logo

trugen jacn

ÇİN’İN DOĞU TÜRKİSTAN’DAKİ DEMOGRAFİK ASİMİLASYON POLİTİKALARI NE KADAR BAŞARILI?

Fotoğraf açıklaması yok.

Asiye Abdulvahap Uygur( Uygur Türkü Siyasi Analizci-Hollanda)

Doğu Türkistan’ı işgal ederek sömüren, tüm zenginlik kaynaklarını gabederek Çin’e  taşıyan   tüm  Çin  işgal rejimleri   bununla  asla yetinmemiş ve merkezi Çin’den zorla ve çeşitli sosyal ve ekonomik teşvikler uygulayarak  etnik Han Çinlisi göçmenleri bu ülkeye yerleştiriyor. Çin işgal yönetimi   demgrafik asimilasyon uygulamaları ile kadim Türk yurdu Doğu Türkistan’ı  sadece Çinlilerin yaşadığı bir  Çin toprağına dönüştürmek istiyor.Hollanda’da yaşayan Doğu Türkistanli Uygur Türkü Analizci Sayın Asiye Abdulvahap Uygur’un  Özgür Asya(rfa.ırg/Uyghur) sitesinde yayınladığı bu konudaki  yazısını aşağıda bilgilerinize sunuyoruz.(UYHAM)

Çin işgal altında tuttuğu Doğu Türkistan’a Çin’den getirdiği göçmenler, Doğu Türkistan’ın halkı olan Uygurlar ve diğer Müslüman Türk halklarına uyguladığı soykırım araçlarından biri. 2 Kasım’da Çin işgal rejiminin yayın organı  Tanri Tagh web sitesi, İli Özerk Bölgesi Gulca  Şehri Kamu Güvenliği Departmanının bir basın toplantısında Çinli göçmenlerin  6 aylık oturma izni ile İli Şehrine yerleşebileceklerini ve nüfus kayıt işlemlerinin  hemen  tamamlanabileceğini  açıkladı.   yayınladı.

Bu açıklamanın Çin’in Urumçi’de  18 Aralık 2024 tarihinde düzenlediği  sözde “Sincan Eğitim Konferansı” sonrasında gerçekleşmesi bir tesadüf değildir. Çin’in işgal altında tuttuğu Doğu Türkistan’ın topraklarına büyük ölçekte  etnik Çinli  yerleştirme uygulaması  Demografik Asimilasyonla ülkenin Çinlileştirilmesi uygulamasından başka bir şey değildir.

Cungarya bölgesinin merkezi  İli vilayetine  ve diğer bölgelere  etnik Çinli göçmenlerin  kayıtsız ve  şartsız bir şekilde  yerleştirme politikası münferit bir vaka  olmayıp,aksine Çin’in tüm Uygur bölgelerinde  uzun yıllardan beri yaygın olarak   uyguladığı sinsi  bir politikadır.

Bilindiği üzere, Çin’in Çinli göçmenleri Doğu Türkistan’a yerleştirmesinin temel nedeni, Uygurları ve diğer Müslüman Türk halklarını bu topraklarda önce azınlığa düşürmek daha sonra ise  tamamen yok etme hedefidir. Ancak  Han Çinilisi göçmenlerin yerleştirilmesi süreci, göçmen nüfus için elverişli bir yaşam ortamı, yeterli su kaynakları, tarım arazileri  başta diğer geçim kaynaklarının hazır olmasını  gerektirmektedir. Doğu Türkistan’ın yüzölçümü 1. 660 bin  Km2 olmasına rağmen, 2015’te açıklanan resmi  Çin  açıklamasına  göre  büyük bölümü çollarle kaplı bu geniş topraklarda insan yerleşimine uygun  toprak ise  sadece yüzde 9,7’dir. Doğu Türkistan’ın %10’u bile bulmayan      yaşanabilir arazi oranının, Çin’in son 60 yıllık zorlu demografik asimilasyon amaçlı göçmen transferi  sonucunda  işgalin başladığı  1949’daki % 4,3’ten  günümüze % 9,7 oranına yükselmiştir.  yükseldiği  görü

Bu istatistiklere göre Doğu Türkistan’daki nüfus yoğunluğu kilometre kare başına 337 kişi gibi yüksek bir rakamdır ve bu rakam Çin’in kıyı bölgelerindeki nüfus yoğunluğundan çok da farklı değildir. Buradaki fark, Çin’in kıyı bölgelerindeki nüfus yoğunluğunun yeterli su ve toprak kaynakları temelinde oluşmuş olmasıdır. Doğu Türkistan’da, özellikle güney bölgelerinde, su ve toprak kapasitesiyle orantısız bir nüfus yoğunluğu oluşmuş ve verimli topraklardaki nüfusun taşıma kapasitesi sınırına ulaşmıştır. Her ne kadar Çin 60 yılı aşkın bir süredir çaba sarf etmiş ve verimli toprakların alanını genişletme konusunda bazı başarılar elde etmiş olsa da, bu başarı Doğu Türkistan’ın daha fazla nüfusu emebileceği anlamına gelmemektedir. Doğu Türkistan’ın ekolojik yapısının çok hassas olduğu ve bir kez tahrip edilmesi halinde eski haline getirilmesinin imkansız olduğu bildirilmiştir.

Bu istatistiklerin o dönemde, güney bölgesindeki Uygur nüfusundaki hızlı artışın ekolojik çevreye zararlı olduğunu göstererek, Uygur nüfusunu kontrol altına almak için bilimsel bir dayanak olarak yayınlandığı söylenebilir. Çünkü bu istatistiksel çalışmada, hükümetin Doğu Türkistan’da sürekli olarak bir aile planlaması politikası uygulaması, Doğu Türkistan’ın güneyindeki nüfus artışını sıkı bir şekilde kontrol etmesi; Güney Doğu Türkistan’daki Uygur nüfusuna bağlı mono-etnik demografiyi değiştirmek için Uygurları Çin eyaletlerine ve Çinlileri Doğu Türkistan’a yerleştirmesi; ve yoğun nüfuslu verimli topraklardan (Tarım Havzası çevresinde) insanları çevresel göçmenler olarak başka bölgelere yerleştirmesi önerilmiştir. Şaşırtıcı bir şekilde, 2014 yılında Çin hükümeti Çinli göçmenlerin Doğu Türkistan’a yerleştirilmesi için olumlu politikalar açıkladı ve bu politikaların Güney Uygur bölgesinde daha da kolaylaştırılacağını duyurdu.

 Doğu Türkistan’daki yaşam ortamına bakıldığında, yukarıda bahsedilen istatistiksel çalışmanın da belirttiği gibi, insan yerleşimine uygun verimli toprakların oranı son derece düşüktür. Böyle bir durumda Çin hükümetinin, nüfus taşıma kapasitesi Çin’in kıyı bölgeleriyle aynı orana ulaşmış olan Doğu Türkistan’ın güneyine Çinli göçmenlerin yerleşmesini kolaylaştırması soru işaretleri oluşturmaktadır: Çin hükümeti Uygurların hayatını görmezden mi geliyor, hatta Çinli göçmenlerin hayatını umursamıyor mu? Elbette durum böyle değil. Çin, Uygur topraklarında yerleşime uygun verimli arazileri artırmak için yıllar boyunca büyük çaba sarf etti.

Yakın zamanda Takla Makan Çölü’nün 3.046 kilometrelik yapay yeşil alanla çevrilmesi tam da bu çabanın bir parçasıdır. Buna ek olarak, Tibet Platosu’ndaki nehir ve akarsuları Doğu Türkistan’a yönlendirme girişimi, Hindistan’ın güçlü muhalefeti olmasaydı çoktan başlamış olacaktı. Başka bir deyişle, Çin Doğu Türkistan’ın ekolojik ortamını iyileştirme kapasitesini çoktan oluşturmuştur ve Uygur nüfusu ne kadar artarsa artsın, ekolojik ortam iyileştirildiği takdirde bunun etkisi çok az olacaktır.

Aslında buradaki asıl mesele aşırı nüfusun ekolojik dengeye uymaması değil, artan Uygur nüfusunun Çin’in güvenliğine tehdit oluşturmasıdır! Asıl amaç Doğu Türkistan’ın ekolojik ortamını korumak değil, Doğu Türkistan’daki Uygur nüfusunu azaltmak ya da tamamen ortadan kaldırmaktır.

Çin, Uygurları topraklarından tamamen yok etmek için son 70 yılda çeşitli önlemler uyguladı, ancak Çin hükümet politikasının istikrarsızlığı ve çeşitli dalgalanmaların etkisi nedeniyle, Uygurların etkili bir şekilde ortadan kaldırılması, ekonomik reform dönemine kadar Çin için uygun değildi. “Kültür Devrimi” sona erdiğinde, Çin en derin siyasi ve ekonomik krizin içine düştü ve reform yapmazsa iktidarı kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldı. Böyle bir dönemde Deng Xiaoping’in reform kararı Çin’e yeni bir umut verdi. Bu arada Uygurlar da birkaç yıllığına toparlanma fırsatı buldu.

Çünkü bu yıllarda Çin reforma başlamış olsa da bu reformun sadece ekonomik alanla mı sınırlı kalması gerektiği yoksa siyasi reformun da yapılması gerektiği konusunda henüz net bir karara varamamıştı.

 Çin’in iç kesimlerinde Hu Yaobang ve Zhao Ziyang gibi hem ekonomik hem de siyasi reformdan yana olanlar ve Deng Xiaoping’in etrafında sadece ekonomik reformdan yana olup siyasi reformdan yana olmayanlar vardı. Deng Xiaoping’in 1982’de Wang Zhen’in sözde Sincan Üretim ve İnşaat Kolordusu’nu yeniden kurma talebini kabul etmesi, Çin’in siyasi reformun asla gerçekleşmeyeceğine dair pratik cevabıydı. Siyasi reform eksikliği aslında Uygur özerklik haklarının hiçbir zaman uygulanmayacağı anlamına geliyordu.

Bu nedenle 1985 ve 1988’de Uygur öğrenciler tarafından Uygur topraklarında gerçek özerklik talep eden geniş çaplı gösteriler düzenlendi. Bu karşı çıkışlar 1989 yazında Çinli gençlerin Tiananmen Meydanı’ndaki öğrenci hareketine yol açtı. Bu öğrenci hareketlerinin üçü de Çin’de siyasi reform, özellikle de Batılı bir demokratik sisteme geçiş talepleriyle ortaya çıkmıştır. Tiananmen öğrenci hareketinin 4 Haziran 1989’da Çin tarafından kanlı bir şekilde bastırılmasından kısa bir süre sonra, 1992’de Deng Xiaoping Çin’in gelecekteki siyasi yönüne ilişkin bir kılavuz yayınladı.

Bu direktifler Çin tarihinde Deng Xiaoping’in “Güney Yolculuğu Konuşması” olarak bilinmektedir. Bu direktiflerin 1990 yılında Doğu Türkistan’da gerçekleşen “Barın Devrimi “nden sonra ortaya çıkması elbette tesadüf değildi! Deng Xiaoping o zamana kadar siyasi reform yapmadan Çin ekonomisini geliştirerek Komünist Çin iktidarını sürdürmenin en iyi yolunu bulmuştu.

Bunun bir yolu Uygurları Çin otoritesinin düşmanı haline getirerek halkın otoriteden duyduğu memnuniyetsizliğin odağını değiştirmek; diğer yolu ise uluslararası arenada “gücü saklayarak ve doğru zamanı bekleyerek” (韬光养) ve “sessizce zenginleşerek” (闷声发大财) Çin’de siyasi reformun er ya da geç gerçekleşeceğine dünyayı ikna ederek kendini güçlendirmekti.

Aslında Çin, Deng Xiaoping’in talimatlarını aynen uygulayarak Uygurları dünyanın gözünde yok etti ve bazı ülkeleri bunun soykırım olmadığına ikna etme hedefine ulaştı. Öte yandan Batı dünyasını Çin’in demokratikleşeceğine ikna ederek ve onlarla yoğun siyasi ve ticari ilişkiler kurarak bugünkü ekonomik gücünün temelini attı.

Aslında 1990’lardan bu yana Uygurların genel kaderine bakacak olursak, “aile planlaması” ve “üç kuvvet “i bahane eden politikaların her biri Uygurları ortadan kaldırmak amacıyla uygulandı. Uygurlar, sözde uluslararası terörizmle mücadele dalgasının en büyük kurbanı olan bir millet haline geldi.

Bu politikalar sonucunda geçtiğimiz 30 yılda çok sayıda Uygur yok edilmekle kalmadı, önümüzdeki 30 yılda da Uygur nüfusunun azalması gibi büyük bir trajediye neden oldu. Bugün bile Çin, Uygurları engelsiz bir şekilde ve uluslararası yasalara uygun olarak ortadan kaldırmak için mümkün olan tüm araçları kullanmaktadır.

 Bir Uygur atasözü “odundan yapılmış bir tencere sadece bir kez yemek pişirir” der ve bugün Çin’in aldatmacası hem Çin’de hem de uluslararası sahnede açığa çıkmış ve küresel ölçekte skandala yol açmıştır. Bu da Çin’in yalanlarına hem Çin içinde hem de dışında genel olarak son derece temkinli yaklaşılması gibi bir durumun oluştuğu anlamına geliyor. Böyle bir durumda, Çin’in göçmenleri Doğu Türkistan’a yerleştirme planının uygulanma durumuna bakarsak, işlerin Çin’in beklediği gibi gitmediğini görmek zor değil!

1980’lerde sözde “reform “un etkisiyle Çin’in kıyı bölgelerine akın eden göçmenlerin çoğu kıyı bölgelerine yerleşti. Onların çocukları kıyı bölgelerinin yüksek tüketim kültürü içinde doğdu, büyüdü ve yetişti. Kıyı bölgeleri tüm dünyaya açıldı. Ancak Doğu Türkistan sadece Orta Asya ve Rusya gibi ülkelere açıldı. Kıyı bölgelerine göç edenler tüm dünya ile ticari ilişkiler kurma ya da bu ilişkilerden yararlanma imkânına sahip oldular. Ancak şu anda Doğu Türkistan’ın Çin için özellikle hassas bir bölge olarak bu tür ayrıcalıklardan yararlanması mümkün değil.

Ne Çin’in kıyı bölgelerindeki yabancı ülkelerle ticari ilişkileri ne de yabancı şirketlerin kıyı bölgelerindeki yatırımları Doğu Türkistan’daki kadar çok kısıtlamaya tabi tutulmamıştır. Bu koşullar altında, Uygur bölgelerinin sözde “Kuşak ve Yol” projesinde Batı’ya açılmanın kapısı olarak abartılı bir şekilde tanıtılması gerçekçi değildir. Uygur bölgeleri hâlâ Çin’in güçlü siyasi baskısı altında istikrar tedbirleriyle yönetilen bir yerdir. Göçmenlerin böyle bir yere gönüllü olarak göç etmeleri mantıklı değil. Sadece kıyı bölgelerinde yaşama şansı olmayanlar veya Çin hükümetinin olumlu politikaları hakkındaki propagandasına kananlar bu göçmenlerin saflarına katılabilir.

Daha da önemlisi, son zamanlarda Çin’deki sosyal medya  platformlarında, Çin yönetiminin yalan  vaatlerine  kanarak Doğu Türkistan’a göç eden Çinlilerin kızgınlıklarına ilişkin içerikler yaygın olarak paylaşılmaktadır. Çin yönetimi Çinli göçmenlerin bu tepkileri ve rejime duyulan bu tür kızgınlıkları  nedeniyle Doğu Türkistan’a Çinli  göçmen yerleştirme konusunda önemli engellerle karşılaşıyor olabilir.

Bu durumda, ister Uygur topraklarının ekolojik ortamından ister siyasi ikliminden kaynaklansın, çok sayıda Çinli göçmeni yerleştirmek Çin’in önemli ekonomik maliyetlere ve ağır siyasi baskılara katlanmasını gerektiren zorlu bir uygulama olduğu  görülmektedir.

Share
77 Kez Görüntülendi.