Victims Database gibi bir kaynak var, sadece bunun üzerine çalışarak onlarca öğrencinin bilgisine ulaşılabilir ve daha sonra bunlar için birtakım girişimlerde bulunulabilir. Ancak hamaset dolu yazılar, tweetler yazmak herkes için çok daha çekici olduğu için, tek bir kişi şu meseleye elini atmış değil.
İkinci olarak, Türkiye’deki Doğu Türkistanlılara yardım mevzusu var. Maddi yardım akla ilk gelen ama bu insanların en büyük sıkıntısı hukuki statüleri. Bunların birçoğu Türkiye’nin mevcut siyasetinden de dolayı sinmiş, korkmuş durumda; seslerini çıkaramıyorlar. Eğer gerçekten bu meselede bir şey yapmak isteyenler varsa, bu insanlara hukuki destek sağlanabilir. Yine, bildiğim kadarıyla kimsenin yapmadığı bir şey. Memlekette bu meseleyle ilgili olduğunu iddia eden insanlar içinde yüzlerce hukukçu olduğuna eminim. Bir ekip kurmak, hatta bireysel olarak bunlara yardım etmek hiç de zor bir şey değil. Ama dediğim gibi, meselenin hamasetini yapmak çok daha çekici.
Üçüncü olarak tabii ki medya mevzusu. Daha önce söyledim. Biz dünyanın bütün önde gelen medya kuruluşlarını ağırladık ama bunu defalarca söylememe rağmen hâlâ tek bir Türk gazeteci buraya gelmiş, bu insanlarla konuşmuş değil. Bırakın bizi, yakın zamana kadar Türkiye’deki Uygurlarla bile tek gazeteci görüşmemişti. Al Jazeera Doğu Türkistan belgeselinin büyük kısmını Türkiye’de çekti; Gülbahar Celilova bütün dünya medyasına İstanbul’dan konuştu; Türk gazeteciler ancak son birkaç ayda kendisine ulaşmaya başladılar. Onlar da uluslararası medya organlarının Türkiye şubeleri. Türkiye’de binlerce Doğu Türkistanlı var yakın zamanda gelmiş olan. Bu insanları bulmak, bunların hikâyelerini dinlemek, röportajlar yapmak yine hiç de zor olmayan bir şey. Her ne kadar son haftalarda bu değişiyor gibi görünse de Türkiye’de ana akım medyada net bir şekilde gayri resmî bir sansür var. Ancak bunun için ana akım medyayı beklemenize gerek yok. Yukarıdan beri söylediğim her şey, bir yerlerde tanımadığınız, bilmediğiniz insanlar için değil; sizin için, tam olarak bu röportaj okuyan kişi için. Siz, bütün bunları yapabilirsiniz. Biz bütün dünyaya Youtube kanalımızla ulaştık. Birkaç marjinal gazete hariç, Kazak medyası bize hiçbir zaman yer vermedi. Bunlar istendikten sonra çok rahat bir şekilde yapılabilecek şeyler. Hele ki anlı şanlı dernekler, kurumlar için çocuk oyuncağı. Ama arada bir konferans düzenlemek, Facebook’tan, Twitter’dan duyarlı iletiler paylaşmak tabii ki kendini tatmin etmek için yeterli; insanlara gerçekten yardım etmek gerekmiyor.
Son olarak, en basitinden, hiçbir dil bilmeseniz, hiçbir kalifiye özelliğiniz bulunmasa bile; sadece bizim Atajurt videolarını izleyerek, videolardaki hikâyeleri yazmanız, insanlara ulaştırmanız bile bir şeydir. Bana bir şeyler yapmak istediğini söyleyen kaç gence bunu söyledim. Ben röportajların büyük çoğunluğunu hâlâ Türkçeye de çeviriyorum. Ama şu âna kadar tek bir kişi bile bunu yapmadı.
Ben genel olarak Türkiye devletini bu meselede önemli bir ülke olarak görmüyorum. Bu insanlar için parmağını oynatmazken, Doğu Türkistan’ın sahibiymiş gibi sabah akşam nutuk atanlardan artık tek kelimeyle tiksiniyorum. Mevcut siyasi iradenin, Türkiye’de sabah akşam bu ve benzeri meselelerin pazarlamacılığını yapanların oradaki insanlara hiçbir faydası yok ve olacağını da düşünmüyorum. Arnavut akademisyen Olsi Jazexhi, bütün dünyaya gördüklerini anlattı; Ürdünlü bir gazeteci Doğu Türkistan’a gidip yapabildiği kadar haber yaptı; Çek Cumhuriyeti gibi küçük bir ülkeden meseleyi yazan birçok akademisyen, gazeteci var, hatta belgesel çekenler bize geldi; Gene Bunin kendisi Rus, kendisine yardım eden gönüllülerden en önemlileri genç bir Alman kız ve Litvanyalı bir erkek. Dediğim gibi, benim için bu mesele, kendini bu trajediyi bir parça olsun sonlandırabilecek bir şeyler yapmaya adamış, Müslüman ülkeler hariç (birkaç kişi dışında), dünyanın her tarafından gönüllüler, aktivistler, gazetecilerin, devletlere, siyasetçilere ve en önemlisi para babalarına rağmen, ortaya koyduğu uluslararası ortak bir mücadele. Bütün şu tabloda Doğu Türkistan mücadelesi içinde olan, somut olarak bir şeyler yapan Türk sayısını söylemek istemiyorum, onu da siz tahmin edin.
BENZER HABERLER