logo

trugen jacn

DOĞU TÜRKİSTAN DAVASI MİLLİ HAK- HUKUK VEÖZGÜRLÜK MÜCADELESİDİR

Dr.Ferhat Kurban TANRIDAĞLI

Günümüzde Doğu Türkistan meselesi
1990’lı yılların başlarında Eski Sovyetler birliği bünyesindeki Türk boyları bağımsızlıklarını kazandıkları zaman efsane Liderimiz İsa Yusuf Alptekin heyacan ve büyük umutla :”Batı Türkistan bağımsızlığına kavuştu. ” KURTULUŞ SIRASI DOĞU TÜRKİSTAN’DA “ sözü ile tarihe not düşmüştü.  Türk Dünyasına gönül vermiş , Türk birliğine inanmış bir dava adamı olarak heyacanlanmakta ve umutlanmakta haklı idi. Ancak daha sonraki gelişmeler Uygurların beklentilerinin tersine cereyan etti. Çin her zamanki sinsi ve kurnaz politikalarını devreye soktu: “Shanghai beşlisi” adıyla bilinen örgütü kurarak Türk Dünyasını doğrudan etki alanı altına aldı; kardeş eliyle Doğu Türkistanı kuşatmak, Uygurları hür dünyadan soyutlamak için kapanı kurmuş oldu. 70 yıllık esarette milli şuuru zayıflamış , köklü devlet geleneği olmadığı için acemi olan kardeş Cumhuriyetler ise Çinlilerin beklentilerine fazlasıyla alet oldular, o kadar ki bugün Çin güvenlik kuvvetleri Shanghai Örgütüne üye ülkelerde terörist avı bahanesiyle başarılı Uygur işadamları , ilim adamları ve potansiyel tehlike olarak gördükleri fikir ve düşünce sahibi Uygurları elleriyle koymuş gibi bulup yakalanmakta ve hiç bir engelle karşılaşmadan Çin’e geri götürüp zindanlara atabilmektedir.
Bununla birlikte Çin hükümeti Doğu Türkistan’da bulunan diğer Türk boylarını ve özellikle de Hui Müslümanlarını Uygurlara karşı doldurup kullanmaktalar, zaten tarihten beri kimlik kompleksleri olan , Uygurlara hep haset besleyen , dolayısıyla Uygurlara karşı hep Çin hakimiyetinin yanında yer alan Huilar (Çinli Müslümanlar) sırtları sıvazlandıkça Uygurların aleyhine çalışmaktalar ve özel imtiyazlar elde etmektedirler. Böylece Uygurlar bugün Çinliler için net, çevreden soyutlanmış , soranı soruşturanı olmayan , kıyıma ve topyekun imhaya hazır bir konuma getirilmiştir.
Öte yandan, Çin devleti özel davet ile götürdükleri basın mensuplarını genellikle Hui bölgelerindeki ve ya Huilara ait Camilere götürmektedir. Basın mensupları Uygurlar dışındaki Müslüman azınlıkların yaşam koşullarını inceleyip Camileri gezince anormal bir durum görmemekte, bir de konuştukları kimseler de durumlarından ve Çin Kominist Partisi Yönetiminden son derece memnun olduklarını anlatıp mutluluklarını ifade edince, bu basın mensupları da Huilar ve Müslüman azınlıkların durumu ve memnuniyetlerini Doğu Türkistan’nın genel durumuymuş gibi anlatmakta. Böylelikle Uygurlar hakkında “konuları abartan, yok yere şikayet eden kavgacı ve huysuz bir toplum” algısı uyandırılmakta , konunun asıl ciddiyeti gölgede bırakılmaktadır.
Onun için Doğu Türkistan’daki zulmün özellikle Uygur odaklı olduğunun altı çizilmeli, oralara bir sekilde gidecek olan gazeteci ve araştırmacılara da bu ince çizgiler  özellikle anlatılmalı ve bunlara bu durum telkin edilmelidir.
Doğu Türkistan Davası Milli, Hak-Hukuk ve Özgürlük Mücadelesidir.
Doğu Türkistan davasının bir Milli hak- hukuk ve Milli özgürlük mücadelesi olduğunu ve varabileceği boyutlarını en iyi idrak eden Çin devletidir aslında. Onun için Doğu Türkistan davasının ciddiyetini gölgede bırakmak , Uygurların içinde bulunduğu vahim durumu örtbas etmek , Uygurları topyekün yok etme planına dünyayı da alet edebilmek için yöntem aramaktadır. Keza bu arayış içindeyken 11 Eylül olayları meydana gelmiştir.
11 Eylül sonrası oluşan İslamofobik algıyı terörizm ile harmanlamak her kesten çok Çin devletinin işine gelmiştir. “Uygurlar aşırı dinci , teröristlerdir” tezini uydurmuştur ve bu yönde sinsi planlar yaparak korkunç algı operasyonları düzenlemiş ve bu konuda gittikçe ustalaşmışlardır.
Şu detaylara bir bakalım:
Şimdi daha emin olduğumuz bilgilere göre son yıllarda Doğu Türkistan’da genç, sakallı vaizler türedi ve Sürekli olarak Müslümanlara hicret ve cihat hakkında vaazlar vermeye başladılar, Müslümanların Küffarlara karşı cihat yapmaları gerektiğini ancak “Darül Sulh” olan Çin’de olmasının caiz olmadığı , onun için “Darül harp” olan topraklara hicret edilmesi gerektiğini anlattılar. Daha sonraları ise” İslam devleti” tarafından Özbekçe ve Uygurca olarak hazırlanan propaganda CDlerinin seyrettirildiğini öğrendik. Bu vaizlerin hedef kitlesi ise dini duyguları kuvvetli ama eğitimsiz , dinden habersiz,işsiz gençler, kalabalık nüfuslu aileler, her kesin akraba olduğu köyler olarak seçilmişti. Kıdemli din adamları adım başı kontrol edilir , söz hareketleri sıkı denetlenirken bu genç vaizlere karışan yoktu. Tam tersine bu genç vaizleri telkin etmeye çalışan dini zatlar ise açık ve ya gizlice cezalandırılıyordu.
Çin devletinin din politikasındaki bu enterasan gelişmeler devam ederken Tayland, Malezya gibi Uzak Doğu ülkelerinde toplu şekilde ortaya çıkan ve kaçak olarak bu ülkelere  geldikleri söylenen, ağır şartlar altında yaşam savaşı veren insanlar ortaya çıktı. Bu insanlar kendilerini ‘’Türk’’ olarak tarif etiler. Daha sonra bunların Doğu Türkistanlı Uygur Türkleri oldukları anlaşıldı. Bu durum bu insanların Çin zulmünden kaçıp buralara geldiği boyutuyla algılandı.
Aslında Konu O Kadar Basit Değildi !
Çin hükümetinin Doğu Türkistan’da baskıcı bir politika yürüttüğü, insan haklarını son derece pervasızca ihlal ederem çiğnediği  açık ve net bir gerçektir.  Bu ülke’de   yaşayan insanların özgürlüğe kavuşmak uğruna her türlü külfeti göze alarak, varını yoğunu satıp ve ya bırakıp yurt dışına kaçmayı tek çıkış yolu olarak görmelerini anlamak zor değildi.
Ancak bu insanların sayıları kesin olmayan rakamlara göre 7 bin kişi  civarındadır. Bu insanların yaşadığı bölgeyle yurt dışına kaçmak için kullandıkları yol  güzergahının mesafesi   Çin  sınırına kadar en az  5 bin  km kadardır. Çin’in  her biri birer  orta veya küçük devlet büyüklüğünde olan   eyaletlerden geçmeleri  gerekmektedir. Bu insanlar dış görünüşleri , söz- hareketleri ile yerel Han Çinlilerinden bariz bir şekilde farklıdır. Sadece Uygurlar için uygulanan şehirler arası izin kartı zorunluluğu vardır ve alınması da son derece  sıkı ve ağır şartlara bağlanmıştır. Üstelik her türlü teknolojik imkanlarla donatılmış o kadar denetim noktaları  mevcut iken, bu insanlar bütün bu engellere takılmadan 5 bin  km yolu  engelsizce ve yakalanmadan   hududa kadar nasıl geldiler? Bu insanlar azim etti, Hududa kadar gelmeyi başardılar diyelim, bugün dünyanın en güçlü ordularından biri tarafından korunmakta olan , gerektiği zaman kuşların bile uçarak geçemediği bu hudutlardan nasıl geçtiler ? Çin hükümeti hudutlarını korumakta bu kadar aciz idiler de biz mi gözümüzde büyüttük? Ve ya bu insanlar huduttan geçerken hudut koruma görevlileri talimat üzere topluca istirahata mı çekildiler?
Daha sonra bu insanların çoğu Türkiye’ye getirildi, bir kısmı Tayland hükümeti tarafından Çin’e iade edildi. Bu olaylardan sonra Suriye’de Uygurlar’ın olduğu, bazılarının ise Deaş saflarında yer aldığı haberleri çıkmaya başladı. Bazı haberlerde ise Suriye topraklarında 2800-3000 civarında Uygur olduğunu açıklandı. Konu hakkında değişik abartılı sayılar verilse de “Daeş saflarında savaşan yabancı savaşçıların istatistik verileri tablosu”nda terör örgütü saflarına katılan Uygurlar’ın toplam sayısı 300 olarak yer almaktadır. ( Kaynak: http://icsr.info/2015/01/foreign-fighter-total-syriairak-now-exceeds-20000-surpasses-afghanistan-conflict-1980s/)
(2017 yılının başlarında Emniyet birimlerince tercüman bilirkişi aracıliğıyla alınan resmi ifadelerde, “cihat için hicret etmeye ” ikna edilen bu Uygurlar’ın önce malını mülkünü Çinli insan kaçakçılarına ve ya onların gösterdiği göçmen Çinlilere yok pahasına sattıkları ve sonra bu Çinli İnsan kaçakçıları ve Çin ihtihparatından olduğu tahmin edilen kimseler tarafından guruplar halinde Doğu Türkistan’nın ücra köşelerinden alınarak Çin’in güney bölgelerine kamyonlarla engelsiz getirildikleri ve oradan da hiç bir engelle karşılaşmadan Çin’e komşu olan Kambojya, Taylant, Malaisia gibi ülkelere getirildikleri birinci ağızdan duyulmuştur)
Çok geçmeden Çin’in gerçek niyeti ortaya çıktı: Paris terör saldırısından sonra , BM güvenlik konseyi oybirliği ile Daeş ile mücadele kararı aldı, Çin’in BM deki daimi temsilcisi Liu Jie Yi kabul oyu kullanmakla kalmadı , konuşmasında “Doğu Türkistan Terör güçlerine darbe vurmak Terörle Mücadeledeki önemli noktadır” dedi. Böylece uluslararsı arenada Çin hükumeti Uygurların milli hak-hukuk mücadelesini “Aşırı dinci Terörist hareket”olarak lans edebilme konusunda ilk başarıyı elde etmiş bulundu. Kimsenin görmediği “Doğu Türkistan İslam hareketi” adında bir örgüt peydahlandı ve”terör örgütü” listesinde yer verildi.
Şunu da belirtmeden geçemeyiz, ne yazık ki Çin devletinin bu sinsi ve korkunç planlarına alet olan ise “Cennet Anaların ayaklarının altındadır” hadis-i şerifini hiçe sayarak , Anasını ,bacısını , toprağını Çin zulmüne terk edip, cennet kapısını “Dar’ul-Harp” olan Suriye ‘de aramak gerektiğine inandırılmış Uygurlar oldu.
Genelde Uluslararası sinsi oyunlar ve komploların altında İngiliz parmağını aramak ve İngiliz oyunu olduğunu düşünmek adettir. Ancak günümüzde “Eski köye yeni adet gelmiş”tir. Artık her taşın altından sadece İngiliz değil Çin de çıkmaktadır. Hatta Çoğu zaman Çin devleti çıkmaktadır.
Ne kadar tuzak kurulursa da, sinsi oyunlar oynansa da “Güneş balçıkla sıvanmaz.”
Doğu Türkistan davasına kurulan bu tuzağı deşifre edlyoruz ve davamızın tanımını tekrar ediyoruz: Doğu Türkistan davası Uygurların milli hak hukuk ve özgürlük mücadelesidir.
Yazımızın devamını “Doğu Türkistan’ın içinde bulunduğu acı durumun temel nedenleri ve Uygurların yapması gerekenler” başlığı ile gelecek sayıda siz okurlarımızla paylaşacağız.

Etiketler: » » » » » » » » » »
Share
1026 Kez Görüntülendi.