Son Dakika
Muhammet ÖRTLEK (Yeni Asya Gazetesi Yazarı)
Çin ve Doğu Türkistan arasındaki sorunlar sadece etnik, dinî, sosyal, ekonomik değildir.
Çin’in, Doğu Türkistan’ı nükleer deneme sahası olarak kullanması sonucunda meydana gelen çevre kirliliği, her iki taraf arasındaki farklı boyutta bir sorundur. Çevre kirliliği, insan sağlığını tehdit ve ölümlere sebep olmuştur. Çin 1996’ya kadar Sincan’da 46 tane yeraltı ve yer üstü nükleer deneme gerçekleştirmiştir.
Sonuncu deneme ise, 17 Ağustos 1995’te Lopnor’da yapılan ve Hiroşima’da kullanılandan 40 kat daha kuvvetli olan denemedir. Sincan’da Malan adlı mevkide içme suyu kaynağı olan Boston Gölü yakınında, Çin’in gizli nükleer üssü bulunmaktadır.
Nükleer üstte yapılan denemeler neticesinde halkta saç dökülmesi, deri hastalıkları, lösemi, gırtlak kanseri, erken doğumda artış vb. görülmüştür. Çin’in “Çok Taraflı Test Yasağı Anlaşması”nı imzalayıp, Temmuz 1996’dan sonra nükleer deneme yapmadığı kaydediliyor. Onur Şükran’ın “Doğu Türkistan: Uygurlar’ın Bağımsızlık Mücadelesi (Dünya Çatışma Bölgeleri –içinde- Nobel Yayınları, Nisan 2004)” başlıklı makalesi ayrıntılı bilgiler sunuyor.
Biyolojik silâh uzmanı Ken Alibek, SSCB döneminde Rus biyolojik silâh programlarında çalışmıştır. 1980’lerde Doğu Türkistan’da ölümlere sebep olan salgın hastalıklar görüldü. Aynı zamanda bölgede pek rastlanmayan iki bakteri türü olan Ebola ve Marburg tesbit edilmiştir. Nükleer denemeler, biyolojik silâh üretimi, çevre kirliliği ve insan sağlığına zararları hakkında Ken Alibek’in Stephen Handelman ile birlikte ABD’de 1999’da Dell Publishing’den yayınlanan “Biohazard” adlı kitabı konuyla ilgili derin detaylara yer veriliyor.
Çin’in uyguladığı biyo-politika ve demografik uygulamalar, Müslüman Uygur Türkleri’nin nüfusunu olumsuz etkiliyor. Pekin’in 1988’de Aile Planlaması Kanunu, Doğu Türkistan’da hayata geçirildi. Kanun ile Şehirli Uygurlar’a 2, kırsal kesimdeki Uygurlar’a 3 çocuk sınırlandırılması getirildi. Bunun dışındaki hamilelikler izne tabidir. İzinsiz hamilelikler tesbit edildiğinde, bebek, güvenlik güçleri marifetiyle sezaryen yöntemiyle alınmaktadır.
Kaşgar’da 1991’de çoğu Uygur Türk’ü 18.765 kadın düşük yapmaya zorlandı. Bölgede artış gösteren tedavisi zor veya mümkün olmayan hastalıklar, Çin yönetiminin “yeni ırkçılık” uygulaması şeklinde tanımlanıyor. Yeni ırkçılık da biyo-politik bir yöntemdir. İşte bütün bunlar, Çin’in biyo-politika, biyo-güvenlik, etnik, dini, bölgesel ayrımcılık siyasetinin hayata geçirilmiş hali denilebilir. Çin’in, Uygurlar üzerindeki biyo-politika, yönetim, egemenlik ve güvenlik algılamaları gibi politikaları hakkında Alex R. Colucci’nin Mayıs 2013’te tamamladığı “Governmetality, Biopolitics, and State Sovereignty: The Spatial Dialectic Production of Uyghur During The ‘War On Terror’ (Yönetimsellik, Biyo-politikalar, ve Devlet Egemenliği: Terör Savaşı Sırasında Uygur’un Diyalektik Üretimi)” başlıklı ve Kent State University tarafından kabul edilen mastır tezi önemli bir kaynaktır.
Urumçi’de halk arasında peçe ve cüppe giyilmesini yasaklamaya ilişkin düzenleme ile kadınların başlarını nasıl örteceği hususunda da dayatmalar mevcuttur. Geleneksel başörtüsü yerine, Çin’in belirlediği baş örtme şeklini kabul etmeyen kadınlar, ideolojik eğitim kamplarına gönderilir ya da hapsedilirler. Konu hakkındaki yasayı ihlâl edenler ayrılıkçılık, aşırılıkçılık ve terör suçlamalarıyla karşılaşabiliyorlar.
Bununla birlikte alkol kullanmayı reddetmek, Komünist Parti üyeliğine girmemek, ateist olmamak, birisi hakkında dini aşırılık yanlısı olduğundan şüphelenildiğinde herkesin devlet yetkililerini bilgilendirme görevleri vardır. Patrik Meyer’in Haziran 2016’da New America International Security’den yayınlanan “China’s De-Exremization of Uyghurs in Xinjiang (Sincan’da Uygurlar’ın Yok Edilmesi)” isimli çalışması hak ihlâlleri hakkında bilgiler ihtiva ediyor.
Günümüzde Müslüman Uygur Türkleri, bütün hürriyet ve insan hakları baskılarına rağmen, Çin’in demografik, siyasî, kültürel, dini, etnik, eğitim, giyim-kıyafet ayrımcılıklarına karşı da mücadele etmektedirler.
Çin’in, Doğu Türkistan’da üzerinde uyguladığı yoğun güvenlik politikaları sonucunda, özellikle 2013-2015 yıllarında Uygurlar arasında etnik huzursuzlukların artmasına sebep oldu.
Çin yönetimi, çıkan huzursuzluklara daha sert güvenlik uygulamalarıyla cevap verdi. Ancak bölgede bozulan özgürlük-güvenlik dengesi, Çin’in Sincan konusunda başarısızlığını gösterdi. Sincan’da son 5 yıldaki tutuklamalar, bir önceki 5 yıla göre yüzde 300 arttı.
Doğu Türkistan davası için web sitesi üzerinden çalışmalar yürüten Uygur iktisat profesörü İlham Tohti ve Uygurca yayın yapan web sitesini yöneten Gulmira Imin’in 2009 yılında, Çin mahkemelerince ömür boyu hapse mahkum edildiler. Mahkemelerin bu çeşit kararlarına ek olarak, Çin tarafından Doğu Türkistan’da gerçekleştirilmeye çalışılan “Sinişleşme (Çinlileştirme)” siyaseti de, yeni bir ulusal din politikası dayatması olarak karşımıza çıkıyor. Başka deyişle Çin’in “Sinişleşme” dayatması ile Doğu Türkistan toplumunun Uygur, İslam ve Arap kültürleri ile dillerinin etkilerini azaltmayı amaçlamaktadır.
Çin destekli Sincan hükümeti, 2017 yılında “aşırılık ifadeleri”ni kaldıran bir yasa çıkardı. Yasa gereği peçe, sakal, düğün, cenaze törenleri, bazı helal gıda uygulamalarını içeren Sincan gelenek ve kültürlerine keyfi kısıtlamalar getirildi. Yerel makamlar, çocuklar için bazı İslami isimleri de yasakladı.
Sincan’da birçok cami, hükümetin “cami düzenleme” girişimleri sonucunda yıkıldı. Kalan diğer camiler ise, Çin etkisiyle Sinişleştirilerek minareleri yıkıldı, kubbeleri geleneksel Çin çatılarıyla değiştirildi. İslami motif, süsleme ve Arapça yazılar söküldü.
Sayıları binlerle ifade edilen birçok Uygur, Çin’in dini kısıtlamalarından dolayı Güney Doğu Asya’ya ve Türkiye’ye göç ettiler. Hatta Pekin yönetimi, 2009-2015 yılları arasında Kamboçya, Malezya ve Tayland’a göç eden 150 Uygurlu’yu Çin’e iade ettirdi. Müslüman Türk Uygurlar’a muhtelif dini baskılar yapılırken, nüfusu 11 milyonu bulan Çinli Müslüman Huiler ise, Pekin’in baskı-asimilesini daha az hissettiler. Elbette Huiler’in Uygular’a göre daha az baskı görmelerinde Huiler’in dağınık heterojen bir coğrafyaya dağılmış olmaları, Çince’yi kullanmamakla beraber Han Çin’i dilini kullanmaları anlaşılmaktadır.
Doğu Türkistan’da son yıllarda güvenlik önlemlerinin artmasında ve 2016’da Terörle Mücadele Yasası’nın yayınlanmasına neden olarak Tibet bölgesi eski Parti Sekreteri Chen Quanguo’nun Sincan Uygur Özerk Bölgesi Parti Sekreterliği’ne atanması görülüyor.
Son dönem güvenlik önlemleri şu şekilde sıralanıyor:
– Polis Teşkilatı ve Gözetleme: Sincan bölgesi yüksek teknolojiye sahip gözetim/kamera ekipmanlarıyla donatılarak, kurulan binlerce karakoldan izlenmektedir.
– Biyometrik Veri Toplama: Çinli yetkililer, Uygurlar’ın DNA örneklerini, kan türlerini, parmak izlerini ve göz retina taramalarını sağlık gerekçesiyle toplayarak katalogladılar.
– İnternet ve Sosyal Medya Kontrolleri: Sincan’ın bazı bölgelerinde Uygurlar’ın telefonlarına, Çinli yetkililerin çevrimiçi etkinlikleri izlemelerini sağlayan bir uygulama yüklemeleri gerekiyor.
– Evde Kalma Uygulaması: Çin yönetimi, Uygurlar’ın Komünist Parti’ye sadakatlerini değerlendirmek için tahminen 1 milyon kişi görevlendirmiştir. Görevliler, Uygurlar’ın evinde geçici kalarak/yaşayarak, Doğu Türkistan Müslüman toplumunun Komünist Parti’ye sadakatini ölçmektedir.
ABD, Kongre Araştırma Servisi’nin 18 Haziran 2019 tarihli “Çin’deki Uygurlar” başlıklı raporundaki (Congressional Research Service “Uyghurs in China” June 18, 2019) tahminlere göre, Sincan yönetimi resmi suçlama, mahkemeler yapılmadan çoğunlukla Uygur ve Kazaklar’dan meydana gelen 1 milyondan fazla Müslüman ve Türk’ü “Yeniden Eğitim Kampları”nda belirsiz süre ile tutmaktadır.
Yeniden Eğitim Kampları’nda gözaltına alınanların çoğu, aileleriyle neredeyse hiç görüştürülmüyorlar. Bazı Çinli yetkililer ise, kamplarda zorla tutulanlara Çince’yi öğrendikleri “mesleki eğitim kurumları” olarak da ifade ediliyor. Çin, kamplardaki Uygur ve Kazaklar’ı “de-extremization” politikasına tabi tutarak, onları “etkilendikleri dini aşırılık ve şiddet içeren terörist ideolojiden kurtarmaya” çalıştıklarını iddia ediyor.
Çinli yetkililere göre, kamplarda tutulanlar “aşırılık” olarak kabul edilen davranışlarda bulundular. Belirtilen “aşırılıklar” şöyle: resmi onaylanmış ibadet yerlerinin dışındaki dini hizmetlere katılmak, çocuğuna evinde eğitim aldırmak, yurtdışına seyahat etmek, yurtdışında yaşayan akrabalara sahip olmak, dini duyguları güçlü bir şekilde ifade etmek vb. Aynı zamanda birçok tutuklunun Komünist Parti ve Cumhurbaşkanı Xi Jinping’e bağlılık söyleme zorunluluğu olduğu bildiriliyor. Diğer taraftan yurtsever şarkılar söylemek, dini inanç ve ibadetlerin çoğunu terk etmek kampın zorunluluklarındandır. Buna bir de kamplardaki kötü şartları eklemek doğru olacaktır. Patrik Meyer’in Haziran 2016’da New America International Security’den yayınlanan “China’s De-Exremization of Uyghurs in Xinjiang (Sincan’da Uygurlar’ın Yok Edilmesi)” isimli çalışması önemli bilgiler içeriyor.
Doğu Türkistan’a Çin tarafından verilen “özerklik/otonom” yönetim anlayışı, Çin’in müdahaleleri dolayısıyla tam anlamıyla hayata geçirilememektedir.
Çin Halk Cumhuriyeti Anayasası’nda “özerk” statüdeki Doğu Türkistan’a tanınan haklar uygulamada verilmemektedir. 1982 Çin Anayasası, bizzat Çin yönetimince çiğnenmekte ve anayasal suç işlenmektedir.
Çin Anayasası’nda otonom bölgelerle ilgili bölümün 2. Maddesinde “Devletin bir nevi yol göstericiliği esasları dahilinde azınlık milletler kendi işlerine göre millî meselelerini ve yerel işlerini kendileri yönetirler” ifadesi geçmektedir. Ancak Doğu Türkistan, Çin Komünist Partisi yönetiminin tahakkümü altındadır. Dolayısıyla bu madde Uygurlar için uygulamada görülmemektedir. Bununla birlikte Müslüman Uygur Türkleri hal-i hazırda kendi tarihi-öz vatanlarında ikamet ediyorlar. Kendi öz vatanındakileri “azınlık” olarak tanımlamak doğru değildir. Doğu Türkistanlılar bulundukları bölgenin aslî unsurudurlar.
Doğu Türkistan’ın, Anayasa’da belirtilen “özerk” bölge haklarından yararlanması için Çin’in engellemeleri kaldırılmalıdır.
Bunun için de:
– Doğu Türkistan halkının öz benliğini, kültür mirasının tahribini amaçlayan program uygulamadan kalkmalı,
– Bölgenin demografik yapısını bozmaya yönelik Çin göçmen akımı durdurulmalı,
– Salgın hastalıklara ve uzun süre sonra etkisi görülen rahatsızlıklara sebep olan nükleer denemelere son verilmeli,
– Doğum yasağı, çocuk sınırlaması ve mecburî kürtaj uygulaması kaldırılmalı,
– Hür, serbest, şeffaf, âdil, demokratik, insan hak ve hukukuna uygun seçim yapma hakkı tanınmalı,
– Yargısız infaz, tedhiş ve terör yaftalamalarına son verilmeli,
– Doğu Türkistan bölgesinden elde edilen gelirler yine Doğu Türkistan için yatırıma dönüştürülmeli,
– Özerk yönetimde işe alımlarda Türklere eşit haklar tanınmalı,
– Polis gözetimleri, biyometrik veri toplama, internet ve sosyal medya kontrolleri, Müslüman Uygur Türkleri’nin Komünist rejime olan sadâkatlerini ölçmek için rejim görevlilerinin Uygurlar’ın evinde kalma uygulamasına, toplama ve çalışma kampları uygulamasına son vermeli,
– Yine özerk bölgede her türlü insan hakları ihlâllerine ve hürriyetlerin kısıtlanmasına göz yumulmamalı,
– Demokratik değerler ön plana çıkartılmalı, hukukun üstünlüğü ilkesi uygulanmalıdır,
– Uluslar arası toplumun dikkati Müslüman Uygur Türkleri’nin sorunlarına çözüm üretmeye yönlendirilmelidir.
Konuyla ilgili olarak, Doğu Türkistan Vakfı Başkanı ve Doğu Türkistan Millî Kurultayı Onursal Başkanı Emekli General merhum M. Rıza Bekin’in 2003 yılında yayınlanan “Doğu Türkistan Üzerine Rapor” başlıklı çalışması konuya dikkat çekmektedir. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün “2018 Yılı Dünya Raporu”na göre Kasım 2018’de Çin’in insan hakları hakkında Evrensel Periyodik İncelemesi yapıldı. Bir düzineden fazla Batı ülkesi Müslüman Uygur Türkleri’nin kamplarda zorla tutulduklarını belirttiler. Birleşmiş Milletler uzmanlarınca “kamplarda inceleme yapabilmek için kamplara erişim izni verilmesi” Çin makamlarına tekrar iletildi. Yine Rapor’da “İslâm İşbirliği Teşkilâtı’nın hiçbir üyesinin 2018 yılı boyunca Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşananlar konusuna hiçbir şekilde değinmediğine yer verildi. Aynı Rapor’da Türkiye, Sincan’a özel bir referansta bulunmaksızın “yasal gerekçeleri olmayan fertlerin sınırlandırılması” konusundaki endişelerini dile getirdiği bildirildi. Rapor’dan da anlaşılacağı üzere, uluslar arası toplumun Doğu Türkistan’daki etnik, sosyal, dinî, mezhebî, ideolojik, siyasî, ekonomik vb. sorunlara daha fazla hassasiyet göstermesine gayret edilmesi aşikârdır.
Doğu Türkistanlılara yukarıda sayılan insanî, tabiî, Anayasal hakların verilmesi ise, kuşkusuz Çin’in de uluslar arası saygınlığını arttırmasına fırsat olacaktır. (YAZI 3. BÖLÜMÜ İLE SONA ERMİŞTİR)
Kaynak://www.yeniasya.com.tr/Sites/YeniAsya/Upload/images/Content/2019/08/30/t%C3%BCrkistan.jpeg
Etiketler: Çin » Din » Dünya » Edebiyat » etnik Çatışma » Genel » Görüş Yorum » insan hakları » Makale AnalizBENZER HABERLER