İngiltere Dışişleri Bakanı Dominic Raab, bu uygulamaların İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana “büyük insan hakları krizinden biri” olduğunu ifade etti ve’nin İngiltere Pekin Büyükelçisi’ni Londra’ya çağırdı. Bakan insanlık dışı uygulamaların, uydu yayınlarında, hayatta kalanların ifadeleri, Çin hükümetinin kendisinden sızanlar, İnsan Hakları İzleme Örgütü, Uluslararası Af Örgütü de dahil olmak güvenilir açık kaynak raporları ile bazılarının kanıtlandığını belirtti. Ayrıca dini inancın, Uygur dili ve gelişin sistematik bir aycılığa ayrımına uğradığını söyleyerek, uluslararası bu duruma göz yummayacağına dair mesajın diğer bazı Batılı ülkelerle beraber Pekin’e iletileceğini açıkladı.
Diğer yandan Uluslararası Af Örgütü, Çin hükümetini Müslüman Uygurlara karşı suçlayan suçlayan “Kırık Kalpler ve Hayat: Baskıyla Ayrılan Uygur Ailelerinin Kabusu” raporu yazan hafta kamuoyuna açıkladı. Bu işlem ailelerine dönebilmeleri için derhal salıverilmeleri istendi.
Çin’in soykırım uygulamaları Batı dünyasında genişleyen tepkilere yol açarken, ekonomisi zayıf Asya ve Afrika ülkeleriyle, Türkiye dahil ülkeler ya suskun kalıyorlar yahut Pekin’de ve yaptıklarını inkar ederek, uygulamalarda ve teröristlerle mücadeleden ibaret olduğu iddiasıyla kendini temize çıkarmaya yönelik metinleri imzalılar. Yani Çin’in yanında yer alıyorlar. Çünkü Çin, dünyanın en büyük ekonomilerinden biri; çok büyük ekonomik ve mali kaynakları elinde bulunduruyor. Komünist merkezi otoriter devlet sistemiyle kapitalist piyasa ekonomileri birlikte yürütüyor. Büyük sermayeye sahip yüzlerce Çin firması, Asya ve Afrika Dünya’nın dünya çapında yaptıracağı sanayi ve inşaatlar yapıyor;devletleri krediler borçlandırıyor, doğal kaynakları işletiyor, borsalara giriyor, büyük ihaleler alıyor. ABD’nin ve Rusya’nın askeri güce emperyalist politikalarına karşılık, Çin aynı doğrultuda ama yöntemlerle küresel hegemon bir çözüm olmaya çalışıyor; Bu ekonomik ve parasal gücüne etkili oluyor. ABD bu rekabetten ciddi olarak duyuyor.
Türkiye ile Çin arasında halen 22 milyar dolarlık bir ticaret hacmi var; Çin’e 2 milyar dolarlık ihracat yapıyor bunun üzerine yapıyor 20 milyar dolarlık ithalat yapıyor. Ancak ilişkilerimiz sadece ticaret sadece değil; Son Çin firmalarının ülkemizde farklı pazarlarda görüyoruz.
2014 yılında Çin’in KBC Şirketi 665 milyon lira verilen Tekstilbank’ın yüzde 75.5 hissesini satın aldı. 2015’de Cosco Pasifik 940 milyon dolara Türkiye’nin üçüncü büyük limanı Kumport’un işletme hakkını satın aldı. Aynı firma bir Suudi firmasıyla ortaklaşa 66.7 milyon dolara Demirer Kablo’yu, bir e-ticaret devi Çin’in Alibaba firması 2018’de 728 milyar dolara Trendyol’u satın aldı. Çin’in dünyanın en büyük “küresel güç” ü olma vizyonunun başat projesi olan “Kuşak-Yol” projesinin “orta koridor” ilkesi Türkiye’de, Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Kuzey Marmara Otoyolu işletmesinin yüzde 51 hissesini 659,13 milyar dolar alıp ” büyük ortak ”oldular.
Son iki yılda TCMerkez Bankası (TCMB) ile takas yani takas anlaşması yaptılar mı, yapıldıysa miktarı nedir? Henüz bilmiyoruz.
Türkiye birkaç yıldır ticari ve ekonomik ilişkisinin gelişmesine paralel olarak, Doğu Türkistan meselesini hükümetin gündeminden çıkarmış durumda. Batılı ülkeler ve uluslararası kuruluşların Çin’i kınayan metinlerini imzalamıyoruz, resmî bir açıklama da yapılmıyor. Bu suskunluk, eskiden beri komünist Çin yönetimiyle ideolojik bağlantısı olan, uygulamalarını haklı bulan solcu çevrelerde beğenilip alkışlanıyor. Üç yıldır iktidarı destekleyen gazeteler ve TRT, Doğu Türkistan’la ilgili haberlere artık yer vermiyor. Oysa bunlardan daha önce konuyu yapmakla yapmakla kalmazlar, yapılanların dini inançlarına anlatan yazı da yayınlarlardı.
Çin, halen ekonomik, teknolojik ve askeri gücüyle küresel bir aktör durumunda; bugünküde ABD ve Rusya’nın yanı sıra politik ve ekonomik dengeleri etkileyen, yönlendiren üç merkezden biri.
Ama O’nun bu gücü, Ankara’nın otuz milyondan fazla Türk ve Müslümana yapılanları görmezlikten gelmesinin gerekçesi olmamalıdır.
Mursi’nin darbeyle devrilmesi üzerine Mısır ile, Filistinlilere yapılan baskılar ve Gazze ambargosu nedeniyle İsrail ile diplomatik ilişkilerimizi donduran Hükümet’in, Pekin’e karşı bu derece suskun kalması, sadece ve ölçülü de olsa diplomatik bir dille tepki göstermekten kaçınması tarihi bir vebaldir. Gerçi Ankara’nın bu tavrı yeni değil, Ecevit’in Başbakan olduğu 57.nci Hükümet döneminde de benzer bir yanlış yapılmış, 2000 yılında Türkiye’ye gelen Çin Devlet Başkanı’na en yüksek ödülümüz olan devlet nişanı verilmişti.
Bugün çok Batılı ülke Uygurlara yönelik uygulamalarıyla insan haklarını ihlal eden Çin’i sadece kınamakla kalmıyorlar, yaptırım kararları alarak geri adım atmaya zorluyorlar. Bu ülkenin hepsinin Çin ile ticari ve ekonomik ilişkisinin çapı bizimkiyle kıyaslanmayacak kadar yüksek. Ama bundan bu ilişkilerinde herhangi bir gerileme olmuyor. Çünkü cümlenin ekonomide herkesin ihtiyacı yani karşıt çıkarları var. Kimse endişe etmesin, Türkiye evrensel hukuk kurallarına uymasını istiyor Çin hükümeti aramızdaki ilişkileri kalkışmaz; çünkü ticareti bizden çok daha iyi biliyorlar. Bu alanda bizden en az üç – dört misli fazla kazandıklarının, stratejik projeleri olan “Kuşak-Yol” nde coğrafi konumumuzun alternatifsiz bir öneme sahip olduğunun farkındalar.
Çin Dışişleri Bakanı 25 Mart’ta iki günlüğüne Ankara’ya geldi. CUMHURBAsKANI Erdoğan tarafından kabul edildi. Mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu ile uzunca bir görüşme yaptı. Görüşmelerle ilgili detaylı bir açıklama olmadı. Ancak aylar önce “Sinovac” aşıp yazıp Çin ateş ederek anlaşmalar yaparak Şubat-Mart aylarına kadar 50 milyon, iki ay sonra yüz milyon doz aşının ülkemize gelmesi gerekirken şimdiye kadar sadece beş milyon dozun geldiğinin anlatılarak gecikmeli telafiesinin istendiği, Bakan’ın cevaben bu Konu bilgisinin olmadığını, döndüğünde başbakanına durumu iletildiği söylediği kısaca ifade edildi.
Batılı Ülkenin Sinovac aşısını karşıladığı, sipariş vermediği, Türkiye’nin tam tersine yüz milyonluk sipariş vermesi aşının reklamını sağladı; referans olduğumuz için bize şükran duymaları gerekir. Üretimin ve ticaretin merkezi planlama ve kontrol altında yürütüldüğünde, yönetimin Türkiye’ye ne zaman ve ne aşı gönderileceğinden gecikmeden bilgisinin iletilmesi mümkün değil.
Dışişleri Bakanı ülkemize gelirken, bu konuda soruya muhatap cevap nasıl bilmez? Bu cevabın diplomasideki anlamı şudur: Pekin, aylarca yaşadığımız aşıların gelmemesinden dolayı büyük sıkıntılar yaşadığımızı görüyor. Aşı meselesini baskı unsuru olarak kullanıp Türkiye’nin Doğu Türkistan konusunu fazla kurcalamamasını, sessizliğini korumasını, hatta iade anlaşmasını Meclis’ten geçirmesini istiyor; kısacası şantaj yapıyor.
İki ülke Dışişleri Bakanlarının görüşmesi alışılmadık kadar kapalı geçti. Bu seviyedeki görüşmelerde olan ortak basın toplantısı yapılmadığı gibi, konuşmaların görüşüldüğünü içeren bir duyuru da olmadı. Oysa Batılı ülkelerle Çin arasında siyasal ve ekonomik tansiyonun yükselmekte olduğu, diğer güç gösterilerinin tersine, Dünya kamuoyu bu ziyareti merakla izliyordu. Çin Dışişleri Bakanı’nın, Çin Parlamentosunda evvelki yıl onaylanan “Suçluların İadesi Antlaşması” nın TBMM gündemine henüz alınmamış haleeme getirip getirmediğini, getirdiyse ne cevap verildiğini bilmiyoruz.
İnsanlık tarihinin kaydettiği ve otuz milyon civarında Türk’ün ve Müslüman’ın içinde tutulduğu büyük bir hapishane görünümündeki Doğu Türkistan, hangi kucukla olursa olsun dikkatlerden kaçırılarak unutturulacak bir mesele değildir. Asırlardır uykuda olan, inancının ve bulmasının henüz farkına varmayan İslam dünyasının duyarsızlığına artık şaşırmıyor, acıyoruz.
Öte yandan, Sovyetler Birliği’nin küresel bir depremle dağılması sonucu Türk devletlerinin ilgisizliğini görüp üzülüyoruz. Ancak bunda Çin ile sınır komşusu olmalarını, üzerlerinde artan, onun üzerinde dönüşebilen ekonomik, siyasal ve demografik baskılardan öte tavırlarını abartmamak gerekiyor.
Fakat Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin durumu hepsinden farklıdır. Asırlar boyunca bağımsızlığını korumuş olan yegane Türk ve Müslüman devletiyiz. Bin yıldır dini ve misyonumuzu yüklediğimiz sorumlulukların zaman bilincinde olduk. Soydaşlarımıza, dindaşlarımıza sırtımızı dönmedik; en zor dönemlerimizde elimizden geldiğimiz yardımcı olduk. Yaptıklarımızın diyetini ödetmeyi asla düşünmedik.
Günümüzde daha farklı bir tutum kişisi olamayız; milletimizin zengin değişken süzülerek günümüze gelen hasletlerine, onuruna, izzetine, vakarına uymayan tavırlar kendimizi inkar etmek kar etmek gelir.
Diplomatik yollardan yapabileceklerimiz vardır; Bunları yapmamak, susup seyirci kalmak, sadece siyasi bir yanlış değil, milli ve tarihi bir vebal olur ve altından kimse kalkamaz.