Prof.Dr. Alaeddin YALÇINKAYA
Antalya Diplomasi Formu (ADF), uzun hazırlık ve pandemi ertelemelerinden sonra 18-20 Haziran’da toplandı. Komşu ve bölge ülkeleri ile Türk cumhuriyetlerinden, Afrika’dan devlet başkanları, dışişleri bakanları, bölgesel örgüt temsilcileri, sivil toplum kuruluşları ile akademisyenler ve öğrencilerin katıldığı forumda 21 panel düzenlendi. Programların yoğunluğundan dolayı genellikle konuşmacılara soru sorma imkanı kalmadı. Bununla beraber üç gün boyunca program aralarında ve diğer etkinliklerde soru sorma, tanışma, kaynaşma imkanı bulundu. Seçilmiş öğrencilerin bakanları, diplomatları kuşatarak cesurâne soruları programa ayrı renk kattı.
Bölgesel ve küresel konular yanında uluslararası boyutu bulunan iç politik konular da ele alındı. Öncelikle Kafkasya, Orta Asya, Orta Doğu, Afrika ve Balkanlardaki sorunlarla birlikte mesela azınlıkların söz sahibi olduğu bir oturum vardı. Özellikle resmi pozisyondaki konuşmacılar, diplomatik sınırların ötesine pek geçmemeye çalıştıkları halde, moderatörlerin de yeteneği sayesinde ilginç tartışmalar yaşandı.
Son derece önemli bulduğum “Asya’da Bölgesel İşbirliği” başlıklı panelin moderatörü, Nursultan Nazarbayev’in kurucusu olduğu CICA icra direktörü Hayrat Sarıbay (Kairat Sarybay) idi. AGİK/AGİT’in Asya versiyonu olan bu örgüt için kısaca AİGK (Asya’da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı) denmektedir. Her ne kadar AGİT kadar aktif olmasa da Nazarbayev’in bu örgütü kurma ve yönetme sürecindeki başarısı, Asya’da bir kısmı çatışma halinde olan devletlerin aynı çatı altında yılda bir kere de olsa toplanabilmesi son derece önemlidir.
Pakistan Dışişleri Bakanı sunumu arasına Kuşak-Yol projesinin bölge ülkelerine refah ve zenginlik getirdiğini sıkıştırdı. Panel sonrası hangi ülkenin ekonomisine, istihdamına, ihracatına ne kadar katkıda bulunduğunu, hangi ülkede ne kadar fabrikaları kapattırdığını sordum. Çünkü söz konusu proje çerçevesinde zikredilen rakamlar sadece Çinli yatırımcılara, işçilere, üreticilere giden paradır. Ancak Mahdum Şah acele gitmesi gerektiğini söyleyerek ayrıldı.
“Bölgesel Dayanışmayı Nasıl Güçlendirebiliriz” başlıklı panelde Karadeniz Ekonomik İşbirliği’nden (KEİ) Ekonomik İşbirliği Teşkilatına (EİT), TÜRKSOY’a daha çok Türkiye’nin kurucu olduğu, örgütlerin temsilcileri söz aldılar. EİT adına konuşan İranlı diplomat bölgesel örgütler bünyesindeki parlamenter meclisleri yetkilerinin artırılması gerektiğini anlattı. Benzer parlamentolar mesela Avrupa Konseyi’nde, Avrupa Birliği’nde de var. İdari ve mali işler dışında yetkileri genellikle sınırlı olup “danışma meclisi” niteliğindedirler. İranlı diplomatın yetkiyi temsilcilerle paylaşma, karar aşamasında katılımı sağlama görüşü önemlidir. Bununla beraber uluslararası parlamentoların yetkilendirilmesi, ancak ulusal olanların fonksiyonalleşmesinden sonraki aşamadır. Bu aşamada İran veya diğer EİT ülkelerinde parlamentoların yetkileri sınırlıysa, sadece tek seçici durumdaki liderlerin ağzına bakıyorlarsa uluslararası örgüt organlarına sıra gelmesi için daha çok beklemek gerek.
Aşırıcılık ve ayrımcılılıkla mücadele panelinde önde gelen ulusal ve uluslararası sivil toplum kuruluşları ile kamu kuruluşu temsilcileri takdimlerini yaptılar. 2003, 2008 ve 2011 yıllarındaki yasal düzenlemelerle ülkemizdeki Süryani, Keldani, Arami, Ermeni, Rum vb. vakıf malları, cemaat temsilcilerine iade edilmiş veya bedeli devlet tarafından ödenmiştir. Söz alan her azınlık mensubu bu malların iadesinden ve eğitim, ibadet, mabet konusunda devletin her türlü destek ve hususi yardımlarından dolayı şükranlarını dile getirdiler, duacı olduklarını söylediler. Yasal, bürokratik işlemler yapılırken dahi hususi müdahalelerle işlerinin hızlandırıldığını, şükranla zikrettiler. Gayr-i Müslim vakıfları konusunda vakıf senedine gösterilen ihtimamın, izleri kaybolmuş veya birçok sorunlarla, engellerle karşı karşıya kalan Müslüman vakıfları için de gösterilmesi beklenmektedir.
Öte yandan Türkiye’deki Ermeni ve Rumlara ait vakıf malları cemaatlerine verilirken Ermenistan’da ve Yunanistan’da bunların karşılığı ile ilgili girişimler merak konusudur. Yunanistan hükümetinin oradaki Müslüman Türklere zulmetmesi, Türkiye’nin de buradaki Rumlara haksızlık yapmasını gerektirmez. Ancak bu tür muamelerde asgari de olsa mukabilini istemek, hatta uluslararası örgütler nezdinde Türkiye’de yapılanların diğer ülkelerde de karşılığı için girişimlerde bulunmak, bu fırsatı yeni bir diplomatik zemin kazanmaya dönüştürmek makuldür.
Panellerde yer almadığı halde Kırım Türklerinin lideri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu ve Kırım Milli Meclisi Başkanı Refat Chubarov ile dertleştik. Ne yazık bu dava adamları, liderleri olduğu Kırım Türkleri ile görüşemiyor, Kırım’a gidemiyorlar. “Nerede yanlış yaptık?” konusunda biraz istişare ettik. Ayrı bir yazımızda tartışalım.
Üç gün süren ADF’nun, başarılı bir organizasyon olduğunu herkes takdir etti. Bir dahaki toplantıda somut bir sorunun çözümü konusunda önceden mutabık kalınan taslağın müzakereye açılması mümkündür. Mesela Mayıs ayında yaşanan Kırkızistan-Tacikistan sınır çatışmasının benzerleri bundan sonra da görülebilecektir. Esasen eski sömürgeci ülkeler, yeni bağımsız komşular arasında bir sürü potansiyel çatışma konuları bırakmıştır ki Türk cumhuriyetlerinde bu tür yüzlerce mayın bulunmaktadır. Türk Keneşi veya İslam İşbirliği Örgütü bünyesinde, önceden tedbir, çözüm, gerektiğinde hakemlik panelleri oluşuturulması gerekmektedir. Bu tür hakemlikler konusunda mesela Türk dünyasının aksakalı Nazarbayev riyasetinde şimdiden çalışmaların başlaması son derece yararlı olacaktır.
Öte yandan benzer kurumlaşmalara İnsan ve Çevre Hakları konusunda da ihtiyaç gittikçe şiddetlenmektedir. Her ne kadar Türk ve İslam dünyasında hele hele insan hakları konusunda ortak mahkeme benzeri oluşumlar için zamanın henüz gelmediği zannedilse de bu tür kurumlara en çok günümüz yöneticilerinin kendileri veya aileleri ihtiyaç duyacaktır. Bir önceki yöneticilerin durumu dikkate alındığında bu gerçeği herkesin görmesi gerekmektedir.