Son Dakika
Mazlumun kimliğine Asla bakılmaz. Mağdurların etnik yapısı, inancı, ideolojik duruşu ne olursa olsun ve Mazlumlara zulüm nereden ve kimden gelirse karşı çıkmak, zulüm kime yapılırsa yapılsın mazlumün yanında durmak vicdani,hak-hukuk ve adaletin gereği ve aynı zamanda insan olmanın bir gereğidir.
Ali TARAKÇI
Bir olayı okurken, etnik kimliğimize, inancımıza ve ideolojik duruşlarımıza göre tavır alıyoruz. Bizden diye gördüklerimize zulüm ve baskı yapıldığında sesimizi yükseltirken, bizden diye görmediklerimize aynı zulüm ve baskı yapılırken sessiz kalıyoruz. Zulüm yapan iktidarlar bize yakınsa susuyor, aynı zulmü bizden görmediğimiz iktidarlar yapıyorsa ayaklara fırlıyoruz. Bu iki yüzlü çifte standartçı duruşlarımız, ortak bir duruş sergilemeyi engelliyor ve Sonra da utanmadan ahkam kesmeye devam ediyoruz.
Bu yazıyı yazmama neden olan şey, Naim Süleymanoğlu’nun hayatının anlatıldığı film ve kendisiyle ilgili belgesel oldu.
Belgeseli izlerken gözlerim dolu dolu izledim.
Bulgaristan’da Türklerin ad ve soyadları değiştiriliyor, dillerini konuşması ve okullarda Türkçe dersleri görmesi de yasaklanıyordu. Kimlikleri reddediliyor, “Türk yok, Bulgaristanlı var” deniyordu.
Bulgaristan’da yüzyıllardır yaşayan Türkler asimilasyon politikası uygulanıyor, Bulgaristan’da Türkler olmadığı herkesin Bulgar olduğu resmi politika olarak dayatılıyordu. Direnen Türklere işkence uygulanıyor, öldürülüyor ve toplama kamplarına tıkılıyordu.
****
Bulgaristan’da sosyalist Bulgar devleti tarafından Türklere uygulanan zulüm karşısında milliyetçiler ayağa kalkarken, Türkiye solcuları, devrimcileri, sosyalistleri ise susuyordu. Naim Süleymanoğlu, Avustralya’dan ülkücülerin girişimleri ile kaçırılıyor ve Türkiye’ye getiriliyordu. Ve o büyük kaçıştan sonra Bulgaristan’da Türklere yapılan zulüm dünya kamuoyunun gündemine oturuyordu.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın girişimleri ile Bulgaristan’dan yüzbinlerce soydaşımız Türkiye’ye dönüyordu.
Hayatımızın tüm alanlarında çifte standardın en önemli göstergelerinden biri Naim Süleymanoğlu olayı idi. Zulme uğrayan bizden diye gördüklerimiz celalleniyor ve yüreğimiz sızlıyordu.
Aynı milliyetçiler, ülkücüler Çin’in Uygur Türklerine yaptığı zulümde ise iktidar ortağı olmaktan kaynaklı olarak susuyorlardı.
Ah O Çifte Standart…
Uygur Türklerinin uğradığı zulüm ise Türkiye solunda istediği gibi yankı bulmuyordu. Hatta Türkiye solunun bir bölümü Çin’in Uygur Türklerine yaptığı zulmü savunuyordu.
Doğu Perinçek bir televizyon programında, Çin’in Uygur Türklerine uyguladığı asimilasyon politikasını savunurken şunları söylüyordu:
“PKK neyse Doğu Türkistan İslam Partisi aynı. Amerika tarafından eğitilen CIA, tarafından fonlanan örgütler bunlar PKK, Doğu Türkistan. Bunlar Türk askerine kurşun sıkan adamlar Bizim Fırat Kalkanı Harekatı’nda. Uygur Türkleri. IŞİD içinde 30 bin Uygur var.”
Araplar, Türkler içerisinde de IŞİD’ci olması Türklere, Kürtler içerisinde şiddeti savunanların olması onlara yapılan zulmü nasıl haklı kılmayacaksa Uygur Türkleri için de aynı şey geçerliydi.
Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selim Temurci ise, Perinçek’in açıklaması sonrasında attığı bir twet’te; “20 Aralık 2019, Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin gördüğü zulme karşı düzenlenen Sessiz Çığlık yürüyüşünün ardından tam 1 sene geçti. Bu 1 senede çok şey değişti ama 2 şey hiç değişmedi. Doğu Türkistan’da yaşanan zulüm. İktidarın bu konudaki utanç verici sessizliği… Dünyanın neresinde bir zulüm varsa hangi milletten ya da dinden olursa olsun mazlumun yanında zalimin karşısında yer almak insanlığımızın bir gereğidir. Perinçek’in peşine takılanları milletimiz de, tarih de affetmeyecektir” demişti.
Son söz: Halbuki genel kriterimiz evrensel insan hakları olmalıydı. Etnik yapısı, inancı, ideolojik duruşu ne olursa olsun, zulüm kimden gelirse karşı çıkmak, kime yapılırsa onun yanında durmak. Bu yaklaşımı hayatımızın ilkesi yaptığımızda sorun kalmayacaktı.
BENZER HABERLER