Bu suale ülkemizde ve dünyada pek çok cevap verildi. Biz ise tarih metafiziğimiz açısından köken metin özelliği taşıyan ve tarih felsefemizi kuran metinlerden; Orhun Abidelerinden Ötüken’den yapılan uyarılar ile belki de başa dönerek bu sorunun cevabını düşünmenin isabetli olacağını düşünüyoruz. Mehmet Niyazi’nin Türk Tarih Felsefesi adlı eserinde “Şahsiyetinde hayatına giren her unsurun payı bulunmasına rağmen insan, tarihin çocuğudur (Türk Tarih Felsefesi, İst., 2017, s. 18).”, tespitiyle ortaya koyduğu gerçek bizi tarihimizin kaynaklarıyla kökten sürece doğru ilgilenip bilgilenmeyi mükellef kılarken mesuliyetimizin muhtevasını da bu kaynaklardan öğreniriz.
Bu kitabeler tarihteki varlığımızın mitolojik çağlardan geçerek Türk adının tarihe intikalinin önemli vesikasıdır. Bu belge, muhtevasındaki pek çok mesele yanında, Türk tarihini ve Türklerin düşünce/zihniyet yapısını ebedi taşa yazarak milletimizin dikkatinden kaçan bir önemli hususa tarih yapmak kadar yazmanın da önemine dair ilk örneği verir ki takipçiler ne yazık ki bu töreye tarih yazımı noktasında çok da güçle bağlanmadılar. Bizim burada asıl mevzumuz ise emperyalist/sömürgeci tavrın milletlere nasıl tasallut ettiğidir. Kitabelerde, Çin örneğinde, ortaya konulan emperyalist tavrın asıl amacı Türk milletini öldüreyim, kökünü kurutayım der imiş şeklinde ortaya konulur. Buna karşı bu kitabeyi yazdırmakta ki gaye Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye…, şeklinde izah edilir. Bu bakımdan milletler mahşeri olan tarihte birbirimizi tanıyarak medeni ve insani bir düzen kurmak mefkûremizin tahakkuku için buna mani olması muhtemel meseleleri de düşüncemize mevzu edip tefekkürümüzü bu yönde de geliştirmeliyiz ki, medeniyetçi milliyetçiliğimizin önüne çıkması muhtemeller konusunda beklenmedik arızalar yaşamayalım. Mehmet Niyazi’nin tabiriyle milletler insanlığın kökleridir; kültür ve medeniyet üreten birimlerdir(M. Niyazi, s.19). Milletler dayanışması kadar mücadelesi de tarihi bir gerçek ise bu gerçeğin emperyalizm düzeyindeki gerçekleşmesinin tarihini doğru anlamak bu kavramla yüzleşmek kadar önemlidir.
Konumuz bakımından Orhun Abidelerinde emperyalist ve yöntemlerine dair tespitler nelerdir? Daha önemlisi emperyalist nasıl bir millete karşı başarılı olma şansı yakalar?
Bu konuda mesele şu şekilde tasvir edilir: “Bilgisiz kağan oturmuştur, kötü kağan oturmuştur. Buyruku da bilgisizmiş tabiî, kötü imiş tabiî. Beyleri, milleti ahenksiz olduğu için, Çin milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, aldatıcı olduğu için, küçük kardeş ve büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için, bey ve milleti karşılıklı çekiştirdiği için, Türk milleti il yaptığı ilini elden çıkarmış, kağan yaptığı kağanını kaybedi vermiş. Çin milletine beylik erkek evladı kul oldu, hanımlık kız evlâdı cariye oldu. Türk Beyler Türk adını bıraktı. Çinli Beyler Çin adını tutup, Çin kağanına itaat etmiş.” Burada emperyalizmin stratejik planı ortaya konur gibidir.
Burada ilk olarak açık bir şekilde görüleceği üzere metindeki malumatı parçalara ayırarak düşünecek olursak öncelikle yöneticinin ve onun yüksek yönetim kadrosunun bilgisizliği yani yetersizliğinden bahsedilir. Emperyalisti bir diğer devlet ve topluma karşı başarılı kılan en önemli hususun düzeni sağlayan devlet nizamının aksaması ve devletin doğru yönetilmemesi olduğu söylenmelidir.
İkinci önemli konu beyler ve milletin ahenksizliğidir. Milli birlik ve beraberliğin yitirilmiş olması emperyalist için bir milleti yutulacak yem haline getirir. Her türlü birliğin bozulması, müştereklerin yıpranması, bilinçlerin yoksunlaşması, idraklerin kuruması gibi meseleler o milleti madun kılıyor ve dış düşmanların kolay sızacağı hale getiriyor diye kitabelerde uyarıyor.
Üçüncü olarak ikaz emperyalist karakteri ve bunun etkileri üzerine yoğunlaşıyor. Hilekâr, sahtekâr ve aldatıcı gibi sıfatlarla nitelenen Çin özelinde ortaya konan emperyalist karakterinin ana hatları tespit edilir. Dün gibi bugünde her türlü vasıta ile hile, sahtecilik ve aldatmalarla emperyalist/sömürgeci iç ve dış kaynaklarını kullanarak hedef ülkeyi nesneleştirmeye çalışmaktadır. Bu kötü sıfatların hedef millet üzerindeki etkileri de bu meyanda ortaya konuluyor. Bunun ilk sonucu ülkemizde ve pek çok yerde yaşadığımız kardeş kavgasıdır. Bunun bir adım sonrası emperyalistin bey ve milleti çekiştirmesi yani devlet-millet birliğinin bozulmasıdır. Emperyalist öncelikte millet sonra da devlet-millet bütünlüğü ve birliğini bozarak o toplumu kendisine mukavemet edemez hale getiriyor, denilerek kitabelerde uyarı yapılıyor. Bunun sonucu olan ise önce çatışma, sonra kaos ve nihayet devlet ve vatanın kaybedilmesidir. Kültürel ve sosyal açıdan emperyaliste benzeyen ve onun maddi manevi etkisi altında kalan milletin nihai olarak Türk Beyler Türk adını bıraktı ifadesiyle açık ve seçik gösterilen sonucunun mukadder olduğu tespit ediliyor. Kültür emperyalizminin belki de ilk ifadelerinden biri böylece yapılır. Çin adını tutmak ne demektir bunun bugünden yarına güncel çağrışımları nelerdir? Yabancılaşmak kavramı bu suretle bu ebedi metinimizde dile getirilmiş olmaz mı? Kendilik bilincini kaybederek, milli idrakten yoksun kalınarak Türk demekten vazgeçmek emperyalistin nihai amacının gerçekleşmesi, milletin adının sanının yok olması, kökünün bir anlamda kuruması demektir.
Bu umumi tespitler sonrası kitabelerde emperyalistin stratejik çerçevesini tespitten sonra taktik hareketlerine de temas edilir: “Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırırmış. Yaklaştırıp konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş. İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş. Bir insan yanılsa, kabilesi, milleti, akrabasına kadar barındırmazmış. Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok çok, Türk milleti, öldün; Türk milleti, öleceksin!” Taktik olarak Çin örneğinde gösterildiği üzere ilk taktik yaklaştırmadır. Tatlı söz ve yumuşak ipek üzerinden yumuşak güç unsurları kullanılarak emperyalistin hedef millete yaklaştığı gösterilmektedir. Bu yaklaşmanın sonraki taktik aşaması ise konmak olarak nitelenen durumdur. Bu iç ve dış unsurlar kullanılarak o milletin içine yerleşmek, stratejik hedeflerini gerçekleştireceği kötü şeyleri düşünmeye başlayacağı aşamadır. Artık burada hedefle temas söz konusudur. İşte bu aşama sonrası emperyalistin içeriyi çürüten önemli bir hamlesinden söz edilir. İyi, bilgili ve cesur insan yürütülmemesi olarak gösterilen vatansever, milli kadroların etkisizleştirilip gidişata müdahil olamaz hale getirilmesidir. Bunun bir aşma sonrası ise sürgün ve uzaklaştırmaların yaşanmasıdır. Artık şiddet unsurları devreye sokulmaktadır. İşte bu taktikler ile emperyalist yukarıda bahsedilen neticeleri gerçekleştirerek amaçlarına ulaşır. Nihayet öleceksin ikazı ile sonuçlanan yok oluş söz konusu olur ki kökünü kurutmak üzere emperyalistin çıktığı yolda hedefi gerçekleşmiş olur. Bu da emperyalizmin silah ve şiddetle saldırısının işgalci emperyalizmin tarihteki ilk anlatımlarından biridir.
Abidelerdeki bu ikazları bugün güncel pek çok zaman, zemin ve mekânda izlemek mümkündür. Bu bakımdan şuurumuzu muhtelif kaynaklar ile besleyerek geçmiş-gelecek çizgisinde canlı tutmak zaruridir: “Milli şuurun değişik kaynakları vardır; bu kaynakların arasında en önemlisi tarihtir. Tarihi bilmek, geçmişi yaşamak için değil, geçmişle bağını korumak içindir. İnsan ne geçmişte, ne de gelecekte yaşar; asıl olan geçmişi ve geleceği yaşamak değil, onlarla irtibatlı olmaktır. Geçmişle irtibat, nasıl yaşadığımız, nerden geldiğimizin, gelecekle irtibat nasıl yaşayacağımızın ve nereye gideceğimizin şuurunu bize verir (M Niyazi, s.21).” Ülkemizin “anti-emperyalist çevreleri?!” eğer milli kaynaklarımıza faşizm yahut ırkçılık diye bakmasalardı, belki buradaki ikazlar ile emperyalist kuşatmalara çok daha gerçekçi ve geçerli yaklaşım ve çözümler üretmek, söylemden eyleme geçmek mümkün olabilirdi. Her halükarda moda bir kavram olan emperyalizmi tarih metafiziğimiz ve kökenlerimiz çerçevesinde düşünerek zaman içinde düşünmek gün ve gelecek adına sağduyulu ve sağlıklı bir değerlendirme imkânına sahip olmamızı sağlayacaktır. Bir millet emperyalist karaktere bilgi ve düşünce kaynaklarını seferber ederek mukabeleye başlamalıdır. Her ne sözüm varsa ebedî taşa vurdum. Ona bakarak bilin, diyen atalar sözü bengi varlığın ebedi sözü olarak bizi hatırlamaya çağırıyor. Milli bilincin birliği de ancak bu yolla mümkün olacaktır. Birbirimize ve devletimize kültür güvensizliği ile bakmak müştereklerimizi unutmak emperyalistin en büyük gıdası ve bekamızın en önemli düşmanıdır.
Tüm bunların ötesinde bu tarihi kaynağımızın milli muhtevasının gösterdiği kadar bu yazıda gösterilmeye çalışıldığı üzere alem-şümul/evrensel muhteva insanlık için de kültürümüzün ve kaynaklarımızın değerini görmek adına önemlidir diye düşünüyoruz. Türkler insanlık için vicdan ve düzen medeniyetinin potansiyel umudu ise bu kaynaklar o umudun gerçekleşme imkânının gösteren evrensel içerikli bilgiyi de meknuz milli metinlerdir. Tıpkı Kutadgu Bilig gibi Orhun Abideleri de milletimizin olduğu kadar insanlığında anlaşılmayı bekleyen hazineleridir.
Uygurlar konusunda bir akıl tutulması yaşanıyor. Bir kutup Uygur Türkleri kültür kürtajına uğruyor, insan hakları yerlerde diye feveran ederken öte kutup durun yahu bunlar Amerikalıların kışkırttığı Daeş kılıklı herifler; Çin’in müdahalesi Uygulara değil teröre şeklinde değerlendiriliyor. Orhun Abidelerinden beri sömürgecinin oyunu değişmedi: “Akılsız hakanlar tahta oturmuş şüphesiz, kötü hakanlar tahta oturmuş şüphesiz. Kumandanları da akılsız imişler şüphesiz, kötü imişler şüphesiz. Beyleri, halkı itaatkâr olmadığı için, Çin halkı hilekâr ve sahtekar olduğu için, beylerle halkı karşılıklı kışkırttığı için, Türk halkı kurduğu devleti elden çıkarıvermiş.’ Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırırmış. Yaklaştırıp, konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş. İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş.“ Burada genel manada Çin adıyla muayyen bir isimden ziyade bir zihniyeti okumak ve görmek gerekir. Biz neden Uygur Türküne kendi kafamızla, aklımızla bakamıyoruz? Stalin dün milyonları katl ederken de Alman işbirlikçisi diyerek bunu yapıyordu. Bugün Atlantik veya Avrasya, nereden bakarsanız bakın insanı göremiyorsanız, Uygur Türkü’nün sadece Müslüman olduğu ve bir kimlik davası peşinde olduğu için bu yazgıya mahkûm olduğunu okuyamıyorsanız, Uyguların içine sızmış olması muhtemel her türlü aşırılığı göze sokarak bunlar bahanesiyle büyük çoğunluğu yok sayma taktiğinizi, başka yerlerde olduğu gibi, burada da uygulayarak siyasi çıkar kovalıyorsanız körsünüz, idraksizsiniz, zalimsiniz demektir. Arakan’da, Filistin’de, Hocalı’da Bosna’da ne olduysa Doğu Türkistan’da da olan odur. Biliriz ki Uygur ne ABD için dosttur, ne Rusya ve Çin için makbul. Hepsi çıkarlarına göre itibar eder ve bu kadar alaka gösterirler. Dejavular tarih boyu. Dün Ermeni, bugün Kürt yarın başka bir unsurlar kavga ettirilerek küresel amaçlar uğruna kanamaya devam edeceğiz. Rusya ve Çin’in Daeş içindeki Çeçen ve Uygur gibi unsurları bahane ederek kendi topraklarında bunlara karşı her türlü davranışlarını meşrulaştırmaları ve bizlerinde içimizden buna taraftarlar çıkarmamız pire için yorgan yakmaya alkış tutmak olmuyor mu? Neticede Uygur’un Amerikancısı da Çincisi de yozlaşmıştır. Uygur Türk’ü derken de zaten maksat bunlar değildir; bu tiplerin ne yanardöner çıkar adamları olduklarını da iyi biliriz. Büyük resimde mazlumiyet var ve biz o sessiz çığlığa tarafız.
Kaynak : https://www.hbrma.com/makale/7349603/altan-cetin/dogu-turkistan-mezalimisoykirimi-yahut-emperyalizm-cinde-yok-mu?fbclid=I