Son Dakika
Uygur Haber ve Araştırma Merkezi (UYHAM)
“Terör Kapitalizmi” ve ” Dijital Diktatörlük” koca bir kültürü göz göre göre ortadan kaldırmaya çalışıyor.
Çin’in Kuzey batısındaki Uygur Özerk Bölgesi’nde durum, son birkaç yıldır günbegün kötüleşmeye devam etmekte. Yerel etnik azınlıklar merkezi yönetimin Çinlileştirme ve “standartlaştırma” amaçlı yeniden eğitim kampanyasıyla hedef alınıyor. Sinopsis, yakın zamanda saha çalışması için Doğu Türkistan’ı ziyaret eden antropolog Darren Byler ile bir röportaj gerçekleştirdi. Kendisi halen Washington üniversitesinde Uygurlar üzerine çalışmalarına devam etmekte. Byler, Çin Orta Asyası’nda Hayatta Kalma Sanatı (The Art of Life in Chinese Central Asia) adlı internet sitesindeki paylaşımlarıyla milyonlarca insanın hayatını derinden etkileyen bu insan hakları krizine dair uluslararası tartışmalarda önemli yer tutmuştu.
Byler ile Uygur tarihi ve kültürü, Çin devleti tarafından uygulanan baskı ve kendisini çalışmaları ile yakından ilgili bir kamuoyu tartışmasının içerisinde bulan bir akademisyenin durumu üzerine bir röportaj gerçekleştirdik.
Uygur toplumu ve kültürüne ilk kez 2003’te o bölgeyi ziyaret ettiğimde ilgi duymaya başladım. O zamanlar fotoğrafçılık öğrencisiydim. Uygur vahasındaki şehirlerde bulunan canlı sokak hayatı ciddi manada beni kendine çekmişti. Avlulu evler ve büklümlü yollar, gerçek bir canlılığa sahip görünüyordu, ancak bu yerel hayat tarzının değişimin eşiğinde olduğunu da görebiliyordum. Çin devletinin petrol ve doğal gaz gibi kaynak çıkarma endüstrilerindeki ticari yatırımları, Uygur doğal yaşam biçiminin temel dokusunu da değiştirmeye başlıyordu. Araştırmamı dünyanın bu kısmı üzerine yoğunlaştırmamı sağlayan şey bu. Yıllar geçtikçe ve Uygur arkadaşlarla ilişkiler kurdukça da bu ilgim arttı.
Genç nesil Uygurların yaşamını şekillendiren güçleri anlamakla ilgileniyorum. Genç Uygurların neden köylerini terk edip şehre seyahat etmek istediklerini bilmek istedim. Ayrıca, şehir hayatına girerken ne bulduğunu ve bu deneyimi nasıl temsil yaşadıklarını anlamak istedim. Yeni güvenlik ve kontrol biçimleriyle nasıl başa çıkabildiklerini bilmek istedim.
Araştırmamda bulduğum en ilginç şeylerden birisi de genç Uygur göçmen erkeklerinin hayatında dostluğun rolü oldu. Birçok genç para kazanmak ve tutkularını takip etmek amacıyla şehre gittiği için evliliği ertelediğinden ötürü manevi destek için yakın arkadaşlık bağlarına dayanıyor. Bu dostluklar aynı zamanda onlara finansal destek sağlıyor, iş bulmalarına yardımcı oluyor; onları İslami topluluklara ve şehir hayatına çekiyor. Günlük yaşamda, yemeklerini paylaşarak ve şehrin sokaklarında yürürken kurulan bu dostlukların ritimlerinin ve yakınlıklarının aralarında sıkı bağlar kurduğunu gördüm. Ayrıca bunlar genç Uygurların Çin devleti tarafından ortadan kaybedilme korkusuyla baş etmelerine de yardımcı oluyor.
2003 yılında Doğu Türkistan’a ilk geldiğim zaman ile Nisan 2018’deki en son yaptığım seyahat arasında Uygur mahallelerinde, kasabalarında ve köylerinde büyük çapta değişiklikler oldu. Çoğu durumda, bu alanlara eskiden hâkim olan avlulu evler, beş katlı beton blok apartmanlarla değiştirildi. 2014 ve 2015 yıllarında saha çalışmamı yürüttüğüm Urumçi şehrinde göçmen gençlerle tanıştığım mahallelerin birçoğu yıkıldı, orada yaşayan insanlar ortadan kayboldu
Kırdan kente göçenlerin birçoğu köylerine geri dönmeye zorlandı. Devlet onları şehir dışına çıkarmak için vize benzeri kişisel bilgilerin yer aldığı bir sistem kullandı. Geriye kalan yaklaşık bir milyon kadar insan ise, “eğitim yoluyla dönüşüm” adı altında toplama kamplarına gönderildi. Bu, özellikle 20’li ve 30’lu yaşlardaki genç Uygurlar için geçerli. Köyden kente göçen bu insanların birçoğu, dini ve kültürel özgürlük arayışı içinde şehre geldiklerinden ve bu imkânlara kavuşmak için akıllı telefon kullandıklarından ötürü, özellikle “siber suç” suçlamalarına açık haldeler. Geçtiğimiz birkaç yıl boyunca Çin hükümeti tarafından yasaklanmış bilgilere eriştikleri için, “güvenilmez” ve “yeniden eğitilmesi gereken” kişiler olarak etiketlendiler. Sonuç olarak, yüz binlerce genç erkek ve kadın dünya görüşleri yok edilmek üzere kamplara gönderildi.
Bölgedeki otoriteler, sosyal mühendislik alanında kitlesel bir deney yapıyorlar. Bu, bölgedeki Türkî Müslümanların, özellikle de genç Uygur erkek ve kadınlarının, gözetleme teçhizatı, kontrol noktaları, yeniden eğitim faaliyetleri, toplama kampı sistemleri ve hapis cezaları ile esir tutulduğu anlamına geliyor. Dışarda olmak birinin nereye giderse gitsin daima bir kamera sistemi tarafından izlenmesi anlamına geliyor. Bu kameraların çoğu yüksek çözünürlüklü yüz tanıma özelliklerine sahip. Yapay-zeka destekli teknolojiyi kullanan bu sistemler, bireylerin farklı zaman ve mekanlarda izlenmesini otomatik hale getiriyor. Videolarda arama yapılabiliyor böylece bir insanın günlük aktiviteleri sistem tarafından değerlendirilebiliyor.
Konuştuğum birçok Uygur bana söylediklerinden ötürü temkinli hareket ediyorlardı. Yabancı uyruklu olduğumu bildikleri için bu zorunlu değildi ancak genel olarak yabancılarla nasıl konuşmaları gerektiği konusunda temkinliydiler. Biraz aksan ile Uygurca konuştuğum için tanıştığım birçok Uygur, Çin’de eğitim almış “şehirli bir Uygur” olduğumu varsayıyordu. Pek çok durumda, resmi olmayan taksilerde tanıştığım Uygurlar diğer Uygur yabancılarla olduğu kadar benimle de konuşmaktan memnundu. Birbirimizi biraz tanıdıktan, aslında Amerika’dan geldiğimi öğrendikten sonra toplama kampı sistemi hakkında bildiklerini ve bunun ailelerini nasıl etkilediğini biraz daha rahat açıkladılar. Ancak kameraların görüş alanı içerisindeyken günlük sıradan konuşmaların ötesine geçmek konusunda daha isteksizdiler.
Polis tarafından açıkça taciz edilmedim. Bazen kontrol noktalarında polis tarafından durduruldum, ancak genellikle yabancı olduğumu açıkladığımda, sadece pasaportuma üstünkörü bakarak yoluma devam etmeme izin verdiler. Beni kontrol noktalarında durduran Uygur polis memurları benimle Uygurca sohbet etmekten genellikle mutluluk duydular.
Kırsal Uygur bölgesinde daha yakından izlendim ve zaman zaman polis tarafından kontrol noktalarının ötesine seyahat etmem engellendi. Anladığım kadarıyla şehir bölgelerinde daha çok kamera sistemleri aracılığıyla izlendim. Daha kırsal alanlarda, polis varlığım konusunda uyarıldı ve kontrol noktalarına yaklaştığımda kim olduğum biliniyordu. Birkaç kez takip edildim ve bu bölgelere seyahat etmekten vazgeçtim.
Evet, saha çalışması yaptığım dönem boyunca tanıştığım birçok Uygur polis tarafından götürüldü. Bazı durumlarda, onların hapse atıldığını ya da toplama kamplarına götürüldüklerini teyit edebildim. Açıkçası şu anki durumda henüz tutuklanmamış olanları tespik edebilmek daha kolay. 2014–2015 yılları arasında yakın dostluklar kurduğum 25 Uygurdan 5’inin serbest olduğunu ve 11’inin tutuklandığını öğrendim. İçlerinde üniversite profesörleri de vardı, düşük gelirli güvencesiz işlerde çalışan göçmen işçiler de.
Bu kavram, bölge ekonomisini büyük ölçüde şekillendiren güvenlik endüstrisine işaret ediyor. 2009 yılında, bölgede geniş çaplı protestolar, ayaklanmalar ve devlet şiddeti görülmeye başlandığından beri, bölgede faaliyet yürüten özel güvenlik şirketlerinin sayısı 1400’ü aştı. Bu şirketlerden çoğu, Xi Jinping’in yapay-zekada Amerikan Silikon Vadisini geride bırakma vizyonunun son teknoloji ürünlerine sahipler. Çin Devleti, 2030 yılı itibari ile yapay zekâ gelişimine olan yatırımlarını 150 milyar dolara çıkararak, gayrisafi milli hasılasını 7 trilyon dolar seviyesine getirmeyi ön görüyor. Çin’in devlet yatırımları ve teknoloji gelişimi perspektifinden bakıldığında, Uygur topluluğunu kontrol ve dönüştürme projesi, devasa bir potansiyeli olan kapitalist bir deney.
Bu endüstriyel yapılanmaya “terörle” tanımlanan bir girişim olarak yaklamak önemli. Çünkü “terör” kavramı Uygurları ve Müslümanları Çin ulusuna karşı varoluşsal bir tehdit olarak göstermek için kullanılıyor. Böylece, Uygur halkı, insanlığın temel haklarının artık geçerli olmadığı bir istisna olarak görülüyor. Çin’de terörist kelimesi genellikle Müslümanlarla ilişkilendiriliyor. Bu durum Çinli liderlerin ve Çin halkının, terörü sınır bölgesindeki farklı insanlarla ilişkili bir tehdit olarak algılamalarına neden oluyor. Uygur toplumunu bu şekilde etiketlemek, Çin devletine, Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kurumlara karşı, insanlık karşıtı suçlarla ilgili bir kılıf da sağlıyor.
Bence Doğu Türkistan’daki bu değişikliğin kaynağı Çin merkezi hükümeti. 2014 yılında, Kunming, Beijing ve Ürümchi’deki olaylardan sonra Xi Jinping ve Çin Komünist Partisi Sincan genel sekreteri Zhang Chunxian “Halk’ın Teröre Karşı Savaşını” ilan etti. Bu yeni girişim sonucunda devlet İslami ritüellerin halka açık alanlarda uygulanmasını yasaklamaya ve Uygurları yeniden eğitim kamplarına göndermeye başladı. Ancak 2016 yılından hemen sonra, Zhang’ın yerini Chen Quanguo’nun almasıyla, kitlesel tutuklamalarda ve yapay zekânın kullanıldığı güvenlik altyapılarında artış gözlendi. Sanıyorum ki Xi Jinping yönetiminin de desteğiyle Chen, basit bir polis devleti güvenlik yaklaşımından, Uygur popülasyonunun yönetiminde, halkın topluca şekillendirildiği bir yaklaşıma geçme kararı aldı. 2016’dan beri, hükümet Uygurların yaşamlarının en temel alanlarını, dini yaşayıştan, aile birliği, dil ve yiyecek kültürüne kadar her yönünün varlığını sarsan uygulamalar yürütüyor. Şu an Uygurların tüm temel sosyal kurumları hafızalardan siliniyor. Bu sistemler ve sosyal silinişin altyapısı, merkezi hükümetten gelen yüklü miktardaki maddi destek olmasaydı mümkün olmazdı. Bence, Chen ve diğer bölgesel otoriteler, sadece Xi Jinping yönetiminin onlara emrettiği ve bu doğrultuda teşviklerde bulunduğu yönergeleri uyguluyor.
Bu noktada, Uygur anavatanında açık bir direniş yok. İnsanlar hükümet karşıtı davranmak ya da konuşmaktan çok korkuyorlar. Tabi ki, Uygurların hafızalarında daha özerk bir Uygur hayatının anıları var. Ancak silinmeye karşı dayanıklı ve dirençli olan bu anıları yalnızca çok özel mekân ve anlarda dillendirilebiliyorlar.
Hükümet aile hayatının temel noktalarına nüfuz ettiği için, birçok Uygur, yatılı okullarda Çin dili ve değerleriyle yetişen çocuklarının, kendi toplumları ve aile hayatına yabancılaşacağına dair derin bir kaygı duyuyorlar. Uygur çocukların, hükümetin Uygurların “geri kalmışlığı” ve suçluluğu hakkındaki söylemlerine inanacağı ve ana akım çin toplumu içinde asimile olacaklarından endişe ediliyor.
Doğu Türkistan’da yaşayan Han Çinlilerinin Uygur toplumuna olanlara dair birbirinden oldukça farklı bakış açıları ortaya koyduğunu gördüm. Genel olarak, birçoğu kamplarda ve Uygur köylerinde neler olduğu konusunda sınırlı bir bilgiye sahip. Bununla birlikte, Doğu Türkistan’da yetişenler ve kendilerini Doğu Türkistan’da “yerli” olarak kabul edenler, burada yaşanan toplum mühendisliği projesi hakkında bölge dışında yetişenlerden çok daha fazla duygusal çıkmazlar yaşadıklarını ifade etti. Yerli halk, büyük toplulukların resmi suçlama olmadan gözaltına alınmasını, Kültür Devrimi’nin toplumsal temizlik/tasfiye hareketini anımsatan bir olay olarak görüyor. Bugün Uygurların başına gelenlerin geçmişte yaşananlara benzer şeyler olduğunu söylüyorlar ancak Uygur komşularını ve dostlarını korumak için yapabilecekleri bir şey de olmadığını düşünüyorlar.
Bölge dışında büyüyenler, genellikle projeye daha fazla destek gösteriyorlar ve “Uygur sorunu” ile başa çıkmak için gerekli olduğunu söylüyorlar. Proje başladığından beri Uygur mahallelerine girdiklerinde ya da evlerine gittiklerinde kendilerini daha güvende hissettiklerini belirterek projenin şimdiden başarılı sonuçlar verdiğini düşündüklerini söylediler. Birçoğu Uygur mahallelerinin işgalcileri olarak elde ettikleri ve açıkça yararlandıkları bu yeni ayrıcalıklarından memnun gibiydiler.
2014 yılından beri devlet 1 milyonu aşkın memuru Uygur evlerinde yaşamasını ya da Uygur evlerini görmeye gitmesini sağlayan kampanyalar yapmakta. 1,6 milyondan fazla Uygur program başladığından beri bu “akrabalardan” edindi. Bu sözde akrabaların görevi ev sahibi Uygurların devlete yönelik bir hınç besleyip beslemediklerini, gerçek anlamda vatansever olup olmadıklarını ve herhangi bir dini değere sahip olup olmadığını gözlemlemek. Bu değerlendirmeleri yapabilmek için akrabalar Uygur evlerinde soru sorup gözlem yapmak için uzunca süre harcıyorlar. Kendileriyle birlikte alkol ya da kendileri hazırladıkları helal olmayan yiyecekleri tüketmelerini isteyerek de test ediyorlar. Ayrıca ailedeki çocuklara hassas konular hakkında sorular sorarak da olayların iç yüzünü öğrenmeye çalışıyorlar. Ek olarak akrabalar ev sahiplerinin yaşam standartlarını sorarak ve onlara hediyeler sunarak “sıcaklık” göstermeye çalışıyorlar.
Bu akraba ziyaretleri programının ikinci yüzü ABD ordusunun ülkelerini işgal ettikten sonra Afganların ve Iraklıların “gönüllerini fethetmeyi” amaçladığı yöntemi anımsatıyor. O örneklerde olumlu etkileri oldukça azdı. Aslına bakılırsa o bölgelerde öfkeyi ve şiddeti arttırmak olumsuz sonuçlar doğurmuş olabilir. Genel itibariyle, bu akraba ziyaretlerinin Uygur toplumunda benzer sonuçlar doğurmasını bekliyorum. Uygurlar evlerine böyle zorla girilmesinden oldukça rahatsızlar. Ziyaretçilerin, sevdiklerinin kamplara götürülmesine sebep olmasından da korkuyorlar. Çoğu zaman ailelerini darmadağın eden ve kendilerini umutsuzluğa sürükleyen durumlar için minnet duyuyormuş gibi yapmak zorunda kalıyorlar. Bazı Uygurların bu ziyaretçilerle olan ilişkilerini kullanarak iş bulmak, polisten korunmak gibi faydalar elde etmeye çalıştıklarını duydum ancak hissettikleri tehdit elde ettikleri faydayı katbekat aşıyor.
Bölgede büyümüş Han Çinlileri Uygurlara karşı daha ılımlı olmasına rağmen son tahlilde onların ve “akraba” olarak yerleştirilmek için gelenlerin Uygurlara karşı davranışları arasında büyük bir fark yok. Güvenlik endüstrisi ve dönüştürme programı Hanları hemen her alanda Uygurlar ile karşı karşıya getiren bir güç dinamiği oluşturdu. Hanların sistemin uyguladığı şiddeti hafifletmek için sarf ettikleri bireysel çabalar kendi çevrelerinde bir nebze etkili olabilir ama sonuç olarak yine Uygur halkı yok ediliyor.
Stanford Hapishanesi Deneyi totaliter rejimlerin insanlar arasındaki sadistçe şiddeti nasıl normalleştirdiğini gösterdi. Böyle yönetimlerde, ister kurumsal bir düzeyde kamplarda ya da hapishanelerde ister şu an Çinin kuzey batısında olduğu gibi bir polis devleti düzeyinde olsun daha önceleri iş arkadaşı, komşu ve arkadaşlar olan kimseler cezalardan sakınmak ve onlara verilen sorumlulukları yerine getirmek için otoriter bir baskıyı uygulamak zorundalar. Totaliter yönetimler bunun herkesin iyiliği için olduğunu ya da otoritelerce uygun bulunan olduğunu söyleyerek yapılan insanlık dışı uygulamaları normalleştirdiği için bu rejimin altında yaşayanların yapılanlara karşı durması son derece zordur.
Çin’in kuzeybatısında yaşananları Stanford Hapishane Deneyinden farklı ve daha dehşetli yapan birçok husus var. Birincisi Çin’in kuzeybatısında yaşananlar zaman ve mekan olarak çok daha büyük. Yıllardır devam ediyor ve bütün bir toplumu etkiliyor. İkincisi, burada odak noktası dini inançları ve kültürel değerleri yok etmek olduğundan Uygurları insani değerlerden uzaklaştırmaktan ziyade onlara doğrudan psikolojik zarar veren bir travma yaşatılıyor. Üçüncüsü ve belki de en önemlisi, kamplarda kalanların hareketlerini izlemek ve kontrol etmek için fiziksel ve zihinsel bağımsızlığı ciddi anlamda azaltan en gelişmiş teknolojiler kullanılıyor. Bizlere kamplarda tutulan mahkumların seslerinin ve hareketlerinin izlendiği söylendi. Kelimeler ve el-kol-baş hareketleri kaydediliyor. Yüzleri bile direniş duyguları içerip içermediğine dair izleniyor olabilir. Bazı durumlarda bu izlemeler yapay zekâ destekli görüntüleme sistemleri yardımıyla otomatik olarak yapılıyor olabilir. Bu tür bir teknoloji kullanımı kamplardaki mahkumların giderek insanlıktan uzaklaşmasına sebep oluyor ve hapishane çalışanlarını kendi uyguladıkları şiddetten uzaklaştırıyor.
Uygurlar, toplum üzerinde totaliter kontrol kurmak isteyen baskıcı bir devlet tarafından sömürgeleştirilen devletsiz bir halk. Bunun bir sonucu olarak da kendilerine ne olduğunu anlatacak alan bulmak Uygurlar için oldukça güç. Bu aynı zamanda bağımsız araştırmacıların sahada yaşananlara dair doğru bilgiye ulaşmalarını zorlaştırıyor. Çin şu an dünya arenasında büyük bir oyuncu ve bu yüzden birçok devlet ve kurum Çini eleştirmeye korkuyor. Ayrıca Çin devleti Uygurlara karşı işledikleri şiddet suçları perdelemek ya da haklı göstermek için çok büyük bir propaganda yürüttü. Tüm bu etkenler Uygurların uluslararası organizasyonlardan destek alamamalarını açıklıyor.
Bu durumda bulunmak Uygur mücadelesinde destek vermenin önemini gösterdi. Bundan kastım Amerikalı beyaz bir erkek olarak imtiyazlarımı faydalı hale getirmek ve Uygurların haklarını savunan, Uygurların sesini duyuran ve Çin rejimine karşı duran bir akademisyen olmak. Bu ayrıca çalışmalarımı, araştırmalarımı ve toplum önünde savunduklarımı bu alana hasretmeye gönüllü olmak demek.
Uygur arkadaşlarım ve tanıdıklarım kendi hikayelerini anlatmak için çok şey feda etti. Orada kendilerine neler yapıldığı hakkında asıl bilgi verebilen asıl kimseler onlar. Onların mücadelesinde destek veren ve onları dinlemiş biri olarak konuşmam gerekiyor. Şu anda, Uygurların onların hikayelerini dinleyecek ve hayatlarının önemli olduğunu gösterecek arkadaşlara ihtiyaçları var.
Diasporadaki Uygurların onları destekleyecek ve hikayelerini duyurmaya yardım edecek arkadaşlara ihtiyacı var. Bu dinler arası organizasyonlar düzenlemek ve insan haklarını savunmak için eylemlerde bulunmak, Uygurlarla birlikte kaybolanların hesaplarını sormak için çalışmak, sevdiklerinin yokluğunda yaşadıklarını anlatan bir belgesel filmi çekmek olabilir. Veya sadece Uygur bir arkadaşınızı bir kahve içmeye davet edip ve iyi olup olmadığını sormak olabilir.
Aynı zamanda hükümette ve devlet bünyesinde bulunan insanlara karşı Uygurları savunmak da olabilir bu arkadaşlık. Uygur kurumlarını desteklemek olur. Ayrıca Han arkadaşlarınızla konuşup Uygurların durumunu anlatmak ve onlardan aileleri ve sevdikleriyle Çin devletinin yaptıkları hakkında konuşmalarını istemek de olabilir.
Sinopsis, Çek Bilim Akademisi Doğu Enstitüsü’ne 8 Ekim 2018 tarihinde “Diğerleriyle Mücadele Etmek: Günümüz Doğu Türkistan’ında Yönetim ve Kontrol” tartışmasını organize ettiği için teşekkürlerini sunuyor. Bu sayede bu röportaj yapılabildi.
Kaynak : Bu yazı; 21 Kasım 2018 tarihinde Project Sinopsis ekibi tarafından Darren Byler ile gerçekleştirilen röportajın, Stand With Uygurs ekibi tarafından yapılmış bir çevirisidir.
This is a translation of an interview by Project Sinopsis team with Darren Bylerpublished on November 21, 2018.
Kaynak: Stand With Uygurs Medium sayfası
BENZER HABERLER