Son Dakika
Nurullah Yıldız, İsviçre’nin Lozan kentinde yaşıyor. Bu kentte bulunan bir Üniversitede yüksek Lisans eğitimini tamamlayıp Sosyoloji doktorasına başlamış bulunuyor. Şu an bir kurumda “evsizler” ile alakalı sosyal çalışmacı olarak çalışıyor. Nurullah Yıldız, Libération, Laurence Defranoux‘te Çin’in Uygur soykırımı ile ilgili olarak Fransızca yayınlanan bu yazıyı Türkçeye de çevirmiştir.Yazar,ayrıca Fransız yazar François Rabelais’in Pantagruel admı romanının de çevirmenidir.Sayın yazara teşekkürlerimizi sunar,makalesini aşağıda sunuyoruz.(UYHAM)
Nurullah YILDIZ (Lazan-İsviçre)
Her şey Tursunay Ziyauddin’in Çin’in işgalindeki Doğu Türkistan’ın İli Vilayetine bağlı Kunes ilçesindeki bir Çin Nazi/Toplama kampında 9 ay tutuklu kaldığı sırada başladı. Kamp mağduru Tursunay Ziawudun’un “Kaldığımız Toplama Kampında gece yarısından sonra hücrede birlikte kaldığımız kadınların arasından en genç ve güzel olanları yüzleri Maskeli Çinli Gardiyanlarca seçilir. Seçilen bu çaresiz Kadınlar güvenlik kameralarının bulunmadığı ” karanlık bir bölüme/Odaya götürülürlerdi.Çinli maskeli Gardiyanlar bu karanlık odaya kapattıkları bu çaresiz kadınlara sına ile tecavüz ederelerdi.” sözleri ile buradaki acımasız vahşeti ortaya çıktı ve tüm dünyayı şoke etti.
Nurullah YILDIZ (Lozan-İsviçre)
BBC tarafından toplanan yeni belgeler, Uygur bölgesinde “yeniden eğitim kamplarında” gözaltına alınan Müslüman kadınların maruz kaldığı tacizlerin ölçüsünü ve şiddetini ortaya koyuyor.
“En güzel Uygur tutuklular, kameranın olmadığı bir odaya götürüldü.
Onları soymak ve ellerini başlarının arkasında koyarak arkadan kelepçelemek zorundaydım. Sonra kadını yalnız bırakır oradan ayrılırdım ve kampın dışından gelen bir adam veya polis olan bir kişi içeri girerdi.
O kişi ayrıldığında kadını duş almaya ve sonra odayı temizlemeye götürürdüm. İçeride yaşanan bir tecavüzdü.” Bunlar, Çin’in Sincan şehrinde bir “yeniden eğitim kampında” 18 ay geçiren Gulzira Auelkhan’ın anlattıkları.
Her şey tıpkı Sincan’daki Kunes kampında dokuz ay tutuklu bulunan Tursunay Ziawudun’un anlattığı gibi: “Gece yarısından sonra hücremde kadınlar seçilir ve kameraların olmadığı ‘karanlık bir bölüme’ götürülürdü”.
Tursunay Ziawudun, üç kez, “daima maskeli” ve “sivil giyimli” kişiler tarafından vahşice ısırıldı, çeşitli işkenceler gördü ve tecavüze uğradı.
Bu ısırık izlerini konuşmayan veya neredeyse delirmiş olarak “karanlık bölmeye” geçtikten sonra geri gelen diğer mahkumlarda da görmüştü. Bazen bu kişiler hiç geri dönmezlerdi.
Utanca, acıya, maruz kaldıkları teröre rağmen, kampı ve Çin’i terk etmeyi başaran Uygurların küçük bir kesimi konuşuyor.
Kamera karşısında bazen başörtüsü takan bu Müslüman kadınlar, kendilerini tüm dünyaya en iyi şekilde anlatıyorlar. Erkeklerin tecavüzleri nedeniyle bağırsaklarının zedelendiğini anlatıyorlar.
Bu acımasızlığı genelde gruplar halindeyken anlatıyorlar. Elektrikli coplarla vajinalarının veya tahrip olmuş anüslerinin ne halde olduğunu anlatıyorlar. Fetüslerinin anestezisiz karınlarından çıkarıldığını, zorla kısırlaştırıldıklarını anlatıyorlar:
Qelbinur Sidik Beg, o zamanlar 48 yaşındaydı ve Avrupa’da tıbbi biyoloji okuyan tek kız çocuğuydu.
Çin tek çocuk politikasını dört yıl önce sona erdirdiği ve Sincan eyaletindeki azınlıkların 2016 yılına kadar üç çocuğa sahip olma hakkı olduğu için ikinci bir çocuğa sahip olmak onun için yasa dışı olmayacaktı.
Ancak, o da “komünist rejim” tarafından zulüm gören yaklaşık 11 milyon Türkçe konuşan Müslüman Uygur’dan biriydi ve bunu başaramadı.
Sincan’ın başkenti Urumçi’de bir “eğitim merkezinde” öğretmen olan Qelbinur Sidik Beg, bu yaz Liberation’a verdiği mülakat sırasında şunları söylemişti.
İnanılmaz bir cesaret gösteren bu kadınlar on binlerce arkadaşının sesini duyuruyor. Pekin’in Sincan bölgesinde 12 milyon Uygur’a karşı uygulanan soykırım sisteminin kurbanlarının geride kalan akrabaları da aynı tacizlere maruz kalıyor.
Çığlık atıyorlar ama biz onları dinlemiyoruz. Ya da çok az dinliyoruz. Dört yıldır, anketler, resimler, hikayeler, dünyanın dört bir yanındaki araştırmacılar ve gazeteciler tarafından yapılan çalışmalar, bu kadınların doğruyu söylediğini kanıtladı. Hiç şüphesiz.
Yine de internette BBC makalesine yapılan yorumlar olağan inkâr, şüpheli veya alaycı yorumları tetikliyor.
Bir kısım, Uygurlara sevimli bebekler veya “bebek yapma makineleri” demeye devam ederken, Çin’in karşıt propaganda amacına hizmet eden çirkin eleştiriler de geliyor.
Ancak bu mesajların çoğu, bu kadınların sözlerinin hedeflerine ulaşmasından ziyade, CIA’ya, Birleşik Devletler’e, Çin düşmanlarına ya da medyaya saldırmak için kullanan internet kullanıcıları tarafından yayılıyor.
Bazıları da bu kadınların anlattıkları hikayelerde farklılıklar olduğunu, tecavüz yöntemlerinin sürekli değişken olduğu için abartılı bulduklarını ifade ediyorlar.
Diğerleri, okuma veya dinleme zahmetine girmeden bu incelemeleri “beğenir” veya paylaşıyor.
Daha da kötüsü, bu sağırlık internetin ötesine geçiyor.
Bu sağırlık öyle bir hal almış ki, Amerikan karşıtlığı rol oynuyor; “komünizm” sevdası baskın geliyor, medyaya güvensizlik nedeniyle göz yumuluyor; Uygurların “mutluluğu” üzerine saçma konuşmaları yutturan Çin’e duydukları sevgiye takıntılı aydınların açıklamaları değerli bulunuyor.
Sincan’da “Çin karşıtı komplo” üzerine “yoksullukla mücadele”, “ayrılıkçılık” veya “İslamcı terörizm”, “istikrar ve güvenlik çabaları” üzerine tüm söylem, Uygurlara uygulanan şiddetin önüne konuyor.
Belki de Müslüman olan bir kadının sözü pek bir şey ifade etmiyor.
Belki de Uygurları dinlediklerinde zihinsel düzenlerinin bozulabileceğini bildikleri içindir ki, asla oralı olmuyorlar. Çünkü sadece hapishanede veya bir “yeniden eğitim kampında” işlenen tecavüz mağduru birkaç kadının trajedisiyle karşı karşıya değiliz.
Şimdiden çok sayıda tanıklıklarla kanıtlanmış seri tecavüzleri içeren bir gerçeklik mevcut. Siyasi ve ekonomik çıkarlar için bir halkın yok edilmesini çok detaylı planlamış bir Parti-Devlet ile karşı karşıyayız.
Xi Jinping, 2014 yılında Uygurlara yönelik baskı kampanyasını başlattığında “acımasız olun” demişti.
Çin başkanı, Sincan’da kurulan sömürgecilik, toplama kampı ve soykırım sisteminin büyük çaplı tecavüzleri barındıracak, hatta teşvik edecek şekilde tasarlandığını ve bunun cezasız kalmasını da sağladı.
Tarih bu bakımdan asla bunların saklı kalmasına göz yummayacak. Gulzira Auelkhan, Tursunay Ziawudun, Qelbinur Sidik Beg, Gulbahar Jalilova, Gulbahar Haitiwaji, Sayragul Sauytbay ve diğerlerinin hikayesi bunu kanıtlıyor. Bu kadınları dinlemeliyiz.
Kaynak : https://m.bianet.org/biamag/kadin/239178-uygur-kadinlari-ve-o-karanlik-oda?fbclid=
BENZER HABERLER